Neil Pasricha: The 3 A's of awesome

Neil Pasricha: Muhteşemliğin 3 Aşaması

Çeviri: Nihan Ates Gözden geçirme: Sancak Gülgen

So the Awesome story:

Muhteşem hikaye:

It begins about 40 years ago,

Her şey bundan 40 yıl kadar önce,

when my mom and my dad came to Canada.

annem ve babam Canada'ya geldiğinde başladı.

My mom left Nairobi, Kenya.

Annem Nairobi, Kenya'dan ayrıldı.

My dad left a small village outside of Amritsar, India.

Babam Amritsar, Hindistan'ın dışında bir köyden ayrıldı.

And they got here in the late 1960s.

Ve buraya 1960ların sonunda geldiler.

They settled in a shady suburb about an hour east of Toronto,

Toronto'nun yaklaşık 1 saat doğusunda kötü bir banliyöye yerleştiler.

and they settled into a new life.

Ve yeni bir hayata başladılar.

They saw their first dentist,

İlk kez bir dişçiye gittiler,

they ate their first hamburger,

ilk hamburgerlerini yediler,

and they had their first kids.

ve ilk çocukları dünyaya geldi.

My sister and I

Kız kardeşim ve ben

grew up here,

burada büyüdük,

and we had quiet, happy childhoods.

ve sakin, mutlu birer çocukluk geçirdik.

We had close family,

Yakın ailemiz

good friends, a quiet street.

iyi arkadaşlarımız, sakin bir mahallemiz vardı.

We grew up taking for granted

Ebeveynlerimizin büyürken

a lot of the things that my parents couldn't take for granted

kıymetini iyi bildiği bir çok şeyin

when they grew up --

kıymetini bilmeden yaşadık

things like power always on

Evimizde sürekli elektrik

in our houses,

olması gibi,

things like schools across the street

Yolun karşısında okullar

and hospitals down the road

caddenin sonunda hastaneler

and popsicles in the backyard.

ve arka bahçede buzlu şekerlemeler gibi.

We grew up, and we grew older.

Büyüdük ve yaşlandık.

I went to high school.

Liseye gittim.

I graduated.

Mezun oldum.

I moved out of the house, I got a job,

Kendi evime çıktım, bir işe girdim.

I found a girl, I settled down --

Birini buldum, evlendim --

and I realize it sounds like a bad sitcom or a Cat Stevens' song --

Kulağa kötü bir sitcom ya da Cat Stevens şarkısı gibi geldiğini biliyorum.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

but life was pretty good.

Ama hayat gayet güzeldi.

Life was pretty good.

Hayat gayet güzeldi.

2006 was a great year.

2006 çok güzel bir yıldı.

Under clear blue skies in July in the wine region of Ontario,

Ontario'nun üzüm bağlarında haziran ayında açık mavi gökyüzünün altında,

I got married,

150 aile ve arkadaş ile çevrili halde,

surrounded by 150 family and friends.

evlendim.

2007 was a great year.

2007 çok güzel bir yıldı.

I graduated from school,

Okuldan mezun oldum,

and I went on a road trip with two of my closest friends.

ve en yakın iki arkadaşımla bir yolculuğa çıktım.

Here's a picture of me and my friend, Chris,

Pasifik Okyanusu sahilinde,

on the coast of the Pacific Ocean.

benim ve arkadaşım Chris'in bir fotoğrafı.

We actually saw seals out of our car window,

Arabamızın camından fok balıkları gördük

and we pulled over to take a quick picture of them

Hemen bir fotoğraflarını çekmek için kenara çektik

and then blocked them with our giant heads.

ve sonra da onları koca kafalarımızla bloke ettik.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

So you can't actually see them,

Yani aslında onları göremiyorsunuz,

but it was breathtaking,

ama inanın ki,

believe me.

nefes kesiciydi.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

2008 and 2009 were a little tougher.

2008 ve 2009 biraz daha zorluydu.

I know that they were tougher for a lot of people,

Sadece benim için değil,

not just me.

bir çok insan için zorlayıcı olduklarını biliyorum

First of all, the news was so heavy.

Her şeyden önce haberler çok kötüydü.

It's still heavy now, and it was heavy before that,

Hala da kötü, ve ondan önce de kötüydü,

but when you flipped open a newspaper, when you turned on the TV,

ama ne zaman bir gazeteyi açsanız, televizyonu açsanız

it was about ice caps melting,

dünyanın her yerinde devam eden,

wars going on around the world,

buzulların erimesi hakkındaydı

earthquakes, hurricanes

depremler, kasırgalar

and an economy that was wobbling on the brink of collapse,

ve çöküşün eşiğinde sallanan bir ekonomi,

and then eventually did collapse,

ve nihayetinde de çöktü,

and so many of us losing our homes,

ve bir çoğumuz evlerimizi,

or our jobs,

veya işlerimizi,

or our retirements,

veya emeklilik planlarımızı,

or our livelihoods.

ya da geçim kaynaklarımızı kaybettik.

2008, 2009 were heavy years for me for another reason, too.

2008, 2009 benim için başka bir sebepten dolayı da kötü yıllardılar.

I was going through a lot of personal problems at the time.

O dönemde bir çok kişisel problemlerle boğuşuyordum.

My marriage wasn't going well,

Evliliğim iyi gitmiyordu,

and we just were growing further and further apart.

ve gittikçe birbirimizden uzaklaşıyorduk.

One day my wife came home from work

Bir gün eşim işten geldi

and summoned the courage, through a lot of tears,

ve dürüst bir konuşma yapabilmek için

to have a very honest conversation.

gözyaşlarıyla, cesaretini topladı

And she said, "I don't love you anymore,"

Ve "Artık seni sevmiyorum." dedi

and it was one of the most painful things I'd ever heard

Bu hayatımda duyduğum en acı verici şeylerden biriydi

and certainly the most heartbreaking thing I'd ever heard,

ki sadece 1 ay sonrasına dek de

until only a month later,

kesinlikle duyduğum en yürek parçalayıcı şeydi,

when I heard something even more heartbreaking.

ama sonra daha da yürek parçalayıcı bir şey duydum.

My friend Chris, who I just showed you a picture of,

Size az önce bir fotoğrafını gösterdiğim arkadaşım Chris,

had been battling mental illness for some time.

bir süredir akıl hastalığıyla savaş veriyordu.

And for those of you

Ve hayatlarına

whose lives have been touched by mental illness,

akıl hastalığı bir şekilde girmiş olanlar

you know how challenging it can be.

bunun ne kadar zorlayıcı olabileceğini bilirler.

I spoke to him on the phone at 10:30 p.m.

Onunla bir pazar akşamı

on a Sunday night.

saat 10 buçukta telefonda konuştum

We talked about the TV show we watched that evening.

O akşam izlediğimiz televizyon programı hakkında konuştuk.

And Monday morning, I found out that he disappeared.

Ve pazartesi sabahı, kaybolduğu haberini aldım.

Very sadly, he took his own life.

Çok üzücü bir şekilde, kendi canına kıymıştı.

And it was a really heavy time.

Ve gerçekten çok zor bir dönemdi.

And as these dark clouds were circling me,

Bütün bu kara bulutlar tepemde dolaşmaktaydılar,

and I was finding it really, really difficult

ve iyi bir şey düşünebilmeyi

to think of anything good,

çok, çok zor bulmaktaydım,

I said to myself that I really needed a way

Kendime, pozitif olana odaklanmamın

to focus on the positive somehow.

gerçekten bir yolunu bulmam gerektiğini söyledim.

So I came home from work one night,

Böylece bir gün işten eve geldim,

and I logged onto the computer,

ve bilgisayarı açtım,

and I started up a tiny website

ve 1000awesomethings.com adında (1000muhteşemşey.com)

called 1000awesomethings.com.

küçük bir internet sitesi açtım.

I was trying to remind myself

Kendime, hepimizin sevdiği,

of the simple, universal, little pleasures that we all love,

basit, evrensel, küçük ama hakkında yeterinde konuşmadığımız zevkleri

but we just don't talk about enough --

hatırlatmaya çalışıyordum --

things like waiters and waitresses

siz sormadan bardağınızı yeniden dolduran

who bring you free refills without asking,

garsonlar gibi,

being the first table to get called up

bir düğünde açık büfeye

to the dinner buffet at a wedding,

ilk çağırılan olmak gibi,

wearing warm underwear from just out of the dryer,

kurutma makinesinden yeni çıkmış sıcak iç çamaşırlarını giymek gibi

or when cashiers open up a new check-out lane at the grocery store

ya da markette kasiyerlerin yeni bir kasa açması

and you get to be first in line --

ve ilk sıra sizindir

even if you were last at the other line, swoop right in there.

diğer sırada en sonra bile olsanız, hemen kaynayın.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

And slowly over time,

Ve yavaş yavaş zamanla,

I started putting myself in a better mood.

Kendimi daha iyi bir ruh haline getirmeye başladım.

I mean, 50,000 blogs

Yani günde

are started a day,

50000 blog yayın yapmaya başlıyor.

and so my blog was just one of those 50,000.

Ve benim blogum da o 50000 den biriydi.

And nobody read it except for my mom.

Ve annem hariç kimse okumuyordu.

Although I should say that my traffic did skyrocket

Ama şunu söylemem gerekir ki

and go up by 100 percent

sitenin trafiği, linki babama yolladığında

when she forwarded it to my dad.

yüzde yüz arttı.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

And then I got excited

Ve onlarca hit almaya başladığımda

when it started getting tens of hits,

heyecanlandım.

and then I started getting excited when it started getting dozens

Ve sonra düzenelerce hit almaya başladığında daha çok heyecanlanmaya başladım

and then hundreds and then thousands

ve sonra yüzlerce ve binlerce

and then millions.

ve sonra milyonlarca.

It started getting bigger and bigger and bigger.

Gittikçe büyümeye ve büyümeye ve büyümeye başladı.

And then I got a phone call,

Ve sonrasında telefonum çaldı,

and the voice at the other end of the line said,

ve hattın ucundaki diğer ses şöyle dedi,

"You've just won the Best Blog In the World award."

"Az önce dünyadaki en iyi blog ödülünü kazandınız"

I was like, that sounds totally fake.

Kesinlikle kandırıldığımı düşündüm.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

(Applause)

(Alkışlar)

Which African country do you want me to wire all my money to?

Hangi Afrikan ülkesine tüm paramı yollamamı istiyorsunuz?

(Laughter)

(Gülüşmeler)

But it turns out, I jumped on a plane,

Ama sonuçta bir uçağa atladım

and I ended up walking a red carpet

ve Sarah Silverman ve Jimmy Fallon ve Martha Stewart'la beraber

between Sarah Silverman and Jimmy Fallon and Martha Stewart.

kırmızı halıda yürüdüm.

And I went onstage to accept a Webby award for Best Blog.

Ve En İyi Blog adına bir Webby ödülünü kabul etmek için sahneye çıktım.

And the surprise

Ve bunun sürprizi ve şaşkınlığı

and just the amazement of that

Torontoya dönüşümle

was only overshadowed by my return to Toronto,

inboxumda 10 editörün

when, in my inbox,

bunu bir kitap haline getirmek için

10 literary agents were waiting for me

konuşmak istediklerine dair mesajlarıyla

to talk about putting this into a book.

gölgede kaldı.

Flash-forward to the next year

Ertesi yıla hızla bir göz atalım

and "The Book of Awesome" has now been

ve "Muhteşemliğin Kitabı" 20 haftadır

number one on the bestseller list for 20 straight weeks.

çok satanlar listesinde 1 numarada.

(Applause)

(Alkışlar)

But look, I said I wanted to do three things with you today.

Ama bakın, bugün size 3 şey yapmak istediğimi söyledim.

I said I wanted to tell you the Awesome story,

Size Muhteşem Hikayeyi anlatmak istediğimi,

I wanted to share with you the three As of Awesome,

sizinle Muhteşemliğin 3 Aşamasını paylaşmak istediğimi

and I wanted to leave you with a closing thought.

ve sizi son bir düşünceyle başbaşa bırakmak istediğimi söyledim.

So let's talk about those three As.

Öyleyse şu 3 aşamadan bahsedelim.

Over the last few years,

Geçen son yıllarda,

I haven't had that much time to really think.

gerçekten düşünmek için fazla zamanım olmadı.

But lately I have had the opportunity to take a step back

Ama son zamanlarda biraz geri çekilip

and ask myself: "What is it over the last few years

kendime sorabilme fırsatım oldu: bu son senelerde

that helped me grow my website,

hem websitemin ama aynı zamanda kendimin de

but also grow myself?"

gelişmesini sağlayan şey neydi?

And I've summarized those things, for me personally,

Ve benim için,

as three As.

bu şeyleri 3 aşamada özetledim.

They are Attitude, Awareness

Bunlar tutum, farkındalık

and Authenticity.

ve özgünlüktür.

I'd love to just talk about each one briefly.

Her birinden tek tek kısaca söz etmek istiyorum

So Attitude:

Tutum,

Look, we're all going to get lumps,

Bakın, hepimizin hayatında pürüzler olacak,

and we're all going to get bumps.

ve hepimizin darbe alacağı günler olacak.

None of us can predict the future, but we do know one thing about it

Hiçbirimiz geleceği tahmin edemeyiz, ama hakkında bir şey biliyoruz

and that's that it ain't gonna go according to plan.

ve bu da plana göre gitmeyeceği.

We will all have high highs

Hepimizin çok iyi zamanları

and big days and proud moments

önemli günleri ve gurur verici anları olacak

of smiles on graduation stages,

mezuniyet aşamalarındaki gülümsemelerden

father-daughter dances at weddings

düğünlerdeki baba-kız danslarına

and healthy babies screeching in the delivery room,

ve doğumhaneyi çığlıklarıyla birbirine katan sağlıklı bebeklere,

but between those high highs,

ama bu çok güzel zamanların arasında,

we may also have some lumps and some bumps too.

bazı darbeler alabilir, bazı problemler yaşayabiliriz de.

It's sad, and it's not pleasant to talk about,

Üzücü ve hakkında konuşması eğlenceli olan bir şey değil,

but your husband might leave you,

ama eşiniz sizi terkedebilir,

your girlfriend could cheat,

kız arkadaşınız sizi aldatabilir,

your headaches might be more serious than you thought,

baş ağrılarınız sandığınızdan daha ciddi olabilir,

or your dog could get hit by a car on the street.

ya da köpeğinize sokakta bir araba çarpabilir.

It's not a happy thought,

Mutluluk verici bir düşünce değil,

but your kids could get mixed up in gangs

ama çocuklarınız çetelere

or bad scenes.

ya da kötü gruplara katılabilirler.

Your mom could get cancer,

Anneniz kanser olabilir,

your dad could get mean.

babanız kötü davranabilir.

And there are times in life

Ve hayatta öyle anlar olur ki

when you will be tossed in the well, too,

dibe vurursunuz, içiniz buruk

with twists in your stomach and with holes in your heart,

ve kalbiniz paramparça.

and when that bad news washes over you,

Ve ne zaman kötü haberle dünya başınıza yıkıldığında

and when that pain sponges and soaks in,

acı hazmedilip her yanınızı sardığında

I just really hope you feel

umarım her zaman

like you've always got two choices.

iki seçeneğiniz varmış gibi davranırsınız.

One, you can swirl and twirl

Bir, yana yakıla acılar içinde

and gloom and doom forever,

sonsuza dek yas tutabilirsiniz,

or two, you can grieve

ya da ikinci olarak, önce yas tutabilir

and then face the future

sonra da yeni ayılmış gözlerle

with newly sober eyes.

geleceği göğüsleyebilirsiniz.

Having a great attitude is about choosing option number two,

Harika bir tutum içerisinde olmak, ikinci seçeneği seçmektir,

and choosing, no matter how difficult it is,

ve ilerlemeyi seçmektir,

no matter what pain hits you,

geleceğe doğru minik adımlarla

choosing to move forward and move on

ne kadar zor olursa olsa da

and take baby steps into the future.

size ne kadar acı gelse de.

The second "A" is Awareness.

İkinci aşama, farkındalıktır.

I love hanging out with three year-olds.

Üç yaşındaki çocuklarla zaman geçirmeyi seviyorum.

I love the way that they see the world,

Dünyaya bakış açılarını seviyorum,

because they're seeing the world for the first time.

çünkü dünyayı hayatlarında ilk kez görüyorlar.

I love the way that they can stare at a bug crossing the sidewalk.

Karşıdan karşıya geçen bir böceği seyredebilmelerini seviyorum.

I love the way that they'll stare slack-jawed

İlk beysbol maçlarını

at their first baseball game

ağızları açık bir şekilde izlemelerini seviyorum

with wide eyes and a mitt on their hand,

gözleri kocaman açılmış ve ellerinde bir beysbol eldiveni

soaking in the crack of the bat and the crunch of the peanuts

yerfıstığı sesleri ve beysbol sopası çatırtıları

and the smell of the hotdogs.

ve sosisli sandviç kokularına bulanmış halde.

I love the way that they'll spend hours picking dandelions in the backyard

Arka bahçede karahindiba toplayarak saatler geçirebilmelerini seviyorum

and putting them into a nice centerpiece

ve Şükran Günü yemeği için

for Thanksgiving dinner.

onları masanın ortasına güzelce yerleştirebilmelerini.

I love the way that they see the world,

Dünyayı algılama şekilleri hoşuma gidiyor

because they're seeing the world

çünkü dünyayı

for the first time.

hayatlarında ilk kez görüyorlar.

Having a sense of awareness

Farkındalık duygusuna sahip olmak

is just about embracing your inner three year-old.

aslında sadece içinizdeki üç yaşındaki çocuğa sahip çıkmaktır.

Because you all used to be three years old.

Çünkü hepiniz bir zamanlar üç yaşındaydınız.

That three-year-old boy is still part of you.

O üç yaşındaki çocuk hala sizin bir parçanız.

That three-year-old girl is still part of you.

O üç yaşındaki kız hala sizin bir parçanız.

They're in there.

Orada bir yerlerdeler.

And being aware is just about remembering

Ve farkında olmak, aslında başınıza gelen her şeyin

that you saw everything you've seen

bir seferinde hayatınızda ilk kez

for the first time once, too.

başınıza geldiğini hatırlamakla ilgili.

So there was a time when it was your first time ever

Yani bir zamanlar hayatınızda ilk kez

hitting a string of green lights on the way home from work.

işten eve gelirken sürekli yeşil ışıga denk geldiniz.

There was the first time you walked by the open door of a bakery

Hayatınızda bir sefer ilk kez bir fırından içeri girdiniz

and smelt the bakery air,

ve fırın kokusunu içinize çektiniz,

or the first time you pulled a 20-dollar bill out of your old jacket pocket

ya da ilk kez eski bir ceketin cebinden 20 liralık bir banknot çıkarttınız

and said, "Found money."

ve "Para buldum" dediniz.

The last "A" is Authenticity.

Son aşama özgünlüktür.

And for this one, I want to tell you a quick story.

Ve bunun için, size kısa bir hikaye anlatmak istiyorum.

Let's go all the way back to 1932

1932'ye kadar geriye dönelim

when, on a peanut farm in Georgia,

Georgia'da bir fıstık çiftliğinde

a little baby boy named Roosevelt Grier was born.

Roosevelt Grier adında küçük bir erkek bebeğin doğduğu yıllara.

Roosevelt Grier, or Rosey Grier, as people used to call him,

Roosevelt Grier ya da insanların genellikle hitap ettiği adıyla Rosey Grier,

grew up and grew into

büyüdü ve NFL'de (Amerikan Ulusal Futbol Ligi)

a 300-pound, six-foot-five linebacker in the NFL.

136 kilo 195 cm lik bir savunma oyuncusu oldu.

He's number 76 in the picture.

Kendisi fotoğrafta numara 76.

Here he is pictured with the "fearsome foursome."

Burada "Korkulu Dörtlü" ile aynı karede.

These were four guys on the L.A. Rams in the 1960s

Bunlar 1960larda L.A. Rams'de oynayan

you did not want to go up against.

karşılarına çıkmak istemeyeceğiniz dört oyuncuydu.

They were tough football players doing what they love,

Onlar sevdikleri işi yapan sert futbol oyuncularıydılar

which was crushing skulls

ki bu da futbol sahasında kafa kırmak

and separating shoulders on the football field.

ve omuz çıkartmaktı.

But Rosey Grier also had

Ama Rosey Grier'in

another passion.

başka bir tutkusu daha vardı.

In his deeply authentic self,

Kendine has mizahına uygun bir şekilde

he also loved needlepoint. (Laughter)

aynı zamanda oya işi yapmayı seviyordu.

He loved knitting.

Örgü örmeyi seviyordu.

He said that it calmed him down, it relaxed him,

Onu sakinleştirdiğini, rahatlattığını,

it took away his fear of flying and helped him meet chicks.

uçma korkusunu yenmesine ve kızlarla tanışmasına yardım ettiğini söylemişti.

That's what he said.

Aynen böyle dedi.

I mean, he loved it so much that, after he retired from the NFL,

Yani o kadar sevmişti ki, NFL den emekli olduktan sonra,

he started joining clubs.

kulüplere katılmaya başladı.

And he even put out a book

"Rosey Grier'den Erkekler için Oya İşi" adında

called "Rosey Grier's Needlepoint for Men."

bir kitap bile çıkardı.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

(Applause)

(Alkışlar)

It's a great cover.

Harika bir kapak.

If you notice, he's actually needlepointing his own face.

Ve eğer dikkat ettiyseniz, aslında kendi suratını işliyor.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

And so what I love about this story

Ve aslında bu öyküde en sevdiğim şey

is that Rosey Grier

Rosey Grier'in

is just such an authentic person,

tamamen kendine özgü bir insan olması.

and that's what authenticity is all about.

Ve özgünlük tamamen bunun hakkında.

It's just about being you and being cool with that.

Sadece kendin olmak ve kendin olurken rahat olmakla ilgili.

And I think when you're authentic,

Ve bence özgün olduğunuz zaman,

you end up following your heart,

kendinizi kalbinizin sesini dinlerken bulursunuz,

and you put yourself in places

ve kendinizi, sevdiğiniz ve zevk aldığınız

and situations and in conversations

yerlere, durumlara, konuşmalara

that you love and that you enjoy.

götürürsünüz.

You meet people that you like talking to.

Konuşmaktan hoşlandığınız insanlarla tanışırsınız.

You go places you've dreamt about.

Hayallerini kurduğunuz yerlere gidersiniz.

And you end you end up following your heart

Ve kalbinizin sesini dinlemiş olursunuz

and feeling very fulfilled.

ve bir şeyleri başarmış hissiyle dolarsınız.

So those are the three A's.

İşte bunlar o üç aşamadır.

For the closing thought, I want to take you all the way back

Kapanış için, sizleri ailemin Kanada'ya gelişine

to my parents coming to Canada.

geri götürmek istiyorum.

I don't know what it would feel like

20li yaşlarında yeni bir ülkeye gelmek

coming to a new country when you're in your mid-20s.

nasıl bir histir bilmiyorum.

I don't know, because I never did it,

Bilmiyorum, çünkü hiç yapmadım.

but I would imagine that it would take a great attitude.

Sanıyorum ki çok iyi bir tutum gerektirir.

I would imagine that you'd have to be pretty aware of your surroundings

Sanıyorum ki etrafınızda olup bitenlerin gayet farkında olmanız gerekir.

and appreciating the small wonders

ve yeni dünyanızda görmeye başladığınız küçük mucizelerin

that you're starting to see in your new world.

kıymetini bilebilmeniz gerekir.

And I think you'd have to be really authentic,

Ve sanıyorum ki gerçekten özgün olmanız gerekir,

you'd have to be really true to yourself

kendinize karşı dürüst olmanız gerekir

in order to get through what you're being exposed to.

maruz kaldıklarınızı aşabilmek için.

I'd like to pause my TEDTalk

TEDTalk'umu burada duraklatmak istiyorum

for about 10 seconds right now,

10 saniye kadar,

because you don't get many opportunities in life to do something like this,

çünkü hayatta böyle bir şey yapabilmek için elinize fazla fırsat geçmez,

and my parents are sitting in the front row.

ve ebeveynlerim en önde oturuyorlar.

So I wanted to ask them to, if they don't mind, stand up.

Onlardan, eğer bir sorun olmazsa, ayağa kalkmalarını rica etmek istemiştim.

And I just wanted to say thank you to you guys.

Ve sadece size teşekkür etmek istedim.

(Applause)

(Alkışlar)

When I was growing up, my dad used to love telling the story

Ben büyürken, babam Kanadadaki ilk gününün hikayesini

of his first day in Canada.

anlatmaya bayılırdı.

And it's a great story, because what happened was

Ve çok güzel bir hikaye, şöyle ki

he got off the plane at the Toronto airport,

Toronto Havaalanında uçaktan indi

and he was welcomed by a non-profit group,

ve kar amacı gütmeyen bir grup tarafından karşılandı

which I'm sure someone in this room runs.

ki eminim bu salondaki biri o grubun başındadır.

(Laughter)

(Gülüşmeler)

And this non-profit group had a big welcoming lunch

Ve bu kar amacı gütmeyen grup, Kanadaya gelen

for all the new immigrants to Canada.

tüm yeni göçmenler için büyük bir yemek düzenlemişti

And my dad says he got off the plane and he went to this lunch

Ve babamın anlattığına göre uçaktan inmiş ve bu yemeğe gitmiş

and there was this huge spread.

ve orada bu inanılmaz ziyafet varmış.

There was bread, there was those little, mini dill pickles,

Ekmek varmış, şu küçük turşulardan varmış,

there was olives, those little white onions.

zeytinler varmış, şu küçük beyaz soğanlardan varmış.

There was rolled up turkey cold cuts,

Rulo yapılmış hindi salamları varmış,

rolled up ham cold cuts, rolled up roast beef cold cuts

rulo yapılmış domuz salamları, rulo yapılmış sığır eti

and little cubes of cheese.

ve minik küpler halinde peynir.

There was tuna salad sandwiches and egg salad sandwiches

Ton balıklı salatalı sandviçler varmış ve yumurta salatalı sandviçler,

and salmon salad sandwiches.

ve somon salatalı sandviçler.

There was lasagna, there was casseroles,

Lasanya varmış, güveç varmış,

there was brownies, there was butter tarts,

çikolatalı kek varmış, tereyağlı tartlar,

and there was pies, lots and lots of pies.

ve turtalar varmış, bir sürü turtalar.

And when my dad tells the story, he says,

Ve babam hikayeyi anlatırken der ki,

"The craziest thing was, I'd never seen any of that before, except bread.

"En çılgın olanı, ekmek dışında, diğer yiyecekleri daha önce hiç görmemiştim."

(Laughter)

(Gülüşmeler)

I didn't know what was meat, what was vegetarian.

"Neyin et, neyin sebzeli olduğunu bilmiyordum;

I was eating olives with pie.

turtayla zeytinleri birlikte yiyordum."

(Laughter)

(Gülüşmeler)

I just couldn't believe how many things you can get here."

"Buraya bu kadar çok şey getirtilebileceğine inanamadım bir türlü."

(Laughter)

(Gülüşmeler)

When I was five years old,

Ben beş yaşındayken,

my dad used to take me grocery shopping,

babam beni market alışverişlerine yanında götürürdü.

and he would stare in wonder

Ve meyve ve sebzelerin üzerindeki küçük etiketlere

at the little stickers that are on the fruits and vegetables.

şaşkınlıkla bakardı.

He would say, "Look, can you believe they have a mango here from Mexico?

"Bak, burada Meksika'dan bir mango olduğuna inanabiliyor musun?" derdi.

They've got an apple here from South Africa.

burada Güney Afrika'dan bir elma var.

Can you believe they've got a date from Morocco?"

"burada Fas'tan bir hurma olduğuna inanabiliyor musun?"

He's like, "Do you know where Morocco even is?"

"Fas'ın nerede olduğunu biliyor musun ki?" derdi

And I'd say, "I'm five. I don't even know where I am.

ve ben de "ben 5 yaşındayım. Nerede olduğumu bile bilmiyorum" derdim.

Is this A&P?"

"Burası A&P mi?"

And he'd say, "I don't know where Morocco is either, but let's find out."

Ve babam derdi ki, "Ben de Fas'ın nerede olduğunu bilmiyorum, ama haydi öğrenelim"

And so we'd buy the date, and we'd go home.

Ve hurmayı alırdık, ve eve gelirdik.

And we'd actually take an atlas off the shelf,

Ve gerçekten de raftan bir atlas alırdık,

and we'd flip through until we found this mysterious country.

ve bu gizemli ülkeyi bulana dek sayfaları çevirirdik.

And when we did, my dad would say,

Ve bulduğumuzda, babam derdi ki,

"Can you believe someone climbed a tree over there,

"İnanabiliyor musun, birileri orada bir ağaca tırmanmış,

picked this thing off it, put it in a truck,

bu şeyi toplamış, bir kamyona koymuş,

drove it all the way to the docks

limana kadar getirmiş,

and then sailed it all the way

ve sonra da Atlantik Okyanusuna

across the Atlantic Ocean

yelken açmış

and then put it in another truck

ve sonra başka bir kamyona koymuş

and drove that all the way to a tiny grocery store just outside our house,

ve evimizin hemen yakınındaki küçücük bir markete kadar getirmiş,

so they could sell it to us for 25 cents?"

ve böylece bize 25 cente satabiliyorlar?"

And I'd say, "I don't believe that."

Ve ben de derdim ki "Buna inanmıyorum"

And he's like, "I don't believe it either.

ve babam da "Ben de inanmıyorum" derdi.

Things are amazing. There's just so many things to be happy about."

"Bazı şeyler inanılmaz. Mutlu olunacak o kadar çok şey var ki."

When I stop to think about it, he's absolutely right.

Durup düşündüğümde, kesinlikle haklı;

There are so many things to be happy about.

Mutlu olunacak o kadar çok şey var ki.

We are the only species

Bizler,

on the only life-giving rock

şimdiye kadar gördüğümüz tek evrende,

in the entire universe that we've ever seen,

tek hayat veren kaya parçası üzerinde,

capable of experiencing

bunun gibi bir çok şeyi deneyimleyebilecek

so many of these things.

tek türüz.

I mean, we're the only ones with architecture and agriculture.

Demek istiyorum ki, mimariye ve tarıma sahip bir tek biziz.

We're the only ones with jewelry and democracy.

Mücevherlere ve demokrasiye bir tek biz sahibiz.

We've got airplanes, highway lanes,

Uçaklarımız, karayollarımız var,

interior design and horoscope signs.

iç mimarimiz ve burçlarımız var.

We've got fashion magazines, house party scenes.

Moda dergilerimiz, elektronik müzik partilerimiz var.

You can watch a horror movie with monsters.

İçinde canavarlar olan bir korku filmi izleyebilirsiniz.

You can go to a concert and hear guitars jamming.

Bir konsere gidip, gitarların döktürmesini dinleyebilirsiniz.

We've got books, buffets and radio waves,

Kitaplarımız, açık büfelerimiz ve radyo dalgalarımız var,

wedding brides and rollercoaster rides.

gelinlerimiz ve lunapark trenlerimiz.

You can sleep in clean sheets.

Temiz çarşaflarda uyuyabilirsiniz.

You can go to the movies and get good seats.

Sinemaya gidip güzel bir yerden izleyebilirsiniz.

You can smell bakery air, walk around with rain hair,

Fırın kokusunu koklayabilirsiniz, yağmurda ıslanmış saçlarla yürüyebilirsiniz,

pop bubble wrap or take an illegal nap.

sakızdan balon yapıp patlatabilir, kaçak bir şekerleme yapabilirsiniz.

We've got all that,

Biz bütün bu şeylere sahibiz,

but we've only got 100 years to enjoy it.

ama tadını çıkartabilmek için sadece 100 yılımız var.

And that's the sad part.

Ve bu da işin üzücü kısmı.

The cashiers at your grocery store,

Marketteki kasiyerler,

the foreman at your plant,

fabrikanızdaki işçiler,

the guy tailgating you home on the highway,

otobanda arabanızı sıkıştıran adam,

the telemarketer calling you during dinner,

akşam yemeğinde sizi arayan telesatıcılar,

every teacher you've ever had,

tüm öğretmenleriniz,

everyone that's ever woken up beside you,

sizin yanınızda uyanmış herkes,

every politician in every country,

her ülkedeki her politikacı,

every actor in every movie,

her filmdeki her aktör,

every single person in your family, everyone you love,

ailenizdeki herkes, sevdiğiniz herkes,

everyone in this room and you

bu salondaki herkes ve siz

will be dead in a hundred years.

yüz yıl içerisinde ölmüş olacaksınız.

Life is so great that we only get such a short time

Hayat o kadar güzel ki,

to experience and enjoy

onu o kadar tatlı hale getiren küçücük anları yaşamak

all those tiny little moments that make it so sweet.

ve tadını çıkartmak için çok kısa bir süremiz var.

And that moment is right now,

Ve o an hemen şimdi,

and those moments are counting down,

ve o anlar geriye sayıyor,

and those moments are always, always, always fleeting.

ve o anlar sürekli sürekli, sürekli, kaçıp gidiyor.

You will never be as young as you are right now.

Asla şimdiki kadar genç olmayacaksınız.

And that's why I believe that if you live your life

Ve işte bu yüzden inanıyorum ki,

with a great attitude,

eğer hayatınızı çok harika bir tutumla yaşarsanız

choosing to move forward and move on

hayat önünüze bir engel koyduğunda,

whenever life deals you a blow,

hep ilerlemeyi ve devam etmeyi seçerseniz

living with a sense of awareness of the world around you,

etrafınızda olup bitenlerin farkında olarak yaşarsanız

embracing your inner three year-old

içinizdeki üç yaşındaki çocuğu kucaklayarak

and seeing the tiny joys that make life so sweet

ve hayatı çok tatlı hale getiren küçük mutluluk kaynaklarını görerek

and being authentic to yourself,

ve kendinize özgün davranırsanız,

being you and being cool with that,

kendin olmak ve bununla rahat olmak,

letting your heart lead you and putting yourself in experiences that satisfy you,

kalbininizin sizi yönetmesine izin vererek ve sizi memnun edecek tecrübeler edinerek

then I think you'll live a life

işte o zaman bence zengin ve tatmin edici

that is rich and is satisfying,

bir hayatınız olacak

and I think you'll live a life that is truly awesome.

ve bence gerçekten muhteşem bir hayatınız olacak.

Thank you.

Teşekkürler.