My journey from Marine to actor | Adam Driver | TED

Çeviri: Neslihan Kara Gözden geçirme: Sancak Gülgen

I was a Marine with 1/1 Weapons Company,

"1/1 Weapons Company" (bölük)'nin

81's platoon,

81 timi ile Camp Pendleton, Kaliforniya'da

out in Camp Pendleton, California.

deniz askeriydim.

Oorah!

Oorah!

Audience: Oorah!

Seyirci: Oorah!

(Laughter)

(Kahkahalar)

I joined a few months after September 11,

11 Eylül'den birkaç ay sonra katıldım,

feeling like I think most people in the country did at the time,

sanırım o zamanlar ülkedeki çoğu insanda olduğu gibi

filled with a sense of patriotism and retribution

vatanseverlik ve intikam hisleriyle doluydum

and the desire to do something --

ve hiçbir şey yapmıyor olduğum gerçeğine bağlı olarak,

that, coupled with that fact that I wasn't doing anything.

bir şey yapmak istiyordum.

I was 17, just graduated from high school that past summer,

17 yaşımdaydım, liseden henüz önceki yaz mezun olmuştum,

living in the back room of my parents' house paying rent,

büyüdüğüm Kuzey Indiana'da

Mishawaka denilen küçük bir kasabada

in the small town I was raised in in Northern Indiana,

ailemin evinin arka odasında kira ödeyerek yaşıyordum.

called Mishawaka.

I can spell that later for people who are interested --

İlgilenenler için bunu daha sonra heceleyebilirim.

(Kahkahalar)

(Laughter)

Mishawaka birçok güzel şey olabilir, fakat dünyanın kültür merkezi olamaz,

Mishawaka is many good things but cultural hub of the world it is not,

so my only exposure to theater and film

bu yüzden benim tiyatro ve sinema filmleriyle tek karşılaşmam

was limited to the plays I did in high school

lisede aldığım sahnelerle ve

and Blockbuster Video, may she rest in peace.

Blockbuster Video, huzur içinde uyusun, ile sınırlıydı.

(Laughter)

(Kahkahalar)

I was serious enough about acting

Aktörlük konusunda öylesine ciddiydim ki

that I auditioned for Juilliard when I was a senior in high school,

lisede son sınıftayken Juilliard'da mülakatlara katılmıştım,

didn't get in,

kazanamadım,

determined college wasn't for me and applied nowhere else,

üniversitenin bana göre olmadığına karar verdim ve başka hiçbir yere başvurmadım

which was a genius move.

ki bu dâhiyane bir hareketti.

I also did that Hail Mary LA acting odyssey

Bunu, hakkında, aktörlerin Los Angeles'a

yanlarında sadece yedi dolarla falan taşınıp,

that I always heard stories about,

of actors moving to LA with, like, seven dollars

iş buldukları ve başarılı kariyerler yaptıkları gibi hikâyeler duyduğum

and finding work and successful careers.

Hail Mary LA oyunculuk efsanesine de yaptım.

I got as far as Amarillo, Texas, before my car broke down.

Arabam bozulmadan önce Amarillo, Teksas'a kadar gitmiştim.

I spent all my money repairing it,

Bütün paramı onu tamir ettirmeye harcadım,

finally made it to Santa Monica --

sonunda Santa Monica'daydım --

not even LA --

Los Angeles'ta bile değil --

stayed for 48 hours wandering the beach, basically,

basitçe, sahilde boş boş dolaşarak 48 saat kaldım,

got in my car, drove home,

arabama bindim, eve sürdüm,

thus ending my acting career, so --

böylece oyunculuk kariyerim de bitmişti, yani..

(Laughter)

(Kahkahalar)

Seventeen, Mishawaka ...

On yedi, Mishawaka ...

parents' house, paying rent, selling vacuums ...

ailenin evi, kira ödemek, elektrikli süpürge satmak ...

tele-pazarlamacılık,

telemarketing,

yerel 4-H fuar alanlarında çimleri biçmek.

cutting grass at the local 4-H fairgrounds.

This was my world going into September, 2001.

Eylül 2001'e girerken dünyam buydu.

So after the 11th,

Ayın 11'inden sonra,

and feeling an overwhelming sense of duty,

aşırı bir görev anlayışı hissederek

and just being pissed off in general -- at myself,

ve genel anlamda kendime, ebeveynlerime, devlete karşı

my parents, the government;

çok sinirli bir hâlde,

not having confidence, not having a respectable job,

özgüvensiz, saygıdeğer bir iş olmadan,

my shitty mini-fridge that I just drove to California and back --

Kaliforniya'ya gidip gelirken arabada götürdüğüm dandik mini buzdolabım --

I joined the Marine Corps and loved it. I loved being a Marine.

Marine Corps'a katıldım ve orayı çok sevdim. Deniz askeri olmayı sevdim.

Bu, hayatımda yaptığım ve en çok gurur duyduğum şeylerden biri.

It's one of the things I'm most proud of having done in my life.

Silahları ateşlemek havalıydı,

Firing weapons was cool,

driving and detonating expensive things was great.

pahalı şeyleri sürmek ve patlatmak harikaydı.

But I found I loved the Marine Corps the most

Fakat fark ettim ki, Marine Corps'u en çok

for the thing I was looking for the least when I joined,

katıldığım zamanlar en az aradığım şeyler için sevmiştim

which was the people:

ki onlar insanlardı,

these weird dudes -- a motley crew of characters

bu garip ahbaplarla -- Birleşik Devletler'in bir kesitinden

karakterler grubu--

from a cross section of the United States --

görünüşte hiçbir ortak noktamız yoktu.

that on the surface I had nothing in common with.

And over time,

Ve zamanla,

all the political and personal bravado

beni askeriyeye yönelten

that led me to the military dissolved,

tüm o politik ve kişisel gösterişler son buldu

and for me, the Marine Corps became synonymous with my friends.

ve benim için, Marine Corps arkadaşlarımla eş anlamlı oldu.

And then, a few years into my service

Sonra, hizmetimden birkaç yıl

and months away from deploying to Iraq,

ve Irak'a konuşlandırılmadansa aylar sonra,

I dislocated my sternum in a mountain-biking accident,

bir dağ bisikleti kazasında göğüs kafesimi yerinden çıkarttım

and had to be medically separated.

ve tıbben ayrılmak zorundaydım.

Those never in the military may find this hard to understand,

Askeriyede hiç bulunmamış olanlar bunu anlamakta zorlanabilir,

but being told I wasn't getting deployed to Iraq or Afghanistan

fakat Irak'a ya da Afganistan'a konuşlandırılmayacağımın söylenmesi

was very devastating for me.

benim için oldukça yıkıcı oldu.

I have a very clear image of leaving the base hospital on a stretcher

Askerî hastaneden bir sedyenin üzerinde çıkışım ve bütün timimin dışarıda

and my entire platoon is waiting outside to see if I was OK.

iyi olup olmadığımı görmek için bekleyişi çok net bir şekilde gözlerimin önünde.

And then, suddenly, I was a civilian again.

Ve sonrasında, aniden, tekrar bir sivil olmuştum.

I knew I wanted to give acting another shot,

Oyunculuğa bir şans daha vermek istediğimi biliyordum,

because -- again, this is me --

çünkü --yineliyorum, bu benim--

I thought all civilian problems are small compared to the military.

bana göre askeriyeyle karşılaştırıldığında sivil problemleri hafifti.

I mean, what can you really bitch about now, you know?

Demek istediğim, şu an cidden neyden şikâyet edebilirsiniz ki?

"It's hot.

"Burası çok sıcak,

Someone should turn on the air conditioner."

birisi klimayı çalıştırmalı."

"This coffee line is too long."

"Kahve kuyruğu fazla uzun."

Ben bir deniz askeriydim,

I was a Marine,

I knew how to survive.

nasıl hayatta kalınabileceğini biliyordum.

I'd go to New York and become an actor.

New York'a gidecek ve aktör olacaktım.

If things didn't work out,

I'd live in Central Park and dumpster-dive behind Panera Bread.

Eğer hiçbir şey işe yaramazsa, Central Park'ta yaşayacak ve

Panera Bread'in arkasında çöpten eşya toplayacaktım.

(Laughter)

I re-auditioned for Juilliard and this time I was lucky,

Juilliard için tekrar mülakata katıldım ve bu sefer şanslıydım, alındım.

I got in.

Fakat askeriyeden sivilliğe olan geçişin bu kadar karmaşık oluşu

But I was surprised by how complex the transition was

from military to civilian.

beni şaşırtmıştı.

And I was relatively healthy; I can't imagine going through that process

Görece sağlıklıydım; zihinsel ya da fiziksel yaralanmaya ek olarak

o süreçten geçmeyi hayal bile edemiyorum.

on top of a mental or physical injury.

But regardless, it was difficult.

Ama ne olursa olsun, zordu.

In part, because I was in acting school --

Kısmen sebebi, oyunculuk okulundaydım --

I couldn't justify going to voice and speech class,

Arkadaşlarım deniz aşırı yerlerde bensiz hizmet ederken,

throwing imaginary balls of energy at the back of the room,

ses ve konuşma derslerine girmeyi, odanın gerisine hayali enerji topları fırlatmayı,

doing acting exercises where I gave birth to myself --

kendimi dünyaya getirdiğim oyunculuk egzersizlerini yapmayı --

(Laughter)

(Kahkahalar)

while my friends were serving without me overseas.

doğru bulamıyordum.

But also, because I didn't know how to apply the things

Fakat aynı zamanda, kısmen de askeriyede öğrendiğim şeyleri

I learned in the military to a civilian context.

sivil durumlara nasıl uygulayacağımı bilmiyordum.

I mean that both practically and emotionally.

Demek istediğim hem pratikte hem de duygusal olarak.

Pratikte, bir iş edinmek zorundaydım.

Practically, I had to get a job.

And I was an Infantry Marine,

Ve ben bir piyade deniz askeriydim,

where you're shooting machine guns and firing mortars.

makineli silahları ateşlediğiniz ve havan topları fırlattığınız bir yer.

There's not a lot of places you can put those skills in the civilian world.

Bu becerileri sivil dünyasına geçirebileceğiniz çok fazla yer yok.

(Laughter)

Emotionally, I struggled to find meaning.

Duygusal olarak, anlamı bulmakta zorlandım.

Askeriyede, her şeyin bir anlamı vardı.

In the military, everything has meaning.

Yaptığınız her şey ya geleneklerle demlenmiş,

Everything you do is either steeped in tradition

or has a practical purpose.

ya da pratik bir amaç taşımaktaydı.

You can't smoke in the field

Sahrada sigara içemezsiniz,

because you don't want to give away your position.

çünkü pozisyonunuzu belli etmek istemezsiniz.

You don't touch your face -- you have to maintain

Yüzünüze dokunamazsınız -- Kişisel bir sağlık ve hijyen

a personal level of health and hygiene.

seviyesi geliştirmelisiniz.

You face this way when "Colors" plays,

"Bayraklar" oynadığında, sizden önce giden insanlara karşı saygı duymadan

out of respect for people who went before you.

bununla karşılaşıyorsunuz.

Walk this way, talk this way because of this.

Böyle yürü, şöyle konuş, bu yüzden.

Your uniform is maintained to the inch.

Üniformanızın burgatasına kadar bakımı yapılırdı.

How diligently you followed those rules spoke volumes

Bu kurallara ne kadar dikkatli uyduğunuz

ne çeşit bir deniz askeri olduğunuzu açıkça gösteriyordu.

about the kind of Marine you were.

Your rank said something about your history

Rütbeniz geçmişiniz ve kazandığınız saygı hakkında

and the respect you had earned.

bir şeyler söylüyordu.

In the civilian world there's no rank.

Sivillerin dünyasında rütbe yoktu.

Here you're just another body,

Burada farklı bir insandınız

and I felt like I constantly had to prove my worth all over again.

ve ben sürekli tüm ederimi tekrar kanıtlamak zorundaymışım gibi hissettim.

And the respect civilians were giving me while I was in uniform

Ve ben üniformalıyken sivillerin bana gösterdiği saygı,

didn't exist when I was out of it.

üniformayı çıkarttığımda yok oluyordu.

There didn't seem to be a ...

Bir...

a sense of community,

topluluk anlayışı yok gibi görünüyorken,

whereas in the military, I felt this sense of community.

askeriyede, bu topluluk anlayışını hissetmiştim.

How often in the civilian world

Sivil dünyasında kaç kez

are you put in a life-or-death situation with your closest friends

en yakın arkadaşlarınızla beraber ölüm-kalım durumlarında kaldınız

and they constantly demonstrate that they're not going to abandon you?

ve onlar sürekli sizi terk etmeyeceklerini kanıtladılar?

Ve bu sırada oyunculuk okulunda...

And meanwhile, at acting school ...

(Kahkahalar)

(Laughter)

I was really, for the first time,

Gerçekten, ilk defa,

askeriyeyle alakası olmayan,

discovering playwrights and characters and plays

that had nothing to do with the military,

ama bir şekilde askeriye tecrübelerimi bana daha önce

but were somehow describing my military experience

tanımlanamaz gibi gelen bir şekilde yansıtan

oyunlar, karakterler ve sahneler keşfediyordum.

in a way that before to me was indescribable.

And I felt myself becoming less aggressive

İlk defa duyguları sözlere dökebildiğim ve bunun

ne kadar değerli bir araç olduğunu fark ettiğim için

as I was able to put words to feelings for the first time

daha az agresif bir hâle geldiğimi hissettim.

and realizing what a valuable tool that was.

Askeriyedeki zamanlarımı yansıtırken,

And when I was reflecting on my time in the military,

ilk düşündüğüm şeyler basmakalıp talimler

I wasn't first thinking on the stereotypical drills

ve bunun disiplini ve acısı olmuyordu;

and discipline and pain of it;

daha çok, küçük, samimi insani anlar,

but rather, the small, intimate human moments,

moments of great feeling:

harika hislerin hatıraları,

friends going AWOL because they missed their families,

ailelerini özlediği için asker kaçağı olan arkadaşlar,

boşanan arkadaşlar,

friends getting divorced,

beraber gülmek beraber ağlamak,

grieving together, celebrating together,

hepsi askeriyenin perde arkasında.

all within the backdrop of the military.

I saw my friends battling these circumstances,

Arkadaşlarımı bu durumlarla boğuşurken gördüm

and I watched the anxiety it produced in them and me,

ve bunun hakkındaki duygularımızı ifade edemeyerek,

not being able to express our feelings about it.

bunun onlarda ve kendimde yarattığı gerginliği izledim.

The military and theater communities are actually very similar.

Askeriye ve tiyatro toplulukları aslında çok benzerdir.

You have a group of people trying to accomplish a mission

Kendilerinden daha büyük bir görevi başarmaya çalışan bir grup insan var,

greater than themselves; it's not about you.

sizinle alakalı değil.

You have a role, you have to know your role within that team.

Bir rolünüz var, takım içindeki rolünüzü bilmek zorundasınız.

Every team has a leader or director;

Her takımın bir lideri ya da yönetmeni var;

sometimes they're smart, sometimes they're not.

bazen akıllı olurlar, bazense olmazlar.

You're forced to be intimate with complete strangers

Kısa bir süre içinde bu tamamen

yabancı insanlarla samimiyet kurmak zorundasınız;

in a short amount of time;

the self-discipline, the self-maintenance.

özdisiplin, özbakım.

Düşündüm ki, meslekleri göz önüne alındığında, askeriyedeyken zorla gittiğim

I thought, how great would it be to create a space

that combined these two seemingly dissimilar communities,

hepsi iyi niyetli fakat biraz incitici olaylardı;

that brought entertainment to a group of people

popüler kültür hakkında bir soru cevapladığınız ve

that, considering their occupation,

could handle something a bit more thought-provoking

eğer doğru bilirseniz bir buluşma kazandığınız,

than the typical mandatory-fun events

ki o da çoktan evlenmiş ve hamile amigo kızlarla,

that I remember being "volun-told" to go to in the military --

amigo kızlara karşı bir şey yok onları severim,

(Laughter)

all well-intended but slightly offensive events,

şaperon eşliğinde güverte geçidinde bir yürüyüştü,

like "Win a Date with a San Diego Chargers Cheerleader,"

"Bir San Diego Şarjör Amigosu ile Buluşma Kazanın" gibi,

where you answer a question about pop culture,

zoraki eğlence olaylarından

and if you get it right you win a date,

daha düşündürücü şeylerle baş edebilecek,

which was a chaperoned walk around the parade deck

insanları eğlendirebilecek bu iki farklı gibi görünen topluluğu kombinleyen

with this already married, pregnant cheerleader --

bir alan yaratmak ne kadar harika olurdu.

(Laughter)

Nothing against cheerleaders, I love cheerleaders.

Aşağılayıcı olmadan ulaşılabilir olan karakterler yoluyla

The point is more, how great would it be to have theater presented

sunulan bir tiyatro olsaydı ne kadar harika olurdu, asıl nokta buydu.

through characters that were accessible without being condescending.

Bunu yapmaya çalıştığımız, Silahlı Güçlerde Sanat'ı

So we started this nonprofit called Arts in the Armed Forces,

where we tried to do that,

bu iki, farklıymış gibi görünen topluluğu birleştirmeye çalıştığımız

tried to join these two seemingly dissimilar communities.

kâr amacı gütmeyen kuruluşu başlattık.

We pick a play or select monologues from contemporary American plays

Bir oyun ya da çağdaşımız olan ve tıpkı askeriye izleyicisi gibi yaş ve ırk olarak

that are diverse in age and race like a military audience is,

ayrı düşen Amerikan oyunlarından monologlar seçeriz, bir grup inanılmaz

grab a group of incredible theater-trained actors,

tiyatro eğitimi almış aktörü alırız,

onları inanılmaz materyallerle donatırız,

arm them with incredible material,

keep production value as minimal as possible --

üretim maliyetini olabildiği kadar düşük tutarız --

no sets, no costumes, no lights, just reading it --

set yok, kostüm yok, ışık yok, sadece okuyoruz --

to throw all the emphasis on the language

hepsi tüm vurguyu dile yapmak

and to show that theater can be created at any setting.

ve tiyatronun her durumda yapılabileceğini göstermek için.

It's a powerful thing,

Tamamen yabancılarla dolu bir odaya girmek

getting in a room with complete strangers

and reminding ourselves of our humanity,

ve kendimize insanlığımızı hatırlatmak,

bu çok güçlü bir şey

and that self-expression is just as valuable a tool

ve kendinizi ifade etmek omzunuzdaki

as a rifle on your shoulder.

tüfek kadar güçlü bir alet.

And for an organization like the military,

Askeriye gibi kısaltmaların kısaltmalarına sahip olmakla gurur duyan

that prides itself on having acronyms for acronyms,

bir organizasyon için,

you can get lost in the sauce

iş, ortaklaşa bir deneyimi ifade etmeye geldiğinde

when it comes to explaining a collective experience.

kendinizi kaybedebilirsiniz.

And I can think of no better community

Ve ben, yeni kendini ifade etme yollarıyla

to arm with a new means of self-expression

donatmak için ülkemizi koruyanlardan

than those protecting our country.

daha iyi bir topluluk düşünemiyorum.

We've gone all over the United States and the world,

Tüm Birleşik Devletler'e ve tüm dünyaya yayıldık,

from Walter Reed in Bethesda, Maryland,

Bethesda, Maryland'daki Walter Reed'den,

to Camp Pendleton, to Camp Arifjan in Kuwait,

Camp Pendleton'a, Kuveyt'teki Camp Arifjan'a,

to USAG Bavaria,

USAG Bavaria'ya,

on- and off-Broadway theaters in New York.

ara sıra New York'taki Broadway tiyatrolarına.

And for the performing artists we bring,

Getirdiğimiz oyun sergileyen sanatçılar için,

it's a window into a culture

bu, onların başka türlü karşılaşamayacakları,

they otherwise would not have had exposure to.

kültüre açılan bir pencereydi.

And for the military, it's the exact same.

Ve askeriye için, birebir aynısıydı.

And in doing this for the past six years,

Son altı yıldır bunu yapıyor olduğumdan,

hiçbir zaman oyunculuğun birçok şey demek olduğunu unutmuyorum.

I'm always reminded that acting is many things.

It's a craft, it's a political act, it's a business, it's --

O bir beceri, politik bir eylem, o bir iş, o --

whatever adjective is most applicable to you.

size en çok uyan sıfat hangisiyse o.

Ama aynı zamanda da bir hizmet.

But it's also a service.

I didn't get to finish mine,

Hizmetimi bitirmek zorunda kalmadım,

so whenever I get to be of service

yani ne zaman bu nihai hizmet sektörüne, askeriyeye hizmette bulunsam,

to this ultimate service industry, the military, for me, again --

benim için, yeniden --

there's not many things better than that.

bundan daha iyi olan pek bir şey yok.

Thank you.

Teşekkürler.

(Applause)

(Alkışlar)

We're going to be doing a piece from Marco Ramirez,

Marco Ramirez'den bir parça

called "I am not Batman."

olan "Ben Batman Değilim"i oynuyor olacağız.

An incredible actor and good friend of mine, Jesse Perez,

İnanılmaz bir aktör, çok iyi bir arkadaşım, Jesse Perez

is going to be reading,

and Matt Johnson, who I just met a couple hours ago.

okuyor olacak

ve birkaç saat önce tanıştığım Matt Johnson.

They're doing it together for the first time,

Onlar ilk kez bunu beraber yapacaklar,

so we'll see how it goes.

Jesse Perez and Matt Johnson.

bakalım nasıl olacak.

Jesse Perez ve Matt Johnson.

(Applause)

(Alkışlar)

Jesse Perez: It's the middle of the night

Jesse Perez: Gece yarısı

ve gökyüzü deli gibi parlıyor, radyoaktif kırmızı.

and the sky is glowing like mad, radioactive red.

And if you squint, you can maybe see the moon

Ve eğer gözlerini kısarsan, tüm şehri,

through a thick layer of cigarette smoke and airplane exhaust

meleklerin içeri girmesine izin vermeyen bir böcek ağı gibi kaplayan

that covers the whole city,

kalın bir sigara dumanı ve uçak egzozu katmanının içinden

like a mosquito net that won't let the angels in.

(Drum beat)

ayı görebilirsin belki.

And if you look up high enough,

(Davullar)

Ve eğer yeteri kadar yükseğe bakarsan,

you can see me standing on the edge of an 87-story building.

beni 87 katlı bir binanın çatısında duruyorken görebilirsin.

And up there, a place for gargoyles and broken clock towers

Ve orada, çirkin yaratıklar ve belki de 100 yıldır öylece, ölü gibi duran

that have stayed still and dead for maybe like 100 years,

bozulmuş saat kulelerinin yerinde,

orada ben varım.

up there is me.

(Beat)

And I'm frickin' Batman.

(Davul sesi)

Ben çılgın Batman'im!

(Beat)

And I gots Batmobiles and batarangs

(Davul sesi)

Ve ben Batmobil'e, bataranglara

and frickin' bat caves, like, for real.

ve çılgın yarasa mağaralarına sahibim, cidden.

And all it takes is a broom closet

Ve tek lazım olan bir kiler

or a back room or a fire escape,

ya da bir arka oda ya da bir yangın çıkışı

and Danny's hand-me-down jeans are gone.

ve Danny'nin ikinci el pantolonu gider.

And my navy blue polo shirt,

Ve benim, üzerimde az çok güzel duran, fakat Arturo'lardaki zincirli çitlerde

the one that looks kinda good on me but has that hole on it near the butt

dallara takıldığı için popoma yakın bir yerde deliği olan

from when it got snagged on the chain-link fence behind Arturo's

lacivert polo tişörtüm, ama bu bir sorun değil,

but it isn't even a big deal because I tuck that part in

çünkü ben o kısmı içeri sokuyorum

ve böylece, her şey harika gibi.

and it's, like, all good.

Ve o lacivert polo tişört.. O da gitti!

That blue polo shirt -- it's gone, too!

And I get like, like ... transformational.

Ve ben.. ben dönüşüyorum.

(Beat)

(Davul sesi)

And nobody pulls out a belt and whips Batman for talkin' back.

Ve hiç kimse ters konuştuğu için kemerini çıkarıp, onu Batman'e sallamaz.

(Beat)

(Davul sesi)

Or for not talkin' back.

Ya da ters konuşmadığı için..

Ve kimse Batman'a saf diyemez

And nobody calls Batman simple

or stupid

ya da aptal

or skinny.

ya da cılız.

And nobody fires Batman's brother from the Eastern Taxi Company

Ve kimse Batman'in kardeşini Doğu Taksi Şirketi'nden kovamaz,

'cause they was making cutbacks, neither.

çünkü onlar da kesinti yapmıyor.

'Cause they got nothing but respect.

Çünkü onların saygı dışında hiçbir şeyi yok.

And not like afraid-respect,

Korkudan kaynaklı saygı gibi değil,

just, like, respect-respect.

saygıdan kaynaklı saygı gibi.

(Laughter)

(Kahkahalar)

'Cause nobody's afraid of you.

Çünkü kimse senden korkmuyor.

'Cause Batman doesn't mean nobody no harm.

Çünkü Batman kimseye karşı tehlike arz etmiyor.

(Beat)

(Davul sesi)

Ever. (Double beat)

Asla. (Davullar)

'Cause all Batman really wants to do is save people

Çünkü Batman'in tek istediği insanları korumak

and maybe pay abuela's bills one day

ve belki bir gün büyükannesinin faturalarını ödemek

and die happy.

And maybe get, like, mad-famous for real.

ve mutlu ölmek.

Ve belki gerçekten süper ünlü olabilmek.

(Laughter)

Oh -- and kill the Joker.

(Kahkahalar)

(Drum roll)

Oh... ve Joker'i öldürmek.

(Davullar)

Tonight, like most nights, I'm all alone.

Bu akşam, çoğu akşam gibi, yalnızım.

And I'm watchin' and I'm waitin'

İzliyorum ve bekliyorum

like a eagle

bir kartal gibi

or like a --

ya da bir --

no, yeah, like a eagle.

yo, evet, bir kartal gibi.

(Laughter)

(Kahkahalar)

And my cape is flapping in the wind cause it's frickin' long

Ve pelerinim rüzgârla dalgalanıyor, çünkü o çılgın gibi uzun

and my pointy ears are on,

ve benim sivri kulaklarım tetikte

and that mask that covers like half my face is on, too,

ve bu maske de yüzümün yarısını kapatıyor

and I got, like, bulletproof stuff all in my chest so no one can hurt me.

ve ben göğsümde de kurşun geçirmez bir şey var, böylece kimse beni vuramaz.

And nobody -- nobody! --

Ve hiç kimse -- hiç kimse! --

is gonna come between Batman ...

hiç kimse şu iki şeyin arasına giremeyecek: Batman..

and justice.

ve adalet.

(Drums) (Laughter)

(Davullar) (Kahkahalar)

From where I am,

Bulunduğum yerden,

I can hear everything.

her şeyi duyabiliyorum.

(Silence)

(Sessizlik)

Somewhere in the city,

Şehirde bir yerde,

there's a old lady picking Styrofoam leftovers up out of a trash can

çöp tenekesinden plastik köpük kalıntıları alan yaşlı bir bayan var

and she's putting a piece of sesame chicken someone spit out

ve ağzına birinin tükürüp attığı susamlı tavuk parçasını

into her own mouth.

And somewhere there's a doctor with a wack haircut in a black lab coat

koyuyor.

Ve bir yerlerde, iğrenç saç şekliyle siyah laboratuvar önlüğünün içinde,

trying to find a cure for the diseases

bir gün hepimizin neslini tüketecek olan hastalıklara

that are gonna make us all extinct for real one day.

tedavi bulmaya çalışan

bir doktor var.

And somewhere there's a man,

Ve bir yerlerde, hademe kıyafetinin içinde,

a man in a janitor's uniform,

stumbling home drunk and dizzy

eve doğru sendeleyerek giden, maaş çekinin yarısını 1,2 litrelik

after spending half his paycheck on 40-ounce bottles of twist-off beer,

çevirip açılan bira şişelerine ve diğer yarısını da gecenin karanlığında

and the other half on a four-hour visit to some lady's house

bu şehirde yapmak istedikleri şeyi yapan insanlar tarafından tüm ışıkları

on a street where the lights have all been shot out

söndürülmüş bir caddede, bir bayanın evinde dört saatlik bir görüşme için

by people who'd rather do what they do in this city in the dark.

harcamış olduğundan

And half a block away from janitor man,

sersemlemiş bir adam var.

Ve hademe adamdan yarım blok ötede,

there's a group of good-for-nothings who don't know no better,

kendilerinden daha iyisini görmemiş, karşılıksız iyilikçiler grubu var,

waiting for janitor man with rusted bicycle chains

paslı bisiklet zinciri ve imitasyon Louisville Sluggers'ları olan

and imitation Louisville Sluggers,

and if they don't find a cent on him,

hademe adamı bekliyorlar

ve eğer onda bir sent bulamazlarsa ki bulamayacaklar,

which they won't,

they'll just pound at him till the muscles in their arms start burning,

kollarındaki kaslar yanmaya başlayana kadar,

till there's no more teeth to crack out.

onun dökülecek daha fazla dişi

But they don't count on me.

kalmayana kadar dövecekler.

Ama beni hesaba katmıyorlar.

They don't count on no Dark Knight,

Midesi tamamen bakkal markası makarna ve peynirle

with a stomach full of grocery-store brand macaroni and cheese

ve parçalara ayrılmış Viyana sosisiyle dolu

and cut-up Vienna sausages.

Kara Şövalye'yi hesaba katmıyorlar.

(Laughter)

'Cause they'd rather believe I don't exist.

(Kahkahalar)

Çünkü onlar benim var olmadığına inanmayı tercih ediyorlar.

And from 87 stories up, I can hear one of the good-for-nothings say,

87 kat yukarıdan, karşılıksız iyilikçilerden birinin

"Nakitleri ver!" deyişini duyabiliyorum-- evet bu kadar hızlı.

"Gimme the cash!" -- real fast like that,

just, "Gimme me the fuckin' cash!"

"Ver o lanet nakitleri!"

And I see janitor man mumble something in drunk language and turn pale,

Ve hademe adamın sarhoş sarhoş bir şeyler gevelediğini ve

solduğunu görüyorum ve 87 kat yukarıdan,

and from 87 stories up,

I can hear his stomach trying to hurl its way out his Dickies.

midesinin önlüğünden fırlamaya çalıştığını duyabiliyorum.

So I swoop down, like, mad-fast

Bir anda iniyorum, deli gibi hızlı,

and I'm like darkness, I'm like, "Swoosh!"

ve karanlık gibiyim, "Huh!"

And I throw a batarang at the one naked lightbulb.

Bir ampüle batarang fırlatıyorum

(Cymbal)

(Zil)

Ve hepsi "Noluyo lan!

And they're all like, "Whoa, muthafucker!

Who just turned out the lights?"

Işıkları kim kapattı?"

(Laughter)

"What's that over there?" "What?"

(Kahkahalar)

"Oradaki şey ne?" "Noluyor?"

"Gimme me what you got, old man!"

"Elindekileri bana ver, moruk!"

"Did anybody hear that?"

"Bunu kimse duydu mu?"

"Hear what? There ain't nothing. No, really -- there ain't no bat!"

"Neyi duydu mu? Hiçbir şey yok. Hayır, cidden -- hiç yarasa yok!"

Ama sonra...

But then ...

karşılıksız iyilikçilerden üç tanesinden biri kafasından vuruldu -- pov!

one out of the three good-for-nothings gets it to the head -- pow!

And number two swings blindly into the dark cape before him,

Ve iki numara da kara pelerinin içinde kör gibi sallandı,

but before his fist hits anything,

onun yumruğu herhangi bir şeye vurmadan önce.

I grab a trash can lid and --

Bir çöp tenekesi kapağı kaptım ve --

right in the gut!

And number one comes back with the jump kick,

tam karnına!

Ve bir numaralı uçan tekmeyle geri döndü.

but I know judo karate, too, so I'm like --

Ama ben judo biliyorum ve karate de tabii ki, o yüzden aynen şöyleydim.

(Drums)

(Davullar)

Twice!

İkinci!

(Drums)

(Davullar)

(Laughter)

(Kahkahalar)

(Drums)

(Davullar)

But before I can do any more damage,

Ama ben daha fazla hasar veremeden,

suddenly we all hear a "click-click."

ansızın bir ses duyduk "klik-klik"

And suddenly everything gets quiet.

Ve aniden her şey sessizleşti.

And the one good-for-nothing left standing

Bir tane karşılıksız iyilikçi ayakta kaldı,

grips a handgun and aims it straight up,

silahı tuttu ve yukarı doğrulttu,

like he's holding Jesus hostage,

tıpkı bir İsa heykeli tutar gibi,

like he's threatening maybe to blow a hole in the moon.

tıpkı ayda bir delik açmakla tehdit ediyormuş gibi.

And the good-for-nothing who got it to the head,

Ve kafasından vurduğum, bana uçan tekme atmaya çalışan

who tried to jump-kick me,

ve karnından vurduğum diğer karşılıksız iyilikçi

and the other good-for-nothing who got it in the gut,

önlerindeki karanlık şeyden tökezleyerek kaçıyorlar.

is both scrambling back away from the dark figure before 'em.

Ve sarhoş adam, hademe adam,

And the drunk man, the janitor man,

bir köşeye saklanmış, Aziz Anthony'ye dua ediyor,

is huddled in a corner, praying to Saint Anthony

'cause that's the only one he could remember.

çünkü hatırlayabildiği tek şey bu.

(Double beat)

(Çifte davul)

And there's me:

Ve işte ben:

eyes glowing white,

Gözler bembeyaz parlıyor,

cape blowing softly in the wind.

pelerin rüzgârda hafif hafif uçuyor.

(Beat)

(Davul sesi)

Bulletproof chest heaving,

Kurşun geçirmez göğüs kabarıyor,

my heart beating right through it in a Morse code for:

içinden kalp atışlarım Mors alfabesiyle şöyle diyor:

"Fuck with me

"Benimle dalga geç,

just once

sadece bir kere,

haydi,

come on

sadece dene."

just try."

Bir tane karşılıksız iyilikçi kaldı,

And the one good-for-nothing left standing,

the one with the handgun --

elinde bir silah,

yeah, he laughs.

evet, gülüyor.

And he lowers his arm.

Kolunu indiriyor.

And he points it at me

and gives the moon a break.

Bana doğrultuyor

ve ayı rahat bırakıyor.

And he aims it right between my pointy ears,

Tam sivri kulaklarımın arasına doğrultuyor,

like goal posts and he's special teams.

tıpkı hedef görevleri ve özel takımı varmış gibi.

And janitor man is still calling Saint Anthony,

Ve hademe adam hâlâ Aziz Anthony'yi arıyor,

fakat o telefonu açmıyor.

but he ain't pickin' up.

Ve bir saniye için,

And for a second,

it seems like ...

kaybedecekmişim gibi...

geliyor.

maybe I'm gonna lose.

Nah!

Nah!

(Drums)

(Davullar)

Ateş! Ateş!

Shoot! Shoot! Fwa-ka-ka!

"Don't kill me, man!"

"Öldürme beni, adamım!"

Snap! Wrist crack! Neck! Slash!

Tokat! Bilek çatlağı! Boyun! Parçala!

Skin meets acid: "Ahhhhhhh!"

Deri asitle karşılaşır: "Ahhhhh!"

And he's on the floor

O yerde,

and I'm standing over him

bense üzerinde duruyorum

and I got the gun in my hands now

ve silah şu an benim ellerimde,

and I hate guns, I hate holding 'em 'cause I'm Batman.

ben silahlardan, onları tutmaktan nefret ederim, çünkü ben Batman'im.

And, asterisk:

Ve, Asteriks:

Batman don't like guns 'cause his parents got iced by guns a long time ago.

Batman, silahları sevmez,

çünkü ebeveynleri yıllar önce silahlar tarafından donduruldu.

But for just a second,

Ama bir saniyeliğine,

my eyes glow white,

and I hold this thing

gözlerim bembeyaz parladı

ve o şeyi tuttum,

for I could speak to the good-for-nothing

böylece karşılıksız iyilikçiyle

in a language he maybe understands.

anlayabileceği bir dilden konuşabilecektim.

Click-click!

Klik-klik!

(Beat)

Ve karşılıksız iyilikçiler, emekleyip çıktıkları şey

And the good-for-nothings become good-for-disappearing

artık hangi zehirli, kimyasal maddeyse onun pis artığının içinde

into whatever toxic waste, chemical sludge shithole they crawled out of.

karşılıksız kaçışçılara dönüştü.

And it's just me and janitor man.

Ve artık sadece ben ve hademe adam kalmıştık.

And I pick him up,

Onu kaldırdım,

and I wipe sweat and cheap perfume off his forehead.

alnındaki teri ve ucuz parfümü sildim.

Ona zarar vermemem için yalvardı

And he begs me not to hurt him

and I grab him tight by his janitor-man shirt collar,

ve onu hademe tişörtünün yakasından sımsıkı yakaladım,

and I pull him to my face

onu yüzüme yaklaştırdım,

and he's taller than me but the cape helps,

o benden uzun ama pelerin iş görüyor,

so he listens when I look him straight in the eyes.

böylece o dinliyordu ve ben de gözlerinin içine bakıyordum.

And I say two words to him:

Ona iki kelime söyledim:

"Go home."

"Eve git."

And he does,

Ve gitti,

checking behind his shoulder every 10 feet.

her üç metrede bir omzunun üstünden arkasını kontrol ederek.

And I swoosh from building to building on his way there

Yolunun üzerinde, bir binadan diğerine ilerledim,

'cause I know where he lives.

çünkü nerede yaşadığını biliyorum.

And I watch his hands tremble as he pulls out his key chain

Anahtarını çıkarırken ve kapıyı açarken

and opens the door to his building.

ellerinin titreyişini izliyordum.

And I'm back in bed

O daha kapıdan girmeden,

before he even walks in through the front door.

ben yatağıma geri dönmüştüm.

And I hear him turn on the faucet

Musluğu açışını duydum

and pour himself a glass of warm tap water.

ve kendisine bir bardak ılık musluk suyu dolduruşunu.

And he puts the glass back in the sink.

Bardağı tekrar lavaboya koydu.

And I hear his footsteps.

Adımlarını duydum.

And they get slower as they get to my room.

Odama yaklaştıkça yavaşladı.

And he creaks my door open, like, mad-slow.

Kapımı açtı, çılgınca yavaş.

And he takes a step in,

İçeri bir adım attı,

which he never does.

ki bunu hiç yapmazdı.

(Beat)

(Davul sesi)

And he's staring off into nowhere,

Hiçliğin ortasına gözlerini dikti,

his face, the color of sidewalks in summer.

yüzü, yazın kaldırımların aldığı renkti.

And I act like I'm just waking up

Yeni uyanıyomuşum gibi davrandım

and I say, "Ah, what's up, Pop?"

ve "Ah, naber, baba?"

And janitor man says nothing to me.

Hademe bana hiçbir şey demedi.

But I see in the dark,

Ama karanlıkta gördüm,

I see his arms go limp

kollarının güçsüzleştiğini gördüm

and his head turns back, like, towards me.

ve kafasının geriye, bana doğru döndüğünü.

And he lifts it for I can see his face,

Yüzünü görebilmem için kafasını kaldırdı,

for I could see his eyes.

böylece gözlerini görebildim.

And his cheeks is drippin', but not with sweat.

Yanaklarından bir şeyler süzülüyordu ama ter değildi.

And he just stands there breathing,

Orada öylece durup nefes alıyordu,

like he remembers my eyes glowing white,

gözlerimin beyaz beyaz parlamasını hatırlıyormuş gibi,

like he remembers my bulletproof chest,

kurşun geçirmez göğsümü hatırlıyormuş gibi,

onun benim babam olduğunu hatırlıyormuş gibi.

like he remembers he's my pop.

And for a long time I don't say nothin'.

Uzun bir süre hiçbir şey demedim.

And he turns around, hand on the doorknob.

Döndü, elini kapı koluna koydu.

And he ain't looking my way,

Bana doğru bakmıyordu,

but I hear him mumble two words to me:

fakat bana iki söz mırıldandığını duydum:

"I'm sorry."

"Ben, üzgünüm."

Uzandım ve penceremi hafifçe açtım.

And I lean over, and I open my window just a crack.

If you look up high enough,

Eğer yeteri kadar yükseğe bakarsanız,

you could see me.

beni görebilirsiniz.

And from where I am --

Bulunduğum yerden --

(Cymbals)

(Ziller)

I could hear everything.

Her şeyi duyabilirim.

(Applause)

(Alkışlar)

Thank you.

Teşekkürler.

(Applause)

(Alkışlar)