Are you ready to confess? - English Addict - LIVE CHAT/ Wednesday 8th February 2023

Oh. Hello?

Ah. Merhaba?

Are you there?

Orada mısın

I hope so.

Because we are back together again.

Umarım.

Çünkü yeniden birlikteyiz.

We are here on a very sunny day.

Çok güneşli bir günde buradayız.

It is a beautiful day here in the UK.

Birleşik Krallık'ta güzel bir gün.

Sunny. Chilly.

Güneşli. Soğuk.

But at least the weather is nice and there is no rain or snow.

Ama en azından hava güzel ve yağmur ya da kar yok.

Here we go. Then we are back together.

İşte başlıyoruz. Sonra tekrar birlikteyiz.

It is English addict coming to you live and direct

Bu, İngilizcenin doğum yerinden size canlı ve doğrudan gelen bir İngiliz bağımlısıdır

from the birthplace of the English language, which just happens to be.

, ki bu tesadüfen öyledir.

Oh my goodness.

Aman tanrım.

It's England.

İngiltere.

I do.

Evet.

Here we go again.

Yine başlıyoruz.

Hello.

Merhaba.

We are together, actually.

Birlikteyiz aslında.

We are actually together in the same room.

Aslında aynı odada beraberiz.

Yes. There's no screen between us today.

Evet. Bugün aramızda ekran yok.

No divide, no isolation taking place because I'm negative.

Bölünme yok, izolasyon yok çünkü ben negatifim.

It is official.

Bu resmi.

Mr. Steve is free.

Bay Steve özgür.

I'm COVID free.

COVID'sizim.

COVID free.

COVID içermez.

And you didn't get it, which is very interesting.

Ve anlamadın ki bu çok ilginç.

I still don't know.

hala bilmiyorum

Maybe. Maybe I am the missing link.

Belki. Belki de kayıp halka benim.

Maybe I am the the answer.

Belki de cevap benim.

I like that lady to remember that lady.

O bayanın o bayanı hatırlaması hoşuma gitti.

Many, many years ago, she died, but she had cancer

Uzun yıllar önce öldü ama kanserdi

and somehow she was living with the cancer.

ve bir şekilde kanserle yaşıyordu.

And they were so interested to find out how that was happening.

Ve bunun nasıl olduğunu öğrenmekle çok ilgilendiler.

They kept some of her cells and she died.

Bazı hücrelerini sakladılar ve öldü.

I think it's about 40, maybe 50, maybe even 60 years ago.

Sanırım yaklaşık 40, belki 50, hatta belki 60 yıl önce.

I think it was a very long time ago.

Bence çok uzun zaman önceydi.

But they kept her cells.

Ama hücrelerini tuttular.

And can you believe it?

Ve buna inanabiliyor musun?

Her cells are still alive.

Hücreleri hala yaşıyor.

There is still a part of this lady

Bu bayanın hala

that are still alive in labs around the world.

dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlarda hala hayatta olan bir parçası var.

Yes. Sorry.

Evet. Üzgünüm.

They've used her cells, haven't they?

Hücrelerini kullandılar, değil mi?

For something, some kind of treatment.

Bir şey için, bir çeşit tedavi.

Research into cancer and treatment, I think. Yes.

Kanser ve tedavi üzerine araştırma sanırım. Evet.

So, yes, she has.

Yani, evet, yaptı.

She's still alive.

O hala hayatta.

Her cells are still alive 40 years later.

Hücreleri 40 yıl sonra hala yaşıyor.

So she she simply she sadly has died

Yani o, ne yazık ki

a long time ago, but her cells are still alive.

uzun zaman önce öldü, ama hücreleri hala yaşıyor.

They're still living, which I always find quite, quite fascinating when you think about it.

Hâlâ yaşıyorlar, ki bunu düşündüğünüzde her zaman oldukça büyüleyici buluyorum.

So I could be the one I could be the answer

Böylece

to all of the world's problems with disease.

dünyadaki tüm hastalık sorunlarına çözüm olabilecek kişi ben olabilirim.

And you?

I think so.

Ve sen?

Bence de.

I was talking to some because I went back to the choir last night

Bazılarıyla konuşuyordum çünkü dün gece koroya geri döndüm

and the person there that gave it to me two weeks ago.

ve oradaki kişi onu bana iki hafta önce verdi.

But anyway,

Ama her neyse,

that apparently people think that I've had a lot of

görünüşe göre insanlar, birçok

people have had this this new strain called crack, and

insanın crack denen bu yeni türü yaşadığını düşünüyor ve buna

it's called crack.

crack deniyor.

And who is coming up with these names?

Peki bu isimleri kim buluyor?

I think the crackin is some kind of mythology beast, isn't it?

Bence crackin bir tür mitoloji canavarı, değil mi?

It's the it's like it's like an underground beast, isn't it?

Sanki bir yeraltı canavarı gibi, değil mi?

It comes out of the ground and bites your legs off.

Yerden çıkar ve bacaklarınızı ısırır.

Well, that's the latest strain of COVID.

Eh, bu en son COVID türü.

It's called Kraken. And

Kraken denir. Ve

I was describing my symptoms

semptomlarımı tarif ediyordum

and apparently they fit in with what this this particular strain is.

ve görünüşe göre bu özel türün ne olduğuna uyuyorlar.

So I've had the crack. And.

Yani çatlağı yaşadım. Ve.

Mr. Duncan, you've escaped it.

Bay Duncan, bundan kurtuldunuz.

It's been a while since I've had a crack.

Bir çatlak yaşamayalı uzun zaman oldu.

And you had a crack last night.

Ve dün gece bir çatlağın vardı.

A whole wheat cracker, which is nothing to do with crack.

Crack ile ilgisi olmayan tam buğday kraker.

And but a cracker, obviously, is something that you eat with cheese,

Ve tabii ki kraker peynirle yediğiniz bir şey,

a small little savoury, slightly salty biscuit.

küçük, biraz tuzlu, biraz tuzlu bisküvi.

Don't mix up crack. And with cracker.

Crack'i karıştırmayın. Ve kraker ile.

Yes, there is a difference, but one is real and one is mythical.

Evet, bir fark var ama biri gerçek, biri efsanevi.

One is mythical.

Biri efsanevi.

I will leave you to work out which is which.

Hangisinin hangisi olduğunu çözmeniz için sizi bırakacağım.

So I could be, but I escaped the dreaded look.

Öyle olabilirdim ama korkunç bakışlardan kurtuldum.

Don't know how. Don't know how. Somehow.

Nasıl olduğunu bilmiyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Bir şekilde.

So maybe my years in China are now paying off.

Belki de Çin'deki yıllarım şimdi meyvesini veriyor.

So maybe all of that hidden immunity that I have to.

Yani belki de sahip olmam gereken tüm o gizli dokunulmazlık. Çin'deyken kaptığım

To all of the horrible illnesses that I caught when I was in China.

tüm korkunç hastalıklara .

Maybe.

Maybe that state, maybe my my immune system.

Belki.

Belki o hal, belki bağışıklık sistemim.

My immune system already has the antibodies.

Bağışıklık sistemimde zaten antikorlar var.

Oh, yeah.

But it didn't protect you last year when you caught COVID then off me.

Ah evet.

Ama geçen yıl COVID'e yakalanıp benden kurtulduğunda seni korumadı.

Yeah. Didn't protect you then. But anyway.

Evet. O zaman seni korumadım. Ama yine de.

Well, maybe I'm immune to the crack.

Belki de crack'e karşı bağışıklığım vardır.

And maybe you're immune to the cracking.

Ve belki de çatlamaya karşı bağışıklığınız vardır.

Yes. Who comes up with these stupid names?

Evet. Kim buluyor bu aptal isimleri?

I don't know, but it sounds nasty.

Bilmiyorum ama kulağa hoş gelmiyor.

Sounds ridiculous.

Kulağa saçma geliyor. Öyle

I don't know whether it is, but anyway, I think.

olup olmadığını bilmiyorum ama yine de sanırım.

I think Luigi is a better word.

Bence Luigi daha iyi bir kelime.

I've had a nice boost to my immune system, so without any serious consequences.

Bağışıklık sistemimde güzel bir destek aldım, bu yüzden herhangi bir ciddi sonuç olmadan.

So hopefully for the next nine months or so, I can just sort of wander anywhere.

Umarım önümüzdeki dokuz ay boyunca, herhangi bir yerde dolaşabilirim.

I can go into any public space, I can breathe in any bonds, found

Herhangi bir halka açık alana gidebilirim, herhangi bir bağda nefes alabilirim,

sneezes and coughs, kiss anyone I like Mr.

hapşırma ve öksürme bulabilirim, Bay Duncan'ı sevdiğim herkesi öpebilirim

Duncan.

Not that anyone, not that anyone wants to kiss you and thanks

.

Hiç kimse, kimse seni öpmek istemez ve teşekkür ederim

and shall I shall remain COVID free because I've had a little

ve COVID'den muaf kalayım mı çünkü

a boost to my immunity without having to have a vaccine.

aşı yaptırmak zorunda kalmadan bağışıklığımı biraz güçlendirdim. Kendine bak

Oh, look at you.

.

So how about that? Yes.

Peki buna ne dersin? Evet.

So I feel quite you know, I feel strong now.

Bu yüzden oldukça iyi hissediyorum, biliyorsun, şimdi güçlü hissediyorum.

If I can just go anywhere with no fear whatsoever.

Eğer herhangi bir yere korkmadan gidebilirsem.

Get on a train, a bus, go to a concert.

Trene, otobüse binin, konsere gidin.

I can't imagine.

hayal edemiyorum

I can't imagine. Mr. Steve taking a bus anywhere.

hayal edemiyorum Bay Steve herhangi bir yere otobüsle gidiyor.

I just don't see Mr.

Bay

Steve sitting on a bus.

Steve'i otobüste otururken görmüyorum.

I don't know why. Well, when I'm 65, I'll get my bus pass

Neden bilmiyorum. 65 yaşıma geldiğimde otobüs kartımı alacağım

and. And, of course, that's not very far away.

ve. Ve tabii ki bu çok uzak değil.

Every year that passes, Mr.

Her geçen yıl, Bay

Steve gets a little bit older, and it is your birthday

Steve biraz daha yaşlanıyor ve

in just a few days from now, on the 16th,

bundan sadece birkaç gün sonra, 16 Şubat'ın 16'sında,

the 16th of February 16th.

16'sında senin doğum günün.

And of course, two days before that, we have another important date.

Ve tabii ondan iki gün önce önemli bir randevumuz daha var.

Why don't we Valentine's I suppose it depends on what your situation

Neden Sevgililer Günü'nü geçirmiyoruz, sanırım durumunuzun ne olduğuna bağlı

is, whether you actually have someone you are you are

, aslında

wanting to fall in love with.

aşık olmak istediğiniz birine sahip olup olmadığınız.

Still got a bit of a cough. Yes, we've noticed.

Hala biraz öksürük var. Evet, fark ettik.

Yes, Christina, I do take vitamins.

Evet, Christina, vitamin alıyorum.

I've taken vitamins all my life.

Hayatım boyunca vitamin aldım.

I've said this before,

Bunu daha önce de söyledim,

It doesn't matter.

önemli değil.

I've tried everything when it comes to coughs and colds.

Öksürük ve soğuk algınlığı söz konusu olduğunda her şeyi denedim.

As we've said before, I'm very susceptible to these.

Daha önce de söylediğimiz gibi, bunlara karşı çok hassasım.

And I've often thought over many, many decades.

Ve çoğu zaman onlarca yıl boyunca düşündüm.

What is it?

Nedir?

Why do I keep getting colds? Mr.

Neden sürekli üşüyorum? Bay

Duncan never seems to get them.

Duncan onları asla anlamıyor gibi görünüyor.

I've taken vitamins, you know, exercise

Vitaminler aldım, bilirsiniz,

all the herbal remedies, vitamin C, you name it.

tüm bitkisel ilaçları kullandım, C vitamini, adını siz koyun.

I've taken them all. Echinacea.

Hepsini aldım. Ekinezya.

Well, zinc, tablet. Okay. Don't.

Çinko, tablet. Tamam aşkım. yapma

Don't name everything.

Her şeye isim verme.

Vitamin D, nothing works in preventing me from getting these colds.

D vitamini, hiçbir şey beni bu soğuk algınlığından alıkoyamaz.

Some people know what to do.

Bazı insanlar ne yapacağını bilir.

Yeah.

Evet.

What it comes down to is what I always say.

Her zaman söylediğim şey şu oluyor.

Some people will get it and some people won't.

Bazı insanlar alacak ve bazı insanlar olmayacak.

It's a bit like, I suppose I don't want to talk about this again, but it's a bit like cancer.

Biraz, sanırım bunun hakkında tekrar konuşmak istemiyorum ama bu biraz kanser gibi.

Some people are more susceptible because of their routines

Bazı insanlar rutinleri nedeniyle

or maybe one thing in their life that is different from somewhere else,

veya belki de hayatlarında başka bir yerden,

from someone else or even genetic.

başka birinden veya hatta genetik olarak farklı olan bir şey nedeniyle daha duyarlıdır.

So it's all it's all it's like it's like

Yani hepsi bu,

spinning the wheel on a roulette table.

rulet masasında çarkı döndürmek gibi.

That's what I always say about health.

Sağlık hakkında her zaman söylediğim şey bu.

Sometimes a person can live an unhealthy life,

Bazen bir kişi sağlıksız bir hayat yaşayabilir,

completely smoke and drink, and they

tamamen sigara ve içki içebilir ve onlar

and they can live to a very old age. Yes.

ve onlar çok yaşlı bir yaşa kadar yaşayabilirler. Evet.

And no one knows why.

Ve kimse nedenini bilmiyor.

And other people and other people who go running every day

Ve diğer insanlar ve her gün koşan,

and take lots of vitamins and exercise, they drop dead

bol miktarda vitamin alan ve egzersiz yapan diğer insanlar,

when they're 28 and no one knows why.

28 yaşına geldiklerinde ölüyorlar ve kimse nedenini bilmiyor.

So there is there is this this strange phenomenon in life

Yani hayatta kendinize bakmaya çalıştığınız bu garip fenomen var

where you try to try to look after yourself,

but don't make it something that takes over your brain because then you will just go crazy.

ama bunu beyninizi ele geçirecek bir şey haline getirmeyin çünkü o zaman delirirsiniz.

And if you do live for a long time, you will just have a very long life

Ve eğer uzun süre yaşarsan,

where you are constantly worried about everything around you.

etrafındaki her şey için sürekli endişelendiğin çok uzun bir hayatın olur.

Like me. Yes.

Benim gibi. Evet.

So, yes, you you can't you you've got to be sensible.

Yani, evet, yapamazsın, mantıklı olmalısın.

I mean, you know, my father.

Yani, bilirsin, babam.

Let's take my father as an example.

Babamı örnek alalım.

He would pretty much say he pretty much abused his body when he was alive.

Hayattayken vücudunu hemen hemen kötüye kullandığını söylerdi.

And I think I think, you know, he smoked all his life.

Ve sanırım, bilirsin, hayatı boyunca sigara içti.

He drank, you know, because he was a sailor, but he still lived to 80.

Biliyorsunuz, denizci olduğu için içiyordu ama yine de 80 yaşına kadar yaşadı.

So, you know, that's not bad, is it?

He was being a sailor.

Denizci oluyordu.

Got to do that.

Bunu yapmak zorundayım.

Say this drink.

Bu içeceği söyle.

They've got a reputation for alcohol consumption.

Alkol tüketimi konusunda bir üne sahipler.

High alcohol consumption. Yes.

Yüksek alkol tüketimi. Evet.

That is very prejudiced. Well, I think it's true.

Bu çok ön yargılı. Bence bu doğru.

I don't think it's I think it's actually true when you're stuck at sea.

Denizde mahsur kaldığınızda bunun gerçekten doğru olduğunu düşünmüyorum.

He was in the merchant navy.

Ticaret donanmasındaydı.

So you're at sea for sort of weeks, months on end.

Yani haftalarca, aylarca denizdesiniz. Etrafı

It was he was surrounded by seamen.

denizcilerle çevriliydi.

Yeah. Okay.

Evet. Tamam aşkım.

So what are you going to do? Yeah.

Peki ne yapacaksın? Evet.

You're going to drink, aren't you, to while away the time.

Vakit geçirmek için içeceksin, değil mi?

And particularly if you're shipping lots of

Ve özellikle çok

lots of alcohol, which I think they often used to, but I don't know.

fazla alkol gönderiyorsanız, ki sanırım eskiden sık sık yapıyorlardı, ama bilmiyorum.

It was a different time then back in the sort of 5060s.

5060'larda farklı bir zamandı.

So. So sailors now what do they do now?

Bu yüzden. Peki denizciler şimdi ne yapıyorlar?

They just they just drink bottled water like me probably. Yes.

Muhtemelen benim gibi sadece şişelenmiş su içiyorlar. Evet.

Yeah, exactly. Oh,

Evet kesinlikle. Oh,

Kishan, who, as recently recovered from a panic attack.

kısa bir süre önce panik ataktan kurtulan Kishan.

So sorry to hear that.

Bunu duyduğuma çok üzüldüm.

Yes, well, a lot of people do now suffer from anxiety.

Evet, pek çok insan artık kaygıdan muzdarip.

I know I've been through a period where I used to have

Biliyorum, bir

terrible anxiety about things and sometimes for no reason,

şeyler hakkında korkunç endişelerim olduğu bir dönemden geçtim ve bazen sebepsiz yere,

I never found out why I had it, but it would come and go and sometimes I would fail.

neden buna sahip olduğumu asla öğrenemedim, ama gelip gidiyordu ve bazen başarısız oluyordum.

Dreadful.

Korkunç.

My heart would pound in my chest and I would feel as if as if I was going to die.

Kalbim göğsümde güm güm atacak ve kendimi ölecekmiş gibi hissedecektim. Sahip

That's the feeling you have.

olduğun duygu bu. Bu

So I think a lot of people do suffer from this.

yüzden birçok insanın bundan muzdarip olduğunu düşünüyorum.

I do, especially in their life, if they've got problems

Özellikle hayatlarında sorunları varsa

or maybe something bad is happening, a stressful situation.

ya da belki kötü bir şey oluyorsa, stresli bir durum varsa yaparım.

So I think you can have it. And the lockdowns

Bu yüzden onu alabileceğini düşünüyorum. Ve

for a lot of people

birçok insan için sokağa çıkma kısıtlamaları

really brought anxiety on

gerçekten endişe yarattı

and caused a lot of people to feel anxious for a long time.

ve birçok insanın uzun süre endişeli hissetmesine neden oldu.

And I don't I think a lot of people haven't fully recovered yet.

Ve pek çok insanın henüz tam olarak iyileşmediğini düşünmüyorum.

I think those harsh lockdowns that we had,

Bence sahip olduğumuz o sert tecritler,

yes, mental health has suffered considerably.

evet, ruh sağlığımız önemli ölçüde zarar gördü.

So, yes, it's very common now, stress, anxiety

Yani, evet, artık çok yaygın, modern dünyada stres, kaygı,

in a modern world,

social media, all sorts of different things influencing it.

sosyal medya, onu etkileyen her türlü farklı şey.

I think social media is has anything to do with people being anxious that

Bence sosyal medyanın,

that's just that's just what people do nowadays, isn't it?

insanların bugünlerde tam da bunu yaptığına dair endişe duymasıyla bir ilgisi var, değil mi?

But I think young people suffer more of anxiety due to that because they blame the Internet for everything.

Ama bence gençler bundan dolayı daha çok kaygı çekiyor çünkü her şey için interneti suçluyorlar.

Well, I think other people are actually drawing

Aslında başkaları da

attention to that as well, because young people are constantly being

buna dikkat çekiyor bence, çünkü gençler zaten

assessed, aren't they, by their peers anyway, anyway.

akranları tarafından sürekli değerlendiriliyor değil mi?

But what do you know about young people?

Ama gençler hakkında ne biliyorsun?

Well, I don't I just what I've read, I can read Mr.

Şey, ben sadece okuduğumu bilmiyorum, Bay

Doom can I can read the news, I can read articles, Got to talk to any young people, have to actually know.

Doom'u okuyabilirim, haberleri okuyabilirim, makaleleri okuyabilirim, herhangi bir gençle konuşmalıyım, gerçekten bilmeliyim.

Yes. Chris Shan, who says my heart was beating fast, felt like I was dying.

Evet. Kalbimin hızlı attığını söyleyen Chris Shan, ölüyormuşum gibi hissetti.

Yes. It's a horrible feeling.

Evet. Bu korkunç bir duygu.

Yeah, it's a horrible feeling.

Evet, korkunç bir duygu. Buna sahip olduğunuzu

There's no shame in actually admitting that you have it, because I think it is

kabul etmekte utanılacak bir şey yok çünkü bence bu

something that everyone goes through, especially during certain situations.

herkesin yaşadığı bir şey, özellikle de belirli durumlarda.

Talking of which, can I just say something now, Steve,

Konu açılmışken, şimdi bir şey söyleyebilir miyim Steve,

I was going to say this at the start of the live stream.

bunu canlı yayının başında söyleyecektim.

Can I just say a big hello to all those watching in Turkey

Türkiye'de

and also in parts of Syria as well?

ve ayrıca Suriye'nin bazı yerlerinde izleyenlere büyük bir merhaba diyebilir miyim?

Terrible, absolutely awful scenes

coming from both Turkey and also Syria, especially northern Syria,

Hem Türkiye'den hem de Suriye'den, özellikle kuzey Suriye'den korkunç, kesinlikle korkunç manzaralar geliyor ve

where all of the help and all of the aid

oradaki tüm yardımlar ve

that is needed there cannot get through.

ihtiyaç duyulan tüm yardımlar oraya ulaşamıyor.

So can I say hello to all those watching in Turkey?

Türkiye'de izleyenlere merhaba diyebilir miyim?

I hope you're okay.

Umarım iyisin.

There is a strange feeling, though, and I have to say it's it's on my mind at the moment.

Yine de garip bir his var ve şu an aklımda olduğunu söylemeliyim.

Steve, there is a feeling that sometimes you see things happening

Steve, bazen bir şeylerin olduğunu gördüğüne dair bir his var

and the feeling that you have, well, you feel

ve sahip olduğun his, şey,

you feel helpless to feel helpless.

çaresiz hissetmek için çaresiz hissettiğini hissediyorsun.

So that's, that's that feeling that you have in life where something is happening in front of you

İşte bu, hayatta önünüzde bir şeylerin olduğu

and there is absolutely nothing you can do about it.

ve bu konuda yapabileceğiniz kesinlikle hiçbir şeyin olmadığı hissidir.

It's very strange. It's a very strange feeling.

Çok garip. Bu çok garip bir duygu.

And it's it's very nice, isn't it, when you can sit in your nice,

Ve bu çok güzel, değil mi, güzel,

comfortable house in front of your big TV and you're watching the news and all of this stuff

rahat evinizde büyük televizyonunuzun önünde oturup haberleri izliyorsunuz ve dünyada tüm bu şeyler

is going on in the world and it's terrible and people are dying,

olup bitiyor ve bu korkunç ve insanlar ölüyorlar,

they're injured, they're suffering, Whole families wiped out.

yaralanıyorlar, acı çekiyorlar, Bütün aileler yok oldu.

It is an awful, awful situation.

Korkunç, korkunç bir durum.

And I have to say, sometimes

Ve söylemeliyim ki, bazen

the feeling of helplessness has to be the worst feeling of all.

çaresizlik duygusu en kötü duygu olmalı.

It's you're in a situation where you could say anything.

Her şeyi söyleyebileceğin bir durumdasın.

You could even do anything to a degree, and it won't change that situation.

Hatta bir dereceye kadar her şeyi yapabilirsin ve bu durumu değiştirmeyecek.

I suppose the last time we felt that was with your mother last year,

Sanırım bunu en son geçen yıl annenle

and also with my mother, who's in a situation right now where there is nothing you can do.

ve şu anda yapabileceğin hiçbir şeyin olmadığı bir durumda olan annemle birlikte hissetmiştik .

And I think helplessness has to be one of the one of the worst

Ve bence çaresizlik,

feelings

where you see something happening and there is absolutely nothing

bir şeyin olduğunu gördüğünüz ve

you can do about it, especially when it comes to nature.

bu konuda yapabileceğiniz kesinlikle hiçbir şeyin olmadığı en kötü duygulardan biri olmalı, özellikle de doğa söz konusu olduğunda.

Yes, volcanoes, earthquakes,

Evet, volkanlar, depremler,

natural disasters, rain, heavy rain,

doğal afetler, yağmur, şiddetli yağmur,

typhoons, tornado, Edo's.

tayfunlar, kasırga, Edo'lar.

So many countries in the world suffer from

Dünyadaki pek çok ülke

a preponderance of these events.

bu olayların baskınlığından muzdarip.

I only see these bad weather events.

Sadece bu kötü hava olaylarını görüyorum.

I almost feel guilty talking about it here because we're standing here

Bunun hakkında burada konuştuğum için neredeyse kendimi suçlu hissediyorum çünkü

now on the Internet relatively comfortable and we're talking about it.

artık burada internette nispeten rahat duruyoruz ve bunun hakkında konuşuyoruz.

And it's a horrible feeling.

Ve bu korkunç bir duygu.

It's one sometimes that you can't actually you almost can't cope with it.

Bazen öyle bir şey ki aslında onunla neredeyse başa çıkamıyorsun.

It's very, very strange feeling.

Bu çok, çok garip bir duygu.

It really is.

Gerçekten öyle.

But can I say can I say a big hello?

Ama kocaman bir merhaba diyebilir miyim?

And that's all I can do for now, unfortunately.

Ve maalesef şimdilik yapabileceğim tek şey bu.

And I hope that everything where you are is okay.

Ve umarım olduğun yerde her şey yolundadır.

And if it isn't, I hope you're getting the help that you need.

Ve değilse, umarım ihtiyacın olan yardımı alıyorsundur.

And of course, Turkey is a very unique place because it sits on on

Ve tabii ki Türkiye çok eşsiz bir yer çünkü

not just one, but several faults in the earth.

yeryüzünde sadece bir değil, birkaç fayın üzerine oturuyor.

So the crust of the earth is divided up into sections and they're all pushing against each other.

Böylece yer kabuğu bölümlere ayrılmıştır ve hepsi birbirini itmektedir.

And apparently it moves two centimetres every year

Ve görünüşe göre her yıl iki santimetre hareket ediyor,

it shifts and the pressure slowly builds up.

kayıyor ve basınç yavaş yavaş artıyor.

And of course, as you know, if you press two things together, sometimes

Ve elbette, bildiğiniz gibi, iki şeyi birbirine bastırırsanız, bazen

those things will suddenly move or shift and that is why we have earthquakes. But

o şeyler aniden hareket eder veya kayar ve bu yüzden depremler olur. Ama

absolutely awful.

kesinlikle korkunç.

Sometimes Mother Nature

Bazen

has the last word.

son sözü Tabiat Ana söyler.

Nothing we can do, nothing we can do about nature.

Yapabileceğimiz hiçbir şey yok, doğa hakkında yapabileceğimiz hiçbir şey yok.

We can't control it despite all our technology.

Tüm teknolojimize rağmen kontrol edemiyoruz.

So, you know, I mean, the worse that we get in

Yani, bilirsiniz, demek istediğim,

the UK is really just, you know, temperatures

Birleşik Krallık'ta yaşadığımız daha da kötüsü, bilirsiniz, sıcaklıkların

suddenly go into 40 degrees for for a few weeks or maybe a bit of snow, I think.

birkaç haftalığına aniden 40 dereceye çıkması veya belki biraz kar yağması, sanırım.

Oh, and here is wind. Yes.

Oh, ve işte rüzgar. Evet.

But we never get anything really serious in the UK.

Ancak Birleşik Krallık'ta asla gerçekten ciddi bir şey alamıyoruz.

But we're very lucky from that point of view.

Ama bu açıdan çok şanslıyız.

I mean, as soon as we we always talking about the weather,

Yani, biz hep havadan bahseder konuşmaz,

but as soon as we get a bit of snow, you know, the whole country comes to a standstill.

ama biraz kar yağar yağmaz tüm ülke durma noktasına gelir.

Yes, we have a bit of hot weather for a week.

Evet, bir haftadır biraz sıcak havamız var.

We do overreact. That's about it.

Aşırı tepki veriyoruz. Hepsi bu kadar.

We do get earthquakes, but then nothing, nothing on that sort of scale.

Depremler oluyor ama sonra hiçbir şey, bu ölçekte hiçbir şey yok.

Yes, well, we call them tremors.

Evet, biz onlara titreme diyoruz.

So the earth moves a little bit sometimes,

Yani dünya bazen biraz hareket ediyor,

but it's it just shakes the ground

ama bu sadece yeri

very slightly and nothing like

çok hafif sallıyor ve

the ones that have happened over in Turkey

Türkiye'de

and also across parts of Syria as well.

ve ayrıca Suriye'nin bazı bölgelerinde meydana gelenlere hiç benzemiyor. O

Kishan, who says that that old British people are drunkards.

yaşlı İngilizlerin ayyaş olduğunu söyleyen Kishan.

Well, you know what?

Ne var biliyor musun?

I know?

I know you're probably joking there, but you might have a point.

Biliyorum?

Muhtemelen orada şaka yaptığını biliyorum, ama haklı olabilirsin.

I think it is a thing that's become I think it's normal now

Bence artık

for people to come home from work and the first thing they do is open a bottle of wine.

insanların işten eve gelmesi normal bir şey haline geldi ve yaptıkları ilk şey bir şişe şarap açmak oluyor.

Now, we're not going to talk about people in specific circumstances, but you know people, don't you?

Şimdi, belirli durumlardaki insanlardan bahsetmeyeceğiz ama insanları tanıyorsunuz, değil mi? Ben

Well, I'm not an I know people.

tanıdığım biri değilim.

I mean, I agree this I saw a survey.

Yani, buna katılıyorum, bir anket gördüm.

It's an interesting point that you made. I saw a survey.

Yaptığın ilginç bir nokta. Bir anket gördüm. İnsanların

It was done around the world about how what people perceive

what are the qualities they perceive in British people.

İngilizlerde algıladıkları niteliklerin neler olduğunu nasıl algıladıklarıyla ilgili dünya çapında yapıldı.

And the number one thing that came out was drink a lot.

Ve ortaya çıkan bir numaralı şey çok içmek oldu.

So it was, you know, being polite and that sort of thing was there.

Yani, bilirsiniz, kibar olmaktı ve bu tür şeyler oradaydı.

But the number one thing that people associate British people

Ancak insanların dünyanın her yerindeki İngilizleri ilişkilendirdiği bir numaralı şey

around the world with is getting drunk.

sarhoş olmaktır.

And that, of course, a lot a lot of that has to do with the football crowds.

Ve tabii ki, bunun birçoğunun futbol kalabalığıyla ilgisi var.

But, you know, it's a reputation that the British people

Ama, bilirsiniz, İngilizlerin

now have around the world, that they drink excessively.

artık dünya çapında sahip olduğu bir ün var, aşırı derecede içki içiyorlar.

So even in daily life, even in daily life, I think it's almost routine.

Yani günlük hayatta bile, hatta günlük hayatta neredeyse rutin olduğunu düşünüyorum.

I think I think not from the point of going to the pub, but just being at home.

Bence meyhaneye gitme açısından değil, sadece evde olmak açısından düşünüyorum.

The first thing people do is open a bottle of wine and and we know people who sometimes

İnsanların yaptığı ilk şey bir şişe şarap açmak ve bazen

maybe during the week they will finish a whole bottle of wine.

hafta boyunca bir şişe şarabı bitiren insanlar tanıyoruz.

And one night I've got a friend every night, drinks a whole bottle of wine or every other night.

Ve bir gece, her gece bir arkadaşım var, koca bir şişe şarap içiyor ya da iki gecede bir.

I mean that's, you know, excessive really.

Yani bu, bilirsin, gerçekten aşırı.

But people do.

Ama insanlar yapar.

Yeah.

You've got, you know, you've got your obvious drinkers,

Evet. Bariz

içicileriniz var,

the football crowd, the ones that get drunk and then cause

futbol seyircisi, sarhoş olan ve sonra

you get football hooliganism

futbol holiganlığına kapılmanıza neden olanlar

and all that, which of course were well known throughout the world.

ve tabii ki dünya çapında iyi bilinen tüm bunlar.

But then you have the secret drinkers, the middle class people who you go home and open

Ama bir de gizli içenler var, eve gidip

a bottle of wine at home and maybe have half of it every night and things like that.

evde bir şişe şarap açan ve belki de her gece yarısını içen orta sınıf insanlar ve bunun gibi şeyler.

Of course, the French drink, but they're what

Tabii ki, Fransızlar içer, ama

the French are known for, being very moderate in their drinking.

Fransızlar içkilerinde çok ölçülü olmakla tanınırlar.

So they will have one or two glasses and they won't get obviously drunk.

Böylece bir veya iki bardak içerler ve açıkça sarhoş olmazlar.

Whereas for British people we tend to go mad and have loads of it and get completely drunk.

Oysa İngilizler için delirme, bir sürü şey içme ve tamamen sarhoş olma eğilimindeyiz.

It's just become a culture.

Sadece bir kültür haline geldi.

Yeah.

Evet. Birleşik

In, uh, in, in the UK, we're not part of that. So.

Krallık'ta biz bunun bir parçası değiliz. Bu yüzden.

Well, well, this is what I was going to lead on to.

Pekala, işte buna öncülük edecektim.

We don't really drink with.

Biz gerçekten içmiyoruz. Kendi

I've never thought to myself, I must have alcohol.

kendime hiç düşünmedim, alkol almalıyım.

I've never thought it as a child of course.

Çocukken hiç düşünmedim tabii.

Well, when I say a child, it does feel as if it was my childhood.

Çocuk deyince sanki benim çocukluğummuş gibi geliyor.

But when I was in my teenage years, 18, 19, and even my early twenties, I would

Ama gençlik yıllarımda, 18, 19 ve hatta yirmili yaşlarımın başındayken,

of course go for a little bit to the pub because that's normal for teenagers.

elbette biraz bara giderdim çünkü bu gençler için normal.

And then you sort of grow out of it as I did.

Ve sonra benim yaptığım gibi sen de bundan kurtuluyorsun.

So we didn't really drink alcohol at all.

Yani aslında hiç alkol içmedik.

But the other thing is the culture at work.

Ama diğer şey iş yerindeki kültür.

You see, I always found there's a culture in the UK of particularly if you go out with friends

Görüyorsunuz, Birleşik Krallık'ta her zaman, özellikle arkadaşlarınızla dışarı çıkarsanız

or even in work when you go to a

veya hatta işteyken

maybe a work party or I used to go on sales conferences a lot.

bir iş partisine gittiğinizde bir kültür olduğunu buldum veya eskiden çok satış konferanslarına giderdim.

There is this there is a lot of pressure in British culture to drink excessively.

İngiliz kültüründe aşırı içme konusunda çok fazla baskı var.

And I mean, I battled with this for years.

Ve demek istediğim, bununla yıllarca savaştım.

Every time I went to a sales meeting, probably about four times a year and probably three or four

Bir satış toplantısına her gittiğimde, muhtemelen yılda yaklaşık dört kez ve muhtemelen daha

of the smaller regional meetings,

küçük bölgesel toplantıların üç veya dördü,

The expectation was when we'd done the work

Beklenti, işi

in the evening, you would get drunk and it wasn't just one or two glasses,

akşam bitirdiğimizde, sarhoş olacağın ve bu sadece değildi bir iki kadeh,

it was the managers buying you drinks, trying to get you drunk.

sana içki ısmarlayan, sarhoş etmeye çalışan yöneticilerdi.

And I used to battle against I used to throw the drinks away or.

Ve içkileri çöpe atardım ya da karşı savaşırdım.

Or hide them. Yes. Because I just didn't want

Veya onları gizleyin. Evet. Çünkü

to feel awful the next day.

ertesi gün kendimi kötü hissetmek istemedim.

It's a type of it's a type of bonding

Bu bir tür bağ

that, yes, it was There is a lot of pressure in the UK.

, evet öyleydi Birleşik Krallık'ta çok fazla baskı var.

If you go out with groups of people or in the workplace to drink excessively and it's still then.

Eğer bir grup insanla dışarı çıkıyorsanız veya işyerinde aşırı içki içiyorsanız ve yine o zaman.

Well, I think it's starting to reduce now because I know in the company

Sanırım şimdi azalmaya başlıyor çünkü

I used to work for before, I've since found out now in all work meetings

daha önce çalıştığım şirkette biliyorum, o zamandan beri tüm iş toplantılarında

they don't buy any alcohol and that's and the reason is it's, it's

alkol almadıklarını öğrendim ve bu ve nedeni, bunun

corporate responsibility because if you get all your employees drunk

kurumsal olması sorumluluk çünkü tüm çalışanlarınızı sarhoş ederseniz

and then the next day they've got to drive back,

ve ertesi gün geri dönmek zorunda kalırlarsa,

then they could be driving illegally on the road.

o zaman yolda yasadışı bir şekilde araç kullanıyor olabilirler.

And I know people used to drive back in the UK,

Ve insanların Birleşik Krallık'a geri döndüklerini biliyorum,

they were still way over the limit the next day anyway.

yine de ertesi gün sınırın çok üzerindeydiler.

But yeah, I'm just saying it is, it is.

Ama evet, sadece öyle olduğunu söylüyorum, öyle.

There is pressure to drink in the UK when you go out

Birleşik Krallık'ta arkadaşlarınızla dışarı çıktığınızda

with friends or in company meetings.

veya şirket toplantılarında içki içme baskısı vardır.

Sadly, but then you go, Oh don't forget to give us a like by the way we can, we have a like

Yazık ama sonra gidiyorsun, Ah bu arada elimizden geldiğince bize de like atmayı unutma, bizde like

press the button.

butonuna bas. Kulağa

I know it sounds desperate and rather pathetic, but those lights really help.

umutsuz ve oldukça acıklı geldiğini biliyorum ama o ışıklar gerçekten yardımcı oluyor.

They really do, because maybe, maybe someone at YouTube

Gerçekten biliyorlar, çünkü belki, belki YouTube'daki biri

will will see me and they will go, Oh, that Mr.

beni görür ve "Ah, şu Bay

Duncan.

Duncan" derler.

He has quite a few likes.

Oldukça fazla beğenisi var.

We might actually let other people see him

Aslında diğer insanların onu YouTube'da görmesine izin verebiliriz

on YouTube.

.

That would be so nice.

Bu çok güzel olurdu.

So thank you once again to the YouTube algorithms

Bu yüzden, kimsenin beni görmediğinden emin oldukları için YouTube algoritmalarına bir kez daha teşekkür ederim

for making sure no one sees me at all.

.

Thank you. Thank you, Steve.

Teşekkür ederim. Teşekkürler Steve.

Also, after ever conflicts that were you don't have to move away from your computer screens.

Ayrıca, yaşadığınız çatışmalardan sonra bilgisayar ekranlarınızdan uzaklaşmanız gerekmez.

I haven't seen the news that apparently President Zelensky is in the UK.

Görünüşe göre Başkan Zelensky'nin Birleşik Krallık'ta olduğu haberini görmedim.

He is he's made a surprise trip.

O sürpriz bir yolculuk yaptı.

He was giving Prime Minister

Başbakan

Rishi Sunak a big warm hug.

Rishi Sunak'a sımsıcak bir kucak veriyordu. Boris Johnson'ı

He's he's going to very quickly forget all about Boris Johnson

çok çabuk unutacak

and then now Rishi, Rishi Sunak is going to be his new best friend.

ve şimdi Rishi, Rishi Sunak onun yeni en iyi arkadaşı olacak. Burada olanların şüphesiz olduğuna dair

I have a feeling that's what's happening here is no doubt.

bir his var içimde .

Take a few tanks back with him and he's in his aeroplane.

Yanına birkaç tank alın ve uçağında.

Maybe they're trying to smuggle.

Belki kaçakçılık yapmaya çalışıyorlardır.

Smuggle him through duty free. Yes.

Onu gümrükten muaf olarak kaçır. Evet.

Which I think he desperately needs at the moment.

Ki bence şu anda çok ihtiyacı var.

Anyway, we shouldn't be joking about that because that's also another one of those serious things

Her neyse, bu konuda şaka yapmamalıyız çünkü bu da dünyada olan ciddi şeylerden biri

going on in the world and once again, it's very easy to feel as if you want to do something.

ve bir kez daha, bir şeyler yapmak istiyormuş gibi hissetmek çok kolay.

You want to go there and maybe help,

Oraya gitmek ve belki yardım etmek istiyorsun

but it's it's quite risky.

ama bu oldukça riskli.

Quite, quite a few ex British soldiers

Pek çok eski İngiliz askeri,

have have gone out there to to help in the conflict.

çatışmaya yardım etmek için oraya gitti.

Quite a few of them have been killed.

Onlardan epey azı öldürüldü.

Well, most of them, unfortunately, have actually died Just just a couple of weeks ago.

Ne yazık ki çoğu sadece birkaç hafta önce öldü.

Two volunteers who went out there and they weren't fighting,

Oraya giden ve kavga etmeyen iki gönüllü,

they were just going out there supplying aid

oraya sadece yardım tedarik ediyor

and helping communities out there.

ve oradaki topluluklara yardım ediyorlardı.

And they were both shot heroes, really, these people going out, whether they're all heroes,

Ve ikisi de vurulmuş kahramandı, gerçekten, dışarı çıkan bu insanlar, hepsi kahraman olsun,

anybody battling to to stop somebody

birinin

invading that country is a hero.

o ülkeyi işgal etmesini durdurmak için savaşan herkes bir kahramandır.

Can I ask a question?

Bir soru sorabilir miyim?

Says, you know, it depends on what it is.

Diyor ki, bilirsin, ne olduğuna bağlı.

If it's if it's are you a couple of puffs

Eğer öyleyse, siz de

trying to do the same? Is it okay?

aynısını yapmaya çalışan birkaç puf musunuz? Tamam mı?

Well, that's all right.

Sorun değil.

It's okay.

Sorun değil.

It's a question I get asked quite a lot.

Bana oldukça fazla sorulan bir soru.

So they get So come on, Uma, do you have a question for us?

Haydi Uma, bize bir sorunun var mı?

Ask us your question and we will try.

Bize sorunuzu sorun, deneyelim.

I will try my best to growing a beard, says Giovanni.

Sakal bırakmak için elimden gelenin en iyisini yapacağım, diyor Giovanni.

No, today I was just very, very lazy.

Hayır, bugün sadece çok, çok tembeldim.

I could not be bothered to have a shave again.

Tekrar tıraş olma zahmetine katlanamazdım.

There you go.

İşte gidiyorsun.

Well, at least you get a good answer from me.

En azından benden iyi bir cevap alırsın.

I don't try to to pretend that I'm doing something else.

Başka bir şey yapıyormuşum gibi davranmaya çalışmıyorum.

So no, I didn't. I haven't. I haven't shaved today.

Yani hayır, yapmadım. bende yok Bugün tıraş olmadım.

It's all so busy preparing the livestream.

Hepsi canlı yayını hazırlamakla meşgul.

I just didn't have time.

Sadece zamanım yoktu.

I wasn't I was being very lazy today. I did.

Bugün çok tembel değildim. Yaptım.

I got up. I didn't want to do anything trying to help you there.

Kalktım. Orada sana yardım etmek için hiçbir şey yapmak istemedim.

But at the moment I was looking out the window.

Ama şu anda pencereden dışarı bakıyordum.

It was frosty, it was cold.

Ayazdı, soğuktu.

And then I was looking at the news, the news stories on the Internet,

Sonra internetteki haberlere, haberlere bakıyordum

and it was all terrible, terrible news about what's happening in Turkey.

ve hepsi Türkiye'de olup bitenlerle ilgili korkunç, korkunç haberlerdi.

And to be honest, I just wanted to go back to bed.

Ve dürüst olmak gerekirse, sadece yatağa geri dönmek istiyordum.

I'm sure you felt like that in the past.

Eminim geçmişte böyle hissetmişsinizdir.

You just feel like going back to bed.

Sadece yatağa geri dönmek gibi hissediyorsun.

Shall we tell them what happened yesterday?

Onlara dün olanları anlatalım mı?

Mr. Steve.

Bay Steve.

Mr. Steve was supposed to go out last night.

Bay Steve'in dün gece dışarı çıkması gerekiyordu.

Well, he did go out, but he had a slight problem before then,

Dışarı çıktı ama ondan önce ufak bir sorunu vardı

and that was we decided to have a little nap.

ve biz de biraz kestirmeye karar verdik.

Unfortunately, on nap became a two hour sleep

Ne yazık ki şekerleme iki saatlik bir uyku haline geldi

and when we woke up it was dark.

ve uyandığımızda hava karanlıktı.

We had no idea where we were, what day of the week it was.

Nerede olduğumuz, haftanın hangi günü olduğumuz hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.

And then Mr.

Ve sonra Bay

Steve suddenly realised he had to be out of the house in 15 minutes.

Steve aniden 15 dakika içinde evden çıkması gerektiğini fark etti.

So. So we slightly overslept during our nap yesterday.

Bu yüzden. Bu yüzden dünkü şekerlememizde biraz fazla uyuduk.

So that was it was quite funny and fascinating.

Yani oldukça komik ve büyüleyiciydi. Bugünün hangi gün olduğunu anlamaya

It was funny watching you try to work out what day is it, and even I had no idea.

çalışmanı izlemek komikti ve benim bile hiçbir fikrim yoktu.

Have you ever done that falling asleep in the afternoon, woken up and you're

Hiç öğleden sonra uykuya dalmak için bunu yaptın mı, uyandın mı ve aklın

all disorientated, You don't know where you are, you don't know what time it is, what day it is,

karıştı, nerede olduğunu bilmiyorsun, saatin kaç olduğunu, hangi gün olduğunu bilmiyorsun

and then you suddenly realise you've got to be somewhere

ve sonra birdenbire kendini fark ettin mi?

in a very short time.

Çok kısa bir süre içinde bir yerde olmalıyım.

So it sort of makes you a bit

Yani bu sizi biraz

disorientated, a bit panicky, but yes,

şaşırtır, biraz paniğe kaptırır, ama evet,

Yes, sir.

evet, efendim.

Giovanni That's a very direct confession.

Giovanni Bu çok doğrudan bir itiraf.

Yeah. Oh, yeah.

Evet. Ah evet.

Well, there we go. That's a confession,

İşte başlıyoruz. Bu,

which is of course, the theme of today's live stream.

elbette bugünkü canlı yayının konusu olan bir itiraf.

We are talking all about confessions.

Hepimiz itiraflardan bahsediyoruz.

I think sometimes it is good

Bazen

to confess to something especially.

özellikle bir şeyi itiraf etmenin iyi olduğunu düşünüyorum.

Well, I suppose it depends what it is. If you've.

Şey, sanırım ne olduğuna bağlı. Eğer yaptıysan

If you killed your next door neighbour and buried them in the back garden,

Yan komşunuzu öldürüp arka bahçeye gömdüyseniz,

then maybe you will try to hide that for as long as you can,

o zaman belki bunu elinizden geldiğince saklamaya çalışırsınız,

but you can only hide it for so many years or

ancak bunu ancak şu kadar yıl veya

so much time because you might be worried about it and feel bad about it.

şu kadar süre saklayabilirsiniz çünkü endişelenebilirsiniz. ve bu konuda kötü hissediyorum. Bu

It is. It is on your conscience.

. Bu senin vicdanına kalmış.

So sometimes you have to confess or just say

Bu yüzden bazen itiraf etmelisin ya da

that you did something in the past that you feel bad about.

geçmişte kendini kötü hissettiğin bir şey yaptığını söylemelisin.

It might not be a bad thing.

Kötü bir şey olmayabilir.

It doesn't have to be murder.

Bunun cinayet olması gerekmiyor.

It can be just something that you you did.

Bu sadece senin yaptığın bir şey olabilir.

And then afterwards you regretted it and you feel bad about it.

Sonra pişman olursun ve bu konuda kendini kötü hissedersin.

And sometimes confessing something, saying

Ve bazen bir şeyi itiraf etmek,

that you've done something in the past.

geçmişte bir şey yaptığını söylemek.

So come on, you might you enough

O halde hadi, gücün yettiğince

you umina please ask your question.

lütfen sorunuzu sorun.

It's not a problem.

Problem değil.

You haven't you haven't talked about the live chat yet.

Henüz canlı sohbet hakkında konuşmadınız.

Mr. Duncan.

Bay Duncan.

We have the live chat.

Canlı sohbetimiz var.

Can I say congratulations once again to Vitesse?

Vitesse'yi bir kez daha tebrik edebilir miyim?

Vitesse, you are first once again on today's live chat.

Vitesse, bugünün canlı sohbetinde bir kez daha birincisin.

Well done.

Tebrikler.

The Champions.

Şampiyonlar.

The champions, St Louis. Today is lows here.

Şampiyonlar, St Louis. Bugün burada düşükler.

I don't think Louis is on today and Claudio is busy with something in her life as well.

Louis'in bugün müsait olduğunu ve Claudio'nun da hayatında bir şeylerle meşgul olduğunu sanmıyorum.

So I don't think Claudia is set actually is here.

Bu yüzden Claudia'nın hazır olduğunu sanmıyorum aslında burada.

She's cooking.

Yemek yapıyor.

I don't think Louis is here at the moment.

Louis'nin şu anda burada olduğunu sanmıyorum.

I haven't seen Louis.

Louis'i görmedim.

No, I don't think he's here today.

Hayır, bugün burada olduğunu sanmıyorum.

Claudia is cooking meatballs.

Claudia köfte pişiriyor.

Oh, I think she said.

Ah, sanırım dedi.

And her brother's taking care of personal matters for her.

Ve erkek kardeşi onun için kişisel meselelerle ilgileniyor.

I said she's at home cooking at the moment.

Şu an evde yemek yapıyor dedim.

Meatball. Yes.

Köfte. Evet.

That's one of your favourites.

Bu senin favorilerinden biri.

I do like some meatballs. Sure.

Bazı köfteleri severim. Elbette.

It was meatballs that Claudia said that she was cooking.

Claudia'nın pişirdiğini söylediği şey köfteydi.

Especially Italian Italian meatballs

Özellikle spagetti ile İtalyan İtalyan köftesi

with spaghetti and that rich, thick

ve patatesli zengin, kalın

tomato sauce with potatoes.

domates sosu.

Oh, my God. Baked potatoes with meatballs.

Aman Tanrım. Köfte ile fırında patates.

You're going to make somebody a wonderful wife.

Birini harika bir eş yapacaksın.

Yeah, I'm a bit jealous.

Evet, biraz kıskancım.

Oh, apparently Lewis Mendez.

Oh, görünüşe göre Lewis Mendez.

Or should I say Lewis?

Yoksa Lewis mi demeliydim?

Lewis Mendez is travelling to Brittany,

Lewis Mendez Brittany'ye seyahat ediyor

and that is where my family originated from.

ve ailemin geldiği yer orası.

So my family on my father's side originated from Brittany.

Yani baba tarafımdaki ailem Brittany kökenliydi.

And there are still people living in that place in that part of France

Ve hala Fransa'nın o bölgesinde

who have my name, my, my, my actual French name.

benim adıma, benim, benim, benim gerçek Fransız adıma sahip o yerde yaşayan insanlar var.

Oh, When we go to Paris, we'll have to we'll have to

Oh, Paris'e gittiğimizde,

go to Brittany on the way and see if we can find any of your long lost relatives.

yolda Brittany'ye gitmemiz gerekecek ve uzun süredir kayıp olan akrabalarından herhangi birini bulabilecek miyiz bir bakacağız.

Mr. Duncan, I don't think that's going to happen.

Bay Duncan, bunun olacağını sanmıyorum.

You at least look for people that look like you might be lots

En azından

of lots of very tall, slim people walking around.

etrafta dolaşan bir sürü çok uzun, ince insan gibi görünen insanları ararsın.

Brittany, do you know exactly where they come from?

Brittany, tam olarak nereden geldiklerini biliyor musun?

Yes, there were people actually on Facebook.

Evet, aslında Facebook'ta insanlar vardı.

Really? Yes.

Gerçekten mi? Evet.

My mother tracked down several people

Annem,

who live in France and parts of Brittany.

Fransa'da ve Brittany'nin bazı bölgelerinde yaşayan birkaç kişinin izini sürdü.

And yes, they were on her friends list.

Ve evet, onun arkadaş listesindeydiler.

My mother's friends list. So.

Annemin arkadaş listesi. Bu yüzden.

Yes. Oh, yeah. Oh, family.

Evet. Ah evet. Ah, aile.

Oh, family is spread across France on my father's side.

Oh, aile babamın yanında Fransa'nın dört bir yanına dağılmış durumda.

But do you know, could you actually pinpoint them now? Yes.

Ama biliyor musun, şimdi onları tam olarak saptayabilir misin ? Evet.

Right. Okay.

They're on my mother's friends lists, but why don't we find it?

Sağ. Tamam aşkım.

Annemin arkadaş listelerindeler ama neden onu bulamıyoruz?

We tracked them down, Mr.

Onların izini sürdük Bay

Duncan, and do what we might of free holidays to France and Disney.

Duncan ve elimizden geldiğince Fransa ve Disney'e bedava tatiller yaptık.

You know, they might, but they might.

Biliyorsun, olabilirler, ama olabilirler.

They might not want to know us because, you know, we're British.

Bizi tanımak istemeyebilirler çünkü biz İngiliziz.

We are just scum Now, to the rest of your family.

Şimdi, ailenin geri kalanı için sadece bir pisliğiz.

Family.

Aile.

The bonds between families are very, very tight, very strong, I have to say.

Aileler arasındaki bağlar çok, çok sıkı, çok güçlü, söylemeliyim.

And anyway, you voted to remain so you can make that very clear to them.

Ve her neyse, bunu onlara açıkça belirtmek için kalmaya oy verdin.

How do you prove that?

Bunu nasıl kanıtlarsın?

But I don't think you have to prove it. Yeah.

Ama kanıtlamak zorunda olduğunu düşünmüyorum. Evet.

Anyway, what I was going to say when stayed in Paris,

Her neyse, Paris'te kaldığımda ne söyleyecektim,

everyone at the hotel we were staying at because it was a special gift for Mr.

kaldığımız oteldeki herkes, işvereninden Steve Bey'e özel bir hediye olduğu için

Steve from his employer.

.

Everyone got my real last name right.

Herkes gerçek soyadımı doğru bildi.

They all said it correctly Here in the UK.

Hepsi doğru söyledi Burada Birleşik Krallık'ta.

In England, no one ever says my real name correctly.

İngiltere'de kimse gerçek adımı doğru söylemez.

No one ever does it. You, Ms..

Bunu kimse yapmaz. Siz, Bayan..

Question is, is it true that American people don't understand British English?

Soru şu ki, Amerikan halkının İngiliz İngilizcesini anlamadığı doğru mu?

It is a load of rubbish.

Bu bir çöp yükü.

No, they it isn't true.

Hayır, onlar doğru değil.

They understand British English.

İngiliz İngilizcesini anlarlar.

Yes, it's it's one of these things that over the years has been created as a myth.

Evet, yıllar içinde bir efsane olarak yaratılan bu şeylerden biri.

And the reason why I know that is because I can watch

Ve bunu bilmemin nedeni, Amerika

television programmes from the United States and I can understand what they're saying.

Birleşik Devletleri'ndeki televizyon programlarını izleyebilmem ve ne dediklerini anlayabilmem.

And most of our programmes come from the United States.

Ve programlarımızın çoğu ABD'den geliyor.

Certainly most of the programmes we've watched, most of the comedy has to do

Kesinlikle izlediğimiz programların çoğu, komedinin çoğunu yapmak zorunda

because it looks he's coming down with cable.

çünkü öyle görünüyor ki kablolu yayından iniyor.

Okay, that can just draw attention to it.

Tamam, bu sadece dikkatleri üzerine çekebilir.

Go on.

Devam et.

Mr. Juncker's in a funny mood today,

Bay Juncker bugün çok komik bir ruh halinde,

so yeah, British people can understand.

yani evet, İngilizler anlayabilir.

American and American can understand British people.

Amerikalı ve Amerikalı, İngilizleri anlayabilir.

They might be the I don't think there's

Onlar olabilir bence hiçbir

there's no problem whatsoever.

sorun yok.

No, there isn't.

Hayır, yok.

It's one of these silly things.

Bu aptalca şeylerden biri.

It's the same language, the accents different. Yes.

Aynı dil, aksanlar farklı. Evet.

And some of the odd words like who'd

Ve bir araba kaportasına kim razı olur gibi bazı garip kelimeler

okay in on a car bonnet. Yes.

. Evet.

But that's just different words. I know. That's what I'm saying.

Ama bu sadece farklı kelimeler. Biliyorum. Benim dediğim de o.

There's no different word.

Farklı bir kelime yok.

But generally you can understand everything. That's it.

Ama genel olarak her şeyi anlayabilirsiniz. Bu kadar.

And the American is saying it's just a question of the accent.

Ve Amerikalı bunun sadece bir aksan meselesi olduğunu söylüyor.

It's just like in the UK, Scottish people speak English,

Tıpkı Birleşik Krallık'ta olduğu gibi, İskoçlar İngilizce konuşur,

but the accent is difficult to understand sometimes.

ancak aksanı bazen anlamak zordur.

So it's all a question of accent.

Yani her şey bir aksan meselesi.

So British English, American English is English.

Yani İngiliz İngilizcesi, Amerikan İngilizcesi İngilizcedir.

There is only one.

Sadece bir tane var.

And I know I say this a lot of times and people still don't listen to me.

Bunu birçok kez söylediğimi ve insanların hala beni dinlemediğini biliyorum.

One There is only one English language.

Bir Yalnızca bir İngilizce dili vardır.

I have to say it again and again.

Tekrar tekrar söylemek zorundayım.

There is only one English language.

Sadece bir İngiliz dili vardır.

Yes, that.

Evet bu.

But there are many variations with small differences like spelling.

Ancak yazım gibi küçük farklılıklar içeren birçok varyasyon vardır .

And sometimes words mean different things, but no, it's not true.

Ve bazen kelimeler farklı şeyler ifade eder ama hayır, bu doğru değil.

It's just a question of that accent, isn't it?

Bu sadece bir aksan meselesi, değil mi?

That's all it is.

Hepsi bu kadar. Cümlelerde

It's English with an American accent in sentences, everything's exactly the same.

Amerikan aksanıyla İngilizce , her şey tıpatıp aynı.

But. But.

Ancak. Ancak.

But you're right.

Asking if it's British that people can't understand in America. So.

Ama sen haklısın.

Amerika'da insanların anlayamadığı şeyin İngiliz olup olmadığını sormak. Bu yüzden.

No, it's not true.

Hayır, bu doğru değil.

It's not true. They love the British accent. In America.

Bu doğru değil. İngiliz aksanını seviyorlar. Amerikada.

They find it very slight.

Bunu çok hafif buluyorlar.

Absolutely Love it if you go to they love to listen to the British accent,

Kesinlikle bayılırım giderseniz İngiliz aksanını dinlemeye bayılırlar,

whereas British people

halbuki İngilizler

generally aren't keen on an American accent.

genelde Amerikan aksanına pek sıcak bakmazlar.

But that's why we get a lot of tourism from from America.

Ama bu yüzden Amerika'dan çok fazla turizm alıyoruz .

They love to listen to the British accent.

İngiliz aksanını dinlemeyi severler.

But yeah, they can understand it perfectly

Ama evet, gayet

well because it's all the same words, just a different accent, that's all.

iyi anlıyorlar çünkü hepsi aynı kelimeler, sadece farklı bir aksan, hepsi bu.

Giovanni remembers when we did the live stream next to the Eiffel Tower.

Giovanni, Eyfel Kulesi'nin yanında canlı yayın yaptığımız zamanı hatırlıyor.

Yes, we did.

Evet yaptık.

That was a very strange moment because I wasn't sure if it was going to work.

Bu çok tuhaf bir andı çünkü işe yarayıp yaramayacağından emin değildim.

And then it did work and we had a little bit of success with that.

Sonra işe yaradı ve bununla biraz başarılı olduk.

So that was it. Yes.

Demek o kadardı. Evet.

Well remembered.

İyi hatırladım.

Well remembered.

İyi hatırladım.

Oh, we have Bella here.

Oh, burada Bella var.

Hello, Bella. It's nice to see you.

Merhaba Bella. Seni görmek güzel.

Well, no, I can't remember the last time I saw you here.

Hayır, seni en son ne zaman burada gördüğümü hatırlayamıyorum.

Bella.

Bella used to be one of our very regular live stream

Bella.

Bella,

devotees when we first started doing live streams.

canlı yayın yapmaya ilk başladığımızda çok düzenli canlı yayın tutkunlarımızdan biriydi.

But lovely to have you back.

Ama geri dönmene sevindim.

One asks.

Biri sorar.

Are you sick? No, just a bit of a bit of a cough.

Hasta mısın? Hayır, sadece biraz öksürük.

Yeah, it's dry in here. Dry.

Evet, burası kuru. Kuru.

The problem You have to remember the environment in the studio

Sorun Stüdyo şovundaki ortamın

show is incredibly dry and it does dry my throat

inanılmaz derecede kuru olduğunu ve boğazımı kuruttuğunu hatırlamanız gerekiyor

because I've been here all morning trying to sort all of this out.

çünkü bütün sabah burada bunların hepsini halletmeye çalıştım.

I think I pronounce your name correctly, Juan.

Sanırım adını doğru telaffuz ediyorum, Juan.

Is that correct? I think I've done that same thing that.

Bu doğru mu? Sanırım ben de aynı şeyi yaptım.

What about you from

Peki ya

South America, Mexico, somewhere like that.

Güney Amerika'dan, Meksika'dan, öyle bir yerden?

Please tell us. We'd like to know.

Lütfen bize bildirin. Bilmek isteriz. Bizi izleyen

We always like to know where all the people are that watch us.

tüm insanların nerede olduğunu her zaman bilmek isteriz .

I am a bit I am a bit grumpy today.

Bugün biraz huysuzum biraz.

You are Mr. Duncan's grumpy today.

Bugün Bay Duncan'ın huysuzu sizsiniz.

Oh, by the way, there is a new English lesson on my YouTube channel.

Ha bu arada YouTube kanalımda yeni bir İngilizce dersi var.

I posted it at the start of the week and.

Hafta başında yayınladım ve.

Very few people have watched it, but I'd just like to say now there is a new English lesson.

Çok az kişi izlemiştir ama artık yeni bir İngilizce dersi olduğunu söylemek isterim.

I know YouTube

YouTube'un

has now decided that I am just trash, but it's fair

artık sadece bir çöp olduğuma karar verdiğini biliyorum, ancak bu adil

and the link is also below this video.

ve bağlantı da bu videonun altında.

So I have made a new English lesson.

Bu yüzden yeni bir İngilizce dersi yaptım.

But most, most people haven't actually found it because

Ama çoğu, çoğu insan bunu gerçekten bulmadı çünkü

because you know you English lesson please much Mr.

siz İngilizce dersini bildiğiniz için lütfen Bay

Donkeys do lesson.

Eşekler ders veriyor.

Yes Town mayor says that the Scots the Welsh

Yes Town belediye başkanı, Galli İskoçların

don't like to call themselves English people.

kendilerine İngiliz demekten hoşlanmadıklarını söylüyor.

No, that's true. They're not English.

Hayır, bu doğru. İngiliz değiller.

I know.

Biliyorum.

And I was just about to explain that. Mr. Duncan.

Ben de tam bunu açıklamak üzereydim. Bay Duncan.

No, Welsh people are Welsh, Scottish people are Scottish.

Hayır, Galli insanlar Gallidir, İskoçlar İskoçtur.

And they that's how they like to identify English.

Ve İngilizceyi bu şekilde tanımlamayı seviyorlar.

People are just from England.

İnsanlar sadece İngiltere'den.

Yes, which is doesn't include Scotland and Wales.

Evet, buna İskoçya ve Galler dahil değil.

But I think what maybe maybe the thing they don't want to admit to is being British. Yes.

Ama belki de kabul etmek istemedikleri şey İngiliz olmalarıdır diye düşünüyorum. Evet.

Because they wouldn't be British.

Çünkü İngiliz olmayacaklardı.

So British takes all of those different countries

Yani İngilizler tüm bu farklı ülkeleri

Wales, England, Scotland and also a little piece of

Galler, İngiltere, İskoçya ve ayrıca İrlanda'nın küçük bir parçasını da alıyor

Ireland as well.

.

And and I think that's the one that's the one

Ve bence bu,

a lot of people don't want to be associated with.

birçok insanın ilişkilendirilmek istemediği kişi.

So English people are English, Welsh people are Welsh,

Yani İngilizler İngiliz'dir, Gallerliler Galli'dir,

they live in Wales and Scottish people

Galler'de yaşarlar ve İskoçlar

or Scots, they live in Scotland.

veya İskoçlar, İskoçya'da yaşarlar.

So yes, and even CORNISH people, as Palmira says,

Yani evet ve hatta Palmira'nın dediği gibi CORNISH insanları,

Yes, you people from the South.

Evet, siz Güneyli insanlar.

CORNISH People tend to think that they're almost not part of the UK as well.

CORNISH İnsanlar, Birleşik Krallık'ın neredeyse bir parçası olmadıklarını düşünme eğilimindedir.

They like to think of themselves as. CORNISH People.

Kendilerini öyle düşünmeyi severler. CORNISH İnsanlar.

Yeah, I think you are right there.

Evet, sanırım tam oradasın.

They don't like to call themselves English.

Kendilerine İngiliz demeyi sevmiyorlar.

They probably like to call themselves.

Muhtemelen kendilerini aramayı severler.

CORNISH Even though they are in England,

CORNISH İngiltere'de olmalarına rağmen,

it's just sort of little tribes that go back thousands of years.

binlerce yıl öncesine dayanan bir tür küçük kabileler.

But yeah, certainly there is that distinction between an English person

Ama evet, kesinlikle bir İngiliz

and an a British person that,

ile bir İngiliz arasında öyle bir ayrım var ki,

yeah, from all point of view, it doesn't bother me, to be honest.

evet, her açıdan, dürüst olmak gerekirse bu beni rahatsız etmiyor.

I never think well, I never think I'm British, I never think I'm English.

Asla iyi düşünemiyorum, asla İngiliz olduğumu düşünmüyorum, asla İngiliz olduğumu düşünmüyorum.

I never think to myself as I go to sleep at night, Oh, I'm British.

Geceleri uyurken asla kendi kendime " Oh, ben İngilizim" diye düşünmem.

I'm going to have British dreams.

İngiliz rüyaları göreceğim.

Yeah, it's just you get this.

Evet, sadece sen anladın.

You probably get this in parts of France and all parts of the world.

Muhtemelen bunu Fransa'nın bazı bölgelerinde ve dünyanın her yerinde alıyorsunuz.

I would imagine that there are areas where people like to identify

İnsanların, tabiri

with the different sort of tribe, so to speak, of.

caizse, farklı türden kabilelerle özdeşleşmekten hoşlandıkları alanlar olduğunu hayal ediyorum.

They've got, you know, particularly Welsh people.

Biliyorsunuz, özellikle Galli insanlar var. İngilizlerde Galli ve İskoçlar arasında

There's always a lot of history between the Welsh and the Scots in the English.

her zaman pek çok tarih vardır .

They've always had wars and a lot of conflict going back sort of hundreds of years.

Her zaman savaşları ve yüzlerce yıl öncesine dayanan birçok çatışmaları oldu.

Yes, well there's still parts of England and Wales that are contested.

Evet, İngiltere ve Galler'in hala tartışmalı olan bazı bölgeleri var .

Did you know that there is there is still a part of England and Wales that is

İngiltere ve Galler'in hala bir kısmının olduğunu biliyor muydunuz, yani

that is kind of almost in no man's land.

neredeyse hiç kimsenin olmadığı topraklarda.

And we call them the marches, the Welsh marches,

Ve biz onlara yürüyüşler, Galler yürüyüşleri diyoruz

and that is the land that was heavily disputed

ve bu, çok tartışmalı olan topraklar

and that and it still exists now,

ve şu anda hala var,

they still call it the Welsh marches.

onlar buna hala Galler yürüyüşleri diyorlar.

Yes, because basically you see the problem with with Wales and Scotland

Evet, çünkü temelde Galler ve İskoçya ile ilgili sorunun

is that England effectively beat them.

İngiltere'nin onları etkili bir şekilde yenmesi olduğunu görüyorsunuz.

But you know, when we were all warring hundreds of years ago, I don't even know when it was

Ama biliyorsunuz, yüzlerce yıl önce hepimiz savaşırken, şimdi ne zaman olduğunu bile bilmiyorum,

now, hundreds of years ago, the wars between the Scots and the English and the Welsh and the English. And

yüzlerce yıl önce, İskoçlar ve İngilizler ve Galler ve İngilizler arasındaki savaşlar. Ve orada

there's a lot of history

çok fazla tarih

there and a lot of resentment going back hundreds of years.

ve yüzlerce yıl geriye giden bir çok kırgınlık var .

You know, people are still hate the English

Biliyorsunuz, insanlar insanları ilgilendirdiği için yaptıklarından dolayı insanlar hala İngilizlerden nefret ediyor

because of what they what they did as people involves people.

.

I suppose it's a bit like the, the strange relationship

Sanırım bu biraz Birleşik

between the UK or England and French.

Krallık veya İngiltere ve Fransa arasındaki garip ilişkiye benziyor.

Yes. As well.

Evet. İlave olarak.

So that's always something that that is brought up now in the game.

Yani bu her zaman oyunda ortaya çıkan bir şeydir .

Anyway, enough of that.

Her neyse, bu kadar yeter.

We've talked about a lot of gloom and doom today.

Bugün pek çok kasvet ve kıyamet hakkında konuştuk.

There was this case.

Bu dava vardı.

Steve, can I just get to the end of that sentence?

Steve, şu cümlenin sonuna gelebilir miyim?

I was saying that like a lot of doom and gloom, but we will try to cheer you up. Yes.

Bunu bir çok kıyamet ve kasvet gibi söylüyordum ama sizi neşelendirmeye çalışacağız. Evet.

So if you are having anxiety attacks, we hope you don't get them on this channel.

Bu nedenle, anksiyete atakları yaşıyorsanız, umarız onları bu kanalda kapmazsınız.

I'm having one.

Ben bir tane alıyorum.

Okay. I'm having one now.

Tamam aşkım. Şimdi bir tane alıyorum.

So can we say hello to Luis Méndez?

Luis Méndez'e merhaba diyebilir miyiz?

Hello, Luis. How is Brittany?

Merhaba Luis. Britanya nasıl?

Are you now in?

Şimdi var mısın?

Brittany, Are you there or are you still on your way?

Brittany, orada mısın yoksa hala yolda mısın?

And have you come across any of Mr.

Bay Duncan'ın uzak akrabalarından birine rastladınız mı

Duncan's long distant relatives?

?

I've got lots of relatives living there.

Orada yaşayan birçok akrabam var.

Have a look around in the street, in the in the in the bars, in the restaurants.

Sokaklara, barlara, restoranlara bir bakın. Bay

Is that anybody looking a bit like Mr. Duncan?

Duncan'a biraz benzeyen biri mi?

And in which case you can take and identify his family.

Ve bu durumda ailesini alıp teşhis edebilirsiniz.

There might be there might be a lot of inbreeding going on there.

Orada çok fazla akrabalı yetiştirme olabilir.

So they probably will look like this.

Yani muhtemelen böyle görünecekler.

Yes. Bella says, What do we know about Ireland?

Evet. Bella, İrlanda hakkında ne biliyoruz?

But a lot of people don't realise Ireland is split into two separate parts.

Ancak birçok insan, İrlanda'nın iki ayrı parçaya bölündüğünün farkında değil.

Northern Ireland, which is part of the UK

İngiltere'nin bir parçası olan Kuzey İrlanda

and Southern Ireland, which is a completely separate country.

ve tamamen ayrı bir ülke olan Güney İrlanda.

And even people that live here don't realise

Ve burada yaşayan insanlar bile

that completely separate because Southern Ireland is part of the EU still,

bunun tamamen ayrı olduğunun farkında değiller çünkü Güney İrlanda hala AB'nin bir parçası,

whereas Northern Ireland after Brexit

oysa Brexit'ten sonra Kuzey İrlanda Birleşik

is with the UK and the split from Europe.

Krallık'la birlikte ve Avrupa'dan ayrılıyor.

So yes, separate government, everything.

Yani evet, ayrı hükümet, her şey.

It was with the UK before Brexit though

Brexit'ten önce İngiltere ile birlikteydi, ancak

Northern Ireland is just part of the United Kingdom.

Kuzey İrlanda Birleşik Krallık'ın sadece bir parçası.

Yes, that's what I say and I always thought so.

Evet, bunu söylüyorum ve hep öyle düşündüm.

I don't mind putting my hand up sometimes and pleading ignorance, but I didn't realise that

Bazen elimi kaldırıp cahilliğimi savunmakta bir sakınca görmüyorum ama

the divide between Northern Ireland

Kuzey İrlanda

and the rest of Ireland was was only made just after the Second World War.

ile İrlanda'nın geri kalanı arasındaki ayrımın ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra yapıldığının farkında değildim.

So a lot of a lot of bad history.

Yani pek çok kötü geçmiş.

Oh, sorry, I've got that wrong.

Ah, pardon, yanlış anladım.

I think it was the First World War.

Sanırım Birinci Dünya Savaşıydı.

I beg your pardon.

Affınıza sığınırım.

So, so these, these, these differences,

Yani, bunlar, bunlar, bu farklılıklar,

you always imagine that they took place a long, long time ago.

her zaman onların çok çok uzun zaman önce gerçekleştiğini hayal edersiniz .

But there's always been a lot of

Ama her zaman kendimi iptal ettirmeden aradığım bir sürü kelime oldu

what's the word I'm looking for without getting myself cancelled.

.

Hostility. Yes.

Düşmanlık. Evet.

And a lot of it, of course, is down to our old friend

Ve tabii ki çoğu eski dost dinimize bağlı

religion, the Catholics

, Katolikler

and Protestants disagreeing because one wants to say

ve Protestanlar aynı fikirde değiller çünkü biri

hello to their man in the sky and the other one says, Well, that's my man in the sky.

gökteki adamlarına merhaba demek isterken diğeri, " İşte bu benim gökteki adamım" diyor.

It's not your man in the sky, it's mine.

Gökyüzündeki adam senin değil, benim.

And then they start fighting and killing each other.

Ve sonra savaşmaya ve birbirlerini öldürmeye başlarlar.

And so that's still going on now. Is it religion? Great.

Ve bu şimdi hala devam ediyor. Din mi? Harika.

And yeah, this particular animosity between between Ireland and

Ve evet, İrlanda

and England, I mean there is with Scotland

ve İngiltere arasındaki bu özel husumet, yani İskoçya

and, and Wales but they sort of

ve Galler arasında var ama artık bunu bir şekilde aştılar

got over it now, but parts of Ireland certainly haven't as well.

, ama İrlanda'nın bazı bölgeleri kesinlikle o kadar iyi değil.

It's much more raw isn't it.

Çok daha çiğ değil mi?

That's the controversy.

Tartışma bu.

Well they have no they have no government at the moment that their government is still in chaos.

Eh, hayır, hükümetleri yok, şu anda hükümetleri hala kaos içinde.

And this is this has happened because of Brexit,

Ve bu, Brexit yüzünden oldu,

because Ireland wants to go to Europe.

çünkü İrlanda Avrupa'ya gitmek istiyor.

And the other bit that we have is forced

Ve sahip olduğumuz diğer bit,

to stay with us for from leaving.

gitmemek için bizimle kalmak zorunda kalıyor.

So we're leaving. You see, we've left Europe.

Yani gidiyoruz. Görüyorsunuz, Avrupa'dan ayrıldık.

So it's caused a lot of those those ill feeling from years ago.

Bu yüzden, yıllar öncesinden gelen birçok kişinin hasta hissetmesine neden oldu.

It's all sort of come back again.

Her şey bir şekilde tekrar geri geldi.

So let's hope it doesn't get too far.

O yüzden çok uzağa gitmediğini umalım.

Yes. Anyway, it's nice to see you here, Louis.

Evet. Her neyse, seni burada görmek güzel, Louis.

For a 300 mile drive. 300 miles? Yes.

300 mil sürüş için. 300 mil mi? Evet.

Oh, for

one. Wonder you're tired.

Bir kere. Merak ediyorum, yorgunsun.

What did you drive yourself? Yes.

Kendin ne sürdün? Evet.

Did you drive? Were you actually did you drive to 300 miles?

Sürdün mü? Gerçekten 300 mil sürdün mü?

It was somebody was somebody driving for you?

Biri senin için mi araba kullanıyordu?

Were you a passenger? I hope somebody was driving you.

yolcu muydun Umarım biri seni kullanıyordu.

Were you actually driving off?

Gerçekten gidiyor muydunuz?

So I'm very, very impressed.

Bu yüzden çok ama çok etkilendim.

300 miles.

300 mil.

You couldn't have done that in a in an electric car.

Bunu elektrikli bir arabada yapamazdın.

Okay. Okay.

Tamam aşkım. Tamam aşkım.

Now we know how we go.

Şimdi nasıl gideceğimizi biliyoruz.

Yes, exactly.

Evet kesinlikle.

Oh, by the way, on Sunday, something nice.

Oh, bu arada, pazar günü güzel bir şey.

So we've had a lot of doom and gloom today, something nice.

Bu yüzden bugün çok fazla karamsarlık yaşadık, güzel bir şey.

After we did our livestream on Sunday,

Pazar günü canlı yayınımızı yaptıktan sonra

we had the most amazing sunset.

en muhteşem gün batımını yaşadık.

Would you like to see it?

Görmek istermisin?

Because I did film a very short video clip from the window at the top of the stairs.

Çünkü merdivenlerin başındaki pencereden çok kısa bir video klip çektim.

Here it is. It's coming up right now.

İşte burada. Hemen geliyor.

Look at that.

Şuna bak.

Now, I haven't made any changes to that video.

Şimdi, o videoda herhangi bir değişiklik yapmadım.

The colour and everything is exactly how it looked.

Renk ve her şey tam olarak göründüğü gibi. İşte

So there it is.

orada.

That was the sunset that we have the other night on Sunday.

Geçen Pazar günü sahip olduğumuz gün batımı buydu.

And the sunset was so amazing.

Ve gün batımı çok muhteşemdi.

It was even trending on Twitter.

Twitter'da bile gündem oldu.

Everyone was posting their pictures

Herkes

of Sunday nights or Sunday evenings sunset.

pazar akşamları ya da pazar akşamları gün batımı resimlerini yayınlıyordu.

And that is my effort for from the top of the stairs in the house.

Ve bu benim evdeki merdivenlerin tepesinden çabam.

It's amazing.

Bu harika.

Looking over towards Wales, interestingly enough, and as we say in the UK,

Galler'e doğru bakınca, yeterince ilginç ve Birleşik Krallık'ta dediğimiz gibi,

there's a saying red sky at night shepherd's delight

gece çobanının keyfi için kırmızı gökyüzü diye bir söz var

and that's referring to the fact that

ve

I don't know if there's any actual validity to this, but if the red is the sky is red at night,

bu, bunun gerçek bir geçerliliği olup olmadığını bilmediğim gerçeğine atıfta bulunuyor, ancak eğer kırmızı Geceleri gökyüzü kırmızıdır,

it's generally assumed that the weather will be good the next day.

genellikle ertesi gün havanın iyi olacağı varsayılır .

It seems to be a sort of

historical sort of sign that the weather is good.

Havanın iyi olduğuna dair bir tür tarihi işaret gibi görünüyor.

Red sky at night, shepherds.

Geceleri kızıl gökyüzü, çobanlar.

So it must go back a long way when shepherds would be pleased.

Bu yüzden çobanların memnun olacağı zamanlar çok eskilere gitmeli .

It'll be nice weather.

Güzel bir hava olacak.

They're not begging them to be standing there in the pouring rain.

Sağanak yağmurda orada durmaları için onlara yalvarmıyorlar.

The sheep will have big smile on their faces.

Koyunların yüzlerinde kocaman bir gülümseme olacak.

And of course, the other one, the other one is Red Sky in the morning.

Ve tabii ki diğeri, diğeri sabahki Kızıl Gökyüzü.

Shepherd's warning. Yes.

Çoban uyarısı. Evet.

So it means that maybe there is bad weather coming

Yani bu, belki kötü hava geliyor

or maybe the temperature is going to change anyway.

ya da belki sıcaklık yine de değişecek anlamına geliyor.

I hope you enjoyed that.

Umarım bundan zevk almışsındır.

Great question, Mr. Duncan. Yes.

Harika soru, Bay Duncan. Evet.

You asks if you've ever been to an Arabian country.

Hiç bir Arap ülkesine gittiniz mi diye soruyorsunuz.

An Arabian country?

Arap ülkesi mi?

No, no, I've never have as such the nearest I've ever been.

Hayır, hayır, hiç bu kadar yakın olmamıştım.

Now I know what you're going to say.

Şimdi ne söyleyeceğini biliyorum.

By the way, it isn't in Arabia, but I suppose

Bu arada Arabistan'da değil ama sanırım

with with the cultural feel

kültürel anlamda

is, of course, the country we were talking about earlier, Turkey.

daha önce bahsettiğimiz ülke Türkiye.

So we have been to Turkey and yes, I know it isn't in the middle East

Bu yüzden Türkiye'ye gittik ve evet, orası Orta Doğu'da değil biliyorum

before anyone says, I know the way there for us.

, kimse söylemeden önce oraya giden yolu bizim için biliyorum.

Yes, it's in a very I always think Turkey is in a very interesting place

Evet, her zaman Türkiye'nin çok ilginç bir yerde olduğunu düşünüyorum

because it's neither Middle East

çünkü ne Orta Doğu, ne

and it's neither Asia and it's neither Europe.

Asya, ne de Avrupa.

It's kind of it's kind of one of those interesting parts of the world

that seems to be in lots of different places at the same time.

Aynı anda pek çok farklı yerdeymiş gibi görünen dünyanın ilginç parçalarından biri.

We were close to Syria then, really, weren't we?

O zamanlar gerçekten Suriye'ye yakındık, değil mi?

We were closer to Syria than anywhere else.

Suriye'ye her yerden daha yakındık.

But yes, definitely So we haven't.

Ama evet, kesinlikle öyle değil.

But you know, who knows? If we get invited, we might go.

Ama biliyorsun, kim bilir? Davet edilirsek gidebiliriz.

And of course, these days

Ve tabii bu aralar

people are off pronouncing the name of Turkey differently.

insanlar Türkiye'nin adını farklı telaffuz ediyorlar. Kiev'de yapılan

Did you know that because of the changes that were made to Kiev?

değişiklikler nedeniyle bunu biliyor muydunuz ?

So we used to say Kiev, but now, of course, they say Kiev.

Yani biz Kiev derdik ama şimdi tabii ki Kiev diyorlar.

Well, Turkey has decided that

Peki, Türkiye

people from now on should not say Turkey.

artık insanların Türkiye dememesine karar verdi.

It should be Turkey. Yeah.

Türkiye olmalı. Evet.

So Turkey is how most news presenters

Yani Türkiye, çoğu haber spikerinin

will pronounce the name of that country.

o ülkenin adını nasıl telaffuz edeceğidir.

So instead of saying Turkey, they say Turkey.

Yani Türkiye yerine Türkiye diyorlar.

Did you know that? I didn't.

Bunu biliyor muydun? yapmadım

But we've discovered lots of things that we always used to go to the capital of of

Ama Ukrayna'nın başkenti Kiev'de hep gittiğimiz birçok şey keşfettik

of Ukraine across is Kiev.

.

But for all my life we always called it Kiev.

Ama hayatım boyunca ona hep Kiev dedik.

But we now know that it's actually pronounced Kiev since the war that we always used to call it Kiev.

Ama şimdi, ona her zaman Kiev dediğimiz savaştan beri aslında Kiev olarak telaffuz edildiğini biliyoruz.

And in fact, there is a popular dish that British people like eat called chicken Kiev,

Ve aslında, İngilizlerin yemekten hoşlandığı popüler bir yemek var, Kiev tavuğu,

which you now have to call chicken Keese,

şimdi buna

which is chicken breast stuffed with garlic.

sarımsakla doldurulmuş tavuk göğsü olan tavuk Keese demeniz gerekiyor.

So that's quite a popular dish in the UK. What is it?

Yani bu İngiltere'de oldukça popüler bir yemek. Nedir?

Used to be it's gorgeous.

Eskiden muhteşemdi.

Yes, it's it's chicken infused with with garlic butter

Evet, sarımsaklı tereyağlı tavuğun tavuğu,

and you cook it in the oven and have it with vegetables.

fırında pişirip sebzelerle alıyorsunuz.

We used to have it a lot didn't we. We always used to buy it.

Eskiden çok yapardık değil mi? Hep satın alırdık.

I would, I would love to eat it.

Yapardım, yemeyi çok isterdim.

But the problem is now it would be off my of food

Ama sorun şu ki, artık

that I can't eat anymore because of my health you see.

sağlığım nedeniyle yiyemediğim yiyeceklerim kapalı olacaktı.

So I can't eat that.

O yüzden onu yiyemem. O

I can't eat chicken Kiev with all of that butter because I can't.

kadar tereyağlı Kiev tavuğu yiyemem çünkü yiyemem.

Yeah.

So unfortunately, Giovanni says in Italy

Evet.

Ne yazık ki, Giovanni İtalya'da

they say red sky in the evening the weather good weather is hoped.

akşamları kırmızı gökyüzü dediklerini söylüyor, hava iyi hava umuluyor.

Oh, so it's a similar thing, isn't it? A similar.

Oh, demek benzer bir şey, değil mi? Benzer.

Obviously red sky in the evening is at least here

Açıkça görülüyor ki kırmızı gökyüzü akşam saatlerinde en azından burada

and in Italy is seen as a sign of good weather the next day.

ve İtalya'da ertesi gün havanın iyi olacağının bir işareti olarak görülüyor .

So red sky at night shepherd's delight.

Yani gece çobanın keyfine göre kırmızı gökyüzü.

So it rhymes.

Yani kafiyeli.

Red sky in the morning.

Sabah kırmızı gökyüzü.

Shepherd's warning.

Çoban uyarısı.

So yeah that's

Yani evet,

it's good to have those those if a rhyme is to help you remember

bunlara sahip olmak güzel, eğer bir kafiye

a stitch in time saves nine many a merkel makes a merkel.

zamandaki bir dikişi hatırlamanıza yardımcı olacaksa, dokuz tane kurtarır, bir merkel bir merkel yapar.

I still don't know what that means by the way

many chemical makes a merkel.

Pek çok kimyasalın bir merkel yapmasıyla bunun ne anlama geldiğini hala bilmiyorum.

It's not it's a it's a real phrase, but I have no idea what it means.

Bu gerçek bir cümle değil ama ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yok.

It's very strange, isn't it? Yes. As part of it.

Bu çok garip, değil mi? Evet. Bunun bir parçası olarak.

Not it's not easy.

Kolay değil. On yıllardır tanıdığımız, birlikte büyüdüğümüz, bildiğimiz yer ve ülke adlarının yeni telaffuzlarını

It is not easy to suddenly accept new pronunciations for

bir anda kabullenmek kolay değil

for names of places and countries that we you know,

you've grown up with and known for for decades.

.

So I don't know.

Yani bilmiyorum.

Somebody says that Francesca says that

Birisi, Francesca'nın

Kiev or Kiev, one is a Russian pronunciation.

Kiev veya Kiev'in Rusça bir telaffuz olduğunu söylediğini söylüyor.

So maybe in different because different areas,

Yani belki farklı çünkü farklı alanlarda,

maybe it's pronounced slightly differently because we first heard president

belki biraz farklı telaffuz ediliyor çünkü ilk kez

who's the American president, I can't remember his name

Amerikan başkanı olan başkanı duyduk, adını hatırlayamıyorum

by died and that's it.

öldü ve o kadar.

He he was doing an announcement and called it Kiev.

Bir duyuru yapıyordu ve adını Kiev koydu.

And we laughed because we thought he got it wrong.

Ve yanlış anladığını düşündüğümüz için güldük.

But obviously he had got it right.

Ama belli ki doğru anlamıştı.

Well, from at least one that was one of the few moments where where

Pekala, en azından birinden,

actually actually President Biden actually got something right.

Başkan Biden'ın aslında bir şeyi gerçekten doğru yaptığı birkaç andan biriydi.

Did you see his State of the Union address last night?

Dün gece Birliğin Durumu adresini gördün mü?

I have to say, he didn't make many mistakes.

Çok fazla hata yapmadığını söylemeliyim. Bu

So normally, quite often he will go he will either

yüzden normalde, oldukça sık gidecek, ya

misread the autocue or he will just make something up.

autocue'yu yanlış okuyacak ya da sadece bir şeyler uyduracak.

It will just come out of his brain.

Sadece beyninden çıkacak.

And normally it's just it just makes no sense whatsoever.

Ve normalde hiçbir anlam ifade etmez.

But he didn't make I think he only made maybe one or two mistakes last night.

Ama dün gece sadece bir veya iki hata yaptığını düşünmeme neden olmadı.

Lewis did drive all the way.

Lewis tüm yolu sürdü.

How did you drive the 300 miles?

300 km'yi nasıl sürdün?

Well, of course, we know from from Lewis's profession

Eh, tabii ki Lewis'in

for many years with taxis,

uzun yıllardır taksicilik yaptığı mesleğinden biliyoruz,

obviously, Lewis is a very experienced driver

belli ki Lewis çok deneyimli bir şoför

and probably would often undertake long journeys like that.

ve muhtemelen sık sık böyle uzun yolculuklara çıkar.

How could you do that?

Bunu nasıl yapabildin?

Stopped rings.

Durdurulmuş halkalar.

Oh, yeah. Lunch. I'm so glad you had a break.

Ah evet. Öğle yemeği. Ara verdiğine çok sevindim.

So to lots of 150 is

Yani birçok 150'ye kadar

that, is that miles or kilometres you have.

, sahip olduğunuz mil veya kilometre budur.

I think you said miles but to be it nevertheless it's still a long way.

Sanırım mil dedin ama yine de uzun bir yol.

I think they use kilometres. I don't know.

Sanırım kilometre kullanıyorlar. Bilmiyorum.

I think in, in France, but I think Lewis converted it to miles from our point of view.

Sanırım Fransa'da, ama bence Lewis onu bizim açımızdan millere çevirdi.

Okay, maybe so.

Tamam, belki öyledir.

Lewis did say 300 miles, which is probably about 500 kilometres.

Lewis, muhtemelen yaklaşık 500 kilometre olan 300 mil demişti.

300 miles is a very long time.

300 mil çok uzun bir süre.

I still remember that time when my

when the guy that owned the school that I work for in China

Çin'de çalıştığım okulun sahibi olan adamın, zengin olduğu için

asked me if I wanted to come with him and his family

ailesiyle birlikte diğer evine gelmek isteyip istemediğimi sorduğu zamanı hala hatırlıyorum

to his other house because he was rich.

.

You see, I remember

Görüyorsunuz,

what I didn't realise was

the journey was by car

yolculuğun araba ile olduğunu

and the place was almost well,

ve yerin neredeyse iyi olduğunu fark etmediğimi hatırlıyorum, araba ile

it was almost a thousand miles away

neredeyse bin mil uzaktaydı

by car.

.

You don't drive a thousand miles by car.

Arabayla bin mil gitmiyorsun.

And so we drove from the place where I was working to Beijing,

Ve böylece çalıştığım yerden Pekin'e gittik

and that took

ve bu

14 hours in a car

bir arabada 14 saat sürdü

and I was in the backseat

ve ben arka koltukta

with two other people and a crazy dog,

iki kişi ve deli bir köpekle oturuyordum

and I couldn't move.

ve hareket edemiyordum.

I was squashed right up against the door.

Hemen kapıya çarptım.

And it has to be one of the most horrific experiences I've ever had with travelling.

Ve seyahat ederken yaşadığım en korkunç deneyimlerden biri olmalı .

So imagine that 14, 15 hours in the back of a car with two people

14, 15 saat bir arabanın arkasında iki kişi

there were on the large side, by the way, and a mad dog and I couldn't move.

olduğunu hayal edin, bu arada, kuduz bir köpek ve ben hareket edemedik.

I can't.

I still can't believe that my my legs did not seize up.

Yapamam.

Bacaklarımın tutulmadığına hala inanamıyorum.

I didn't get deep vein thrombosis.

Derin ven trombozu almadım.

Anyway, when we got to Beijing, I ditched them.

Her neyse, Pekin'e vardığımızda onları ektim.

I said, Look, don't take this the wrong way.

Bak, bunu yanlış anlama, dedim.

I can't do this journey. I can't.

Bu yolculuğu yapamam. Yapamam.

It was another 14 or 15 hours. Horrendous.

14-15 saat daha vardı. Korkunç.

So there was stopping in Beijing overnight and I said, look, this can't happen.

Pekin'de bir gece mola verildi ve dedim ki, bak, bu olamaz.

I'm not I'm not going.

değilim gitmiyorum.

How long does it take to get to Beijing?

Pekin'e varmak ne kadar sürer?

Yes, 15 hours.

Evet, 15 saat.

And then there was another 14 hours on top of that. Yes.

Ve bunun üzerine bir 14 saat daha vardı . Evet.

I'm not surprised.

Şaşırmadım.

It was a thousand miles horrendous.

Bin mil korkunçtu.

And the roads in China are not straight roads.

Ve Çin'deki yollar düz yollar değil.

So So it's not like here where you can just get on a motorway

Yani burası öylece bir otoyola

or freeway and just drive.

veya otobana binip sadece araba sürebileceğiniz bir yer değil.

You have to go all around and around

Her yeri dolaşmanız gerekiyor,

and up and down and through mountains and all over the place.

yukarı ve aşağı, dağların arasından ve her yerde.

Dangerous

surgery has has,

as explained to us about the different pronunciations of Kiev.

Kiev'in farklı telaffuzları hakkında bize açıklandığı gibi tehlikeli ameliyatlar var.

So Cave is how the Ukrainian

Yani Cave, Ukrayna

people pronounce it, and Kiev

halkının nasıl telaffuz ettiği, Kiev ise

is from the Russian pronunciation of the capital.

başkentin Rusça telaffuzundan.

So hence

Bu yüzden

we're not calling it Kiev anymore.

artık ona Kiev demiyoruz. Ben ona

I'm calling it Kiev.

Kiev diyorum. Ukrayna demememizin

It's also the source of the reason why we don't say the Ukraine,

de kaynağı bu ,

because the Ukraine is how it's described by Russians.

çünkü Ukrayna Ruslar tarafından böyle anlatılıyor.

Where is where is we now?

Şimdi neredeyiz?

Just say Ukraine.

Sadece Ukrayna deyin. Demek

So that's the reason why as well.

nedeni de bu.

So if you ever say the Ukraine, you might have someone say, no, you're wrong.

Yani bir gün Ukrayna dersen, birisinin "hayır, yanılıyorsun" demesini sağlayabilirsiniz.

It's Ukraine, not the Ukraine.

orası ukrayna, ukrayna değil.

It's interesting, isn't it?

İlginç, değil mi?

So you start talking about these subjects and you can

Yani bu konular hakkında konuşmaya başlıyorsunuz ve

you can talk about them for a very long time.

onlar hakkında çok uzun süre konuşabilirsiniz.

I think so.

Bence de.

So wonderfully.

Çok harika. Merak

I wonder if it's a chicken Kiev might still be

ediyorum, Kiev'de yiyebileceğimiz bir tavuk hala

a male

that we can eat because maybe it may be it's a Russian influence.

bir erkek olabilir,

çünkü belki de bir Rus etkisi olabilir.

Well, it hasn't been banned, but they now spell it differently.

Yasaklanmadı ama şimdi farklı telaffuz ediyorlar.

If you go to the supermarket, I think you're going tonight.

Süpermarkete gidersen, sanırım bu gece gidiyorsun.

Have a look at the chicken.

Tavuklara bir bakın.

Chicken Kiev.

Kiev'de tavuk.

It's now Chicken Kiev.

Şimdi Tavuk Kiev.

They've changed the spelling.

Yazımı değiştirmişler.

Well, I hope they're correct, because what we want to know

Umarım haklıdırlar, çünkü bizim bilmek istediğimiz

is that is that particular dish sort of buttery, garlicky chicken?

o yemeğin tereyağlı, sarımsaklı tavuk mu olduğu?

Is that actually something that was

Bu aslında Ukrayna'da üretilmiş bir şey mi

produced in Ukraine or is it a Russian influenced dish

yoksa Rus etkisinde bir yemek mi ki

in which case we can use the original pronunciation?

bu durumda orijinal telaffuzu kullanabiliriz?

But anyway, that's we're getting into technicalities here.

Ama her neyse, burada teknik ayrıntılara giriyoruz .

I'm just thinking of

buttery chicken with garlic.

Sarımsaklı tereyağlı tavuğu düşünüyorum.

Oh, Steve, don't do that. You know what?

Steve, bunu yapma. Biliyor musun?

You know, I could eat right now.

Biliyor musun, şu an yemek yiyebilirim.

I could eat butter, chicken curry.

Tereyağı, körili tavuk yiyebilirim.

They take them.

They take the chicken and they marinate it, and then they

Onları alıyorlar.

Tavuğu alıp marine ediyorlar ve sonra

they cook it in butter, pure butter.

tereyağında pişiriyorlar, saf tereyağı.

And that is served with a spicy sauce.

Ve baharatlı bir sos ile servis edilir.

Christina talks about a 26 hour bus

Christina, Buenos Aires'ten Patagonya'ya 26 saatlik bir otobüs

trip from Buenos Aires to Patagonia.

yolculuğundan bahsediyor.

Oh, no, no, no.

Hayır, hayır, hayır.

It was a horrendous experience, I can imagine.

Korkunç bir deneyimdi, tahmin edebiliyorum.

Now how, though, I mean, even we used to fly to Malaysia.

Şimdi nasıl yani, biz bile Malezya'ya uçardık.

We had friends in Malaysia, and that was a 13 hour flight.

Malezya'da arkadaşlarımız vardı ve bu 13 saatlik bir uçuştu.

That was horrendous. And we haven't been since.

Bu korkunçtu. Ve o zamandan beri gitmedik.

There's nothing worse than public transport, is there really for long periods of time

Toplu taşımadan daha kötü bir şey yok, gerçekten uzun süreler için mi yoksa sadece

or just transport for long periods of time

uzun süreler için ulaşım mı

anyway, which luckily France isn't too far away.

, neyse ki Fransa çok uzakta değil.

It's only an hour away, isn't it, by plane?

Uçakla sadece bir saat uzaklıkta, değil mi?

Is it even that I don't like travelling by plane anyway?

Zaten uçakla seyahat etmeyi sevmediğimden mi?

Because when I come back here I always get stopped by customs.

Çünkü buraya her geldiğimde gümrük tarafından durduruluyorum.

They always stop me.

Beni hep durdururlar.

You always look suspicious.

Her zaman şüpheli görünüyorsun.

I don't know why they use the cap.

Neden şapka kullandıklarını bilmiyorum.

Look, look, Look at me.

Bak, bak, bana bak.

How could you even suspect me?

Benden nasıl şüphelenebilirsin?

Because when you travel, Mr. Jim, can you travel?

Çünkü seyahat ettiğinizde Bay Jim, seyahat edebilir misiniz?

Let's just say you don't travel.

Diyelim ki seyahat etmiyorsunuz.

You don't look smart when you travel. Who does?

Seyahat ederken akıllı görünmüyorsun. Kim yapar?

No one gets on a plane looking smart.

Kimse akıllı görünerek uçağa binmez.

I know, but you know they're crazy.

Biliyorum, ama sen de onların deli olduğunu biliyorsun.

If you look scruffy and you wear a baseball cap, your image immediately going to get suspicious.

Dağınık görünüyorsanız ve beyzbol şapkası takıyorsanız, imajınız hemen şüphe uyandırır.

I think the signs from customs officials, I think it's cap caps.

Sanırım gümrük memurlarından gelen işaretler, sanırım kepler.

And if you're on your own, they're judging people

Ve eğer tek başınaysan, insanları

by that, by their headwear.

buna, şapkalarına göre yargılıyorlar.

I think it's very, very lone man that hasn't shaved wearing scruffy

Bence traş olmamış, kirli

clothes and a baseball cap travelling on his own is is going to be

giysiler ve beysbol şapkası takmış tek başına seyahat eden çok, çok yalnız bir adam

suspicious to a customs station.

bir gümrük istasyonuna şüpheli olarak gidecek.

Yeah, I think that's crazy because I would have thought if you wanted to smuggle something, go with a family,

Evet, bence bu çılgınca çünkü bir şey kaçırmak, bir aileyle gitmek,

take your family and just put all the drugs inside their cases.

aileni alıp tüm uyuşturucuları kasalarına koymak isteseydin düşünürdüm.

And if you get stopped, you can just say, no, it wasn't me.

Ve durdurulursanız, hayır, ben yapmadım diyebilirsiniz.

It was the kids.

Çocuklardı.

The kids, you know, the kids.

Çocuklar, bilirsin, çocuklar.

These days, they're into everything, including

Bugünlerde kaçakçılık, narkotik dahil her şeyin içindeler

smuggling, narcotics

But you're hiding it under your hat, says Francesca.

ama sen bunu şapkanın altında saklıyorsun, diyor Francesca.

Oh, don't forget that lives matter.

Oh, hayatların önemli olduğunu unutma.

As Mr.

Steve coughs over my joke.

Bay

Steve şakama öksürürken.

Hat lives matter.

Şapka hayatları önemlidir.

That's what I say.

Ben de öyle söylüyorum.

All right, Mr. Duncan, I'm getting hungry.

Pekala, Bay Duncan, acıktım.

So we better we better dive into this subjective confessions.

Bu yüzden bu öznel itiraflara dalsak iyi olur.

Yes, we can always go if you want. That's true.

Evet, istersen her zaman gidebiliriz. Bu doğru.

Yeah. You want to go now?

Evet. Şimdi gitmek istiyorsun?

Save a bit longer.

Biraz daha tasarruf edin.

I got you. Kind of. If you want, now's your chance.

Anladım. Biraz. İsterseniz, şimdi şansınız.

If you want to push the eject button.

Çıkarma düğmesine basmak istiyorsanız.

Well, you said we weren't going to be on for long.

Uzun süre birlikte olmayacağımızı söylemiştin.

No, it went on for long.

Hayır, uzun sürdü.

It's only an hour so far.

Şimdiye kadar sadece bir saat var.

I mean, it might be 2 hours, but it's only, you know.

Yani, 2 saat olabilir ama sadece, bilirsin.

Not that I want to go.

Gitmek istediğimden değil.

Hey, Steve, do you like dogs?

Steve, köpekleri sever misin?

I like dogs,

Köpekleri severim

but I don't want to own a dog. No.

ama köpek sahibi olmak istemiyorum. Hayır.

So there's a big difference.

Yani büyük bir fark var.

If I owned a dog, I would own one of these.

Bir köpeğim olsaydı, bunlardan birine sahip olurdum.

Look at. Look at this, Steve, look. Isn't that amazing?

Bakmak. Şuna bak, Steve, bak. Bu harika değil mi?

That looks like a very high maintenance dog.

Çok yüksek bakım gerektiren bir köpeğe benziyor. Bu

It is. It's called a bozo.

. Bozo denir.

And as its name suggests, it sounds a little Russian, doesn't it?

Adından da anlaşılacağı gibi, kulağa biraz Rusça geliyor, değil mi?

Well, that's because it is. It's a Russian dog, right.

Çünkü öyle. Bu bir Rus köpeği, değil mi?

But this particular dog is now one of the most popular

Ancak bu özel köpek artık

dogs, especially on the Internet.

özellikle internette en popüler köpeklerden biri.

So this particular dog, well, one particular dog that is of this breed

Yani bu özel köpek, yani, bu cinsten olan belirli bir köpek,

has become a big Internet sensation by having the world's longest snout.

dünyanın en uzun burnuna sahip olarak büyük bir İnternet sansasyonu haline geldi.

And there it is. That's the actual dog.

Ve işte burada. Gerçek köpek bu. Yetiştirilme tarzından dolayı

Its snout is very, very long because of the way it's been bred.

burnu çok ama çok uzundur .

And that is now now an Internet celebrity.

Ve bu artık bir İnternet ünlüsü.

Well, Bob.

Peki, Bob.

Well, so that poor dog is probably probably suffering

Pekala, zavallı köpek muhtemelen acı çekiyor

because it's been bred in a particular way.

çünkü belirli bir şekilde yetiştirildi.

That wouldn't have happened naturally in the wild.

Bu vahşi doğada doğal olarak olmazdı.

That's true.

Bu doğru.

So I would imagine that dog would find it very difficult to survive in the wild.

Bu yüzden, köpeğin vahşi doğada hayatta kalmasının çok zor olacağını tahmin ediyorum.

But of course, it's so it's been specifically bred to have a long snout.

Ama tabii ki, uzun bir burnu olması için özel olarak yetiştirildi.

Yes, it's actually a hunting dog.

Evet, aslında bir av köpeği.

So they use it for hunting.

Bu yüzden avlanmak için kullanıyorlar.

And it was bred in Russia

Ve kelimenin

literally for that for that task.

tam anlamıyla bu görev için Rusya'da yetiştirildi.

But now, of course, it's become one of those

Ama şimdi, elbette, o

trendy dogs, dogs that people want to own.

moda köpeklerden biri haline geldi, insanların sahip olmak isteyeceği köpekler.

But the only problem is they're not very friendly with children or small animals.

Ancak tek sorun, çocuklarla veya küçük hayvanlarla pek arkadaş canlısı olmamaları. Yanlarına yaklaşırsanız

They will try to tear them to pieces if you get them near them. So

onları parçalara ayırmaya çalışacaklar . Yani

but that particular dog has

ama o köpek, burnu çok uzun olduğu için

has now become an Internet star because its nose is so long.

artık bir İnternet yıldızı haline geldi .

It isn't fake, it's real.

Sahte değil, gerçek.

And there are lots of viral videos of that actual dog

Ve Miss Piggy'nin bir şarkı söylediği o gerçek köpeğin birçok viral videosu var

with Miss Piggy singing a song.

.

I think it goes, How does it go?

Bence gidiyor, Nasıl gidiyor?

I will do it for you.

Bunu senin için yapacağım.

I will do it for you.

Bunu senin için yapacağım.

Do it for you

Senin için

like that.

böyle yap.

That's how it goes.

Dave I don't know that song deal of the Internet.

İşte böyle gidiyor.

Dave, internetin o şarkı anlaşmasını bilmiyorum.

Well, yes, People put everything on the Internet now, don't they?

Evet, insanlar artık her şeyi internete koyuyorlar , değil mi?

Because it's crazy clickbait, they call it. Yes.

Çılgın bir tıklama tuzağı olduğu için buna diyorlar. Evet.

Everyone likes to imagine anyone that owns

Herkes,

a dog like that is after attention for themselves.

böyle bir köpeğe sahip olan herkesin ilginin peşinde olduğunu hayal etmeyi sever.

I think. So.

Bence. Bu yüzden.

I often find that with with people that have unusual

dog breeds, like

very large dogs or something of a very unusual breed,

Çok büyük köpekler veya çok sıra dışı bir cins gibi olağandışı köpek ırklarına sahip insanlarla,

they're actually trying to get attention for themselves, I think.

aslında kendilerine dikkat çekmeye çalıştıklarını düşünüyorum.

So to take it for a walk and other people to stop and say, What's that?

Yani onu yürüyüşe çıkarmak ve diğer insanların durup, "Bu da ne?"

And then they get into this conversation and then that, you know, it's helping them.

Ve sonra bu sohbete giriyorlar ve sonra bu onlara yardımcı oluyor.

Maybe they're. Yeah.

Belki onlar. Evet.

So, yeah.

Yani evet.

Anyway, criticise dog owners, but we are definitely not getting one

Neyse köpek sahiplerini eleştirin ama

because they are thousands of pounds.

binlerce lira oldukları için kesinlikle alamıyoruz.

And the other thing is dog theft is, is

Ve diğer bir şey de köpek hırsızlığı,

if something is rife

eğer bir şey yaygınsa, bunun

it means it's our EFA, it means a lot of it occurs.

bizim EFA'mız olduğu anlamına gelir, bu birçok şeyin meydana geldiği anlamına gelir.

So dog theft in the UK is, is, is obviously

Birleşik Krallık'ta köpek hırsızlığı açıkça

popular isn't the right word, but it's rife

popüler, doğru kelime değil, ama yaygın

because there are lots of these breeds of dogs,

çünkü bu tür köpeklerin birçoğu var,

pedigree breeds of dogs like this one here

buradaki gibi

that costs a lot of money.

çok paraya mal olan soyağacı köpek türleri.

I think the average pedigree dog now is something like £1,000.

Sanırım şu anda ortalama bir soy köpeği 1.000 sterlin gibi bir şey.

So if you can steal somebody's dog, you can sell it and make money and it's quieter.

Yani birinin köpeğini çalabilirsen, onu satıp para kazanabilirsin ve daha sessiz olur.

So that particular dog is actually thousands of pounds because they're very rare.

Yani o köpek aslında binlerce pound çünkü çok nadirler.

And also they take a lot of looking after, as you can probably imagine, that huge.

Ayrıca, muhtemelen tahmin edebileceğiniz gibi, o kadar büyük bir bakıma da ihtiyaç duyuyorlar.

By the way, if they get up on their back legs, they are actually probably as high as I am.

Bu arada, eğer arka ayakları üzerinde kalkarlarsa, aslında muhtemelen benim boyumdadırlar.

So they're they're massive dogs.

Yani onlar devasa köpekler.

They're not small dogs. They're huge.

Küçük köpekler değiller. Çok büyükler.

But I suppose some people

Ama sanırım bazı insanlar, bugün yaptıkları gibi,

to have something that they can show off with to their friends

arkadaşlarına gösteriş yapabilecekleri

or maybe even show off on the Internet, as has they are doing today.

veya hatta internette gösteriş yapabilecekleri bir şeye sahipler .

We are looking at an interesting subject, Steve, and I think it's interesting.

İlginç bir konuya bakıyoruz Steve ve bence bu ilginç.

We are talking about confessing,

İtiraf etmekten,

confessing.

itiraf etmekten bahsediyoruz.

You confess to something you've done

Yaptığın bir şeyi itiraf ediyorsun

or maybe you confess to your sins, something you've done,

ya da belki günahlarını, yaptığın bir şeyi,

something you've done wrong, or maybe something you feel guilty about.

yanlış yaptığın bir şeyi ya da belki de kendini suçlu hissettiğin bir şeyi itiraf ediyorsun.

And that is what we are talking about.

Ve biz bundan bahsediyoruz.

In a few moments time, we just had some dogs

Birkaç dakika içinde, şu anda inekleri olan bazı köpeklerimiz oldu

that's have some cows

right now.

.

You must always be careful with cows.

İneklere karşı her zaman dikkatli olmalısınız. Londra'da belediye meclisi tarafından ezilerek öldürülen

There was an inquest into the death of a woman

bir kadının ölümüyle ilgili soruşturma başlatıldı

who was trampled to death by council in London

and it was in the news today.

ve bugün haberlerde yer aldı.

In the news, really?

Haberlerde, gerçekten mi? Köpeğini tarlada gezdirirken inek sürüsü tarafından

An inquest into a lady who was trampled

ezilerek öldürülen kadın hakkında soruşturma başlatıldı

to death by a herd of cows

while she was walking her dog through a field.

.

So it can happen, although normally cows will not do that.

Normalde inekler bunu yapmayacak olsa da bu olabilir.

So I can only assume that the situation

Bu yüzden,

that happened there with that lady was was

o bayanla orada olan durumun şu olduğunu varsayabilirim,

maybe they had some young cows in the field and they will.

belki tarlada genç inekleri vardı ve olacaklar.

So if cows feel threatened whilst they have their young with them,

Yani inekler yanlarında yavruları, buzağıları varken kendilerini tehdit altında hissederlerse, o zaman

their calves, then, then they will probably attack if they feel in danger.

kendilerini tehlikede hissettiklerinde muhtemelen saldırırlar.

Yes. Don't go into a field of cows if they've got if they've got

Evet. İneklerin olduğu bir tarlaya gitmeyin eğer

calves and

baby they've got their, their babies with them because they'd be very poor.

buzağıları varsa ve

yavruları varsa, yavruları da yanlarında çünkü çok fakir olurlar.

And particularly if you go with a dog

Ve özellikle bir köpekle giderseniz,

then the dog would be seen by the,

o zaman köpek

by the parents as a as a danger to the calves.

ebeveynler tarafından buzağılar için bir tehlike olarak görülür.

And that attack year on the dog.

Ve köpeğe o saldırı yılı.

Yes, probably the same for any animal it

Evet, muhtemelen herhangi bir hayvan için aynıdır,

but cow is a big you say a big and they will attack.

ancak inek büyüktür, siz büyük dersiniz ve saldırırlar.

There was actually about 20 of them as well Steve in the field.

Aslında sahada Steve'in yanı sıra yaklaşık 20 kişi vardı .

So yes, you don't really stand a chance. No.

Yani evet, gerçekten hiç şansın yok. Hayır.

And I mean, it is I mean, I felt threatened

Ve demek istediğim, demek istediğim, tarlaya gittiğimizde kendimi tehdit altında hissettim

when we've gone into the field, when we've had cows here that have only just arrived,

, buraya daha yeni gelen ineklerimiz olduğunda,

there might only be sort of five or eight of them,

onlardan sadece beş veya sekiz olabilir,

but they haven't got they haven't got calves.

ama onlar buzağıları yok.

But they can they do chase after.

Ama peşinden koşabilirler.

Yes. Well like the ones you just saw in the video. Yes.

Evet. Az önce videoda gördüğünüz gibi. Evet.

So I wrote chase after you.

Bu yüzden peşinden koştum yazdım.

So and those those that you just saw in the video were actually baby cows.

Videoda az önce gördükleriniz aslında yavru ineklerdi.

They were young cows, but there were no adults there with them. So.

Genç ineklerdi ama yanlarında hiç yetişkin yoktu. Bu yüzden.

So we were. All right.

Biz de öyleydik. Elbette.

Anyway, Steve, we have been just quickly asked, Sir, Mr.

Her neyse, Steve, hemen bize soruldu, Efendim, Bay

Duncan, what is clickbait?

Duncan, tıklama tuzağı nedir?

Clickbait is when you try to get a person to click on a video or a website

Tıklama tuzağı, bir kişinin bir videoya veya web sitesine,

by putting something that is maybe controversial

belki tartışmalı

or maybe it is hinting at something might be sexual

veya belki de cinsel veya belki başka bir şeye işaret eden bir şey koyarak tıklamasını sağlamaya çalıştığınızda, aşağıda

or maybe something, they might give you a little thrill down there, you see?

size biraz heyecan verebilirler. ?

So you go, Ooh, I have to click on that. Yes.

Öyleyse git, Ooh, buna tıklamalıyım. Evet.

So we call it clickbait, something that is the title of the

Biz buna tıklama tuzağı diyoruz, videonun veya haberin başlığı olan bir şey size

video or the news story is so

o kadar

appealing to you,

çekici geliyor ki,

you might want to read it and then it turns out to be rubbish.

onu okumak isteyebilirsiniz ve sonra saçma olduğu ortaya çıkıyor.

I mean, quite often we get it could be quite innocent.

Demek istediğim, oldukça sık olarak oldukça masum olabileceğini anlıyoruz.

There's quite a lot I see, you know, snow bomb

Gördüğüm pek çok şey var, bilirsiniz,

to hit the UK in five days is a popular one.

İngiltere'yi beş gün içinde vuracak kar bombası popülerdir.

I see. And it's rubbish.

Anlıyorum. Ve bu çöp.

Yeah, no one's forecast that but some of the papers will do it because they want you to click on it.

Evet, kimse bunu tahmin etmiyor ama bazı gazeteler bunu yapacak çünkü üzerine tıklamanızı istiyorlar.

Or it could be stock market to crash.

Ya da borsa çökebilir.

Okay.

Tamam aşkım.

50% you know, because it's just something that gets you to click on video.

%50 biliyorsun, çünkü bu sadece seni videoya tıklamaya iten bir şey.

The title is is and it could be misrepresenting what the

Başlık,

what the content of the video with the news story is actually about.

videonun içeriğinin gerçekte ne hakkında olduğunu yanıltıcı olabilir.

And of course, YouTube is full of clickbait.

Ve tabii ki, YouTube tıklama tuzağıyla doludur.

It's everywhere.

O heryerde. Ben

I don't do it myself.

kendim yapmıyorum.

You may have noticed over the years, but many people do who are who are now successful

Yıllar içinde fark etmiş olabilirsiniz, ancak şu anda başarılı olan birçok insan bunu yapıyor

and they put things they have thumbnails and titles that are very misleading.

ve çok yanıltıcı olan küçük resimleri ve başlıkları olan şeyleri koyuyorlar .

So you click on the video and then maybe you see an advert

Yani videoya tıklıyorsunuz ve sonra belki bir reklam görüyorsunuz

and then afterwards you realise that it's not quite the video that you thought.

ve ardından bunun pek de düşündüğünüz gibi bir video olmadığını anlıyorsunuz.

So that's how some people get millions and millions of views

İşte bu yüzden bazı insanlar sizi

on their videos by, by tricking you into clicking on the video.

kandırarak videoya tıklamanız için videolarının milyonlarca kez izlenmesini sağlıyor.

And that's what clickbait is.

Ve tıklama tuzağı budur.

Maybe you should, maybe you should produce a lesson. Mr.

Belki de yapmalısın, belki de bir ders çıkarmalısın. Bay

Duncan And it says Do not click here if you want to learn English,

Duncan Ve o kelimeyi İngilizce öğrenmek istiyorsanız buraya tıklamayın diyor

that word.

.

And then people, lots of people would click on it to see what it was that you were going to teach them.

Ve sonra insanlar, pek çok insan onlara ne öğreteceğinizi görmek için üzerine tıklardı.

No, I think there you see, they wouldn't click on it.

Hayır, orada gördüğünüzü düşünüyorum, üzerine tıklamazlar.

That's it.

Bu kadar.

No, my look now it has to be something.

Hayır, bakışım şimdi bir şey olmalı.

Now, if I said Mr.

Şimdi, Bay

Duncan

Duncan'ın

present his live stream completely naked

canlı yayınını tamamen çıplak gösterdiğini söylesem

and there's a suggestive thumbnail with me looking as if I'm naked,

ve orada benim çıplakmışım gibi müstehcen bir küçük resim var

and then you click on it and I'm not naked and you will feel you would feel cheated.

ve sonra üzerine tıklarsanız çıplak değilim ve kendinizi aldatılmış hissedeceksiniz.

So that's the reason why I don't do clickbait,

İşte bu yüzden tıklama tuzağı yapmıyorum

because I think it's unfair, unfair to you.

çünkü bence bu haksızlık, sana haksızlık.

And no, I'm never going to do my live stream naked.

Ve hayır, canlı yayınımı asla çıplak yapmayacağım.

I think, I think the world is suffering enough at the moment.

Bence, bence dünya şu anda yeterince acı çekiyor.

We don't want anyone to have any panic attacks, including me.

Ben dahil kimsenin panik atak geçirmesini istemiyoruz.

Here we go then.

Steve Confession as I feel as if I should have

İşte başlıyoruz o zaman.

Steve Confession, sanki

some sort of echo, as if I'm in a church.

bir kilisedeymişim gibi bir çeşit yankı almam gerektiğini hissediyorum.

Dearly beloved, we are gathered here today to.

Sevgili sevgililer, bugün burada bunun için toplandık.

Confess to our sins.

Günahlarımızı itiraf et.

Have you seen.

Gördün mü.

Have you done something in your life that you feel

Hayatında utandığın veya utandığın bir şey yaptın mı

embarrassed by or ashamed of?

?

Now is the time for you

Şimdi

to confess your wrongdoing.

yaptığın yanlışı itiraf etme vaktin geldi.

This I hope you enjoy it.

Bu umarım beğenirsiniz.

Feel free to tell us if you have any confessions.

Herhangi bir itirafın varsa bize söylemekten çekinme.

Now's the time and we will bless you and exonerate

Şimdi zamanı geldi ve sizi kutsayacağız ve günahlarınızdan temize çıkaracağız

you of your sins.

.

Yes, there are certain religions we don't need to mention.

Evet, bahsetmemize gerek olmayan bazı dinler var.

The Catholics.

Katolikler.

Yes, but not just Catholics.

Evet, ama sadece Katolikler değil.

You can confess your sins and then those sins are forgiven

Günahlarınızı itiraf edebilirsiniz ve sonra bu günahlar

and not in the eyes of the law, but in the eyes of the Lord.

kanunun gözünde değil, Rab'bin gözünde bağışlanır.

Okay.

Tamam aşkım.

And yes, it's a feature

Ve evet,

of certain religions whereby can just go and confess your sins.

bazı dinlerin gidip günahlarınızı itiraf edebileceğiniz bir özelliğidir.

And then.

Ve daha sonra.

And then everything's all right.

Ve sonra her şey yolunda.

Then you know, you, the priest will say you are forgiven. Yes.

O zaman bilirsin, sen, rahip senin affedildiğini söyleyecektir. Evet.

And then you can do it again and a week later and go back and be forgiven again.

Ve sonra tekrar yapabilirsin ve bir hafta sonra geri dönüp tekrar affedilebilirsin.

Well, it's the Catholic religion is actually based on confessing.

Şey, Katolik dini aslında günah çıkarmaya dayanıyor.

It's the whole thing.

Her şey bu. Kelimenin

The it's built literally on you saying, Hello, Father, I've sinned.

tam anlamıyla "Merhaba Peder, günah işledim" demeniz üzerine inşa edilmiştir .

I've done something really awful.

Gerçekten korkunç bir şey yaptım.

I went round to my neighbour's house and I was up a ladder and I was watching my neighbour's wife.

Komşumun evine gittim ve bir merdivenden yukarı çıkıyordum ve komşumun karısını izliyordum.

He she was having a shower and then he

O duş alıyordu ve sonra

then the priest will say, the father will say, okay, go home now.

rahip diyecek, baba diyecek, tamam, şimdi eve git.

Say three Hail Mary's and stand on your head for 20 minutes and then you're absolved.

Üç Hail Mary deyin ve 20 dakika başınızın üzerinde durun ve sonra aklandınız. Kendini

You don't have to feel guilty.

suçlu hissetmene gerek yok.

And often. So if I ever if I ever

Ve sık sık. Bu yüzden, eğer bir gün

became religious

dindar olursam

and wanted to choose and decide which religion to go for,

ve hangi dine gideceğime karar vermek istesem, zorlanırsam

I think I would go for the Catholic really, if I was forced into it. Yes.

gerçekten Katolik'i seçerdim . Evet.

You know, I don't feel as if you have to put yourself out too much.

Biliyor musun, kendini çok fazla ortaya koyman gerektiğini düşünmüyorum.

Anyway. I agree.

Her neyse. Kabul ediyorum.

We've got to be careful what we're saying is at one level, we tend to offend anyone who is there.

Söylediklerimize bir düzeyde dikkat etmeliyiz, oradaki herkesi gücendirme eğilimindeyiz.

I'm sure no one no one will be offended by that.

Bundan kimsenin rahatsız olmayacağına eminim.

But I think it's one of those religions.

Ama bence o dinlerden biri.

You could just you could just slip into and you wouldn't

İçine sıvışabilirdin ve

have to change your life much, Some of them, some religions.

hayatını fazla değiştirmek zorunda kalmazdın. Bazıları, bazı dinler.

You have to turn your life upside down.

Hayatınızı tersine çevirmelisiniz.

There are I think it's Orthodox Jews who have all these rules that they have to follow.

Bence uymaları gereken tüm bu kurallara sahip olanlar Ortodoks Yahudiler.

I couldn't do that. I couldn't do that.

Bunu yapamadım. Bunu yapamadım.

So you have to have certain festivals where you can't go near electricity,

Yani elektriğe yaklaşamayacağınız,

you can't use light switches, you can't open if you stay at a hotel,

ışık anahtarlarını kullanamayacağınız, otelde kalıyorsanız açamayacağınız,

you can't use the electronic keypads because it's all forbidden.

elektronik tuş takımlarını kullanamayacağınız, çünkü bunların tümü yasak olan belirli festivalleriniz olmalı. Bu yüzden

So so I think Catholicism is probably the one you could just

bence Katoliklik, muhtemelen içine girebileceğiniz tek şey

slip into, like the Church of England is very, very well.

, tıpkı İngiltere Kilisesi'nin çok ama çok iyi olduğu gibi .

Of course, if you've already been a Christian,

Elbette, zaten bir Hristiyansanız, Mukaddes

you know a lot of the the Bible stuff already.

Kitapla ilgili birçok şeyi zaten biliyorsunuzdur.

So yeah, I think that's the one.

Yani evet, bence o.

But I'm not religious

Ama ben dini

confession.

itiraf değilim.

Steve, It's time to confess your sins.

Steve, günahlarını itiraf etme zamanı.

Well, if you confess, how would you describe that?

Peki, itiraf edersen, bunu nasıl tarif edersin?

Steve?

Steve?

If confess, how would I describe it?

İtiraf edersem, nasıl tarif ederim?

Yes. You're describing an event

Evet. Çok

that may be from a long time ago

uzun zaman önce yaşamış olabileceğiniz ve

that you've kept secret within yourself.

kendi içinizde gizli tuttuğunuz bir olayı anlatıyorsunuz.

You feel guilty about it, and then you you tell somebody about that event.

Bu konuda kendini suçlu hissediyorsun ve sonra bu olayı birine anlatıyorsun.

It's maybe an event that people would regard as bad

Belki de insanların kötü

or maybe even criminal.

, hatta suç sayacağı bir olay.

But it could be very simple.

Ama çok basit olabilir.

It could be something like you, you, you, you, you just

Sen, sen, sen, sen, sadece birinin tatlılarını çaldın gibi bir şey olabilir

stole somebody's sweets.

.

You who does that?

Bunu yapan sen misin?

But you could have murdered somebody.

Ama birini öldürebilirdin.

That that's a that's a big sin.

Bu büyük bir günah.

Obviously, that carries all sorts of implications with the law.

Açıkçası, bu yasa ile her türlü sonuçları taşır.

But it might be simple things like you, you didn't make somebody

Ama senin gibi basit şeyler olabilir, birine

a cup of tea or or you did something at work.

bir bardak çay yapmadın ya da işte bir şeyler yaptın.

You you, you forgot to do something at work

Siz, işte bir şey yapmayı unuttunuz

or maybe you were going to do a presentation and you didn't really prepare.

ya da belki bir sunum yapacaktınız ve gerçekten hazırlanmadınız.

So you you confess that you didn't really put much research into, into what you did.

Yani, yaptığın şey hakkında gerçekten fazla araştırma yapmadığını itiraf ediyorsun.

It could be something quite simple.

Oldukça basit bir şey olabilir.

Quite often lies.

Oldukça sık yalanlar.

Lies?

Yalanlar?

Yes. Listen, I yes, you lie about some of it.

Evet. Dinle, evet, bir kısmı hakkında yalan söylüyorsun. Bu

So maybe you arrive late to work and you say to your boss, Oh, sorry.

yüzden belki işe geç geliyorsunuz ve patronunuza "Ah, üzgünüm" diyorsunuz.

The the train broke down, but really,

Tren bozuldu, ama gerçekten,

you were cuddling it with your wife in bed and you didn't want to leave her,

yatakta karınla ​​ona sarılıyordun ve onu bırakmak istemiyordun, bu

so you missed the first train and then the second one you caught that one.

yüzden ilk treni kaçırdın ve sonra ikinci treni yakaladın.

But because of that, you were late for work. And then you lie about it.

Ama bu yüzden işe geç kaldın. Ve sonra bu konuda yalan söylüyorsun.

But later in the day, you feel a bit.

Ama günün ilerleyen saatlerinde biraz hissedersin. Kendini

You feel a bit guilty because you might get found out.

biraz suçlu hissediyorsun çünkü ortaya çıkabilirsin.

Someone might discover what you've done, they might check the trains

Birisi ne yaptığınızı keşfedebilir, trenleri kontrol edebilir

and they might discover that there was no breakdown.

ve herhangi bir arıza olmadığını keşfedebilir.

And so they will know that you were lying.

Ve böylece yalan söylediğini anlayacaklar.

So you go to your boss and you say, Oh, sorry.

Yani patronuna gidip, "Ah, üzgünüm" dersin.

I feel I feel as if I'll have to confess this

Bunu itiraf etmem gerekecek gibi hissediyorum

because if I don't, you might find out.

çünkü itiraf etmezsem, sen öğrenebilirsin.

So this morning I was just lying in bed.

Yani bu sabah yatakta uzanıyordum.

I was late for work because I was lying in bed.

Yatakta yattığım için işe geç kaldım.

The train did not break down, so you confess and your boss might say, Well,

Tren bozulmadı, bu yüzden itiraf edersiniz ve patronunuz, Pekala,

okay, I appreciate the fact that you've been honest.

dürüst olduğun gerçeğini takdir ediyorum diyebilir.

I'm still going to sack you for lying to me.

Yine de bana yalan söylediğin için seni kovacağım.

But thank you for your honesty.

Ama dürüstlüğün için teşekkür ederim.

Yeah.

So you might you might tell somebody else.

Evet.

Yani başka birine söyleyebilirsin.

You might tell a work colleague or a friend at work.

Bir iş arkadaşınıza veya işteki bir arkadaşınıza söyleyebilirsiniz.

Yes. That.

Evet. O.

Or they might realise that you didn't miss the train until you in fact would just.

Ya da gerçekten treni kaçırana kadar treni kaçırmadığınızı fark edebilirler .

You just got up late.

Geç kalktın.

But yes, confessions can be.

Ama evet, itiraflar olabilir.

They say a confession is good for the soul,

İtirafın ruha iyi geldiğini söylerler

and Cristina has hinted at that in her comment.

ve Cristina yorumunda bunu ima etti.

There, that if you're the sort of person who feels guilty about something that you've done

İşte,

which is bad or doesn't follow,

kötü ya da takip etmeyen bir şey için kendini suçlu hisseden biriysen,

sort of you've upset somebody, maybe

birilerini üzmüş gibiysen, belki o zaman

then talking about it

bunun hakkında konuşmak

releases that stress and frees your soul to be able to be calm.

o stresi atar ve ruhunu özgürleştirir. sakin olabilmek.

And, you know, you can sleep at night.

Ve biliyorsun, geceleri uyuyabilirsin.

You're not going to be worrying about something.

Bir şey için endişelenmeyeceksin.

You know, maybe you did something in anger.

Bilirsin, belki de öfkeyle bir şeyler yaptın.

Maybe you deliberately scratched your neighbour's car.

Belki kasten komşunuzun arabasını çizdiniz.

Who annoyed you?

Seni kim rahatsız etti?

And you know, in a moment of anger,

Ve bilirsin, bir anlık öfkeyle

you did something and nobody found out that you've done it.

bir şey yaptın ve kimse senin yaptığını öğrenmedi.

Nobody knew that you'd done it at the time.

O sırada bunu yaptığınızı kimse bilmiyordu.

And then you later confess it because you feel guilty about it.

Ve daha sonra itiraf ediyorsun çünkü kendini suçlu hissediyorsun.

Here's another one.

Steve So to confess can also be described

İşte burada bir başkası.

Steve So itiraf etmek,

as admitting you admit something.

bir şeyi itiraf ettiğinizi kabul etmek olarak da tanımlanabilir.

So maybe feel as if you're under pressure

because people are

İnsanlar

starting to work out that you have done something wrong.

yanlış bir şey yaptığınızı anlamaya başladıkları için baskı altındaymış gibi hissedebilirsiniz.

So just to save time, you put your hands up

Yani sadece zaman kazanmak için ellerinizi kaldırın

and you you admit you admit the thing that you've done.

ve yaptığınız şeyi kabul ettiğinizi kabul edin.

You say it was me.

Bendim diyorsun. O

It was me.

bendim.

I'm the one that broke into your chicken shed

Tavuk kulübene girip

and let all your chickens out and allowed the fox to eat them all.

bütün tavuklarını salan ve tilkinin hepsini yemesine izin veren benim.

It was me, I confess.

Bendim, itiraf ediyorum.

I put my hands up and I say that.

Ellerimi kaldırdım ve bunu söylüyorum.

So you confessed earlier.

Yani daha önce itiraf ettin.

Somebody asks, Were you growing a beard?

Birisi soruyor, sakal bırakıyor muydun?

And you could have said, Oh, I didn't have time.

Ve diyebilirdin ki, Vaktim yoktu.

It was I was getting the livestream done.

Canlı yayını bitiriyordum.

You could have just said that and sort of lied.

Bunu söyleyip yalan söyleyebilirdin.

But in fact you confessed it was because you were lazy and you didn't want to do it.

Ama aslında tembel olduğun ve yapmak istemediğin için olduğunu itiraf ettin.

Yes, that was pretty that was very honest of me.

Evet, bu benim için çok dürüsttü.

I think it was Mr. Jenkins. Yes,

Sanırım Bay Jenkins'di. Evet,

but but yes, you can confess small things.

ama evet, küçük şeyleri itiraf edebilirsin.

Big things.

Büyük şeyler.

It doesn't have to be anything serious. Yes.

Ciddi bir şey olması gerekmiyor. Evet.

And you can say it quite light-heartedly in a conversation, can't you?

Ve bunu bir konuşmada oldukça kaygısız söyleyebilirsin, değil mi?

Oh, I confess, I didn't put much effort into this report.

Ah, itiraf ediyorum, bu rapor için fazla çaba sarf etmedim.

People will often use that expression.

İnsanlar genellikle bu ifadeyi kullanır.

Oh, I confess, I didn't.

Ah, itiraf ediyorum, yapmadım.

I didn't really put much effort into that.

Bunun için pek çaba sarf etmedim.

Or admit. Of course.

Ya da itiraf et. Elbette.

Yes. Or admit or yes, you can use those sort of as synonyms.

Evet. Veya kabul edin veya evet, bu tür kelimeleri eşanlamlı olarak kullanabilirsiniz.

Is that right, Mr. Duncan?

Bu doğru mu, Bay Duncan?

Yes, they are. They are.

Evet onlar. Bunlar.

Here's another one, Steve.

İşte bir tane daha, Steve.

So this is a phrase that we often use.

Dolayısıyla bu sık sık kullandığımız bir deyimdir.

We own up to something.

Bir şeye sahibiz.

We own up.

sahiplendik.

We say normally

in in spoken way.

Normalde sözlü olarak söylüyoruz.

So you will speak your confession, you own up to it.

Yani itirafını söyleyeceksin, buna sahipsin.

You are saying that you are responsible

for that thing you own up.

Sahip olduğun şeyden sorumlu olduğunu söylüyorsun. Spartacus'te

There's always that famous scene in Spartacus, isn't there?

hep o meşhur sahne vardır, değil mi?

I don't remember.

hatırlamıyorum

Oh, okay.

Tamam.

And I think it's Kirk Douglas.

Ve sanırım Kirk Douglas.

And he's Spartacus, of course. He's all naked.

Ve tabii ki Spartaküs. Tamamen çıplak.

Very, very oily.

Çok, çok yağlı.

I don't know why he's so oily, but he is.

Neden bu kadar yağlı olduğunu bilmiyorum ama öyle.

I don't mind it, by the way, but.

Bu arada, umursamıyorum, ama.

And they're trying to find out who Spartacus is.

Ve Spartacus'ün kim olduğunu bulmaya çalışıyorlar.

He is the he is the slave

O, asi

who's trying to be the rebellious slave.

köle olmaya çalışan köledir.

He's the one that's that's trying to hold up a rebellion and start one and want to know who

Bir isyanı durdurmaya ve bir isyan başlatmaya çalışan ve Spartacus'ün kim olduğunu öğrenmek isteyen o

Spartacus is.

.

And then Kirk Douglas stands up and says,

Sonra Kirk Douglas ayağa kalkar ve

I am Spartacus, but then everyone else does.

ben Spartacus'um der ama sonra herkes yapar.

It's a very famous scene, so everyone else then starts standing up.

Bu çok ünlü bir sahne, bu yüzden diğer herkes ayağa kalkmaya başlıyor.

I think Tony Curtis was one of them as well.

Sanırım Tony Curtis de onlardan biriydi.

I think he was.

So they were trying to protect him there. Yes. Right.

Sanırım öyleydi.

Yani onu orada korumaya çalışıyorlardı. Evet. Sağ.

So he he owned up, but then everyone else

Yani o sahiplendi, ama sonra herkes de

also owned up and admitted it, even though they weren't.

sahiplendi ve öyle olmasalar bile bunu kabul etti . Öyle

Even though they were they weren't all Spartacus.

olsalar bile hepsi Spartaküs değildi.

No, that was that was just that was just.

Hayır, sadece buydu.

Yeah, that would be quite a coincidence.

Evet, bu büyük bir tesadüf olurdu.

Everyone, everyone there was called Spartacus.

Oradaki herkese, herkese Spartaküs denirdi.

But. Yeah, yeah. So own up.

Ancak. Evet evet. Öyleyse sahiplen.

You own up.

sahiplendin.

You might also I suppose he's another way of confessing.

Ayrıca onun itiraf etmenin başka bir yolu olduğunu da düşünebilirsiniz.

You show guilt.

Suçluluk gösteriyorsun.

Now, this is something you might do without intending to do it.

Şimdi, bu, niyetlenmeden de yapabileceğiniz bir şey .

So you confess to something, but you don't want to.

Yani bir şeyi itiraf ediyorsun ama istemiyorsun.

You do something that makes people suspicious

İnsanların senden şüphelenmesine neden olacak bir şey yapıyorsun

about you.

.

Yes, you, Bella says, can do you have to say own up to or can you just say own up?

Evet, sen, diyor Bella, sahip çık diyebilir misin yoksa sadece sahip çık diyebilir misin?

You own up to something you always use the word to.

Her zaman kelimesini kullandığın bir şeye sahipsin.

So you are using it as well.

Yani siz de kullanıyorsunuz.

It's almost an adverb, but you are owning up.

Neredeyse bir zarf, ama sahipleniyorsunuz.

So you're saying that you are doing that thing so you own up

Yani sen o şeyi yapıyorsun yani

to stealing that ring,

o yüzüğü çalmayı kabul ediyorsun,

you own up to speeding down that road, you own up

o yolda hız yapmayı kabul ediyorsun,

to all of the things that you've done wrong in your life.

hayatında yanlış yaptığın her şeyi kabul ediyorsun.

So if you are saying that from your point of view, you used to, but if somebody else was trying

Yani bunu kendi bakış açınızdan söylüyorsanız, eskiden öyleydiniz, ancak başka biri

to get you to own up to something, they might say, Why don't you own up?

sizi bir şeye sahiplenmeye çalışıyorsa, " Neden sahiplenmiyorsun?" diyebilirler.

That's it. It was you that did it.

Bu kadar. Bunu yapan sendin.

Yeah.

Evet.

So in that case, if you're if you're saying that to somebody else, say you think somebody has stolen

Yani bu durumda, eğer bunu başka birine söylüyorsanız, birinin bisikletinizi çaldığını düşündüğünüzü söyleyin

your bike and you accuse them

ve onu suçlayın ve

and they and they say, no, it wasn't me,

onlar ve onlar, hayır, ben yapmadım,

you might just say, why don't you own up?

diyebilirsiniz ki, neden sahiplenmiyorsun?

It was you.

O sendin.

Or you could say, Why don't you own up to it. Yes.

Ya da neden sahiplenmiyorsun diyebilirsin. Evet.

So yeah, you can.

Yani evet, yapabilirsin.

It depends on the end of the sentence isn't it.

Cümlenin sonuna bağlı değil mi?

So to own up is to admit something,

Yani sahiplenmek, bir şeyi kabul etmek,

to make a confession or you own up to something if it is the actual action

bir itirafta bulunmak veya bir şeyi sahiplenmektir, eğer asıl eylem

anyway, so as I admit

zaten buysa, bu yüzden itiraf ettiğim

or I confess, I put a lot of garlic in the tomato sauce.

veya itiraf ettiğim gibi, domates sosuna çok fazla sarımsak koyuyorum.

So don't worry about that.

Bu yüzden endişelenme.

I forgive you straightaway because I love it.

Seni hemen affediyorum çünkü onu seviyorum.

Here's another one.

İşte burada bir başkası.

You come clean,

Temize çıkarsın,

you come clean, You say, I did it, I did it.

temize çıkarsın, Ben yaptım, ben yaptım dersin.

I confess I did that thing.

O şeyi yaptığımı itiraf ediyorum.

You come clean.

Temiz geldin.

Maybe people already suspect that you've done something wrong.

Belki insanlar zaten yanlış bir şey yaptığınızdan şüpheleniyordur.

So you have to. Admit it.

Yani yapmak zorundasın. Kabul et.

You have to confess. You come clean.

itiraf etmelisin Temiz geldin.

You decide to to ease your burden.

Yükünüzü hafifletmeye karar verdiniz.

As you said earlier. Yes.

Daha önce söylediğin gibi. Evet.

Come clean about something means to confess.

Bir şeyi itiraf etmek anlamına gelen itirafta bulunun.

It means you talk about it.

hakkında konuşuyorsun demektir.

And it's often a sense of relief that you feel after you've done it.

Ve genellikle bunu yaptıktan sonra hissettiğiniz bir rahatlama duygusudur.

People often people usually confess because they they feel guilty.

İnsanlar genellikle insanlar kendilerini suçlu hissettikleri için itiraf ederler.

And, you know, they want to they want to

Ve bilirsiniz,

get rid of that guilt.

bu suçluluk duygusundan kurtulmak istiyorlar.

And maybe for religious reasons.

Ve belki de dini nedenlerle.

Reasons as well. Yes.

Nedenleri de. Evet.

Or maybe just to heal wounds in relationships.

Ya da belki sadece ilişkilerdeki yaraları iyileştirmek için.

You know, they confess to something that may be

Biliyorsunuz, bir şeyi itiraf ediyorlar,

I think also confessing is risky as well because you don't know how the other person

bence itiraf etmek de riskli çünkü diğer kişinin

is going to react to the confession.

itirafa nasıl tepki vereceğini bilmiyorsunuz.

So I think depending on what it is

Bu yüzden, itiraf ettiğiniz şeye bağlı olarak

you are confessing to, if it's a very serious thing,

, çok ciddi bir şey olup olmadığına bağlı olarak düşünüyorum,

but if it's something that you you're not sure how the other person will react.

ancak bu sizin tarafınızdan yapılan bir şeyse, diğer kişinin nasıl tepki vereceğinden emin değilsiniz.

So it can be seen as a risky thing

Bu nedenle, bir şeyi itiraf etmek riskli bir şey olarak görülebilir

to do, to confess to something or of course,

veya elbette yanlış yaptığını

maybe something that is is dangerous

for the person who is confessing the thing they've done wrong.

itiraf eden kişi için tehlikeli olan bir şey olabilir . Başka biriyle ilişkisi olduğunu kabul ederlerse başları

They might get into very serious trouble

çok ciddi belaya girebilir

or lose their partner

veya eşlerini kaybedebilirler

if they admit to having an affair with someone else.

.

Yes, You might want to confess that

Evet,

your partner might be suspicious

eşinizin

because you know your behaviour has changed and they might confront you with it.

davranışlarınızın değiştiğini bildiğiniz için şüphelenebileceğini ve sizi bununla yüzleştirebileceğini itiraf etmek isteyebilirsiniz.

And then you confess.

Ve sonra itiraf ediyorsun.

Because sometimes the evidence against

Çünkü bazen aleyhinize olan kanıtlar

you might be too strong to deny it.

onu inkar edemeyecek kadar güçlü olabilir.

Yes, that is it. That is it.

Evet işte bu. İşte bu.

The case against you is solid.

Aleyhinizdeki dava sağlam.

You cannot get out of it.

İçinden çıkamazsın.

Oh, Beatrice has to go because a great storm is coming.

Ah, Beatrice gitmek zorunda çünkü büyük bir fırtına yaklaşıyor.

I have to cut off the wife. I'm sorry.

Karını kesmek zorundayım. Üzgünüm.

See you on Sunday.

Pazar görüşürüz.

Well, we are about to go as well.

Biz de gitmek üzereyiz.

We will be back on Sunday. Mr.

Pazar günü geri döneceğiz. Bay

Steve is having a well-deserved rest in a moment because he's still a little weak, aren't you?

Steve birazdan hak ettiği dinlenmeyi yaşıyor çünkü hala biraz zayıf, değil mi? sen

You're. You're slightly.

Sen biraz

I must confess, I haven't completely got over this cold yet. Yes.

İtiraf etmeliyim ki, bu soğuğu henüz tam olarak üzerimden atamadım. Evet.

So that's a way you can use that expression.

Demek bu ifadeyi kullanmanın bir yolu bu.

I must confess, I do still feel a bit ill from the infection.

İtiraf etmeliyim ki, enfeksiyon nedeniyle hala biraz hasta hissediyorum.

He's weak.

O zayıf.

Not really a little weak, But that's how you.

Gerçekten biraz zayıf değil, Ama sen böylesin.

That's another example of how you don't really confessing sometimes.

Bu, bazen nasıl gerçekten itiraf etmediğinin başka bir örneği.

You can use that expression.

O ifadeyi kullanabilirsiniz.

It doesn't mean you're.

olduğun anlamına gelmez.

You're just revealing some more information.

Sadece biraz daha bilgi ifşa ediyorsun.

It doesn't necessarily mean

Bu mutlaka

it doesn't have to be some serious confession.

ciddi bir itiraf olması gerekmediği anlamına gelmez.

Somebody might say to you, you might say, oh, you you've

Biri size diyebilir ki, siz

you seem to be losing a lot of weight.

çok kilo veriyor gibisiniz diyebilirsiniz.

You've gone very thin.

Çok zayıfladın.

And you might say, well, I confess, I've been I've been on a diet.

Ve diyebilirsiniz ki, itiraf ediyorum, bir süredir diyet yapıyorum.

Sometimes being on a diet, it's almost like an admission of guilt in a raisin it.

Bazen diyette olmak, neredeyse kuru üzümdeki suçluluk duygusunu kabul etmek gibidir.

Or you might oh, you might put on a lot of weight.

Ya da oh, çok fazla kilo alabilirsin.

And so I confess, I've been I've been eating a lot of cakes recently, although I don't think

Ve itiraf ediyorum, son zamanlarda çok fazla kek yiyorum, ancak

you'd need to confess that because they would be able

bunu itiraf etmenize gerek olmadığını düşünüyorum çünkü

to see it with their big stomach.

koca mideleriyle bunu görebilecekler.

Anyway, it's time to go. Shall we go? Okay, then we will.

Her neyse, gitme zamanı. Gidelim mi? Tamam, o zaman yaparız.

We will be back with you.

Seninle geri döneceğiz.

I'm back with you on Sunday. Mr.

Pazar günü tekrar sizlerleyim. Bay

Steve will be here.

Steve burada olacak.

I'm assuming you are here with us on Sunday.

Pazar günü burada bizimle olduğunuzu farz ediyorum.

Think I'm here Sunday? Definitely.

Pazar günü burada olduğumu mu düşünüyorsun? Kesinlikle.

We have 2 hours of this.

Bunun için 2 saatimiz var. Bu

So if you enjoyed this, I imagine

yüzden bundan keyif aldıysanız,

what it would be like if you had another half an hour.

yarım saatiniz daha olsaydı nasıl olurdu diye düşünüyorum.

Oh, so find out on Sunday what it's all about.

Oh, o halde Pazar günü bunun neyle ilgili olduğunu öğren.

We are back on Sunday.

Pazar günü geri döndük.

Enjoy the rest of your Wednesday.

Çarşamba gününüzün geri kalanının tadını çıkarın.

I'm going to have a sandwich, I think.

Sanırım bir sandviç yiyeceğim.

And I think maybe a cup tea.

Ve sanırım bir fincan çay.

That would be nice, Mr. Duncan. Yes.

Bu iyi olurdu, Bay Duncan. Evet.

And we might even have a chance to walk outside,

Ve hatta dışarıda yürüme şansımız bile olabilir,

maybe go down the lane in a nice, crisp, cool air.

belki güzel, berrak, serin bir havada şeritten aşağı inebiliriz.

Yes, It's very cold today. It's not not very warm.

Evet, bugün çok soğuk. Çok sıcak değil.

But anyway, at least we've been here.

Ama her neyse, en azından buradaydık.

We've said hello and I hope we've made you happy.

Merhaba dedik ve umarım sizi mutlu etmişizdir.

See you on Sunday.

Pazar görüşürüz.

On behalf of myself and Mr. Steve.

Kendi adıma ve Bay Steve adına. İşte

There he is. Look.

burada. Bakmak.

This is Mr.

Bunu

Duncan in England saying. Thanks for watching.

İngiltere'den Bay Duncan söylüyor. İzlediğiniz için teşekkürler.

See you on Sunday 2 p.m.

Pazar 14:00'da görüşmek üzere.

UK. Time is when I'm back with you.

İngiltere Seninle geri döndüğüm zamandır.

We are both here and I hope you will be as well.

İkimiz de buradayız ve umarım siz de burada olursunuz.

And of course, until the next time we meet, you know what's coming next.

Ve tabii ki, bir dahaki görüşmemize kadar, sonra ne olacağını biliyorsun.

Yes, you do...

Evet,

ta ta for now.

şimdilik... ta ta yapıyorsun.