Life at 30,000 feet | Richard Branson

Richard Branson'un 30,000 feetteki hayatı

Çeviri: Taner Tarlakazan Gözden geçirme: Sancak Gülgen

Chris Anderson: Welcome to TED.

Chris Anderson: TED'e hoşgeldiniz.

Richard Branson: Thank you very much. The first TED has been great.

Richard Branson: Çok teşekkür ederim.İlk TED gayet iyi gidiyor.

CA: Have you met anyone interesting?

CA: İlginç birisi ile tanıştınız mı?

RB: Well, the nice thing about TED is everybody's interesting.

RB: TED'in güzel tarafı herkesin ilginç oluşu.

I was very glad to see Goldie Hawn,

Goldie Hawn'ı gördüğüm için çok memnun oldum,

because I had an apology to make to her.

çünkü ona özür diledim.

I'd had dinner with her about two years ago and I'd --

İki sene önce onunla yemekteydim ve

she had this big wedding ring and I put it on my finger and I couldn't get it off.

kendisi büyük evlilik yüzüğüne sahipti ben de o yüzüğü parmağıma takıp çıkaramadım.

And I went home to my wife that night

Ve eve karımın yanına gittim o gece

and she wanted to know why I had another woman's big,

ve neden başka bir kadının kocaman evlilik yüzüğünün

massive, big wedding ring on my finger.

benim parmağımda olduğunu bilmek istedi.

And, anyway, the next morning we had to go along to the jeweler

Ve, neyse, ertesi sabah mücevher mağazasına gidip

and get it cut off.

kestirdik yüzüğü.

So -- (Laughter) --

Yani, (Kahkahalar)

so apologies to Goldie.

Goldie'ye özürlerimi iletiyorum.

CA: That's pretty good.

CA:Bu çok iyi.

So, we're going to put up some slides

Şimdi sizin bazı şirketlerinizin

of some of your companies here.

isimlerini içeren slaytları göstereceğiz.

You've started one or two in your time.

Kendi zamanınızda bir veya ikisini başlattınız.

So, you know, Virgin Atlantic, Virgin Records --

Yani, biliyorsunuz, Virgin Atlantic, Virgin Records --

I guess it all started with a magazine called Student.

Tahminimce hepsi Öğrenci adlı bir dergi ile başladı.

And then, yes, all these other ones as well. I mean, how do you do this?

Ve sonra, evet, bunlar da diğerleri.Yani bunu nasıl yapıyorsunuz?

RB: I read all these sort of TED instructions:

RB:TED ile ilgili talimatların hepsini okudum--

you must not talk about your own business, and this,

kendi işiniz ile ilgili konuşmamanız gerekiyor ve bana

and now you ask me.

bunu soruyorsun.

So I suppose you're not going to be able to kick me off the stage,

Tahminimce soruyu sorduğun için

since you asked the question.

beni sahneden kovamayacaksın.

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: It depends what the answer is though.

CA:Cevabın ne olduğuna göre değişebilir.

RB: No, I mean, I think I learned early on that if you can run one company,

RB: Bence, çok eskiden öğrendiğime göre eğer bir şirketi idare edebiliyorsan,

you can really run any companies.

herhangi sayıdaki şirketi de yönetirsin.

I mean, companies are all about finding the right people,

Yani, şirketlerin bütün olayı doğru insanları bulmak,

inspiring those people, you know, drawing out the best in people.

bu insanlara ilham vermek, bilirsin, insanın içindeki en iyi çizmek

And I just love learning and I'm incredibly inquisitive

ve öğrenmeyi çok seviyorum ve inanılmaz derecede meraklıyım

and I love taking on, you know, the status quo

ve işleri sahiplenmeyi seviyorum bilirsin, olanı devam ettirmek

and trying to turn it upside down.

ve ters çevirmeyi denemek.

So I've seen life as one long learning process.

Hayatı bir bütün olarak uzunca bir öğrenme süreci olarak algılıyorum.

And if I see -- you know, if I fly on somebody else's airline

Ve eğer bilirsin işte eğer başkasının hava yolunda uçuyorsam

and find the experience is not a pleasant one, which it wasn't,

ve hoş bir deneyim yaşamazsam, ki yaşamadım --

21 years ago, then I'd think, well, you know, maybe I can create

21 sene önce, o zaman düşünürdüm, belki de uçmak isteyeceğim

the kind of airline that I'd like to fly on.

bir havayolu yaratabilirdim.

And so, you know, so got one secondhand 747 from Boeing and gave it a go.

Ve, Boeing'den ikinci el bir 747 alıp işi kurdum.

CA: Well, that was a bizarre thing,

CA:Bu biraz garip bir şey,

because you made this move that a lot of people advised you was crazy.

çünkü bunu yaptın ve birçok insan seni deli olarak adlandırdı.

And in fact, in a way, it almost took down your empire at one point.

Ve işin gerçeği, bir şekilde, bütün şirketler grubunu bir noktada aşağıya çekiyordu.

I had a conversation with one of the investment bankers who,

Yatırım brokerlarından birisi ile görüşüyordum,

at the time when you basically sold Virgin Records

o zaman sen basitçe Virgin Records'u sattın ve

and invested heavily in Virgin Atlantic,

büyük oranda Virgin Atlantic'e yatırım yaptın,

and his view was that you were trading, you know,

ve onun bakış açışı senin bu ticaretin, bilirsin,

the world's fourth biggest record company

dünyanın dördüncü büyük müzik firmasını

for the twenty-fifth biggest airline and that you were out of your mind.

yirmibeşinci büyük havayolu firması için takas etmek, ona göre aklını kaçırmıştın.

Why did you do that?

Bunu neden yaptın?

RB: Well, I think that there's a very thin dividing line between success and failure.

RB:Bence başarı ile başarısızlık arasında çok ince bir ayrım var.

And I think if you start a business without financial backing,

Ve finansal destek olmadan bir işe başlarsan,

you're likely to go the wrong side of that dividing line.

büyük ihtimalle o ince ayrımın kötü tarafına gidiyorsun.

We had -- we were being attacked by British Airways.

British Airways bize atak yapıyordu;

They were trying to put our airline out of business,

bizim işimizi bitirmeye çalışıyorlardı,

and they launched what's become known as the dirty tricks campaign.

ve kirli işler kampanyası olarak anılan şeyi ortaya attılar.

And I realized that the whole empire was likely to come crashing down

Ve farkına vardım ki bütün şirketler topluluğu çökmek üzereydi

unless I chipped in a chip.

para koymadığım sürece.

And in order to protect the jobs of the people who worked for the airline,

Ve hayayolları için çalışan insanların işlerini korumak için,

and protect the jobs of the people who worked for the record company,

ve de müzik şirketi için çalışan insanların işlerini korumak için,

I had to sell the family jewelry to protect the airline.

Aile mücevherini satmak zorundaydım ki havayollarını koruyayım.

CA: Post-Napster, you're looking like a bit of a genius, actually,

CA: Napster-sonrası, bir dahi olarak gözüktün,

for that as well.

zaten.

RB: Yeah, as it turned out, it proved to be the right move.

RB: Evet, daha sonra anlaşıldı ki bu doğru karardı.

But, yeah, it was sad at the time, but we moved on.

Ama, evet, o zaman üzücüydü, ama ilerledik.

CA: Now, you use the Virgin brand a lot

CA:Şimdi, Virgin markasını çok kullanıyorsun

and it seems like you're getting synergy from one thing to the other.

ve görünüyor ki bir tanesinden diğerine sinerji elde ediyorsun.

What does the brand stand for in your head?

Marka kafanda nasıl duruyor?

RB: Well, I like to think it stands for quality,

RB:Kalite için durduğunu düşünmeyi seviyorum,

that you know, if somebody comes across a Virgin company, they --

biliyorsun ki,birisi bir Vrigin firması ile karşılaşırsa onlar--

CA: They are quality, Richard. Come on now, everyone says quality. Spirit?

CA:Evet kalite ile karşılaşırlar, Richard yapma şimdi, herkes kalite diyor-- ruh?

RB: No, but I was going to move on this.

RB:Hayır, ama devam edecektim.

We have a lot of fun and I think the people who work for it enjoy it.

Çok eğleniyoruz ve çalışanlar bundan zevk alıyorlar.

As I say, we go in and shake up other industries,

Biz, diyebildiğim kadarı ile, diğer endüstrilere girip ortalığı karıştırıyoruz

and I think, you know, we do it differently

ve düşünüyorum, bilirsin, biz farklı yapıyoruz

and I think that industries are not quite the same

ve Virgin'in ataklarından sonra endüstriler

as a result of Virgin attacking the market.

eskisi gibi olmuyor.

CA: I mean, there are a few launches you've done

CA:Demek istediğim, daha önce açıkladığınız işlerden

where the brand maybe hasn't worked quite as well.

birkaçında marka iyi iş çıkaramadı.

I mean, Virgin Brides -- what happened there?

Demek istediğim, Virgin Gelinler (Bakire gelinler) orada neler oldu?

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: We couldn't find any customers.

RB:Müşteri bulamadık.

(Laughter)

(Kahkahalar)

(Applause)

(Alkışlar)

CA: I was actually also curious why --

CA:Aynı zamanda açıkladığınız condom markası ile bir fırsatı

I think you missed an opportunity with your condoms launch. You called it Mates.

kaçırdığınızı düşünüyorum, eşler adını verdiniz.

I mean, couldn't you have used the Virgin brand for that as well?

Yani buna da Virgin markasını kullanamaz mıydınız?

Ain't virgin no longer, or something.

Artık bakire değil veya onun gibi.

RB: Again, we may have had problems finding customers.

RB:Yine, müşteri bulmakta sorun çekebilirdik.

I mean, we had -- often, when you launch a company and you get customer complaints,

Yani, genelde şirketi açtığınızda ve müşteri şikayetleri geldiğinde,

you know, you can deal with them.

bilirsiniz, onlarla başa çıkabilirsiniz.

But about three months after the launch of the condom company,

Ama condom şirketini oluşturduktan üç ay sonra

I had a letter, a complaint,

bir mektup aldım, bir şikayet,

and I sat down and wrote a long letter back to this lady apologizing profusely.

ve oturdum ve o kadına uzun bir detaylı özür mektubu yazdım.

But obviously, there wasn't a lot I could do about it.

Ama açıkca bu hakkında yapabilecek çok bir şeyim yoktu.

And then six months later, or nine months after the problem had taken,

Ve altı ay sonra, ya da probleme el attıktan dokuz ay sonra,

I got this delightful letter with a picture of the baby

Bebeğin fotoğrafı ile beraber çok güzel bir mektup aldım

asking if I'd be godfather, which I became.

vaftiz babası olur muydum diye soruyorlardı ve oldum.

So, it all worked out well.

Yani işler yolunda gitti.

CA: Really? You should have brought a picture. That's wonderful.

CA:Gerçekten mi?Fotoğrafı getirmeliydin.Bu harika.

RB: I should have.

RB:Keşke getirseymişim.

CA: So, just help us with some of the numbers.

CA:Sayılar ile ilgili bize yardımcı ol.

I mean, what are the numbers on this?

Bu işle ilgili sayılar nedir?

I mean, how big is the group overall?

Yani, grup olarak ne kadar büyüksünüz?

How much -- what's the total revenue?

Toplam gelir ne kadar?

RB: It's about 25 billion dollars now, in total.

RB:25 milyar dolar civarında toplam.

CA: And how many employees?

CA:Ve ne kadar çalışan?

RB: About 55,000.

RB:55,000 civarı.

CA: So, you've been photographed in various ways at various times

CA:Değişik zamanlarda değişik yollarla birçok kez fotoğraflandın

and never worrying about putting your dignity on the line or anything like that.

ve asla çizginin önüne kimliğini koymaktan endişe etmedin.

What was that? Was that real?

Bu ne?Bu gerçekten oldu mu?

RB: Yeah. We were launching a megastore in Los Angeles, I think.

RB:Evet.Los Angeles'taki büyük mağaza açılışıydı galiba.

No, I mean, I think --

Yani

CA: But is that your hair?

CA:Bu senin saçın mı?

RB: No.

RB:Hayır.

CA: What was that one?

CA:Bu olay nedir?

RB: Dropping in for tea.

RB:Çay için aşağı inme.

CA: OK.

CA:Tamam.

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: Ah, that was quite fun. That was a wonderful car-boat in which --

CA:Ah bu çok eğlenceli.Bu gerçekten çok güzel bir otomobil, bot--

CA: Oh, that car that we -- actually we --

RB:Oh o araba --

it was a TEDster event there, I think.

TEDster olayıydı galiba.

Is that -- could you still pause on that one actually, for a minute?

Bu-- biraz durdurabilir misin?

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: It's a tough job, isn't it?

RB:Bu zor bir iş değil mi?

CA: I mean, it is a tough job.

CA:Yani, evet -- zor bir iş.

(Laughter)

(Kahkahalar)

When I first came to America, I used to try this with employees as well

Amerika'ya ilk geldiğimde ben de çalışanlara bu gibi şeyler yapıyordum

and they kind of -- they have these different rules over here,

ve burada farklı kurallar var,

it's very strange.

bu çok garip.

RB: I know, I have -- the lawyers say you mustn't do things like that, but --

RB:Biliyorum, avukatlarım bu tür şeyler yapmamalısın diyorlar ama--

CA: I mean, speaking of which, tell us about --

CA:Yani, lafı geçmişken bize biraz--

RB: "Pammy" we launched, you know --

RB:Pammy'yi lanse ettik biliyorsun,

mistakenly thought we could take on Coca-Cola,

hatalı bir biçimde Coca-Cola ile böy ölçüşebileceğimizi düşündük,

and we launched a cola bottle called "The Pammy"

ve ''Pammy'' adında bir Cola şişesi çıkardık,

and it was shaped a bit like Pamela Anderson.

ve şekli oldukça Pamela Anderson gibiydi.

But the trouble is, it kept on tipping over, but --

Ama sorun sürekli onu devirmemdi, ama

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: Designed by Philippe Starck perhaps?

CA:Philippe Starck tarafından tasarlandı herhalde?

RB: Of course.

RB:Tabiki.

CA: So, we'll just run a couple more pictures here. Virgin Brides. Very nice.

CA:Burada birkaç fotoğraf daha göstereceğiz.Virgin gelinler.Harika.

And, OK, so stop there. This was -- you had some award I think?

Ve, tamam, burada durun.Bu -- bir ödülün var herhalde burada?

RB: Yeah, well, 25 years earlier, we'd launched the Sex Pistols'

RB:Evet, 25 sene önce Sex Pistols'ı yayınladık

"God Save The Queen," and I'd certainly never expected

''Tanrı Kraliçeyi Korusun'' ve kesinlikle

that 25 years later -- that she'd actually knight us.

25 sene sonra onun bizi böyle onurlandıracağını beklemiyordum.

But somehow, she must have had a forgetful memory, I think.

Ama bir şekilde unutkan bir hafızası var herhalde.

CA: Well, God saved her and you got your just reward.

CA:Yani Tanrı onu korudu o da size ödülünüzü verdi.

Do you like to be called Sir Richard, or how?

Sir Richard olarak anılmayı seviyor musun, ya da nasıl oluyor?

RB: Nobody's ever called me Sir Richard.

RB:Bana hiç kimse Sir Richard demedi.

Occasionally in America, I hear people saying Sir Richard

Amerika'da, insanların Sir Richard dediklerini duyuyorum

and think there's some Shakespearean play taking place.

ve orada bir çeşit Şekspircilik oynanıyor gibi oluyor.

But nowhere else anyway.

Ama başka yerde olmuyor.

CA: OK. So can you use your knighthood for anything or is it just ...

CA:Tamam.Bu ödülü herhangi bir şey için kullanıyor musun?

RB: No. I suppose if you're having problems

RB:Hayır.Tahminimce eğer restoranlarda veya onun gibi yerlerde

getting a booking in a restaurant or something,

rezervasyon yaptırmak sıkıntı oluyorsa denemeye

that might be worth using it.

değer diye düşünüyorum.

CA: You know, it's not Richard Branson. It's Sir Richard Branson.

CA:Richard Branson değil, Sir Richard Branson.

RB: I'll go get the secretary to use it.

RB:Sekreterime söyleyeceğim ki kullansın.

CA: OK. So let's look at the space thing.

CA:Tamam.Hadi uzay olayına bakalım.

I think, with us, we've got a video that shows what you're up to,

Neler yapmak üzere olduğunuzu ve Virgin Galactic'in

and Virgin Galactic up in the air. (Video)

havada neler yapabileceğini gösteren bir videomuz var.

So that's the Bert Rutan designed spaceship?

Uzay gemisin Bert Rutan tasarladı değil mi?

RB: Yeah, it'll be ready in -- well, ready in 12 months

RB:Evet, 12 ay içinde hazır olacak,

and then we do 12 months extensive testing.

sonra ki 12 ayda testleri yapılacak

And then 24 months from now,

ve şu andan 24 ay sonra

people will be able to take a ride into space.

insanlar uzaya gidebilecekler.

CA: So this interior is Philippe Starcke designed?

CA:İç tasarım Philippe Starcke'ye mi ait?

RB: Philippe has done the -- yeah, quite a bit of it:

RB:Philippe, evet baya bir kısmı ona ait--

the logos and he's building the space station in New Mexico.

logolar falan ve New Mexico'da uzay istasyonunu inşa ediyor,

And basically, he's just taken an eye

ve basitçe bir göz tarafından takip ediliyor

and the space station will be one giant eye,

uzay istasyonu büyük kocaman bir göz gibi olacak

so when you're in space,

ve uzaydayken bu kocaman gözün

you ought to be able to see this massive eye looking up at you.

size baktığını görmelisiniz.

And when you land, you'll be able to go back into this giant eye.

Ve indiğinizde, bu büyük göze tekrar geri dönme şansınız olacak.

But he's an absolute genius when it comes to design.

Ama iş tasarıma geldiğinde kendisi kesinlikle bir dahi.

CA: But you didn't have him design the engine?

CA:Ama motoru ona tasarlatmadın değil mi?

RB: Philippe is quite erratic,

RB:Philippe oldukça değişken birisi,

so I think that he wouldn't be the best person to design the engine, no.

bence motoru tasarlamak için en iyi kişi o değil.Hayır.

CA: He gave a wonderful talk here two days ago.

CA:İki gün önce burada çok güzel bir konuşma yaptı.

RB: Yeah? No, he is a --

RB:Gerçekten mi?o --

CA: Well, some people found it wonderful,

CA:Yani, bazı insanlar harika buldu,

some people found it completely bizarre.

bazıları ise tamamen garip buldu.

But, I personally found it wonderful.

Ama, kişisel olarak harika buldum.

RB: He's a wonderful enthusiast, which is why I love him. But ...

RB:O çok coşku dolu birisi ki onu bu yüzden seviyorum.Ama --

CA: So, now, you've always had this exploration bug in you.

CA:Herzaman sende keşfetme sıkıntısı var.

Have you ever regretted that?

Bundan hiç pişman oldun mu?

RB: Many times.

RB:Bİrçok kere.

I mean, I think with the ballooning and boating expeditions we've done in the past.

Yani, geçmişte yaptığımız balonla gezme ve botla gezme keşiflerinde

Well, I got pulled out of the sea I think six times by helicopters, so --

yani, 6 kere denizden helikopterler ile kurtarıldım, yani --

and each time, I didn't expect to come home to tell the tale.

her seferinde hikayeyi anlatmak için eve gelemeyeceğim diye düşündüm.

So in those moments,

O anlarda

you certainly wonder what you're doing up there or --

kesinlikle orada ne işin var diye düşünüyorsun

CA: What was the closest you got to --

CA:En yakın olduğun an --

when did you think, this is it, I might be on my way out?

yani ne zaman işte bitti gidiyorum dedin?

RB: Well, I think the balloon adventures were -- each one was,

RB:Balon maceraları --her birisi--

each one, actually, I think we came close.

gerçekten öyleydi.Çok yaklaştık.

And, I mean, first of all we --

Ve, her şeyden önce--

nobody had actually crossed the Atlantic in a hot air balloon before,

Atlantiği daha önce kimse sıcak hava balonu ile geçmedi,

so we had to build a hot air balloon that was capable of flying in the jet stream,

biz de jet akıntılarında gidebilecek bir sıcak hava balonu yaptık,

and we weren't quite sure,

jet akıntısına kapıldığında hayatta kalıp kalamayacağından

when a balloon actually got into the jet stream,

emin değildik.

whether it would actually survive the 200, 220 miles an hour winds that you can find up there.

Rüzgar hızı saatte 200, 220 mil civarında olacaktı çünkü.

And so, just the initial lift off from Sugarloaf to cross the Atlantic,

Ve bizde Atlantiği geçmek için ilk kalkışı Sugarloaf'dan yaptık

as we were pushing into the jet stream, this enormous balloon --

jet akıntısı tarafından çekiliyorduk, kocaman balon --

the top of the balloon ended up going at a couple of hundred miles an hour,

balon tepesi saatte bir kaç yüz mil ile giderken buldu kendisini,

the capsule that we were in at the bottom was going at maybe two miles an hour,

kapsül kısmı ki bizde oradaydık balonun altında, belki de saatte iki mil ile gidiyorduk,

and it just took off.

ve aldı götürdü.

And it was like holding onto a thousand horses.

Ve bu sanki bin tane atı tutmak gibiydi.

And we were just crossing every finger,

Ve biz her parmağımızı çapraz yapıp,

praying that the balloon would hold together, which, fortunately, it did.

balonun bir arada durması için dua ediyorduk ve çok şükür durdu.

But the ends of all those balloon trips were, you know --

Ama bütün o balon gezilerinden sonra, bilirsin --

something seemed to go wrong every time,

her seferinde bir şey ters gitti.

and on that particular occasion, the more experienced balloonist who was with me

ve anlattığım olayda benle beraber gelen daha deneyimli baloncu,

jumped, and left me holding on for dear life.

atladı ve beni ölümle baş başa bıraktı.

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: Did he tell you to jump, or he just said, "I'm out of here!" and ...

CA:Sana atla dedi mi, yoksa sadece ''Ben gidiyorum'' mu dedi

RB: No, he told me jump, but once his weight had gone,

RB: Hayır, bana atla dedi, ama kendi ağırlığı bir kere gidince,

the balloon just shot up to 12,000 feet and I ...

balon 12,000 feet e fırladı ve ben

CA: And you inspired an Ian McEwan novel I think with that.

CA:Ve sen Ian McEwan romanından ilham aldın herhalde.

RB: Yeah. No, I put on my oxygen mask and stood on top of the balloon,

RB:Evet.Hayır, oksijen maskemi taktım ve balonun tepesinde ayakta durdum,

with my parachute, looking at the swirling clouds below,

paraşütümle, aşağıdaki girdaplı bulutlara bakıyordum,

trying to pluck up my courage to jump into the North Sea, which --

Kuzey denizine atlamak için cesaret topluyordum,

and it was a very, very, very lonely few moments.

ve bu çok, çok yalnız anlardı.

But, anyway, we managed to survive it.

Ama, neyse, hayatta kalmayı başardık.

CA: Did you jump? Or it came down in the end?

CA:Atladın mı yoksa aşağıya indi mi?

RB: Well, I knew I had about half an hour's fuel left,

RB:Yarım saatlik yakıt kaldığını biliyordum,

and I also knew that the chances were that if I jumped,

ve aynı zamanda atlarsam sadece birkaç dakika

I would only have a couple of minutes of life left.

daha hayatta kalabileceğimi biliyordum.

So I climbed back into the capsule and just desperately tried

Bende kapsüle geri tırmandım ve çaresizce

to make sure that I was making the right decision.

doğru kararı verdiğimi düşündüm.

And wrote some notes to my family. And then climbed back up again,

Ve aileme bazı notlar yazdım.Ama sonra tekrar yukarı tırmandım,

looked down at those clouds again,

aşağıdaki bulutlara tekrar baktım,

climbed back into the capsule again.

kapsüle tekrar döndüm.

And then finally, just thought, there's a better way.

Ve sonunda, daha iyi bir yol var dedim.

I've got, you know, this enormous balloon above me,

Biliyorsun, tepemde kocaman balon vardı.

it's the biggest parachute ever, why not use it?

Yapılmış en büyük paraşüt, neden kullanmayayım?

And so I managed to fly the balloon down through the clouds,

Ve bulutların içinden aşağıya doğru balona tırmanmayı başardım

and about 50 feet, before I hit the sea, threw myself over.

ve denize çarpmadan 50 feet önce denize atladım.

And the balloon hit the sea

Ve balon denize çarptı

and went shooting back up to 10,000 feet without me.

be bensiz 10,000 feete doğru fırladı.

But it was a wonderful feeling being in that water and --

Ama o suda olmak harika bir duyguydu ve --

CA: What did you write to your family?

CA:Ailene ne yazdın?

RB: Just what you would do in a situation like that:

RB:Aynı durumda kalsan ne yazmak istersen onları yazdım,

just I love you very much. And

onları çok sevdiğimi ve --

I'd already written them a letter before going on this trip, which --

zaten onlara geziye gitmeden önce bir mektup yazmıştım --

just in case anything had happened.

eğer bir şey olursa diye.

But fortunately, they never had to use it.

Ama çok şükür hiç kullanmadım o mektubu.

CA: Your companies have had incredible PR value out of these heroics.

CA:Şirketlerin inanılmaz bir PR (Public Relations-halkla ilişkiler) değerine sahip bu kahramanlıklar ile beraber.

The years -- and until I stopped looking at the polls,

Anketlere bakmayı bırakmadan önce,

you were sort of regarded as this great hero in the U.K. and elsewhere.

Birleşik krallık ve geri kalan her yerde büyük bir kahraman olarak addediliyordun.

And cynics might say, you know, this is just a smart business guy

Ve kötümser insanlar diyebilir ki, bu sadece akıllı bir işadamı

doing what it takes to execute his particular style of marketing.

kendi pazarlamasını yapmak için ne gerekiyorsa yapıyor.

How much was the PR value part of this?

Bunun ne kadarı PR değeri için oluyor?

RB: Well, of course, the PR experts said that as an airline owner,

RB:Tabi ki, PR uzmanları diyor ki bir havayolu şirketi sahibi olarak,

the last thing you should be doing is heading off in balloons and boats,

yapılması gereken son iş balonlarla ve botlara kalkışlar yapmak,

and crashing into the seas.

ve denizlere çarpmak.

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: They have a point, Richard.

CA:Gerçekten öyle, Richard.

RB: In fact, I think our airline took a full page ad at the time saying,

RB:Aslında, bizim havayolu şirketi tam sayfa ilan yayınlayıp,

you know, come on, Richard,

Richard yapma, atlantiği geçmek için

there are better ways of crossing the Atlantic.

daha iyi yollar var, diyebilir.

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: To do all this,

CA:Bütün bunları yapmak için,

you must have been a genius from the get-go, right?

başından beri bir dahi olmak lazım, doğru mu?

RB: Well, I won't contradict that.

RB:Bunun aksini iddia etmeyeceğim.

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: OK, this isn't exactly hardball. OK.

CA:Tamam, bu tam olarak , tamam mı?

Didn't -- weren't you just terrible at school?

CA:Okulda çok kötüydün değil mi?

RB: I was dyslexic. I had no understanding of schoolwork whatsoever.

RB:Disleksik biriydim,okulda anlatılanlar her ne ise anlamıyordum.

I certainly would have failed IQ tests.

Kesinlikle IQ testlerinden kalırdım.

And it was one of the reasons I left school when I was 15 years old.

Ve bu 15 yaşında okulu bırakmamın sebeplerinden biriydi.

And if I -- if I'm not interested in something, I don't grasp it.

Ve eğer bir şey ile ilgilenmiyorsam, anlamıyorum.

As somebody who's dyslexic,

Disleksik biri olarak,

you also have some quite bizarre situations.

aynı zamanda çok garip durumlarla da karşılaşırsın.

I mean, for instance, I've had to -- you know,

Mesela, Avrupa'nın en büyük

I've been running the largest group of private companies in Europe,

özel şirketler grubunu yönetiyorum

but haven't been able to know the difference between net and gross.

ama net ile brüt arasındaki farkı bilmiyorum.

And so the board meetings have been fascinating.

Ve yönetim toplantıları muhteşem oluyor.

(Laughter)

(Kahkahalar)

And so, it's like, good news or bad news?

Ve şöyle oluyor, iyi haberler mi kötü haberler mi?

And generally, the people would say, oh, well that's bad news.

Ve genelde insanlar kötü haberler diyor.

CA: But just to clarify, the 25 billion dollars is gross, right? That's gross?

CA:Netleştirmek için, 25 milyar brüt değil mi?

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: Well, I hope it's net actually, having --

RB:Umarım nettir.

(Laughter) --

(Kahkahalar)

I've got it right.

Hallettim.

CA: No, trust me, it's gross.

CA:Hayır inan bana, bu brüt.

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: So, when I turned 50, somebody took me outside the boardroom and said,

RB:50 yaşına gelince birisi beni yönetim odasından dışarıya çıkardı ve dedi ki.

"Look Richard, here's a -- let me draw on a diagram.

Bak Richard, işte --senin için çizeyim--

Here's a net in the sea,

işte denizde bir ağ var,

and the fish have been pulled from the sea into this net.

ve denizden çıkardığımız balık bu ağda.

And that's the profits you've got left over in this little net,

Ve bu küçük ağda kalanlar bizim karımız oluyor,

everything else is eaten."

geri kalanlar yenenler.

And I finally worked it all out.

Ve sonunda anladım.

(Laughter)

(Kahkahalar)

(Applause)

(Alkışlar)

CA: But, I mean, at school -- so as well as being,

CA:Okulda gayet

you know, doing pretty miserably academically,

sefil bir akademik duruma rağmen,

but you were also the captain of the cricket and football teams.

aynı zamanda okulun kriket ve futbol takımlarının kaptanıydın,

So you were kind of a -- you were a natural leader,

yani bir çeşit doğuştan liderdin,

but just a bit of a ... Were you a rebel then, or how would you ...

ama biraz isyancımıydın, ya da nasıl

RB: Yeah, I think I was a bit of a maverick and -- but I ... And I was,

RB:Evet, biraz başına buyruktum ve ama aynı

yeah, I was fortunately good at sport,

zamanda çok şükür sporda iyiydim

and so at least I had something to excel at, at school.

ve en azından diğerlerinden sıyrılabileceğim bir şeyim vardı okulda.

CA: And some bizarre things happened just earlier in your life.

CA:Ve hayatının henüz başlarında başına çok garip olaylar geldi.

I mean, there's the story about your mother

Yani, annenle ilgili şu hikaye var

allegedly dumping you in a field, aged four, and saying "OK, walk home."

iddialara göre sen dört yaşındayken seni bir tarlada bırakmış ve ''Tamam, eve yürü'' demiş.

Did this really happen?

Bu cidden oldu mu?

RB: She was, you know,

RB:Kendisi,

she felt that we needed to stand on our own two feet from an early age.

erken yaşta ayaklarımızın üstünde durmamız gerektiğine inanırdı.

So she did things to us, which now she'd be arrested for,

O da bu tür şeyleri bize yaptı, bunun için şu an tutuklanabilir,

such as pushing us out of the car,

bizi arabadan atıp anneannemlere

and telling us to find our own way to Granny's,

giden yolu daha oraya varmaya

about five miles before we actually got there.

5 mil varken bulmamızı isterdi.

And making us go on wonderful, long bike rides.

Ve uzun bisiklet gezileri yaptırırdı.

And we were never allowed to watch television and the like.

Ve kesinlikle televizyon izleyemezdik ve bunun gibi.

CA: But is there a risk here?

CA:Ama bunda bir risk yok mu?

I mean, there's a lot of people in the room who are wealthy, and they've got kids,

Yani, bu odadaki herkesin refah seviyesi çok iyi, ve çocukları var,

and we've got this dilemma about how you bring them up.

ve onları nasıl yetiştirmemiz gerektiği ile ilgili ikilemimiz var.

Do you look at the current generation of kids coming up and think

Şu an ki nesilde çocuklara bakıp çok el bebek gül bebek büyütülüyorlar

they're too coddled, they don't know what they've got,

nelere sahip olduklarını bilmiyorlar,

we're going to raise a generation of privileged ...

ayrıcalıklı bir nesil yetiştiriyoruz gibi şeyler düşünüyor musun?

RB: No, I think if you're bringing up kids,

RB:Hayır, eğer çocuk yetiştiriyorsanız,

you just want to smother them with love and praise and enthusiasm.

onları sevgiye boğmak övmek ve coşku dolu yapmak istersiniz.

So I don't think you can mollycoddle your kids too much really.

onları çok fazla hanım evladı yapabileceğinizi düşünmüyorum gerçekten.

CA: You didn't turn out too bad, I have to say, I'm ...

CA:Çok kötü olmadın sen de, söylemeliyim, --

Your headmaster said to you --

Okul müdürün sana--

I mean he found you kind of an enigma at your school --

O seni bir tür gizem olarak gördü okulda

he said, you're either going to be a millionaire or go to prison,

dedi ki, ya milyoner olacaksın ya da hapse gireceksin,

and I'm not sure which.

ve emin değilim hangisi.

Which of those happened first?

Hangisi daha önce oldu?

(Laughter)

(Kahkahalar)

RB: Well, I've done both. I think I went to prison first.

RB:İkisini de yaptım.Galiba önce hapse girdim.

I was actually prosecuted under two quite ancient acts in the U.K.

Birleşik krallıkta iki eski suçtan dolayı dava edildim.

I was prosecuted under the 1889 Venereal Diseases Act

1889 Zührevi hastalık yasasından dava edildim

and the 1916 Indecent Advertisements Act.

ve 1916 edepsiz reklamcılık yasasından dava edildim.

On the first occasion, for mentioning the word venereal disease in public, which --

İlk durumda halk arasında zührevi hastalık denmesi yüzünden oldu,

we had a center where we would help young people who had problems.

sorunları olan genç insanlara yardım ediyorduk.

And one of the problems young people have is venereal disease.

Ve genç insanlarla ilgili problemlerden biri de zührevi hastalıklardır.

And there's an ancient law that says

Ve çok eski bir yasa var

you can't actually mention the word venereal disease or print it in public.

zührevi hastalık cümlesini halk arasında söyleyemezsiniz ya da basamazsınız.

So the police knocked on the door, and told us they were going to arrest us

Polis kapıyı çaldı ve bizi tutuklamak üzere olduklarını söyledi

if we carried on mentioning the word venereal disease.

eğer zührevi hastalık demeye devam edersek.

We changed it to social diseases

Bunu sosyal hastalık olarak değiştirdik

and people came along with acne and spots,

ve insanlar sadece akneler ve benekler için gelmeye başladı,

but nobody came with VD any more.

ama ZH ile ilgili gelen olmuyordu.

So, we put it back to VD and promptly got arrested.

Biz de ZH demeye tekrar başladık ve hemen tutuklandık.

And then subsequently, "Never Mind the Bollocks, Here's the Sex Pistols,"

Ve sonra,''Hayaları boşver,işte Sex Pistols''

the word bollocks, the police decided was a rude word and so we were arrested

haya kelimesi, polis bunun kaba olduğunu düşündü ve Sex Pistols

for using the word bollocks on the Sex Pistols' album.

albümünde bu kelimeyi kullandığımız için tutuklandık.

And John Mortimer, the playwright, defended us.

Ve John Mortimer,oyun yazarı, bizi savundu.

And he asked if I could find a linguistics expert

Ve benden bir dil uzmanı bulmamı istedi

to come up with a different definition of the word bollocks.

haya kelimesinin başka bir anlamı ile gelsin diye.

And so I rang up Nottingham University,

Bende Nottingham Üniversitesine gittim,

and I asked to talk to the professor of linguistics.

ve dilbilim profesörü ile görüşmek istediğimi söyledim.

And he said, "Look, bollocks is not a -- has nothing to do with balls whatsoever.

Ve dedi ki ''Bak, haya -- artık senin hayalarınla ilgili bir kelime değil.

It's actually a nickname given to priests in the eighteenth century."

Aslına 18.yy da papazlara verilen bir takma isim.''

(Laughter)

(Kahkahalar)

And he went, "Furthermore, I'm a priest myself."

Ve ''Bundan sonra ben bir papazım.''

And so I said, "Would you mind coming to the court?"

Ve ben de ''Davaya gelir misin?'' dedim.

And he said he'd be delighted. And I said --

O da mutlu olacağını söyledi.Bende--

and he said, "Would you like me to wear my dog collar?"

ve dedi ki ''Köpek tasmamı da takayım mı?''dedi

And I said, "Yes, definitely. Please."

Bende ''Evet, bu kesinlikle-- lütfen...''

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: That's great.

CA:Bu harika.

RB: So our key witness argued that it was actually

RB:Asıl şahidimiz--bunun aslında

"Never Mind the Priest, Here's the Sex Pistols."

''Papazı boşver, işte Sex Pistols''

(Laughter)

(Kahkahalar)

And the judge found us -- reluctantly found us not guilty, so ...

Ve hakim bizi istemeyerek suçsuz buldu --

(Laughter)

(Kahkahalar)

CA: That is outrageous.

CA:Bu çok insafsız.

(Applause)

(Alkışlar)

So seriously, is there a dark side?

Ciddi olarak, bu işin karanlık tarafı var mı?

A lot of people would say there's no way

Bir çok insan der ki

that someone could put together this incredible collection of businesses

bir insanın bu kadar büyük hacimdeki şirketler grubunu

without knifing a few people in the back,

bir kaç insanı sırtından bıçaklamadan oluşturması ve yürütmesi

you know, doing some ugly things.

imkansız.bazı çirkin işler yapmak falan.

You've been accused of being ruthless.

Acımasız olmakla suçlandın.

There was a nasty biography written about you by someone.

Senin hakkında birinin yazdığı hiç de hoş olmayan bir biyografi var.

Is any of it true? Is there an element of truth in it?

Bunlardan doğru olanlar var mı?

RB: I don't actually think that the stereotype

RB:Ben iş adamının insanlara tepeye ulaşabilmek adına

of a businessperson treading all over people to get to the top,

davranışlar sergilemesi klişesine inanmıyorum,

generally speaking, works.

genel olarak.

I think if you treat people well,

Eğer insanlara iyi davranırsanız,

people will come back and come back for more.

insanlar geri gelir ve daha fazlası için tekrar gelir.

And I think all you have in life is your reputation

Ve hayatınızda sahip olduğunuz tek şey ününüzdür

and it's a very small world.

ve bu çok küçük bir kelime.

And I actually think that the best way

Ve başarılı bir iş lideri olmak için en iyi yok insanlara

of becoming a successful business leader is dealing with people fairly and well,

adil ve iyi davranmaktır,

and I like to think that's how we run Virgin.

ve biz Virgin'de bunu böyle yapıyoruz.

CA: And what about the people who love you and who see you spending --

CA:Ve seni seven ve seni

you keep getting caught up in these new projects,

yeni projelerin heyecanına kapılırken yakalayan insanlar hakkında

but it almost feels like you're addicted to launching new stuff.

ne düşünüyorsun, yeni bir şeyler lanse etmeye bağımlı gibisin.

You get excited by an idea and, kapow!

Bir fikir seni heyecanlandırıyor ve kapow!

I mean, do you think about life balance?

Yani, hayat dengesi denen kavramı düşünüyor musun?

How do your family feel about

Ailen her yeni ve büyük bir

each time you step into something big and new?

işe giriştiğinde ne hissediyor?

RB: I also believe that being a father's incredibly important,

RB:Baba olmanın inanılmaz önemli olduğuna inanıyorum,

so from the time the kids were very young,

çocukların çok küçük oldukları andan itibaren,

you know, when they go on holiday, I go on holiday with them.

tatillere gittiklerinde onlarla ben de gidiyorum.

And so we spend a very good sort of three months away together.

Ve yaklaşık üç ayı beraber geçiriyoruz.

Yes, I'll, you know, be in touch. We're very lucky,

Evet, onlarla iletişim halinde kalacağım.Biz çok şanslıyız,

we have this tiny little island in the Caribbean and we can --

Karayipler'de minik bir adamız var ve

so I can take them there and we can bring friends,

onları oraya götürebiliyorum ve arkadaşları çağırıyoruz,

and we can play together,

ve beraber oynuyoruz,

but I can also keep in touch with what's going on.

ama neler olduğu hakkında onlarla hep iletişimdeyim.

CA: You started talking in recent years

CA:Son bir kaç sene içinde

about this term capitalist philanthropy.

kapitalist filantropi ile ilgili konuşmaya başladın.

What is that?

Bu nedir?

RB: Capitalism has been proven to be a system that works.

RB:Kapitalizm çalıştığı kanıtlanan bir sistem.

You know, the alternative, communism, has not worked.

Alternatifi komunizm ise çalışmadı.

But the problem with capitalism is

Ama kapitalizmin problemi

extreme wealth ends up in the hands of a few people,

inanılmaz refah çok az kişinin elinde kalıyor,

and therefore extreme responsibility, I think, goes with that wealth.

ve bu yüzden inanılmaz bir sorumluluk, bu refahla beraber gidiyor.

And I think it's important that the individuals,

Ve varlıklı konumdaki bireylerin

who are in that fortunate position, do not end up competing

daha büyük arabalar ya da yatlar için yarışmalarına

for bigger and bigger boats, and bigger and bigger cars,

son vermesinde değilim ama o parayı

but, you know, use that money to either create new jobs

ya yeni iş alanları açmak için ya da

or to tackle issues around the world.

dünya çapındaki sorunlara müdahele için kullanmalılar.

CA: And what are the issues that you worry about most, care most about,

CA:Ve en çok endişe ettiğin olay nedir?En çok ilgilendiğin,

want to turn your resources toward?

kaynaklarını oraya yönlendirmek istediğin?

RB: Well, there's -- I mean there's a lot of issues.

RB:Bir çok sorun var.

I mean global warming certainly is a massive threat to mankind

Küresel ısınma kesinlikle insanlık için muazzam bir tehdit

and we are putting a lot of time and energy into,

ve biz bu işe çok fazla zaman ve enerji aktarıyoruz

A, trying to come up with alternative fuels

alternatif yakıtlar bulmak için çalışıyoruz

and, B, you know, we just launched this prize, which is really a prize

ve B, biz bir ödül belirledik

in case we don't get an answer on alternative fuels,

alternatif yakıtlar konusunda bir cevap alamazsak,

in case we don't actually manage to get the carbon emissions

karbon emisyonlarını çabukca düşürmek için başarılı olamazsak

cut down quickly, and in case we go through the tipping point.

ve devrilme noktasına gelirsek,

We need to try to encourage people to come up with a way

insanları dünyanın atmosferinden karbonu atacak

of extracting carbon out of the Earth's atmosphere.

bir yok için teşvik etmeliyiz.

And we just -- you know, there weren't really people

Ve bu konu ile ilgili çok fazla çalışan insan yoktu

working on that before, so we wanted people to try to --

bizde insanlardan denemelerini istedik

all the best brains in the world to start thinking about that,

dünyanın en iyi beyinlerini bu hakkında düşünmeye teşvik etmek,

and also to try to extract the methane

ve dünyanın atmosferinden metanı çıkarmak

out of the Earth's atmosphere as well.

aynı zamanda.

And actually, we've had about 15,000 people fill in the forms

Ve gerçekte 15,000 insan formları doldurdu

saying they want to give it a go.

ve denemek istediklerini söylediler.

And so we only need one, so we're hopeful.

Ve bize sadece bir tanesi lazım, yani umutluyuz.

CA: And you're also working in Africa on a couple of projects?

CA:Ve aynı zamanda Afrika'da bir kaç proje üzerinde çalışıyorsun değil mi?

RB: Yes, I mean, we've got -- we're setting up something called

RB:Evet,savaş odası adını verdiğimiz birşey kuruyoruz

the war room, which is maybe the wrong word.

belki de ismi yanlış

We're trying to -- maybe we'll change it -- but anyway, it's a war room

deniyoruz--belki değiştireceğiz--ama neyse,bu savaş odası

to try to coordinate all the attack that's going on in Africa,

Afrika'daki bütün saldırıları koordine edecek,

all the different social problems in Africa,

Afrikadaki bütün farklı sosyal problemler için

and try to look at best practices.

ve en iyi uygulama için çalışacak.

So, for instance,

Mesela

there's a doctor in Africa that's found that

Afrikada bir doktor

if you give a mother antiretroviral drugs at 24 weeks, when she's pregnant,

eğer anneye 24 aylık hamile iken retrovirüs engelleyici ilaç verirseniz

that the baby will not have HIV when it's born.

bebek doğduğunda HIV taşımayacak keşfini yaptı.

And so disseminating that information to

Ve bu bilgiyi yaymak --

around the rest of Africa is important.

Afrikanın gerisinde çok önemli.

CA: The war room sounds, it sounds powerful and dramatic.

CA:Savaş odası, güçlü ve dramatik geliyor kulağa.

And is there a risk that the kind of the business heroes of the West

Ve bir de batının iş kahramanlarının çok heyecan yapma

get so excited about -- I mean, they're used to having an idea,

riskleri var-- yani bir fikre kapılıyorlar

getting stuff done, and they believe profoundly

işleri hallediyorlar, içten içe inanıyorlar

in their ability to make a difference in the world.

dünyada değişiklik yapabileceklerine.

Is there a risk that we go to places like Africa and say,

Afrika gibi yerlere gidip,

we've got to fix this problem and we can do it,

bu problemi halledeceğiz bunu başarabiliriz,

I've got all these billions of dollars, you know, da, da, da --

milyar dolarlarım var,bilirsin da, da, da -- demelerinin riski var mı?

here's the big idea. And kind of take a much more complex situation

işte büyük fikir.Ve daha da karışık bir şey ortaya çıkıyor

and actually end up making a mess of it. Do you worry about that?

ve sonunda gerçekten dağınıklık çıkıyor ortaya.Bunun için endişeleniyor musun?

RB: Well, first of all, on this particular situation, we're actually --

RB:Öncelikle bu özel durumda, gerçekten

we're working with the government on it.

hükümet ile beraber çalışıyoruz.

I mean, Thabo Mbeki's had his problems with accepting

Yani, Thabo Mbeki'nin HIV ve AIDS ilintili kabul ettiği

HIV and AIDS are related, but this is a way, I think,

problemler var,ama bu bir yol,düşünüyorum,

of him tackling this problem and instead of the world criticizing him,

bu soruna yaklaşımı ve dünyanın onu eleştirmesi yerine,

it's a way of working with him, with his government.

onunla çalışmak bir yol, onun hükümeti ile beraber.

It's important that if people do go to Africa and do try to help,

Eğer insanlar Afrikaya gider ve yardım etmeyi denerse,

they don't just go in there and then leave after a few years.

bir kaç sene içinde ayrılmıyorlar.

It's got to be consistent.

Israrlı olunmak zorunda.

But I think business leaders can bring their entrepreneurial know-how

Ama iş liderleri girişimci bilgilerini oraya iletebilir

and help governments approach things slightly differently.

ve hükümetlere olaylara yaklaşım konusunda farklılaşma konusunda yardım edebilir.

For instance, we're setting up clinics in Africa

Mesela, Afrikada klinikler kuruyoruz

where we're going to be giving

insanlara bedava retrovirüs engelleyici ilaçlar

free antiretroviral drugs, free TB treatment

vereceğiz, bedava Tüberküloz tedavisi olacak

and free malaria treatment.

ve bedava sıtma tedavisi.

But we're also trying to make them self-sustaining clinics,

Ama aynı zamanda kendi kendini devam ettirecek klinikler yapmaya çalışıyoruz

so that people pay for some other aspects.

bu sayede insanlar başka şeyler için para harcayabilir.

CA: I mean a lot of cynics say about someone like yourself, or Bill Gates,

CA:Bir çok art niyetli insan senin gibi veya Bill Gates gibilerin

or whatever, that this is really being -- it's almost driven by

gerçekten,yani tamamen bir çeşit düzgün

some sort of desire again, you know, for the right image,

imaj tarafından, kabahat engelleyici olarak

for guilt avoidance and not like a real philanthropic instinct.

ve gerçek bir filantropik içgüdü olmadan teşviklendiğinizi düşünüyor.

What would you say to them?

Onlara ne dersin?

RB: Well, I think that everybody --

RB:Bence herkes

people do things for a whole variety of different reasons

bir çok farklı sebep yüzünden bir şeyler yapar

and I think that, you know, when I'm on me deathbed,

ve ölüm döşeğinde olduğum zaman

I will want to feel that I've made a difference

başka insanların hayatlarında bir

to other people's lives.

farklılık yarattığımı hissetmek istiyorum.

And that may be a selfish thing to think,

Ve bu düşünmek için belki bencilce,

but it's the way I've been brought up.

ama bu yetiştirildiğim düşünce tarzı.

I think if I'm in a position to

Bence başka insanların hayatlarını

radically change other people's lives for the better,

radikal olarak daha iyiye dönüştürebilecek bir pozisyondayım,

I should do so.

öyle yapmalıyım.

CA: How old are you?

CA:Kaç yaşındasın?

RB: I'm 56.

RB:56

CA: I mean, the psychologist Erik Erikson says that -- as I understand him

CA:Psikolog Erik Erikson der ki, anladığım kadarıyla

and I'm a total amateur -- but that during 30s, 40s people are driven by

ve ben tamamen bir amatörüm, ama 30lu 40lı yaşlarında

this desire to grow and that's where they get their fulfillment.

insanlar gelişmek ister bu sayede bir şeyler başarmanın verdiği hazzı yaşarlar,

50s, 60s, the mode of operation shifts more to the quest for wisdom

50ler ve 60larda, işletim biraz daha bilgelik istemeye doğru döner

and a search for legacy.

ve miras arayışına girer.

I mean, it seems like you're still

görünüyor ki sen hala

a little bit in the growth phases,

gelişim sürecindesin,

you're still doing these incredible new plans.

hala inanılmaz yeni planlar yapıyorsun.

How much do you think about legacy,

Bunun ne kadarının miras olarak kalacağını düşünüyorsun,

and what would you like your legacy to be?

ve mirasın ne olacak?

RB: I don't think I think too much about legacy.

RB:Miras ile ilgili çok düşündüğümü söyleyemem.

I mean, I like to -- you know, my grandmother lived to 101,

Yani anneannem 101 yaşını gördü,

so hopefully I've got another 30 or 40 years to go.

bende umarım bir 30 veya 40 yıl daha yaşarım.

No, I just want to live life to its full.

Hayır, sadece yaşamımı tam olarak yaşamış istiyorum.

You know, if I can make a difference,

Eğer bir fark yaratabiliyorsam,

I hope to be able to make a difference.

bir fark yaratabilecek bir durumda olmayı düşlüyorum.

And I think one of the positive things at the moment is

Ve şu an ki pozitif şeylerden birisi de

you've got Sergey and Larry from Google, for instance,

Sergey ve Larry var mesela Google'dan,

who are good friends.

iyi arkadaşlar.

And, thank God, you've got two people

Ve Tanrıya şükür,içten gelerek

who genuinely care about the world and with that kind of wealth.

o refahta dünyayı umursayan iki insanımız var.

If they had that kind of wealth and they didn't care about the world,

Eğer o imkanlara sahip oldukları halde dünyayı umursamasalardı,

it would be very worrying.

çok endişe verici olurdu.

And you know they're going to make a hell of a difference to the world.

Ve biliyorsunuz ki dünyayı tamamen değişik bir yer haline getiriyorlar.

And I think it's important

Ve bu bence önemli

that people in that kind of position do make a difference.

o pozisyondaki insanların fark yaratması.

CA: Well, Richard, when I was starting off in business,

CA:Richard, iş hayatına başlarken

I knew nothing about it and I also was sort of --

hiç bir şey bilmiyordum be aynı zamanda

I thought that business people were supposed to just be ruthless

iş adamlarının acımasız olması gerektiğini düüşünüyordum

and that that was the only way you could have a chance of succeeding.

ve başarı için bu tek yoldu.

And you actually did inspire me. I looked at you, I thought,

Ama gerçekten beni çok etkiledin.Sana baktım

well, he's made it. Maybe there is a different way.

o yaptı, belki de farklı bir yol daha vardır.

So I would like to thank you for that inspiration,

O yüzden bu ilham için sana teşekkür etmek istiyorum

and for coming to TED today. Thank you.

ve aynı zamanda bugün TED'e geldiğin içinde.Teşekkürler.

Thank you so much.

Çok teşekkürler.

(Applause)

(Alkışlar)