The enchanting music of sign language | Christine Sun Kim

Çeviri: Neslihan Kara Gözden geçirme: Ahmet Kurnaz

Interpreter: Piano, "p," is my favorite musical symbol.

Tercüman: Piyano, "p", benim en sevdiğim müzik sembolüdür.

It means to play softly.

Yumuşakça çalmak anlamına gelir.

If you're playing a musical instrument and you notice a "p" in the score,

Bir müzik aleti çalıyorsanız ve başlangıç çizgisinde "p" gördüyseniz

you need to play softer.

daha yumuşak çalmanız gerekir.

Two p's -- even softer.

İki tane p -- daha da yumuşak.

Four p's -- extremely soft.

Dört tane p -- oldukça yumuşak.

This is my drawing of a p-tree,

Bu benim, üstüste kaç tane p olursa olsun

which demonstrates

asla tamamen sessizliğe

no matter how many thousands upon thousands of p's there may be,

ulaşamayacağınızı kanıtlayan

you'll never reach complete silence.

p-ağacı çizimim.

That's my current definition of silence:

Benim için sessizliğin şu anki tanımı bu:

a very obscure sound.

oldukça belirsiz bir ses.

I'd like to share a little bit

Sizlerle Amerikan İşaret Dili (ASL)'nin tarihi

about the history of American Sign Language, ASL,

ayrıca benim özgeçmişim hakkında

plus a bit of my own background.

birkaç şey paylaşmak isterim.

French sign language was brought to America during the early 1800s,

Fransız işaret dili Amerika'ya 1800'lerin başında getirildi

ve zaman ilerledikçe, yerel işaretlerle harmanlandı,

and as time went by, mixed with local signs,

bugün ASL olarak bildiğimiz dil haline geldi.

it evolved into the language we know today as ASL.

So it has a history of about 200 years.

Yani yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi var.

I was born deaf,

Ben sağır olarak doğdum,

ve bana sesin hayatımın bir parçası olmadığına inanmam düşündürüldü.

and I was taught to believe that sound wasn't a part of my life.

And I believed it to be true.

Ve ben bunun doğru olduğuna inandım.

Evet, şimdi görüyorum ki, olay hiç de bu değilmiş.

Yet, I realize now that that wasn't the case at all.

Sound was very much a part of my life,

Ses hayatımın kesinlikle bir parçasını oluşturuyormuş,

really, on my mind every day.

gerçekten, her gün aklıma takılırdı.

Seslerin dünyasında yaşayan sağır bir insan olarak, bu

As a Deaf person living in a world of sound,

yabancı bir ülkede

onun kurallarını, geleneklerini, davranışlarını ve standartlarını

it's as if I was living in a foreign country,

blindly following its rules, customs, behaviors and norms

hiçbir şekilde sorgulayamadan, onlara körü körüne uyarak yaşamak gibi.

without ever questioning them.

So how is it that I understand sound?

Peki ya ben sesi nasıl algılayabiliyorum?

Pekala, ben insanların seslere karşı nasıl davrandığını ve

Well, I watch how people behave and respond to sound.

nasıl seslere nasıl tepki verdiklerini izledim.

You people are like my loudspeakers, and amplify sound.

Siz insanlar benim hoparlörlerim ve yüksek sesim gibisiniz.

I learn and mirror that behavior.

Bu davranışı öğrenip kopyalıyorum. Aynı zamanda ses yaratabildiğimi öğrendim

At the same time, I've learned that I create sound,

and I've seen how people respond to me.

ve insanların bu sese nasıl tepki verdiklerini gördüm.

Thus I've learned, for example ...

Böylece, öğrendim ki, örneğin...

"Don't slam the door!"

"Kapıyı çarpma!"

"Don't make too much noise when you're eating from the potato-chip bag!"

"Cips paketinden cips yerken çok fazla ses çıkarma!"

(Laughter)

(Kahkahalar)

"Don't burp,

"Geğirme,

and when you're eating,

ve bir şeyler yiyorken

make sure you don't scrape your utensils on the plate."

çatal bıçağını tabağa sürtmediğinden emin ol."

All of these things I term "sound etiquette."

Bütün bunlara ben "sesin görgü kuralları" diyorum.

Maybe I think about sound etiquette

Belki de ben sesin görgü kuralları

hakkında kulağı duyan ortalama bir insandan daha fazla düşünüyor olabilirim.

more than the average hearing person does.

I'm hyper-vigilant around sound.

Ses konusunda aşırı duyarlıyım.

Her zaman hevesli ve gergin bir şekilde dört gözle sesi,

And I'm always waiting in eager nervous anticipation

sonrasında gelecek olan şeyi bekliyordum.

around sound, about what's to come next.

Bundan dolayı, bu çizim,

Hence, this drawing.

TBD, to be decided.

TBD, karar verilecek.

TBC, to be continued.

TBC, devam edecek.

TBA, to be announced.

TBA, duyurulacak.

And you notice the staff --

Portreye dikkat edin --

there are no notes contained in the lines.

çizgilere yerleştirilmiş hiç nota yok.

That's because the lines already contain sound

Bunun sebebi çizgilerin lekeler ve bulaşmalar

through the subtle smudges and smears.

sayesinde zaten bir sese sahip olması.

In Deaf culture, movement is equivalent to sound.

Sağır kültüründe, hareket sesin karşılığıdır.

This is a sign for "staff" in ASL.

Bu ASL'de "portre" işareti.

A typical staff contains five lines.

Normal bir portrede beş çizgi vardır.

Yet for me, signing it with my thumb sticking up like that

Fakat benim için, onu baş parmağımı böyle sıkıştırarak söylemek

doesn't feel natural.

doğal hissettirmiyor.

That's why you'll notice in my drawings, I stick to four lines on paper.

Bu nedenle çizimlerimde kağıda dört çizgi sıkıştırdığımı göreceksiniz.

2008 yılında, bir sanatçı misafirliği için

In the year 2008, I had the opportunity to travel to Berlin, Germany,

Berlin,Almanya'ya gidebilme fırsatım oldu.

for an artist residency there.

Prior to this time, I had been working as a painter.

Bundan önce, bir ressam olarak çalışıyordum.

Bu yaz, farklı farklı müzeler ve galeriler gezdim

During this summer, I visited different museums and gallery spaces,

ve ben bir mekandan diğerine gittikçe,

and as I went from one place to the next,

I noticed there was no visual art there.

oralarda hiç görsel sanat olmadığını fark ettim.

At that time, sound was trending, and this struck me ...

O sırada, ses modaydı ve bu bana darbe yaptı ...

there was no visual art,

hiç görsel sanat yoktu,

everything was auditory.

her şey işitseldi.

Now sound has come into my art territory.

Artık ses benim sanat alanıma dahil olmuştu.

Is it going to further distance me from art?

Sanatla benim arama mesafe mi koyacaktı ?

I realized that doesn't have to be the case at all.

Olayın bu olmak zorunda olmadığını fark ettim.

I actually know sound.

Aslında sesi biliyordum.

I know it so well

O kadar iyi biliyordum ki

that it doesn't have to be something just experienced through the ears.

o sadece kulakla deneyimlenen bir şey olmak zorunda değildi.

It could be felt tactually,

Elle tutulur bir şekilde hissedilebilirdi

or experienced as a visual,

ya da görsel olarak deneyimlenebilirdi

or even as an idea.

hatta fikir olarak bile.

Böylece sesin aidiyetini geri kazanmaya

So I decided to reclaim ownership of sound

ve onu sanat uygulamalarıma yerleştirmeye karar verdim.

and to put it into my art practice.

Ses konusunda bana öğretilen

And everything that I had been taught regarding sound,

her şeyi yok edip, aklımdan çıkarmaya karar verdim.

I decided to do away with and unlearn.

Yeni bir çalışma gövdesi oluşturdum.

I started creating a new body of work.

And when I presented this to the art community,

Ve bunu sanat topluluğuna sunduğumda,

I was blown away with the amount of support and attention I received.

aldığım desteğin ve çektiğim dikkatin çokluğundan havalara uçmuştum.

I realized:

Fark ettim ki:

sound is like money,

ses para gibiydi,

güç, kontrol --

power, control --

sosyal geçerlilik.

social currency.

In the back of my mind, I've always felt that sound was your thing,

Aklımda "Sesin her zaman senin olayın olduğunu hissetmiştim,

a hearing person's thing.

duyan bir insanın olayı.

And sound is so powerful

Ve ses o kadar güçlü ki

that it could either disempower me and my artwork,

benim ve sanat eserimin gücünü azaltabilir ya da

or it could empower me.

beni güçlendirebilirdi.

Ben güçlendirilmeyi seçtim.

I chose to be empowered.

There's a massive culture around spoken language.

Konuşulan dil çevresinde devasa bir kültür var.

And just because I don't use my literal voice to communicate,

Ve sadece iletişim kurarken esas sesimi kullanmadığım için

in society's eyes it's as if I don't have a voice at all.

toplumun gözünde hiç sesim yokmuş gibi görülüyorum.

So I need to work with individuals who can support me as an equal

Bu yüzden beni de eşit biri olarak destekleyen ve benim sesim haline

and become my voice.

gelen bireylerle çalışmalıyım.

And that way, I'm able to maintain relevancy in society today.

Bu yolla, bugün toplumdaki bağlantıyı koruyabiliyorum.

So at school, at work and institutions,

Yani okulda, işte ve enstitülerde,

I work with many different ASL interpreters.

birçok ASL tercümanıyla çalışıyorum.

Ve onların sesi benim sesim ve kimliğim haline geliyor.

And their voice becomes my voice and identity.

They help me to be heard.

Duyulmama yardım ediyorlar.

And their voices hold value and currency.

Onların sesleri geçerliliğin ve değerin yerini tutuyor.

Ironically, by borrowing out their voices,

İronik bir şekilde, onların seslerini ödünç alarak,

I'm able to maintain a temporary form of currency,

geçici bir geçerlilik biçimini koruyabiliyorum,

çok yüksek faiz oranıyla borç almak gibi.

kind of like taking out a loan with a very high interest rate.

If I didn't continue this practice,

Bu uygulamaya devam etmezsem,

I feel that I could just fade off into oblivion

unutulmaya yüz tutacağım

ve hiçbir sosyal geçerlilik biçimini koruyamayacağım.

and not maintain any form of social currency.

So with sound as my new art medium,

Yeni sanat ortamım olarak sesle,

I delved into the world of music.

müzik dünyasına daldım.

And I was surprised to see the similarities between music and ASL.

Müzik ve ASL arasındaki benzerlikleri görünce çok şaşırdım.

For example,

Örneğin,

müzikal bir nota

a musical note

kağıtta tamamen yakalanamaz ve ifade edilemez.

cannot be fully captured and expressed on paper.

And the same holds true for a concept in ASL.

ASL için de aynısı geçerli.

They're both highly spatial and highly inflected --

İkisi de oldukça uzaysal ve oldukça değişken --

meaning that subtle changes

bu, ince değişimlerin

can affect the entire meaning

işaretlerde de seslerde de

of both signs and sounds.

tüm anlamı değiştirebilmesi demek oluyor.

I'd like to share with you a piano metaphor,

ASL'nin nasıl çalıştığını daha iyi anlayabilmeniz için

to have you have a better understanding of how ASL works.

sizinle bir piyano metaforu paylaşmak istiyorum.

So, envision a piano.

Gözünüzün önüne bir piyano getirin.

ASL birçok gramatik ölçüte ayrılır.

ASL is broken down into many different grammatical parameters.

If you assign a different parameter to each finger as you play the piano --

Eğer piyano çalarken her bir parmağa farklı bir ölçüt verirseniz --

such as facial expression, body movement,

yüz ifadesi, vücut hareketleri,

hız, el şekli vs. gibi,

speed, hand shape and so on,

as you play the piano --

piyanoyu çalarken --

English is a linear language,

İngilizce doğrusal bir dildir,

as if one key is being pressed at a time.

her seferinde bir tuşa basar gibi.

However, ASL is more like a chord --

ASL daha çok bir akord gibidir,

all 10 fingers need to come down simultaneously

10 parmağın hepsi de aynı anda aşağıya inmeli

to express a clear concept or idea in ASL.

ki ASL' de bir fikri veya kavramı net bir şekilde ifade edebilesiniz.

If just one of those keys were to change the chord,

Eğer o tuşlardan bir tanesi akordu değiştirirse,

it would create a completely different meaning.

tamamen farklı bir anlam yaratırdı.

The same applies to music in regards to pitch, tone and volume.

Müzikte de aynısı yükseklik, ton ve şiddet için geçerli.

In ASL, by playing around with these different grammatical parameters,

ASL'de, farklı gramatik ölçütlerle çalarak,

farklı fikirler ifade edebilirsiniz.

you can express different ideas.

For example, take the sign TO-LOOK-AT.

Örneğin, BAKMAK işaretini ele alalım.

This is the sign TO-LOOK-AT.

Bu BAKMAK işareti.

I'm looking at you.

Size bakıyorum.

Sizi izliyorum.

Staring at you.

(Laughter)

(Kahkaha)

(Kahkaha)

(Laughter)

Oh -- busted.

Ah --- yakalandım.

(Laughter)

(Kahkaha)

Uh-oh.

Uh-oh.

What are you looking at?

Neye bakıyorsunuz?

Aw, stop.

Aa, durun.

(Laughter)

(Kahkaha)

I then started thinking,

Sonra düşünmeye başladım.

"What if I was to look at ASL through a musical lens?"

"ASL'ye müziğin merceğinden baksaydım ne olurdu?"

If I was to create a sign and repeat it over and over,

Bir işaret yaratıp bir daha bir daha tekrar ederdim,

it could become like a piece of visual music.

o da görsel bir müziğin parçası haline gelebilirdi.

For example, this is the sign for "day,"

Örneğin, bu işaret "gün"

as the sun rises and sets.

güneş doğup battığı için.

This is "all day."

Bu "tüm gün".

If I was to repeat it and slow it down,

Bunu tekrar edecek ve yavaşlatacaktım,

visually it looks like a piece of music.

görsel olarak bir müzik parçası gibi duruyor.

All ... day.

Tüm ... gün.

I feel the same holds true for "all night."

"Tüm gece" için de aynısı geçerli.

"All night."

"Tüm gece."

This is ALL-NIGHT, represented in this drawing.

Bu çizimde yer alan TÜM GECE.

And this led me to thinking about three different kinds of nights:

Bu bana üç farklı gece türünü düşündürdü:

"last night,"

"dün gece"

"overnight,"

"bir gecelik"

(Sings) "all night long."

(Şarkı söyler) "gece boyunca"

(Laughter)

(Kahkahalar)

I feel like the third one has a lot more musicality than the other two.

Sanırım üçüncü diğer ikisinden daha fazla müzikaliteye sahip.

(Laughter)

(Kahkahalar)

This represents how time is expressed in ASL

Bu ASL'de zamanın nasıl ifade edildiğini gösteriyor

and how the distance from your body can express the changes in time.

ve vücudunuzdan uzaklığınızın zamandaki değişimi nasıl ifade ettiğini.

For example,

Örneğin,

1H is one hand, 2H is two hand,

1E bir el, 2E iki el,

present tense happens closest and in front of the body,

şimdiki zaman vücudunuza en yakın olan yerde ve vücudun önünde gerçekleşir,

future is in front of the body and the past is to your back.

gelecek zaman vücudunuzun önündedir ve geçmiş zaman da arkanızda.

So, the first example is "a long time ago."

İlk örnek, "uzun zaman önce".

Then "past,"

Sonra "geçmiş",

"used to"

"eskiden",

and the last one, which is my favorite,

ve son olarak, ki favorimdir,

with the very romantic and dramatic notion to it,

romantik ve dramatik hisleriyle beraber,

"once upon a time."

"bir zamanlar".

(Laughter)

(Kahkahalar)

"Common time"

"4/4' lük ölçü"

is a musical term

ölçü başına 4 vuruşluk zamanın özel gösterimiyle

with a specific time signature of four beats per measure.

müzikal bir terimdir.

Yet when I see the word "common time,"

Fakat ben "4/4'lük ölçü" kelimesini gördüğümde,

what automatically comes to mind for me is "at the same time."

aklıma otomatik olarak "aynı anda" geliyor.

So notice RH: right hand, LH: left hand.

SE: sağ el SoE: sol el olsun.

We have the staff across the head and the chest.

Kafadan göğüse uzanan bir portremiz var.

[Head: RH, Flash claw]

[Common time]

[Kafa: SE, ani tırmalama]

[Chest: LH, Flash claw]

[4/4'lük ölçü]

[Göğüs: SoE, ani tırmalama]

I'm now going to demonstrate a hand shape called the "flash claw."

Şimdi "ani tırmalama" denen el biçimini göstereceğim.

Can you please follow along with me?

Beni takip edebilir misiniz, lütfen?

Everybody, hands up.

Herkes, eller havaya.

Now we're going to do it in both the head and the chest,

Şimdi bunu hem kafa hem de göğüsle yapacağız

kind of like "common time" or at the same time.

bir çeşit "4/4'lük ölçü" ya da aynı zamanda yapmak gibi.

Yes, got it.

Evet, kaptınız.

That means "to fall in love" in International [Sign].

Uluslararası [İşaret] anlamda bu "aşık olmak" anlamında geliyor.

(Laughter)

(Kahkahalar)

International [Sign], as a note,

Nota olarak , Uluslararası [İşaret] ,

is a visual tool to help communicate

dünyadaki kültürlerle ve işaret dilleriyle iletişim kurmaya

across cultures and sign languages around the world.

yardımcı olmak için görsel bir araçtır.

The second one I'd like to demonstrate is this --

Göstermek istediğim ikinci şey ise bu --

please follow along with me again.

lütfen yine beni takip edin.

And now this.

Ve şimdi bunu.

This is "colonization" in ASL.

Bu ASL'de "kolonizasyon" demektir.

(Laughter)

(Kahkaha)

Now the third --

Şimdi üçüncü --

please follow along again.

lütfen beni tekrar takip edin.

And again.

Ve tekrar.

This is "enlightenment" in ASL.

Bu ASL'de "aydınlanma" demektir.

So let's do all three together.

Haydi bu üçünü beraber yapalım.

"Fall in love,"

"Aşık olmak"

"colonization"

"Kolonizasyon"

and "enlightenment."

ve "aydınlanma"

Good job, everyone.

İyi iş çıkardınız, millet!

(Laughter)

(Kahkaha)

Notice how all three signs are very similar,

Bu üç işaretin ne kadar benzer olduğuna dikkat edin,

they all happen at the head and the chest,

hepsi kafada ve göğüste gerçekleşiyor

but they convey quite different meanings.

ama hepsi farklı anlamlar taşıyor.

So it's amazing to see how ASL is alive and thriving,

ALS'nin bu kadar canlı ve başarılı olduğunu görmek inanılmaz,

just like music is.

tıpkı müzik gibi.

Bu günde ve bu çağda,

However, in this day and age,

we live in a very audio-centric world.

oldukça ses merkezli bir dünyada yaşıyoruz.

And just because ASL has no sound to it,

Ve sadece ASL hiç ses içermediği için,

it automatically holds no social currency.

otomatik olarak hiçbir sosyal geçerlilik değeri taşımıyor.

We need to start thinking harder about what defines social currency

Sosyal geçerliliği neyin belirlediği hakkında daha derin düşünmeye başlamalıyız

and allow ASL to develop its own form of currency --

ve ALS'nin kendi geçerliliğini geliştirmesine izin vermeliyiz --

without sound.

ses olmadan.

Bu muhtemelen daha kapsamlı bir topluma atılan bir adım olurdu.

And this could possibly be a step to lead to a more inclusive society.

And maybe people will understand

Ve belki insanlar ASL öğrenmek için sağır olmak gerekmediğini

that you don't need to be deaf to learn ASL,

nor do you have to be hearing to learn music.

ya da müzik öğrenmek için

duymak zorunda olmadığınızı anlamış olurlar.

ASL is such a rich treasure

ASL öyle bol bir hazine ki

that I'd like you to have the same experience.

aynı deneyimlere sizin de sahip olmanızı isterdim.

And I'd like to invite you to open your ears,

Sizi kulaklarınızı, gözlerinizi açmaya,

to open your eyes,

kültürümüzün bir parçası olmaya

take part in our culture

and experience our visual language.

ve görsel dilimizi deneyimlemeye

davet etmek isterdim.

And you never know,

you might just fall in love with us.

Asla bilemezsiniz,

bize aşık olabilirsiniz.

(Applause)

(Alkışlar)

Thank you.

Teşekkürler.

Denise Kahler-Braaten: Hey, bu benim.

Denise Kahler-Braaten: Hey, that's me.

(Applause)

(Alkışlar)