1.5 HOUR English Conversation Lesson

Vanessa: Hi, I'm Vanessa from SpeakEnglishWithVanessa.com.

Vanessa: Merhaba, ben SpeakEnglishWithVanessa.com'dan Vanessa.

Dan: And I'm Dan.

Dan: Ben de Dan.

Vanessa: My husband, who is also going to be giving another perspective in today's conversation.

Vanessa: Bugünkü sohbette başka bir bakış açısı sunacak olan kocam.

Today we're bringing you an amazing, long, English conversation, so prepare your ears,

Bugün size harika, uzun bir İngilizce sohbet sunuyoruz, bu yüzden kulaklarınızı hazırlayın,

prepare your mind.

zihninizi hazırlayın.

We're going to be talking about 12 different topics, and hopefully providing some new expressions

12 farklı konudan bahsedeceğiz ve umarım bazı yeni ifadeler

and new ways to think about life.

ve hayat hakkında yeni düşünme biçimleri sunacağız.

I don't know about that, but at least some English help for you.

Bunu bilmiyorum ama en azından biraz İngilizce yardımı senin için.

Dan: Yeah, it's going to get personal today, so get ready.

Dan: Evet, bugün kişiselleşecek, o yüzden hazırlan.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

All right, are you ready to get started?

Pekala, başlamaya hazır mısın?

Dan: I'm ready.

Dan: Ben hazırım.

Vanessa: Let's go.

Vanessa: Hadi gidelim.

Our first topic is family, and my question is, who do you think that you're the most

İlk konumuz aile ve benim sorum şu, sence en çok kime benziyorsun

like?

?

Dan: Who am I the most like, in appearance?

Dan: Görünüşte en çok kime benziyorum?

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: Both appearance and character?

Dan: Hem görünüş hem de karakter?

Vanessa: Yeah, both.

Vanessa: Evet, ikisi de.

Dan: Okay, so appearance I look mostly like my mom, I think.

Dan: Tamam, görünüş olarak daha çok anneme benziyorum sanırım.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: I have more of her skin tone, I have her eyes.

Dan: Bende onun ten rengi daha çok var, bende onun gözleri var.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: And on her side of the family, most of the people are pretty skinny, and I'm a rather

Dan: Ve onun tarafında, insanların çoğu oldukça zayıf ve ben oldukça

skinny guy.

zayıf bir adamım.

My dad's side is German, and they tend to be a little bit bigger.

Babamın tarafı Alman ve biraz daha büyük olma eğilimindeler.

So yeah, I definitely got my mom's side.

Yani evet, kesinlikle annemin tarafını tuttum.

But character wise, I think I'm a little more like my dad.

Ama karakter olarak, sanırım biraz daha babama benziyorum.

Would you agree?

Kabul eder misin?

Vanessa: Yeah, I'd say you have shades of your dad.

Vanessa: Evet, babanın gölgelerine sahip olduğunu söyleyebilirim .

Dan: You know me so well, so you can answer this, too.

Dan: Beni çok iyi tanıyorsun, bu yüzden buna da cevap verebilirsin.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, I think you have shades of your dad.

Evet, bence sende babanın gölgeleri var.

Yeah.

Evet.

Dan: Shades, yeah.

Dan: Gölgeler, evet.

I think I'm more silly than my dad, that's not very hard because my dad is pretty serious.

Babamdan daha aptal olduğumu düşünüyorum, bu çok zor değil çünkü babam oldukça ciddi.

Vanessa: Ah, he's got a silly side though.

Vanessa: Ah, yine de aptalca bir yanı var.

Dan: He does, yeah.

Dan: Yapıyor, evet.

But for the most part, I think I'm more like my dad because he has a very calm demeanor,

Ama çoğunlukla, babama daha çok benzediğimi düşünüyorum çünkü çok sakin bir tavrı var,

he's very patient, and he doesn't get stressed about anything.

çok sabırlı ve hiçbir konuda strese girmiyor.

And actually, my dad gets so unstressed about everything, I can't even understand it.

Ve aslında, babam her konuda o kadar stressiz oluyor ki , anlayamıyorum bile.

I'm like, "How are you so calm right now?"

"Şu anda nasıl bu kadar sakinsin?"

And everybody I know thinks that I'm the most stress free person they know.

Ve tanıdığım herkes benim tanıdıkları en stressiz insan olduğumu düşünüyor.

Vanessa: But your dad is even more stress free.

Vanessa: Ama baban daha da stressiz.

Dan: Yeah, but we're similar, like growing up when my parents would be going somewhere,

Dan: Evet, ama biz benzeriz, ailem bir yere giderken

and needing to get out of the house, me and my dad would be the last one out of the house

ve evden çıkmaya ihtiyaç duyduğunda, her seferinde evden en son çıkan ben ve babam olurduk

every single time.

.

Then we would be like, "What?

O zaman "Ne?

We'll make it.

Başaracağız.

We'll be okay.

İyi olacağız.

No problem."

Sorun değil" derdik.

Vanessa: And your mom, and brother, and sister were saying, "Come on, hurry."

Vanessa: Ve annen, erkek ve kız kardeşin "Hadi, acele et" diyorlardı.

Dan: And my mom is like, "Ah, let's go."

Dan: Ve annem "Ah, hadi gidelim" diyor.

My mom is much more high stress, anxious kind of personality.

Annem çok daha stresli, endişeli bir kişilik.

Vanessa: That's kind of a typical family situation, I think.

Vanessa: Bence bu tipik bir aile durumu .

Dan: Yeah, how about you?

Dan: Evet, peki ya sen?

Vanessa: I think I have both my parents in me as well.

Vanessa: Sanırım içimde hem annem hem de babam var .

I think I look a lot like my mom.

Sanırım anneme çok benziyorum.

Dan: Yeah, she looks exactly like her mom, though, like to a T.

Dan: Evet, yine de tıpkı annesine benziyor, tıpkı bir T gibi.

Vanessa: Sometimes when I see pictures of myself, and then I look at a picture of her

at the same age, I think, "Whoa.

We look really similar."

gerçekten benzer."

And she looks a lot like her mom, so I can kind of imagine what I'll look like when I'm

Ve annesine çok benziyor, bu yüzden yaşlanınca nasıl görüneceğimi hayal edebiliyorum

getting older.

.

Dan: Yeah.

Evet.

I mean, you have darker hair, and darker features.

Demek istediğim, daha koyu saçların ve daha koyu yüz hatların var.

You got that from your dad.

Bunu babandan aldın.

Vanessa: Yeah, somewhat.

Vanessa: Evet, biraz.

But I think a lot of my features are similar to my mom.

Ama birçok özelliğimin anneme benzediğini düşünüyorum .

But I think I also got my facial expressions from my mom.

Ama yüz ifademi de annemden aldığımı düşünüyorum .

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: A lot of comment that, "Wow, Vanessa, you have a lot of expressions."

Vanessa: "Vay canına, Vanessa, çok fazla ifaden var."

Dan: Your mom is very expressive, just like you.

Dan: Annen de senin gibi kendini çok iyi ifade ediyor .

Vanessa: And I think it's true that I use a lot of expressions, but it's just natural

Vanessa: Pek çok ifade kullandığım doğru ama bu

for me.

benim için çok doğal.

I do this in daily life as I'm talking about things.

Bunu günlük hayatta bir şeyler hakkında konuşurken yapıyorum .

And I think that I get that from my mom, sometimes I see some of her expressions and I realize,

Ve bunu annemden aldığımı düşünüyorum, bazen onun bazı ifadelerini görüyorum ve

"Oh, I do that too."

"Oh, bunu ben de yapıyorum" diyorum.

Dan: Yeah, I remember when we lived in South Korea, every single Korean person was commenting

Dan: Evet, Güney Kore'de yaşarken her Korelinin

on Vanessa's expressions.

Vanessa'nın ifadeleri hakkında yorum yaptığını hatırlıyorum.

They're like, "Your face, it's so exciting.

"Yüzün çok heyecan verici.

How are you making so many faces?"

Nasıl bu kadar çok surat yapıyorsun?"

Everybody was surprised.

Herkes şaşırdı.

Vanessa: I don't know.

Vanessa: Bilmiyorum.

Dan: I guess in Korea they don't make as many faces.

Dan: Sanırım Kore'de o kadar çok surat yapmıyorlar.

Vanessa: I don't know, maybe it's just not.

Vanessa: Bilmiyorum, belki de değildir.

Maybe it's just an unusual trait.

Belki de bu alışılmadık bir özelliktir.

I'm grateful for that, especially as a teacher, I can hopefully help to explain some different

Bunun için minnettarım, özellikle bir öğretmen olarak, umarım bazı farklı kavramları yüzümle açıklamaya yardımcı olabilirim

concepts with my face as well.

.

But I feel like I also have parts of my dad.

Ama bende de babamın parçaları varmış gibi hissediyorum.

My dad is a pretty rational guy.

Babam oldukça mantıklı bir adamdır.

Dan: You're rational like your dad.

Dan: Baban gibi mantıklısın.

Vanessa: Yeah, but I think I also have his sense of humor, sometimes a little strange

Vanessa: Evet, ama sanırım ben de onun mizah anlayışına sahibim, bazen biraz garip bir

sense of humor, but we laugh at the same things, we enjoy playing games, and being competitive,

mizah anlayışına sahibim ama aynı şeylere gülüyoruz, oyun oynamaktan ve rekabetçi olmaktan hoşlanıyoruz,

so I think that that side of me, maybe some of the character side of me, is similar to

bu yüzden sanırım benim bu tarafım, belki Bazı karakter yönlerim ona benziyor

him.

.

But I feel like I also have parts of my grandma.

Ama bende de büyükannemin parçaları varmış gibi hissediyorum.

My grandma is a go, go, go, go person.

Büyükannem git, git, git, git insanıdır.

Dan: Oh, that's true.

Dan: Ah, bu doğru.

Yeah.

Evet.

Vanessa: She never stops, and I think my biggest flaw is that I have difficulty slowing down

Vanessa: Hiç durmuyor ve bence en büyük kusurum, yavaşlamakta

and relaxing, I just keep going and I think that-

ve gevşemekte zorluk çekiyorum, sadece devam ediyorum ve bence-

Dan: That's why she's with me.

Dan: Bu yüzden benimle.

Vanessa: ... I need help relaxing.

Vanessa: ... Rahatlamak için yardıma ihtiyacım var.

Dan: I help her relax.

Dan: Rahatlamasına yardım ediyorum.

Vanessa: Yeah, so I think that my grandma's like this too, that she's always going, and

Vanessa: Evet, bence büyükannem de böyle, her zaman gidiyor ve her zaman bir

always doing things, and it's healthy to slow down every now and then.

şeyler yapıyor ve ara sıra yavaşlamak sağlıklı .

And so, I need to do that, she probably needs to do that too sometimes.

Ve bu yüzden, bunu benim yapmam gerekiyor, muhtemelen bazen onun da yapması gerekiyor.

But I don't know if I learned that from her, but maybe that's just part of my-

Ama bunu ondan öğrendim mi bilmiyorum ama belki de bu benim-

Dan: I think it's your personality.

Dan: Bence bu senin kişiliğin.

Vanessa: ... DNA, my character.

Vanessa: ... DNA, benim karakterim.

Dan: Yeah, I can remember even when I first met Vanessa, she was more go, go, go than

Dan: Evet, Vanessa ile ilk tanıştığımda bile şimdi olduğundan daha fazla git, git, git olduğunu hatırlıyorum

she is now.

.

Vanessa: Oh, you think so?

Vanessa: Öyle mi düşünüyorsun?

Dan: Yeah.

Evet.

More like so this thing, then the next, and the enthusiasm was always, she was like bouncing

Daha çok bu şey gibi, sonra bir sonraki ve coşku her zaman,

everywhere.

her yerde zıplıyor gibiydi.

Vanessa: I always have a lot of enthusiasm, that's true.

Vanessa: Her zaman büyük bir hevesim vardır, bu doğru.

Dan: Yes, it was off the charts.

Dan: Evet, çizelgelerin dışındaydı.

Vanessa: Yeah, so I want to know for you, who are you most like in your family?

Vanessa: Evet, senin için bilmek istiyorum, ailende en çok kime benziyorsun?

Is it maybe your physical traits or for your character?

Belki fiziksel özellikleriniz veya karakteriniz için mi ?

All right, let's go on to our second question.

Pekala, ikinci sorumuza geçelim.

The next topic is childhood.

Bir sonraki konu çocukluk. Sence

I want to know when do you think childhood ends, and when do you become an adult?

çocukluk ne zaman biter ve ne zaman yetişkin olursun?

Dan: When does childhood end?

Dan: Çocukluk ne zaman biter?

Vanessa: This is a deep question.

Vanessa: Bu derin bir soru.

Dan: Well, I don't think it can be a specific age, I think it's different for everyone.

Dan: Bunun belirli bir yaş olabileceğini düşünmüyorum , bence bu herkes için farklı.

I think it's at any point you can leave this house of your parents and live on your own,

Bence herhangi bir noktada anne babanın evinden ayrılıp kendi başına yaşayabilirsin,

take care of yourself, and you're not dependent on somebody else.

kendine bakabilirsin ve başka birine bağımlı olmazsın.

Like if you're living with your friends and bumming off them, you're probably not an adult

Mesela, arkadaşlarınla ​​yaşıyorsan ve onları boşveriyorsan, muhtemelen henüz bir yetişkin değilsindir

yet.

.

So if I had to pick an age, I'd probably say 16.

Yani bir yaş seçmek zorunda kalsaydım, muhtemelen 16 derdim.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Oh.

Dan: Yeah, I'm saying kind of young.

Dan: Evet, biraz genç diyorum.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: In an ideal world, I think a 16 year old should be ready.

Dan: İdeal bir dünyada, bence 16 yaşındaki biri hazır olmalı.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Okay.

Tamam aşkım.

I get it.

Anladım.

At 16 were you ready?

16 yaşında hazır mıydın?

Dan: No, of course not.

Dan: Hayır, tabii ki hayır.

Vanessa: Ideally.

Vanessa: İdeal olarak.

Dan: Ideally, yeah.

Dan: İdeal olarak, evet.

I don't think our society prepares us to be ready at 16.

Toplumumuzun bizi 16 yaşında hazırladığını düşünmüyorum.

It prepares you to be ready at 18.

Seni 18 yaşında hazırlıyor.

Vanessa: Or later.

Vanessa: Veya daha sonra.

Dan: Right, or later.

Dan: Doğru ya da sonra.

But you know, in an ideal world I think you could be ready at 16, but it's a kind of complicated

Ama biliyorsun, ideal bir dünyada 16 yaşında hazır olabileceğini düşünüyorum, ama şu anda bu biraz karmaşık bir

world now, so maybe 18 is an acceptable age.

dünya, bu yüzden belki 18 kabul edilebilir bir yaş.

Vanessa: I feel like, for me, I have less ideas about childhood ending and adulthood

Vanessa: Benim için çocukluğun sona ermesi ve yetişkinliğin

starting that are physical.

fiziksel olarak başlaması hakkında daha az fikrim var gibi hissediyorum.

I feel like it has more to do with making your own decisions.

Daha çok kendi kararlarını vermenle ilgili olduğunu düşünüyorum .

There might be a lot of reasons why you have to live at home, or you have to be dependent

Evde yaşamak zorunda olmanızın veya

on someone else, but if you are making your own decisions you are not a child, you're

başka birine bağımlı olmanızın birçok nedeni olabilir, ancak kararlarınızı kendiniz alıyorsanız çocuk değilsiniz,

an adult.

yetişkinsiniz.

And I'm sure as our children get older and become teenagers, that's going to be a little

Ve eminim ki çocuklarımız yaşlanıp ergenlik çağına geldikçe, başka

bit harder for us to make that line for someone else, but I know for myself-

biri için bu sözü söylemek bizim için biraz daha zor olacak , ama kendimden biliyorum-

Dan: Well, this is- Vanessa: ... making more decisions.

Dan: Pekala, bu- Vanessa: ... daha fazla karar vermek.

Dan: ... assuming you are capable as a person to live on your own, of course.

Dan: ...bir insan olarak kendi başına yaşayabileceğini varsayarsak tabii.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, I think you can still be an adult just making your own decisions, but we still need

Evet, bence hala kendi kararlarını veren bir yetişkin olabilirsin, ama

help from other people as adults, so there's a... it's a gray area.

yetişkinler olarak hala diğer insanların yardımına ihtiyacımız var, yani bir şey var... bu gri bir alan.

Dan: Sure.

Dan: Elbette.

Yeah.

Evet.

I would- Vanessa: Yeah, it's not so clear.

Vanessa: Evet, o kadar net değil.

Dan: ... also add, I don't know, for myself personally, having children really makes you

Dan: ...ayrıca şunu da ekle, bilmiyorum, kendi adıma, çocuk sahibi olmak seni gerçekten

an adult.

bir yetişkin yapıyor.

It doesn't have to be true for everyone, but I think it's easier for some people to just

Herkes için doğru olmak zorunda değil ama bence bazı insanlar için

kind of be really selfish, and do their own thing, and kind of live like a kid, especially

gerçekten bencil olmak, kendi işlerini yapmak ve bir tür çocuk gibi yaşamak daha kolay, özellikle

nowadays because we have so much entertainment, you could just watch TV every day.

bugünlerde çok fazla eğlence varken. her gün televizyon seyredebilirsin.

A lot of guys I know play video games a lot, and I'm not knocking on video games but playing

Tanıdığım pek çok erkek çok fazla video oyunu oynar ve ben video oyunlarına el atmıyorum ama

video games every day is a good way to remain a child, at heart anyways.

her gün video oyunları oynamak, her halükarda, özünde çocuk kalmanın iyi bir yoludur .

Vanessa: Sure.

Vanessa: Elbette.

Dan: This is my opinion, it's a little judgemental, but-

Dan: Bu benim düşüncem, biraz yargılayıcı ama-

Vanessa: Yeah, I think if you are a good person, and you have a child, then you feel forced

Vanessa: Evet, bence iyi bir insansan ve bir çocuğun varsa, o zaman kendini

to be become an adult.

yetişkin olmaya mecbur hissediyorsun.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: There's still bad people who have kids, who remain children themselves-

Vanessa: Hala çocuk sahibi olan ve kendileri de çocuk kalan kötü insanlar var-

Dan: That's true.

Dan: Bu doğru.

Vanessa: ... and then they're bad parents.

Vanessa: ...ve sonra onlar kötü ebeveynler.

But I think if you're generally a good person, when you have kids, it's kind of a shock.

Ama genel olarak iyi bir insansanız, çocuk sahibi olduğunuzda, bu bir tür şoktur.

Dan: Yeah, well- Vanessa: Like, "Whoa, this child is so dependent

Dan: Evet, pekala- Vanessa: "Vay canına, bu çocuk bana çok bağlı

on me.

.

I need to be responsible.

Sorumlu davranmam gerekiyor.

I have to organize myself somehow."

Kendimi bir şekilde organize etmeliyim."

You have to change.

Değişmelisin.

Dan: ... I think being an adult, part of it is having a burden of responsibility of some

Dan: ... Bence yetişkin olmanın bir parçası,

kind, whether it's a job, or your house payments, or whatever it is.

ister bir iş, ister ev ödemeleri veya her neyse, bir tür sorumluluk yüküne sahip olmaktır.

Some people add those burdens of responsibility anyways without children, but I don't know,

Bazı insanlar zaten çocuksuz bu sorumluluğu üstüne alıyor , ama bilmiyorum,

for me, it's just different.

benim için sadece farklı.

Like, "This is the person I'm taking care of in my life."

"Hayatımda ilgilendiğim kişi bu. " gibi.

People now- Vanessa: Yeah.

İnsanlar şimdi- Vanessa: Evet.

Dan: ... because we've got two.

Dan: ... çünkü bizde iki tane var.

Vanessa: Well, two coming up soon.

Vanessa: Şey, yakında iki tane geliyor.

So I have a question for you, when do you think childhood ends?

Peki size bir sorum var, sizce çocukluk ne zaman biter?

When does adulthood start?

Yetişkinlik ne zaman başlar?

It's going to be different for every culture, too because this is a pretty cultural specific

Her kültür için de farklı olacak çünkü bu oldukça kültürel bir

question.

soru.

Maybe in the U.S.- Dan: Yeah, maybe you have a-

Belki ABD'de- Dan: Evet, belki senin-

Vanessa: ... it's different than your country.

Vanessa: ... senin ülkenden farklı.

Dan: ... maybe you have a rite of passage in your country.

Dan: ...belki ülkende bir geçit töreni vardır .

Vanessa: Oh, can you explain what a rite of passage is?

Vanessa: Oh, geçit töreninin ne olduğunu açıklayabilir misin ?

Because that's kind of a nuanced thing.

Çünkü bu biraz nüanslı bir şey.

Dan: Yeah, a rite of passage is something that every boy or every girl does to become

Dan: Evet, geçit töreni her erkek ya da her kızın yetişkin olmak için yaptığı bir şeydir

an adult.

.

Vanessa: Oh, like some ceremony, or activity.

Vanessa: Ah, bir tören ya da etkinlik gibi.

Dan: Yeah, like a ceremony.

Dan: Evet, tören gibi.

Yeah, I mean, we don't really have this in the U.S., some people say college is a rite

Evet, demek istediğim, ABD'de buna gerçekten sahip değiliz , bazı insanlar üniversitenin bir geçiş töreni olduğunu söylüyor

of passage, but not...

, ama değil... Demek istediğim, giderek

I mean, more and more, almost everybody goes to college now.

daha fazla, neredeyse herkes artık üniversiteye gidiyor.

Vanessa: A lot of people do, but- Dan: Yeah, so it kind of is, but it's a really

Vanessa: Pek çok insan öyle ama- Dan: Evet, yani biraz öyle, ama bu gerçekten

bad one because usually people just go, and they have parties, and they live really irresponsibly.

kötü çünkü genellikle insanlar öylece giderler ve partiler verirler ve gerçekten sorumsuzca yaşarlar.

Vanessa: It's not a way to become a responsible adult.

Vanessa: Sorumlu bir yetişkin olmanın yolu bu değil .

Dan: Yeah, and then you do more school.

Dan: Evet, sonra daha çok okula gidersin.

Vanessa: Ah, yes.

Vanessa: Ah, evet.

Dan: It's not really becoming a man.

Dan: Bu gerçekten bir erkek olmak değil.

Vanessa: Changing your life completely.

Vanessa: Hayatınızı tamamen değiştirmek.

Yeah.

Evet.

So I'm curious, in your country is there something that signifies, "Now you are an adult.", this

Bu yüzden merak ediyorum, ülkenizde "Artık bir yetişkinsiniz" anlamına gelen bu

kind of rite of passage ceremony, or festivity, or party that you have.

tür bir geçiş töreni töreni, şenlik veya yaptığınız parti var mı?

In the U.S. we don't really have that, but I think it's kind of a cool idea that you're

ABD'de buna gerçekten sahip değiliz, ama bence kutlamanız harika bir fikir-

celebrating- Dan: I wish we did.

Dan: Keşke yapsaydık.

Vanessa: ... this big change, going from childhood to adulthood, and it is a gray area, at least

Vanessa: ... çocukluktan yetişkinliğe giden bu büyük değişiklik ve bu gri bir alandır, en azından

in the U.S. it's a really gray area, so it's nice to celebrate that as parents, that your

ABD'de gerçekten gri bir alandır, bu yüzden ebeveynler olarak

kids are adults, hopefully.

çocuklarınızın yetişkin olduğunu umarız bunu kutlamak güzeldir.

And that as a child, "Oh, great, now I'm an adult.

Ve çocukken, "Harika, artık bir yetişkinim.

Society sees me as an adult."

Toplum beni bir yetişkin olarak görüyor."

So I think it's kind of a cool idea, but maybe it's something we can do with our future kids.

Bence bu harika bir fikir ama belki gelecekteki çocuklarımız için yapabileceğimiz bir şey.

All right, let's go onto the next topic.

Pekala, bir sonraki konuya geçelim.

The next topic is jobs.

Bir sonraki konu işler.

I want to know what was your worst job ever.

Şimdiye kadarki en kötü işin neydi bilmek istiyorum.

Dan: Worst job ever?

Dan: Şimdiye kadarki en kötü iş?

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Well, I have two competing jobs.

Dan: Benim birbiriyle yarışan iki işim var.

Vanessa: Hopefully it's not your current job, making English lessons.

Vanessa: Umarım şu anki işin İngilizce dersleri yapmak değildir.

Dan: It's video editing and doing these videos.

Dan: Video düzenlemek ve bu videoları yapmak.

Vanessa: Oh, no.

Vanessa: Ah, hayır.

Dan: I can't stand working with my wife.

Dan: Karımla çalışmaya dayanamıyorum. Şaka yapıyorum

Just kidding.

.

It's the best.

Bu en iyisi.

Yeah.

Evet.

So yeah, really my worst job, if I had to pick just one, it would be being a dishwasher.

Yani evet, gerçekten en kötü işim, sadece birini seçmek zorunda kalsaydım, bulaşık makinesi olurdu.

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Ah, tamam.

Dan: Now notice, there's no differentiation between the machine, a dishwasher, and the

Dan: Şimdi dikkat et, makine, bulaşıkçı ve

person who is a dishwasher, it's the same word.

bulaşıkçı olan kişi arasında bir fark yok, aynı kelime.

Vanessa: So you were like the machine, you were washing dishes.

Vanessa: Demek makine gibiydin, bulaşık yıkıyordun.

Dan: Yeah.

Evet.

I mean, you did have a machine, so you'd have something on the side you'd slide the dishes

Demek istediğim, bir makinen vardı, bu yüzden yanında bulaşıkları kaydırabileceğin bir şey olurdu

in and all that, but it's just, I was also like, I think I was 16 at the time, an adult

, ama bu sadece, ben de gibiydim, sanırım o zamanlar 16 yaşındaydım, bir yetişkin

and I had no friends in the restaurant.

ve Restoranda hiç arkadaşım yoktu.

They were all older and they were all really tough.

Hepsi yaşlıydı ve hepsi gerçekten güçlüydü.

I don't know, in America, when you... the kitchens have a reputation for having really

Bilmiyorum, Amerika'da, siz... mutfaklar gerçekten

kind of tough kitchen cooks, and they all... they swear a lot, and they make foul jokes-

sert mutfak aşçılarına sahip olmakla ünlüdür ve hepsi... çok küfür ederler ve iğrenç şakalar yaparlar-

Vanessa: They've had a lot of life experiences.

Vanessa: Onlar bir sürü hayat tecrübesi vardı.

Dan: ... and I was just like a little Christian 16 year old kid, washing dishes in the corner,

Dan: ... ve ben de 16 yaşında küçük bir Hıristiyan çocuk gibiydim, bir köşede bulaşık yıkıyor,

trying to look like relatively normal.

nispeten normal görünmeye çalışıyordum.

But I didn't talk to anybody- Vanessa: And you were homeschooled.

Ama kimseyle konuşmadım- Vanessa: Ve sen evde eğitim gördün.

Yeah, no experiences.

Evet, deneyim yok.

Dan: Yeah, well at that time I was in high school.

Dan: Evet, o zamanlar lisedeydim.

Vanessa: Oh, yeah, yeah.

Vanessa: Ah, evet, evet.

Dan: But it was a small, private school.

Dan: Ama küçük, özel bir okuldu.

Anyway- Vanessa: You were very different from the

Neyse- Vanessa: Diğer insanlardan çok farklıydın

other people.

.

Dan: ... not only was that really awkward, it was also bad because washing dishes just

Dan: ... bu gerçekten tuhaf olmasının yanı sıra kötüydü çünkü bulaşık yıkamak bir

kind of stinks.

nevi pis kokuyor.

You just get all the dishes, and some of the guys used to make fun that I wasn't going

Bütün bulaşıkları alırsın ve adamlardan bazıları benim

fast enough.

yeterince hızlı gitmediğimle dalga geçerdi.

One guy said, "Dan, you have two speeds, slow and stop."

Bir adam, "Dan, iki hızın var, yavaşla ve dur" dedi.

Vanessa: You're like a turtle?

Vanessa: Kaplumbağa gibi misin?

Dan: Yeah, I'm like a turtle.

Dan: Evet, kaplumbağa gibiyim.

Vanessa: Well, sometimes I still say that.

Vanessa: Şey, bazen hala bunu söylüyorum.

Dan: I wasn't fast enough, and another time I reached into the mucky, dirty water and

Dan: Yeterince hızlı değildim ve bir kez daha çamurlu, kirli suya uzandım ve

I cut my finger on a broken glass and I was bleeding in the water.

parmağımı kırık bir camla kestim ve suda kan kaybediyordum.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah. Bir restoranı

Things you don't want to know when you visit a restaurant.

ziyaret ettiğinizde bilmek istemeyeceğiniz şeyler .

Dan: And I was paid under the table.

Dan: Ve bana masanın altından ödeme yapıldı.

Vanessa: Oh, really?

Vanessa: Gerçekten mi?

Dan: Mm-hmm (affirmative).

Dan: Mm-hmm (olumlu).

Vanessa: Why'd they have to pay you under the table?

Vanessa: Neden sana masanın altından ödeme yapmak zorunda kaldılar ?

Dan: I don't know, because it's an Italian restaurant-

Dan: Bilmiyorum, çünkü orası bir İtalyan restoranı-

Vanessa: Because you were too young?

Vanessa: Çok genç olduğun için mi?

Dan: ... in rural Pennsylvania.

Dan: ... Pennsylvania kırsalında.

Vanessa: They didn't want to pay taxes on their employees or something?

Vanessa: Çalışanlarına vergi filan ödemek istemiyorlar mıydı ?

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: Plus who wants to pay taxes on a dishwasher?

Dan: Ayrıca kim bulaşık makinesine vergi ödemek ister?

Vanessa: I wonder if it was because you were 16, like was there an age limit?

Vanessa: Acaba 16 yaşında olduğun için mi, yaş sınırı var mıydı?

Dan: I might have even been 15 at the time.

Dan: O zamanlar 15 yaşında bile olabilirdim.

Vanessa: Okay, maybe you were under the legal age that they could hire someone-

Vanessa: Tamam, belki de birini işe alabilecekleri reşit değildin-

Dan: Could be.

Dan: Olabilir.

Vanessa: ... so they just paid you under the table.

Vanessa: ... yani sana masanın altından para ödediler .

Dan: Yeah, so that was pretty bad.

Dan: Evet, bu oldukça kötüydü.

Vanessa: That sounds pretty bad.

Vanessa: Kulağa oldukça kötü geliyor.

Dan: Yeah, it was an awkward job.

Dan: Evet, garip bir işti.

Vanessa: Especially as a first job, it just seems uncomfortable.

Vanessa: Özellikle ilk iş olarak, rahatsız edici görünüyor.

Dan: That was my second job.

Dan: Bu benim ikinci işimdi.

Yeah.

Evet.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Well- Dan: How about you?

Dan: Ya sen?

Vanessa: ... I feel like- Dan: Could it beat that?

Vanessa: ... Ben sanki... Dan: Bunu yenebilir mi?

Vanessa: Well, I feel like my worst job wasn't bad because of the social situation like yours,

Vanessa: En kötü işim seninki gibi sosyal durum yüzünden değil,

it was bad because it was so boring.

çok sıkıcı olduğu için kötüydü.

I worked for a summer at this office, I was like a temporary employee just for the summer,

Bir yaz bu ofiste çalıştım, sadece yaz için geçici bir eleman gibiydim, bir nevi

working kind of like a call center job.

çağrı merkezi işi gibi çalışıyordum.

But every day they gave us these scripts and we had to call companies who maybe this company

Ama her gün bize bu senaryoları verdiler ve

bought a printer within the last couple months.

son birkaç ay içinde belki bu şirketin bir yazıcı satın aldığı şirketleri aramak zorunda kaldık.

Dan: I'm bored just listening about it.

Dan: Bunu dinlemekten sıkıldım.

Vanessa: Yeah, and I called the company and said company and said, "Oh, I saw that you

Vanessa: Evet, şirketi aradım ve şirket dedim ve "Yakın zamanda

recently bought the HP Inkjet printer, and we have a upcoming training session on this

HP Inkjet yazıcı satın aldığınızı gördüm ve bu gün yaklaşan bir eğitimimiz var

day.

. Bununla ilgili

Would you like to attend the training session about this printer?"

eğitim oturumuna katılmak ister misiniz?" dedim. yazıcı?"

Dan: She does have a really good call voice, though.

Dan: Yine de çok iyi bir arama sesi var .

Vanessa: And I called so many companies again and again, talking with secretaries, talking

Vanessa: Pek çok şirketi tekrar tekrar aradım , sekreterlerle konuştum,

with other people, just saying, "Do you want to go to this seminar about..." some electronic

diğer insanlarla konuştum, " Bu seminere yakın zamanda satın aldıkları bir tür elektronik cihazla ilgili gitmek ister misin?" dedim

device that they had recently bought.

.

Dan: If you called me, I'd be like, "Yeah, I do.

Dan: Beni arasaydın, "Evet, isterim.

Can I buy more?"

Daha fazla alabilir miyim?"

Vanessa: Well, people were generally nice to me, it was just... it wasn't a subject

Vanessa: İnsanlar genelde bana karşı naziktiler, bu sadece... ilgilendiğim bir konu değildi

that I was interested in, it wasn't something I was trained to do, so I didn't feel like

, yapmak için eğitildiğim bir şey değildi , bu yüzden

it was my specialty, it was just a temporary job to make money.

bana aitmiş gibi hissetmedim. uzmanlık, para kazanmak için geçici bir işti.

Dan: And you were sitting in an office all day, right?

Dan: Ve bütün gün bir ofiste oturuyordun , değil mi?

Vanessa: Yeah, it was my first office job.

Vanessa: Evet, bu benim ilk ofis işimdi.

Dan: Vanessa doesn't like to sit very long.

Dan: Vanessa uzun süre oturmayı sevmez.

Vanessa: No, I have to go, go, go, like we talked about.

Vanessa: Hayır, konuştuğumuz gibi gitmeliyim, gitmeliyim, gitmeliyim .

So sitting in that office desk, it was just not my thing.

Yani o ofis masasında oturmak bana göre değildi.

But the office, on the other hand, did really try to make it interesting for the employees,

Ama öte yandan ofis, bunu çalışanlar için gerçekten ilginç kılmaya çalıştı

because they knew most of the people I worked with were in a similar position as me, where

çünkü birlikte çalıştığım insanların çoğunun benimle benzer bir konumda olduğunu biliyorlardı ve

it wasn't their life-long dream to work in that job.

bu onların yaşam boyu hayalleri değildi. o işte

So about once a week, we had these game show competitions-

Yani haftada bir kez, yarışma programı yarışmaları yapardık-

Dan: That sounds fun.

Dan: Kulağa eğlenceli geliyor.

Vanessa: ... where at lunch, during the lunch break, everyone would go to the lunchroom,

Vanessa: ... öğle yemeğinde, öğle yemeği molasında,

if you wanted to of course, and they had these competitions kind of like Wheel of Fortune,

eğer istersen, herkes yemekhaneye giderdi ve Çarkıfelek

or Jeopardy, and the company just had them for the employees.

veya Jeopardy gibi bu yarışmalar yapılırdı ve şirket onları sadece çalışanlar.

Sometimes we had dress up days where we dressed up like cowboys, or dressed up like... they

Bazen kovboy gibi giyindiğimiz ya da öyle giyindiğimiz... ...giyinme günlerimiz oldu... ...her şeyi

were trying to make it interesting.

ilginç kılmaya çalışıyorlardı.

Dan: Come on, this is better than being a dishwasher.

Dan: Hadi ama, bu bulaşıkçı olmaktan daha iyi .

Vanessa: It's probably better than being a dishwasher, but I just felt like they were

Vanessa: Bulaşıkçı olmaktan muhtemelen daha iyi , ama

trying so hard to keep employees- Dan: To make it interesting.

çalışanları elde tutmak için çok uğraştıklarını hissettim- Dan: İlginç kılmak için.

Vanessa: ... to make it interesting- Dan: All right.

Vanessa: ...ilginç kılmak için- Dan: Pekala.

Vanessa: ... because they knew this is not an interesting job.

Vanessa: ...çünkü bunun ilginç bir iş olmadığını biliyorlardı.

Dan: Yeah, can I say my second worst job?

Dan: Evet, en kötü ikinci işim diyebilir miyim?

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Sure.

Elbette.

Dan: Can you guess what it is?

Dan: Ne olduğunu tahmin edebiliyor musun?

Vanessa: I know you worked at a lot of coffee shops, but those weren't that bad.

Vanessa: Pek çok kafede çalıştığını biliyorum ama bunlar o kadar da kötü değildi.

Dan: Working at a coffee shop is good.

Dan: Bir kafede çalışmak güzel.

It's fun.

Eğlenceli.

Vanessa: Okay, well what was it?

Vanessa: Tamam, neydi o?

Dan: It's the sharpshooter.

Dan: Keskin nişancı.

Vanessa: Oh, can you explain about that job?

Vanessa: Oh, o işi açıklayabilir misin?

Dan: Yeah, so I don't know if you've ever seen this in your country, but have you ever

Dan: Evet, yani bunu ülkende hiç gördün mü bilmiyorum ama hiç

been to a place where somebody takes your picture, and then later they try to sell you

birisinin senin fotoğrafını çektiği bir yere gittin mi ve sonra o fotoğrafı sana satmaya çalıştılar mı

that picture?

?

I was that guy.

Ben o adamdım.

So we took the same pictures, it was going onto a boat on one of the rivers in Pittsburgh.

Aynı fotoğrafları çektik, Pittsburgh'daki nehirlerden birinde bir tekneye biniyordu.

Vanessa: So it was kind of like a cruise boat, but a river cruise.

Vanessa: Yani bir tür gezi teknesi gibiydi, ama bir nehir gezisi.

Dan: Yeah, kind of.

Dan: Evet, biraz.

It was very kitschy though, like not high class at all.

Yine de çok kitschy idi, hiç de yüksek sınıf değilmiş gibi.

So people, before they got on the boat, we forced them to stop and go through the line,

Böylece insanlar tekneye binmeden önce onları durup çizgiyi geçmeye zorladık

and we'd take their picture.

ve fotoğraflarını çektik.

And it was required, but people were like, "I don't want to get my picture taken."

Ve gerekliydi ama insanlar "Fotoğrafımın çekilmesini istemiyorum" gibiydi.

Vanessa: And everyone had their own cameras and phones.

Vanessa: Ve herkesin kendi kamerası ve telefonu vardı.

Dan: And this is...

Dan: Ve bu...

Yeah.

Evet.

Mind you, this is in like 2010, where people already have phones on their cameras and stuff.

Dikkat edin, bu 2010 yılı gibi, insanların zaten kameralarında telefon falan var.

I mean, that's at least getting more popular.

Demek istediğim, bu en azından daha popüler hale geliyor.

Vanessa: Yeah, they didn't need your picture.

Vanessa: Evet, senin resmine ihtiyaçları yoktu.

Dan: No.

Dan: Hayır. Bu

So I had to take everybody's picture, and then when they got off the boat, I stood at

yüzden herkesin fotoğrafını çekmek zorunda kaldım ve tekneden indiklerinde kenarda durup

the side and said, "Hey, come over here, buy this picture."

"Hey, buraya gel, bu fotoğrafı al" dedim.

And they were like $20 for one picture.

Ve bir resim için 20 dolar gibiydiler.

Vanessa: Crazy.

Vanessa: Çılgın.

Dan: A terrible rip-off, even I knew it was a terrible rip-off, just not a worthwhile

Dan: Korkunç bir soygun, ben bile bunun korkunç bir soygun olduğunu biliyordum,

business, at least in 2010 when I was doing that job.

en azından 2010'da o işi yaparken değerli bir iş değildi.

Vanessa: Yeah, maybe 10 years before that it would have been cool.

Vanessa: Evet, belki ondan 10 yıl önce harika olabilirdi.

Dan: Yeah, it was a viable business like 30 years ago.

Dan: Evet, 30 yıl önceki gibi geçerli bir işti .

Vanessa: But not now.

Vanessa: Ama şimdi değil.

Dan: Yeah, but not any more.

Dan: Evet, ama artık değil.

That was really bad, and one time somebody stole one of my pictures and I actually got

Bu gerçekten kötüydü ve bir keresinde biri fotoğraflarımdan birini çaldı ve ben gerçekten

fired from that job.

o işten kovuldum.

Vanessa: Because they stole a picture.

Vanessa: Çünkü bir resim çalmışlar.

Dan: Because they stole a picture and I couldn't...

Dan: Çünkü bir fotoğraf çaldılar ve ben yapamadım...

I didn't catch them on time, and I was like, "Good riddance."

Onları zamanında yakalayamadım ve "Aferin sana" dedim.

Vanessa: Yeah, "Goodbye to this job.

Vanessa: Evet, "Bu işe elveda.

Goodbye forever."

Sonsuza kadar elveda."

Dan: Yeah.

Evet.

The only reason this was better than the other job, than dish washing, is because I worked

Bunun diğer işten, bulaşık yıkamaktan daha iyi olmasının tek nedeni,

with some people who were funny and we got along pretty well.

komik olan bazı insanlarla çalışmış olmam ve oldukça iyi anlaşabilmemizdi.

Vanessa: And you were outside, you were by the river.

Vanessa: Ve sen dışarıdaydın, nehir kenarındaydın.

Dan: It was okay.

Dan: İyiydi.

Vanessa: Except you did have to drive an hour to get there, that's crazy.

Vanessa: Oraya varmak için bir saat araba kullanmak zorunda olman dışında , bu çılgınlık.

Dan: I did drive an hour to work.

Dan: İşe gitmek için bir saat araba kullandım.

Vanessa: You should never drive an hour to get to a part-time job.

Vanessa: Yarı zamanlı bir işe gitmek için asla bir saat araba kullanmamalısın .

Dan: But that was my fault, I wanted to work in Pittsburgh, and I still lived... did I

Dan: Ama bu benim hatamdı, Pittsburgh'da çalışmak istedim ve yine de yaşadım...

live with my parents?

ailemle mi yaşadım?

Vanessa: Yeah, I think so.

Vanessa: Evet, sanırım.

Dan: I think I did.

Dan: Sanırım yaptım.

I wasn't an adult yet.

Henüz bir yetişkin değildim.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Oh.

Ah.

All right.

Elbette.

Well, I'm curious for you, what is the worst job that you've ever had?

Pekala, senin için merak ediyorum, sahip olduğun en kötü iş nedir?

Let us know.

Bilmemize izin ver.

And let's go to the next topic.

Ve bir sonraki konuya geçelim.

The next topic is travel.

Bir sonraki konu seyahat. ABD'de ziyaret etmek veya tekrar ziyaret etmek istediğiniz

I want to know what are three locations that you would like to visit or revisit in the

üç yerin ne olduğunu bilmek istiyorum.

U.S.? Dan: In the U.S.?

Dan: ABD'de mi?

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: Why just the U.S.? Vanessa: Well, the world's a big place, so

Dan: Neden sadece ABD? Vanessa: Dünya büyük bir yer, bu yüzden

I had to narrow down the question somehow.

soruyu bir şekilde daraltmak zorunda kaldım.

Dan: Okay.

Tamam.

All right.

Elbette.

The first place I'd say is the Grand Canyon.

İlk söyleyeceğim yer Büyük Kanyon.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: Because of course you have to see the Grand Canyon, right?

Dan: Çünkü tabii ki Büyük Kanyon'u görmelisin, değil mi?

I've never been there.

Hiç orada bulunmadım. Eskiden

I used to live in Colorado, but my family never made a trip to the Grand Canyon, and

Colorado'da yaşardım ama ailem asla Büyük Kanyon'a gitmedi ve harika

it just would be an amazing sight, I'm sure of it.

bir manzara olurdu, bundan eminim.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah.

Evet.

Dan: Second would be the Pacific Northwest, just in general.

Dan: İkincisi, genel olarak Kuzeybatı Pasifik olacaktır .

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: Because I've heard it- Vanessa: Not like Portland, Seattle, and specific?

Dan: Çünkü duydum- Vanessa: Portland, Seattle ve spesifik gibi değil mi?

Just- Dan: I think I would like to go to Seattle

Sadece- Dan: Sanırım Seattle'a gitmek istiyorum

because it's a big city and the city sounds cool.

çünkü büyük bir şehir ve kulağa hoş geliyor. Avrupa ve Asya'da başka yerlere seyahat ettiğim için

Not many cities in the U.S. are that interesting to me because I've traveled in other places

ABD'deki pek çok şehir benim için o kadar ilginç değil

in Europe and in Asia.

.

And those cities are so much more vibrant, except for New York City, which is an awesome

Ve harika bir şehir olan New York dışında bu şehirler çok daha canlı

city.

.

Vanessa: Yeah, I'm sure a lot of students- Dan: Sorry, U.S.

Vanessa: Evet, eminim pek çok öğrenci- Dan: Üzgünüm, ABD

Vanessa: ... want to visit the U.S. and they want to see these places.

Vanessa: ... ABD'yi ziyaret etmek ve bu yerleri görmek istiyorlar.

Dan: But I'm also from America, so it's like not as-

Dan: Ama aynı zamanda Amerika'lıyım, bu yüzden sanki--

Vanessa: It's always less interesting, yeah.

Vanessa: Her zaman daha az ilgi çekicidir, evet.

Dan: Yeah, it's less interesting to me.

Dan: Evet, benim için daha az ilginç.

But Seattle seems like a really cool town, and it's higher on my list than, say, Los

Ama Seattle gerçekten harika bir kasaba gibi görünüyor ve benim listemde

Angeles, which just kind of seems like a big, sprawling, stinky place.

büyük, yayılan, kokuşmuş bir yer gibi görünen Los Angeles'tan daha yüksek.

Vanessa: It seems like a lot more- Dan: No offense, L.A.

Vanessa: Çok daha fazlası gibi görünüyor- Dan: Alınma, L.A.

Vanessa: It seems a lot more intimidating, at least.

Vanessa: En azından çok daha korkutucu görünüyor .

Dan: Okay, that's a nice way to put it.

Dan: Tamam, bunu söylemenin güzel bir yolu.

Vanessa: Like there's a lot going on there, but Seattle feels more comfortable.

Vanessa: Sanki orada çok şey oluyor ama Seattle kendini daha rahat hissediyor.

Dan: Yeah, it seems pretty hip, too.

Dan: Evet, oldukça havalı görünüyor.

Vanessa: The Northwest.

Vanessa: Kuzeybatı.

Dan: Yeah, the Northwest also because there's big mountains there, and then there's really

Dan: Evet, Kuzeybatı da çünkü orada büyük dağlar var ve sonra gerçekten

lush and green forests.

gür ve yeşil ormanlar var.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Okay, cool.

Peki tamam.

Dan: And I love taking hikes, and if you go at the right time of the year, because I've

Dan: Yürüyüşe çıkmayı seviyorum ve yılın doğru zamanında gidersen, çünkü

heard it's very rainy in the Pacific Northwest, I'd like to go and take a nice hike up to

Kuzeybatı Pasifik'te çok yağmurlu olduğunu duydum, gidip büyük bir dağa doğru güzel bir yürüyüş yapmak isterim-

a big mountain- Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: ... and maybe hop over to Canada, go to Vancouver, Vancouver Island.

Dan: ...ve belki de Kanada'ya atlayarak, Vancouver'a, Vancouver Adası'na gidebilirsiniz.

Vanessa: That'd be cool.

Vanessa: Harika olur.

Dan: All of that area sounds really, really cool to me.

Dan: Tüm bu alan bana gerçekten çok havalı geliyor.

Vanessa: Yeah, I'd be up for that.

Vanessa: Evet, buna hazırım.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: Let's do it.

Vanessa: Hadi yapalım.

Dan: Let's do it.

Dan: Hadi yapalım.

Vanessa: Tomorrow.

Vanessa: Yarın.

Dan: Okay.

Tamam.

Vanessa: Maybe not tomorrow- Dan: Okay.

Vanessa: Belki yarın değil- Dan: Tamam.

Vanessa: ... but I think that'd be really cool.

Vanessa: ...ama bence bu gerçekten harika olur.

Dan: And third would be Colorado.

Dan: Üçüncüsü de Colorado olacak.

Vanessa: So revisit Colorado?

Vanessa: Colorado'yu tekrar mı ziyaret edeceksin?

Dan: This is a revisit.

Dan: Bu bir tekrar.

I used to live in Colorado.

Colorado'da yaşardım.

I grew up there for five years of my life, and it was when I was a kid, and I used to

Hayatımın beş yılı boyunca orada büyüdüm ve o zamanlar çocuktum ve

really consider it my home.

burayı gerçekten evim olarak görüyordum.

But now I haven't been back in probably 15 years, or so.

Ama şimdi muhtemelen 15 yıldır geri dönmedim .

Vanessa: Oh, that's a long time.

Vanessa: Ah, bu çok uzun bir zaman.

Dan: It's been a really long time since I've been back, and I'd like to go and maybe travel

Dan: Dönmeyeli çok uzun zaman oldu ve ben de çocukken olduğum yere gitmek ve belki de seyahat etmek isterim

to where I was when I was a kid.

.

It's gotten so much bigger than it was when I was a kid, so I'm sure there's so many more

Çocukluğumdan çok daha büyük oldu , bu yüzden eminim orada çok daha fazla

people there.

insan var.

But also, there's really great nature, there's a lot of really big mountains in Colorado,

Ama ayrıca, gerçekten harika bir doğa var, Colorado'da çok sayıda gerçekten büyük dağ var,

there's the Garden of the Gods, which has really interesting rock formations.

gerçekten ilginç kaya oluşumları olan Tanrıların Bahçesi var.

As you can tell, we're very nature driven, we want to go see natural places.

Anlayacağınız gibi, biz çok doğa odaklıyız, gidip doğal yerler görmek istiyoruz.

Vanessa: Yeah, yeah.

Vanessa: Evet, evet.

Well, a lot of my places have to do with nature too.

Pek çok yerimin de doğayla ilgisi var .

Dan: Yes, let's hear them.

Dan: Evet, onları duyalım.

Vanessa: I almost said the Grand Canyon, but- Dan: You knew I was going to say it.

Vanessa: Neredeyse Büyük Kanyon diyecektim ama- Dan: Söyleyeceğimi biliyordun.

Vanessa: ... I kind of figured you'd say, and I think it would be really cool to camp

Vanessa: ... diyeceğinizi tahmin etmiştim ve bence

in the Grand Canyon, or go for a long hike in the Grand Canyon because you can't just-

Büyük Kanyon'da kamp yapmak ya da Büyük Kanyon'da uzun bir yürüyüşe çıkmak gerçekten harika olurdu çünkü yapamazsınız-

Dan: With two children?

Dan: İki kişiyle çocuklar?

Vanessa: Well, maybe when they're older, or maybe we'll just leave them at home.

Vanessa: Belki büyüdüklerinde ya da belki onları evde bırakırız.

Dan: They can take it.

Dan: Kabul edebilirler.

Vanessa: Because when you are just... when you're looking down at the Grand Canyon, that's

Vanessa: Çünkü sen sadece... Büyük Kanyon'a baktığında, bu

incredible, but I imagine going down into the Grand Canyon, that would also be just

inanılmaz, ama Büyük Kanyon'a inmeyi hayal ediyorum , bu da

another part of that- Dan: Oh, yeah.

bunun başka bir parçası... Dan: Oh, evet.

We'd have to- Vanessa: ... it would be so amazing.

Yapmalıyız- Vanessa: ... çok harika olurdu.

Dan: ... hike down in the Grand Canyon.

Dan: ...Büyük Kanyon'da yürüyüş yapın.

Vanessa: Yeah, that'd be really cool.

Vanessa: Evet, bu gerçekten harika olur.

Dan: I should have mentioned that for sure.

Dan: Bundan kesinlikle bahsetmeliydim.

Vanessa: Maybe with a donkey.

Vanessa: Belki bir eşekle.

Dan: Because we're big hikers, we like to hike everywhere.

Dan: Büyük yürüyüşçüler olduğumuz için her yere yürüyüş yapmayı severiz.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah.

Evet.

Well, one of my places is kind of the opposite of yours.

Benim yerlerimden biri seninkinin tam tersi .

It's not a big city, but you said the Pacific Northwest, and I said the Northeast.

Büyük bir şehir değil ama sen Kuzeybatı Pasifik dedin , ben de Kuzeydoğu dedim.

I've never been to Maine, New Hampshire, Vermont, this area.

Maine, New Hampshire, Vermont, bu bölgede hiç bulunmadım.

And I feel like one of the best road trips would be driving all the way up the East Coast

Ve en iyi yol gezilerinden birinin ABD'nin Doğu Kıyısı'na kadar araba sürmek

of the U.S., and going around Maine, and coming down through Vermont.

, Maine'i dolaşmak ve Vermont'tan aşağı inmek olacağını hissediyorum.

I think all of that geography is just really different than everywhere else I've visited

Tüm bu coğrafyanın ABD'de ziyaret ettiğim her yerden gerçekten farklı olduğunu düşünüyorum.

in the U.S. I've heard the coasts, like the Northeast coasts are really rocky, and lots

of just kind of rugged coastline, that I think would be really cool to see.

görmek güzel.

And the forests, I've heard the forests in Vermont are amazing, just a different type

Ve ormanlar, Vermont'taki ormanların harika olduğunu duydum, sadece farklı bir

of feel.

his.

We live in the mountains here in North Carolina, which is also a great place to visit-

Kuzey Karolina'da dağlarda yaşıyoruz, orası da ziyaret etmek için harika bir yer-

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: ... but we already are here.

Vanessa: ...ama biz zaten buradayız.

Dan: We live here.

Dan: Biz burada yaşıyoruz.

Vanessa: But I feel like the mountains, and the forests, and the coast, and other places

Vanessa: Ama bence dağlar, ormanlar, sahiller ve diğer yerler

are pretty various.

oldukça çeşitli.

Dan: Yeah, it's also close to Canada.

Dan: Evet, Kanada'ya da yakın.

Vanessa: Yeah, that'd be cool.

Vanessa: Evet, harika olur.

Dan: Got to hop over to Quebec- Vanessa: Yeah, maybe do that.

Dan: Quebec'e atlamalıyım- Vanessa: Evet, belki onu yap.

Dan: ... because that sounds like a really cool place.

Dan: ...çünkü kulağa gerçekten harika bir yer gibi geliyor .

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Vanessa speaks French, so- Vanessa: That'd be cool.

Dan: Vanessa Fransızca konuşuyor, yani- Vanessa: Bu harika olur.

Dan: ... she'd like to speak some French to some Quebecois.

Dan: ...bir Quebec'liyle biraz Fransızca konuşmak istiyor .

Vanessa: That would be fun.

Vanessa: Bu eğlenceli olurdu.

Well, one of my others was kind of similar to what you were saying with Colorado and

Diğerlerinden biri, Colorado ve

that area, is going to Yosemite National Park.

o bölge için söylediğinize benziyordu, Yosemite Ulusal Parkı'na gidiyor. ABD'de

I feel like it's just a classic place to visit in the U.S. because there's so many national

ziyaret etmek için klasik bir yer gibi hissediyorum çünkü Batı Sahili'nde çok fazla milli

parks on the West Coast, it's kind of hard to choose.

park var ve seçim yapmak biraz zor .

So I feel like- Dan: Yeah, well that one's a must, I think.

Yani ben-- Dan: Evet, bu bir zorunluluk, bence.

Vanessa: Yeah, it's kind of one of the top three.

Vanessa: Evet, ilk üçten biri gibi .

Dan: Although I've heard it's gotten crazy popular.

Dan: Her ne kadar çılgınca popüler olduğunu duymuş olsam da .

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Dan: You have to be on lists to get in.

Dan: Girmek için listelerde olmalısın.

Vanessa: Whoa, really?

Vanessa: Vay canına, gerçekten mi?

Dan: Maybe it's to just camp, I don't know.

Dan: Belki de sadece kamp yapmak içindir, bilmiyorum.

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Dan: Your dad went through a lot of stuff, didn't he?

Dan: Baban çok şey yaşadı, değil mi?

Vanessa: Yeah, when they camped, they had to...

Vanessa: Evet, kamp yaptıklarında, yapmak zorundaydılar...

I think the camping spots were opened, say like May 3rd, the camping spots were opened

Sanırım kamp yerleri açıldı, diyelim ki 3 Mayıs gibi, kamp yerleri açıldı

and you had to go online to sign up, and the website opened... or the camping registration

ve kaydolmak için çevrimiçi olmanız gerekiyordu ve web sitesi açıldı... veya kamp kaydı sabah

opened at 6:00 AM, he booked at like 6:05 and there were two spots yet.

6:00'da açıldı, 6:05 gibi rezervasyon yaptı ve henüz iki yer vardı.

Everyone was cramming to camp in that spot.

Herkes o noktada kamp yapmaya çalışıyordu.

Dan: Camping season.

Dan: Kamp sezonu.

Vanessa: So yeah, I guess it's really popular.

Vanessa: Evet, sanırım gerçekten popüler.

And that was for the whole year, that wasn't just for that day.

Ve bu tüm yıl içindi, sadece o gün için değildi.

That was to book a spot to camp for that whole year.

Bu, tüm yıl boyunca kamp yapmak için bir yer ayırtmaktı .

Anyway, that's crazy.

Her neyse, bu çılgınca.

So maybe we'll do that.

Yani belki bunu yaparız.

Maybe we need to book it five years in advance, but I think it'd be cool to visit national

Belki beş yıl önceden rezervasyon yaptırmalıyız, ama bence batıdaki milli parkları ziyaret etmek harika olurdu

parks in the west because most tourism, well there's a lot of city tourism in the U.S.,

çünkü çoğu turizm, yani ABD'de çok fazla şehir turizmi var,

but I feel like a lot of tourism is natural tourism.

ama bence çok fazla turizm doğal turizm

Dan: Yeah, the meat of our tourism is nature.

Dan: Evet, turizmimizin eti doğadır.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, because I feel like the U.S. is such a young country that we don't have Rome, we

Evet, çünkü ABD'nin o kadar genç bir ülke olduğunu hissediyorum ki bizde Roma yok,

don't have these old cities, and this kind of stuff you can visit in cities, it's more

bu eski şehirler yok ve şehirlerde ziyaret edebileceğiniz bu tür şeyler daha çok

nature, which is also old.

doğa, ki bu da eski.

Dan: Except New York City.

Dan: New York hariç.

Vanessa: Yeah, except New York's got a lot of cool stuff.

Vanessa: Evet, ama New York'ta pek çok harika şey var.

Dan: As you can tell, I'm a big fan of New York.

Dan: Anlayacağın gibi, New York'un büyük bir hayranıyım .

It's just- Vanessa: It's a cool place to visit.

Bu sadece- Vanessa: Ziyaret etmek için harika bir yer.

Dan: ... it's a wild animal.

Dan: ...o vahşi bir hayvan.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: There's some quote about New York City, it's like, "You'd be crazy to live here, you'd

Dan: New York City hakkında bir alıntı var, "Burada yaşamak için deli olursun,

be crazy to leave."

ayrılmak için deli olursun."

Which is perfect.

Hangisi mükemmel.

Vanessa: Oh, well I heard another quote that said, "New York is twice as fun, but it's

Vanessa: Oh, başka bir alıntı duydum , "New York iki kat daha eğlenceli ama

three times as expensive."

üç kat daha pahalı."

So it's really fun, but it's even more expensive.

Yani gerçekten eğlenceli, ama daha da pahalı.

Dan: That's also true.

Dan: Bu da doğru.

Vanessa: Especially if you live there.

Vanessa: Özellikle de orada yaşıyorsanız.

Well, my third and final place is, can you guess?

Üçüncü ve son yerim, tahmin edebiliyor musunuz ?

Dan: I don't remember.

Dan: Hatırlamıyorum.

Vanessa: Hawaii.

Vanessa: Havai.

Dan: Oh, I read your list before, but I don't remember.

Dan: Oh, listenizi daha önce okudum ama hatırlamıyorum.

Vanessa: Well, I feel like Hawaii, it's in the U.S., but it's not.

Vanessa: Hawaii gibi hissediyorum, ABD'de ama değil.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: It's so far away, but it's still part of the U.S. and it would be incredible

Vanessa: Çok uzak ama yine de ABD'nin bir parçası ve

to visit Hawaii.

Hawaii'yi ziyaret etmek inanılmaz olurdu.

Dan: It's kind of like cheating, it's like, "I'm in the U.S."

Dan: Bu bir tür kopya çekmek gibi, "Amerika'dayım" gibi.

Vanessa: And it's so far away from the U.S. Dan: But it's like, "This isn't America, come

Vanessa: Ve ABD'den çok uzak. Dan: Ama "Burası Amerika değil, hadi

on."

ama" gibi.

Vanessa: Yeah, it would be really cool.

Vanessa: Evet, gerçekten harika olurdu.

I'm curious, if you've ever been to Hawaii if you'd recommend it.

Merak ediyorum, Hawaii'ye gittiniz mi, tavsiye eder misiniz?

I know your parents are planning on going there next May.

Ailenin gelecek Mayıs'ta oraya gitmeyi planladığını biliyorum.

Dan: Yeah, and get this, my mom was like, "And I booked these extra rooms just in case

Dan: Evet, ve şunu anla, annem "Ve birileri katılmak ister diye bu fazladan odaları ayırttım

somebody wanted to join."

" dedi.

She winked at us.

Bize göz kırptı.

Vanessa: We will have a two month old baby when they go.

Vanessa: Onlar gidince iki aylık bir bebeğimiz olacak .

Maybe we'll go to Hawaii, I don't know.

Belki Hawaii'ye gideriz, bilmiyorum.

It's a little soon, I think.

Sanırım biraz erken.

Dan: I'm saying, "Yes- Vanessa: We'll let you know.

Dan: Diyorum ki, "Evet- Vanessa: Sana haber veririz.

Dan: ... let's go."

Dan: ...hadi gidelim."

You'll find out.

öğreneceksin.

Vanessa: I think it'd be really cool to go to Hawaii, just to see volcanoes, and hiking,

Vanessa: Bence Hawaii'ye gitmek, sadece volkanları görmek, yürüyüş yapmak,

and moving around, and scuba diving, and it's so different.

etrafta dolaşmak ve tüplü dalış yapmak için gerçekten harika olurdu ve bu çok farklı.

Dan: That would be the problem.

Dan: Sorun bu olurdu.

Trying to do all we want to do.

Yapmak istediğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz.

But if my parents are there, they can watch the kids.

Ama ailem oradaysa çocuklara bakabilirler.

Vanessa: They can watch our kids, so we're going to crash their vacation and make them

Vanessa: Onlar bizim çocuklarımızı izleyebilirler, biz de tatillerini mahvedeceğiz ve onlara

watch our kids- Dan: Yes.

çocuklarımızı izleteceğiz- Dan: Evet.

Yes.

Evet.

Vanessa: ... while we go have fun?

Vanessa: ... biz eğlenirken?

Dan: Vacation crashers.

Dan: Tatil kazaları.

Vanessa: Sounds great, so I'm curious for you, what are some locations that you'd like

Vanessa: Kulağa harika geliyor, bu yüzden sizin için merak ediyorum , ABD'de ziyaret etmek isteyeceğiniz bazı yerler neler

to visit in the U.S.? Or maybe somewhere that you've already been that you'd like to go

? Ya da belki daha önce bulunduğun ve geri dönmek istediğin bir yer

back to.

.

Let us know.

Bilmemize izin ver. Bir

Let's go on to the next topic.

sonraki konuya geçelim.

The next topic is food.

Bir sonraki konu yemek.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: I want to know, what are some of your favorite foods, specifically to cook

Vanessa: Bilmek istiyorum, özellikle evde pişirmek için en sevdiğin yiyecekler neler

at home?

?

Dan: To cook at home?

Dan: Evde yemek pişirmek için mi?

Well- Vanessa: Mm-hmm (affirmative).

Vanessa: Mm-hmm (olumlu).

Not to eat, not that someone else makes, but that we cook at home.

Başkasının yaptığından değil, evde kendimiz pişirelim diye.

Dan: Yes, usually I go for bulk items.

Dan: Evet, genellikle toptan ürünleri tercih ederim.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: Not bulk items, bulk meals.

Dan: Toplu ürünler değil, toplu yemekler.

Something that I can get for days, and days, and days.

Günlerce, günlerce ve günlerce elde edebileceğim bir şey .

Vanessa: Or you could put it in the freezer and have the next week.

Vanessa: Ya da dondurucuya koyup bir sonraki hafta alabilirsin.

Dan: This is a very, I think, a male way to think about it.

Dan: Bence bu, bunun hakkında düşünmenin çok erkeksi bir yolu .

You've got to make a bulk and make it last.

Bir yığın yapmalı ve sonunu yapmalısın.

Vanessa: Ah, utilitarian cooking.

Vanessa: Ah, faydacı yemek pişirme.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Although, you're kind of similar, I think.

Yine de, bence biraz benziyorsunuz.

Vanessa: I don't like making a new meal every single day.

Vanessa: Her gün yeni bir yemek yapmaktan hoşlanmıyorum .

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: If we have a soup that's in the freezer that we made the week before, that's great,

Vanessa: Dondurucuda bir hafta önce yaptığımız bir çorbamız varsa, bu harika,

save some time.

biraz zaman kazanın.

Dan: Sure, yeah.

Dan: Tabii, evet.

The first thing I like to make, I think we have the same one-

Yapmayı sevdiğim ilk şey, sanırım aynı şeye sahibiz-

Vanessa: Oh, yeah?

Vanessa: Oh, öyle mi?

Dan: ... is chili.

Dan: ... acı biber.

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Dan: Yeah, we both like to make chili.

Dan: Evet, ikimiz de acı biber yapmayı seviyoruz.

Vanessa: Yeah, some people call this chili con carne in other countries, but in the U.S.

Vanessa: Evet, diğer ülkelerde bazı insanlar buna chili con carne diyor ama ABD'de

we just say, "Chili."

biz sadece "Chili" deriz.

Dan: Mm-hmm (affirmative).

Dan: Mm-hmm (olumlu).

Usually I make the chili, so I mean, it's so easy to make, you just ground up some beef,

Genellikle biberi ben yaparım, demek istediğim, yapması çok kolay, sadece biraz dana eti öğütürsünüz,

then you chop a bunch of vegetables, add a ton of spices, throw it in a pot and make

sonra bir demet sebze doğrarsınız, bir ton baharat eklersiniz, bir tencereye atar ve

it boil, and it's done.

kaynatırsınız ve biter .

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, it's great.

Evet, harika.

And it gets even better as it kind of melds those flavors together over a couple days.

Ve bu tatları birkaç gün içinde bir nevi birbirine karıştırdıkça daha da iyi oluyor.

Dan: Yeah.

Evet.

And you throw in some cheese, and sour cream, and some kind of grain, some rice or something.

Ve biraz peynir, ekşi krema ve bir çeşit tahıl, biraz pirinç falan atıyorsun.

And yeah, it's always very satisfying, it reminds me of fall and winter.

Ve evet, her zaman çok tatmin edicidir, bana sonbahar ve kışı hatırlatır.

It's a very nice, cozy meal.

Çok güzel, sıcacık bir yemek.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Hot tip, don't leave it on your counter for three days and then try to eat it.

Sıcak ipucu, üç gün tezgahınızda bırakıp sonra yemeye çalışmayın.

It should always go in the fridge after you eat it.

Yedikten sonra mutlaka buzdolabına konulmalıdır .

Dan: Who did that?

Daniel: Bunu kim yaptı?

Vanessa: Dan did that in college- Dan: Oh.

Vanessa: Dan bunu üniversitede yaptı- Dan: Oh.

Vanessa: ... and got sick.

Vanessa: ... ve hastalandı.

Dan: I didn't leave it on the counter, my roommate left the chili out.

Dan: Ben tezgahın üzerinde bırakmadım, oda arkadaşım acı biberi dışarıda bırakmış.

Vanessa: Oh, and you just ate it?

Vanessa: Ah, az önce yedin mi?

Dan: Yeah, he left the pot out.

Dan: Evet, tencereyi dışarıda bıraktı.

It was already like, this is college life here, it was already probably a week old and

Zaten burası üniversite hayatı gibiydi , muhtemelen bir haftalıktı ve

he left it on the counter all day, and he didn't tell me-

bütün gün tezgahın üzerinde bıraktı ve bana söylemedi-

Vanessa: Not a good idea.

Vanessa: İyi bir fikir değil.

Dan: ... and then I went and ate it that night, and then I got really sick.

Dan: ... ve sonra gidip o gece onu yedim ve sonra gerçekten hastalandım.

Vanessa: But you still like chili, so it didn't- Dan: But I still like chili.

Vanessa: Ama sen acı biberi hâlâ seviyorsun, yani o-- Dan: Ama ben yine de acı biberi severim.

Vanessa: ... taint your idea of chili.

Vanessa: ... acı biber fikrini lekele.

Dan: It probably did for like a year.

Dan: Muhtemelen bir yıl kadar sürdü.

Vanessa: Really?

Vanessa: Gerçekten mi?

Dan: Yeah.

Evet.

Yeah.

Evet.

Vanessa: I feel like we're especially thinking- Dan: TMI?

Vanessa: Özellikle düşündüğümüz gibi hissediyorum- Dan: TMI?

Vanessa: ... thinking about those types of foods because it's getting colder here, so

Vanessa: ... burası soğuduğu için bu tür yiyecekleri düşünüyorum, bu yüzden temmuzun

making lots of warm, hearty foods, as opposed to in July-

aksine çok sayıda sıcak, doyurucu yiyecek yapmak-

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: ... we don't make chili because it's so hot.

Vanessa: ...çok acı olduğu için acı biber yapmıyoruz .

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: You make other kinds of fresh things.

Vanessa: Başka türden taze şeyler yapıyorsun.

Dan: I have trouble making summer food, because I like hot food.

Dan: Yaz yemeği yapmakta zorlanıyorum çünkü sıcak yemeği seviyorum.

Vanessa: Ah, like soups and that kind of stuff.

Vanessa: Ah, çorbalar ve bunun gibi şeyler gibi.

Dan: Although, when we lived in South Korea, I think, didn't they have something where

Dan: Yine de, Güney Kore'de yaşadığımızda, sanırım

they eat something super hot in the summer?

yazın çok sıcak bir şeyler yedikleri bir şeyleri yok muydu?

Vanessa: I think hot or spicy, is that- Dan: And it's like I'm just eating, and you're

Vanessa: Bence acı mı yoksa baharatlı mı- Dan: Sanki ben yemek yiyorum ve sen

sweating, and the water's pouring off your face.

terliyorsun ve su yüzünden dökülüyor .

And, "Yeah, this is healthy."

Ve "Evet, bu sağlıklı."

It's a very Korean thing.

Bu çok Korece bir şey.

They've got to be diligent.

Çalışkan olmaları gerekiyor.

Vanessa: Wow.

Vanessa: Vay canına.

Well, what are some of your other favorite foods?

Peki, diğer favori yiyecekleriniz neler ?

You said chili.

Acı biber dedin.

We're on the first one.

İlk sıradayız.

Dan: Number two would be tacos.

Dan: İki numara taco olurdu.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: I got a Mexican food thing, I think, although I don't consider chili a Mexican

Dan: Sanırım bir Meksika yemeği olayım var, ama ben acı biberi bir Meksika yemeği olarak görmesem de

food, but you said chili con carne, so- Vanessa: Maybe.

, sen acılı con carne dedin, yani- Vanessa: Belki.

Yeah.

Evet.

Dan: ... I don't know.

Dan: ... Bilmiyorum.

Maybe it's Mexican inspired.

Belki de Meksika esintilidir.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

What kind of tacos do you like to make, because there's so many different types-

Ne tür tacolar yapmayı seversin, çünkü pek çok farklı tür var-

Dan: Ground beef, again, just all the spices, and it's kind of one of those easy things

Dan: Kıyma, yine tüm baharatlar ve bu yapması kolay şeylerden biri

to make, and then you can pile all kinds of toppings, you can put salsa on it.

ve sonra her türlü malzemeyi üst üste koyabilirsin. , üzerine salsa koyabilirsiniz.

Yeah, it's just delicious.

Evet, çok lezzetli.

Vanessa: I like when you make fish tacos.

Vanessa: Balıklı taco yapmanı seviyorum.

Dan: Yeah, fish tacos are good too.

Dan: Evet, balık takoları da güzel.

Vanessa: Sometimes when Dan makes fish tacos, or sometimes I make them too, we get some

Vanessa: Bazen Dan balık takoları yaptığında ya da bazen ben de yaptığımda

kind of white fish like cod or tilapia, and bread it, and then bake it so it's baked,

morina ya da tilapia gibi bir çeşit beyaz balık alırız ve ekmek yaparız ve sonra pişmesi için pişiririz

and then you have some kind of cabbage slaw mixed up on top with some spices in it, and

ve sonra karıştırılmış bir çeşit lahana salatası alırsınız. üstüne biraz baharat ekleyin ve bunu

you put that on the tortilla with the fish, with the kind of spicy cabbage, maybe slices

tortillaya balıkla birlikte, baharatlı lahana, belki avokado dilimleri ile koyun

of avocado.

.

Dan: Yeah, and the mayo.

Dan: Evet ve mayonez.

Vanessa: Yeah, some mayo, maybe some- Dan: Spicy mayo.

Vanessa: Evet, biraz mayonez, belki biraz- Dan: Baharatlı mayonez.

Vanessa: ... pico de gallo, some salsa on top, that's also great.

Vanessa: ... pico de gallo, üstüne biraz salsa , bu da harika.

We make that a lot in the summer, because that is kind of a fresh type of thing.

Bunu yazın çok yaparız, çünkü bu yeni bir şey.

Dan: Yeah, well speaking of fish- Vanessa: Yes?

Dan: Evet, balıktan bahsetmişken... Vanessa: Evet?

Dan: ... my third would be salmon.

Dan: ... üçüncüsüm somon balığı olurdu.

Vanessa: Oh, how do you like to make salmon?

Vanessa: Somon yapmayı nasıl seversin?

Dan: Well, I think you can make it in a lot of different ways, but just throw it in the

Dan: Pek çok farklı şekilde yapabileceğini düşünüyorum, ama

oven with some... like lately we've been adding lemon slices and dill, and just keeping it

biraz fırına at... son zamanlarda limon dilimleri ve dereotu ekliyoruz ve sadece

basic.

basit tutuyoruz.

Vanessa: Sometimes we put- Dan: Oh, and butter.

Vanessa: Bazen koyarız- Dan: Oh, ve tereyağı.

Vanessa: Oh, butter.

Vanessa: Ah, tereyağı.

Of course, butter.

Tabii ki, tereyağı.

Dan: That's important.

Dan: Bu önemli.

Vanessa: Sometimes we do it in the opposite way with soy sauce, and sesame oil, kind of

Vanessa: Bazen soya sosu ve susam yağıyla tam tersini yaparız, biraz

more- Dan: You do it that way.

daha... Dan: Sen öyle yap.

Vanessa: ... Asian style.

Vanessa: ... Asya usulü.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: And that's also great with rice, or some kind of veggie.

Vanessa: Ayrıca pirinçle ya da bir çeşit sebzeyle harika olur.

Dan: I do it more European style.

Dan: Ben daha Avrupai tarzda yapıyorum.

Vanessa: Yeah, well I think you can't go wrong with salmon.

Vanessa: Evet, bence somonla yanlış gidemezsin .

Dan: Yeah, but it's just a very healthy meal that tastes very filling, and fulfilling.

Dan: Evet, ama tadı çok doyurucu ve tatmin edici olan çok sağlıklı bir yemek.

Vanessa: Yeah, I think your answers have been much more varied than mine.

Vanessa: Evet, bence senin cevapların benimkinden çok daha çeşitli.

Dan: Oh, yeah?

Dan: Ah, öyle mi?

Vanessa: Because I was going to say soup, soup, and soup.

Vanessa: Çünkü çorba, çorba ve çorba diyecektim.

Dan: Oh.

Ah.

Vanessa: I think that, especially now because it's the begging of the winter, those are

Vanessa: Bence, özellikle de kış mevsimi olduğu için, bunlar

the types of things that we like to eat.

yemeyi sevdiğimiz türden şeyler.

But recently, I've been making a lot of butternut squash soup, and it's a type of squash, and

Ama son zamanlarda çok fazla Balkabagi çorbası yapıyorum ve bu bir tür kabak ve

you just peel it, and then you chop it up, and you steam it with some cumin, and paprika,

sadece kabuğunu soyup sonra doğrayıp biraz kimyon, kırmızı biber

and coconut milk, and red peppers- Dan: It's a nice appetizer.

ve hindistan cevizi sütü ile buharda pişiriyorsunuz. ve kırmızı biber- Dan: Güzel bir meze.

Vanessa: ... and you can also maybe dip some bread in it's mixed together, because you

Vanessa: ...ve belki biraz ekmeği karıştırılmış halde batırabilirsin, çünkü

have to blend it.

karıştırmak zorundasın.

It's really great.

Gerçekten harika. Bir

It feels kind of cleansing, especially if you've eaten-

nevi arınma hissi veriyor, özellikle de bir şeyler yemişsen...

Dan: It's not filling enough to me.

Dan: Bana yeterince doyurucu gelmiyor.

Vanessa: It's nice to have with something else sometimes.

Vanessa: Bazen başka bir şeyle birlikte olmak güzel .

Dan: I need some meat in my life.

Dan: Hayatımda biraz ete ihtiyacım var.

Vanessa: Typical answer, right?

Vanessa: Tipik bir cevap, değil mi?

I think we also made a really great, it's called Italian vegetable soup, but I don't

Bence gerçekten harika bir şey yaptık, adı İtalyan sebze çorbası ama

know if it's actually Italian, I don't know why it's considered Italian.

gerçekten İtalyan mı bilmiyorum, neden İtalyan olarak kabul edildiğini bilmiyorum.

Dan: It's probably Italian American.

Dan: Muhtemelen İtalyan Amerikalı.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Everything American's say is Italian, I bet you every Italian out there is like,

Dan: Amerikalıların söylediği her şey İtalyanca, bahse girerim her İtalyan

"That is not Italian."

"Bu İtalyan değil" der.

Vanessa: Yeah, that- Dan: "What is this?"

Vanessa: Evet, o- Dan: "Bu nedir?"

Vanessa: That is not- Dan: Is that Italian?

Vanessa: Bu değil... Dan: Bu İtalyan mı?

Vanessa: ... an Italian accent, but that's okay.

Vanessa: ...bir İtalyan aksanı, ama sorun değil.

Dan: Zut alors.

Dan: Pekala.

Vanessa: That is- Dan: Oh, that's French.

Vanessa: Bu... Dan: Oh, bu Fransızca.

Vanessa: Yeah, certainly not Italian.

Vanessa: Evet, kesinlikle İtalyan değil.

Though when we make the Italian vegetable soup, it's basically every vegetable you can

İtalyan sebze çorbasını yaptığımızda, temelde

imagine mixed in a pot, even with some tomatoes, and cabbage, and everything, peppers, and

bir tencerede karıştığını hayal edebileceğiniz her sebze, hatta biraz domates ve lahana ve her şey, biber ve

everything mixed together, and some ground beef.

her şey birbirine karıştırılmış ve biraz da kıyma.

So it kind of has a hearty, beefy flavor, but it also has a lot of vegetables so it

Yani doyurucu, etli bir tada sahip ama aynı zamanda çok fazla sebze var, bu yüzden

feels healthy and filling with some nice bread to dip it in.

sağlıklı hissettiriyor ve içine batırmak için güzel bir ekmekle dolduruyor .

Dan: It was very good.

Dan: Çok iyiydi.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Although, I will say that you can probably tell from this conversation that we are not

Dan: Yine de, bu konuşmadan bizim şef olmadığımızı muhtemelen anlayabileceğinizi söyleyeceğim

chefs.

.

Vanessa: No.

Vanessa: Hayır.

Dan: We don't prepare like really good meals very often.

Dan: Çok sık, gerçekten iyi yemekler hazırlamıyoruz .

Vanessa: Or something that's fancy.

Vanessa: Ya da havalı bir şey.

Dan: They're delicious, but they're not... they don't have, you know, what's a sous vide,

Dan: Lezzetliler ama değiller... onlarda , bilirsin, Sous Vide nedir

or something.

ya da öyle bir şey yok.

Vanessa: Oh, something that's really exciting.

Vanessa: Oh, gerçekten heyecan verici bir şey.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: Well- Dan: Although I did make risotto, that was

Vanessa: Pekala- Dan: Risotto yapmış olmama rağmen, bu

really good.

gerçekten iyiydi.

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

You've made risotto a lot.

Çok fazla risotto yaptın.

Dan: I made some really good risotto, and I felt like it took a lot of work, and that

Dan: Gerçekten iyi bir risotto yaptım ve çok çalışmam gerektiğini hissettim ve bu

was fun.

eğlenceliydi.

Vanessa: I think it took some particular attention to detail and I won't do that.

Vanessa: Bence ayrıntılara özel bir dikkat gerekiyor ve bunu yapmayacağım.

Dan: You know, you use lemon zest, any time you use lemon zest, I feel like you're probably

Dan: Biliyor musun, limon kabuğu rendesi kullanıyorsun, ne zaman limon kabuğu rendesi kullansan, muhtemelen

crossing over to chef territory.

şef bölgesine geçiyormuşsun gibi hissediyorum.

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Ah, tamam.

Well, you have crossed over into chef territory a few times.

Pekala, birkaç kez şef bölgesine geçtiniz .

I remain clearly on the other side, just happily eating whatever you make.

Açıkça diğer tarafta kalıyorum, ne yaparsan yap mutlu bir şekilde yiyorum.

But I'm curious for you, what are some of your favorite foods to eat at home?

Ama sizin için merak ediyorum, evde yemeyi en sevdiğiniz yiyeceklerden bazıları neler? Evde

What are some of your favorite foods to make at home?

yapmayı en sevdiğiniz yiyeceklerden bazıları nelerdir ?

Maybe it's something that comes from your country, or maybe it's just something that

Belki sizin ülkenizden gelen bir şeydir , ya da sadece

you like to make, like toast, something simple.

yapmayı sevdiğiniz bir şeydir, tost gibi, basit bir şey.

Let us know.

Bilmemize izin ver.

Dan: Toast.

Dan: Tost.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

All right, let's go to the next topic.

Pekala, bir sonraki konuya geçelim. Bir

The next topic is housing.

sonraki konu barınma.

I want you to dream big, if you could have your dream home, what three features would

Büyük hayaller kurmanızı istiyorum, hayalinizdeki eve sahip olabilseydiniz, hangi üç özelliği

it have?

olurdu?

Let's say this is a dream home, this is idealistic, this is not realistic.

Diyelim ki burası bir hayal evi, bu idealist, bu gerçekçi değil.

Dan: This is probably not going to happen to us.

Dan: Bu muhtemelen bizim başımıza gelmeyecek.

Vanessa: No, but it's just a dream.

Vanessa: Hayır, ama bu sadece bir rüya.

Everyone can dream, right?

Herkes rüya görebilir, değil mi?

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: What would you ideally love to have?

Vanessa: İdeal olarak neye sahip olmak isterdin?

Dan: A palace.

Dan: Bir saray.

A castle.

Kale.

Vanessa: Hopefully you can hire some people to clean it at that point.

Vanessa: Umarım o noktada temizlemesi için birkaç kişi tutabilirsin.

Dan: Okay, not really.

Dan: Tamam, gerçekten değil.

So the features of the home?

Peki evin özellikleri?

Vanessa: Yes, what three features would you love to have if you could dream and build

Vanessa: Evet, hayal edip kendi evinizi inşa edebilseydiniz hangi üç özelliğe sahip olmak isterdiniz

your own home?

?

Dan: Okay.

Tamam.

Well, first, I would want the living room, and I don't know is a living common in other

Peki, önce oturma odası istiyorum ve diğer ülkelerde yaşayan bir ortak mı bilmiyorum

countries?

?

Vanessa: Yeah, a place where you have a couch, and maybe a TV.

Vanessa: Evet, kanepenin ve belki de televizyonun olduğu bir yer.

Dan: This is where you gather together, where you have the couch, and where you visit with

Dan: Burası toplandığınız, kanepenizin olduğu ve arkadaşlarınızla ziyaret ettiğiniz yer

friends.

.

I would like this room to be humongous, and have a really large window.

Bu odanın çok büyük olmasını ve gerçekten büyük bir pencereye sahip olmasını istiyorum.

Vanessa: Are we talking soccer field size humongous, or are we talking like twice as

Vanessa: Muazzam bir futbol sahası büyüklüğünden mi bahsediyoruz yoksa

big as a normal one?

normal bir sahanın iki katı büyüklüğünden mi bahsediyoruz?

Dan: I'm talking football stadium big.

Dan: Büyük bir futbol stadyumundan bahsediyorum.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: No, not really.

Dan: Hayır, gerçekten değil.

Just large.

Sadece büyük. Sektörde

Large ceilings, vaulted ceilings as they say in the industry.

tabiriyle geniş tavanlar, tonozlu tavanlar .

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: And a very large window.

Dan: Ve çok büyük bir pencere.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: Or large windows.

Dan: Veya büyük pencereler.

Vanessa: I said the same thing.

Vanessa: Ben de aynı şeyi söyledim.

I would like a main room with a big window.

Büyük pencereli bir ana oda istiyorum.

Dan: Yes, but there's more.

Dan: Evet, ama dahası da var.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: And it needs a great view, an incredible view.

Dan: Ve harika bir manzaraya ihtiyacı var, inanılmaz bir manzaraya.

Vanessa: Oh, what's a good view for you?

Vanessa: Oh, senin için iyi bir manzara nedir?

What would be an ideal view?

İdeal bir görünüm ne olurdu?

Dan: I really love looking out at the ocean, that would be great.

Dan: Okyanusa bakmayı gerçekten seviyorum, bu harika olurdu. Amerika'nın

I'm not a big fan of where I live on the East Coast of America, the beaches are all kind

Doğu Kıyısında yaşadığım yerin büyük bir hayranı değilim , plajların hepsi

of the same to me.

benim için aynı.

They're not my favorite.

Benim favorim değiller.

This would be in the Mediterranean, on a big cliff.

Bu Akdeniz'de, büyük bir uçurumun üzerinde olacaktı .

Vanessa: Oh, so it wouldn't be- Dan: Yeah, a cliff side home.

Vanessa: Oh, yani bu-- Dan: Evet, uçurumun kenarında bir ev.

Vanessa: ... in the U.S., okay.

Vanessa: ... ABD'de, tamam.

Dan: Yeah, it wouldn't be in the U.S., sorry U.S.

Dan: Evet, ABD'de olmazdı, üzgünüm ABD. Şey

Well, maybe somewhere in the U.S. I don't know.

, belki ABD'de bir yerlerde bilmiyorum.

Vanessa: Could be Pacific Northwest, you've never been there.

Vanessa: Kuzeybatı Pasifik olabilir, sen oraya hiç gitmedin.

You don't know.

bilmiyorsun

Dan: It may be the Pacific Northwest, maybe that's my kind of ocean view.

Dan: Kuzeybatı Pasifik olabilir, belki de bu benim okyanus görüşüm.

Vanessa: Yeah, so you'd like an ocean view?

Vanessa: Evet, okyanus manzarası mı istiyorsun?

Dan: It'd be really high.

Dan: Gerçekten yüksek olurdu.

Looking down on my kingdom.

Krallığıma tepeden bakıyorum.

Vanessa: So you'd need to be a king too?

Vanessa: Yani senin de mi kral olman gerekiyor?

Dan: I have to be a king in this scenario.

Dan: Bu senaryoda bir kral olmalıyım.

Vanessa: This is getting a little excessive.

Vanessa: Bu biraz aşırıya kaçıyor.

Dan: So yeah, a really big, open ocean view.

Dan: Yani evet, gerçekten büyük, açık bir okyanus manzarası.

Remember, this is dreaming.

Unutma, bu bir rüya.

Vanessa: This is dreaming.

Vanessa: Bu rüya görüyor.

All right, keep dreaming.

Pekala, rüya görmeye devam et.

What else would you like?

Başka ne istersin?

Dan: All right, so it's very open, so close by would be a very epic, open kitchen.

Dan: Pekala, yani çok açık, çok yakınında çok destansı bir açık mutfak olur.

Vanessa: Oh, so open you mean it's connected to the living space?

Vanessa: Oh, yani açık, yani yaşam alanıyla bağlantılı mı demek istiyorsun ?

Dan: Yeah, this is popular, I think, nowadays in architecture.

Dan: Evet, sanırım bu, günümüzde mimaride popüler.

Vanessa: Mm-hmm (affirmative).

Vanessa: Mm-hmm (olumlu).

Dan: Yeah, so open to the living room.

Dan: Evet, oturma odasına çok açık.

Vanessa: So as you're cooking- Dan: At least-

Vanessa: Yani yemek pişirirken- Dan: En azından-

Vanessa: ... you can still talk to your guests.

Vanessa: ...misafirlerinle hala konuşabilirsin.

Dan: Yeah, at least part of the kitchen would be visible.

Dan: Evet, mutfağın en azından bir kısmı görünür olurdu.

Vanessa: Yeah, so at the moment, our kitchen is open to the living room.

Vanessa: Evet, yani şu anda mutfağımız oturma odasına açık.

Dan: Yes, we have this now.

Dan: Evet, artık buna sahibiz.

Vanessa: We don't have an epic, giant- Dan: Except for the view.

Vanessa: Bir destanımız yok, dev- Dan: Manzara dışında.

Vanessa: ... living room with a view of the Mediterranean.

Vanessa: ...Akdeniz manzaralı oturma odası .

Dan: And the big kitchen.

Dan: Ve büyük mutfak.

Vanessa: Yes, but we have an open space, so it's kind of like one room.

Vanessa: Evet, ama açık bir alanımız var, yani tek oda gibi.

Our kitchen is connected to our living space, so when our guests, or our friends, or our

Mutfağımız yaşam alanımıza bağlıdır, bu nedenle misafirlerimiz, arkadaşlarımız veya

family, or our kids are in the living space, the living room, we can see them and still

ailemiz veya çocuklarımız yaşam alanında, oturma odasındayken onları görebilir ve yine de

kind of interact.

etkileşimde bulunabiliriz.

So this type of layout is pretty popular, at least in newer houses, or as people remodel

Yani bu tür bir düzen oldukça popüler, en azından yeni evlerde veya insanlar evlerini yeniden şekillendirirken

their houses, they're kind of looking for this open layout, is what it's called.

, bir şekilde bu açık düzeni arıyorlar, buna denir.

Dan: Yeah, it's called an open floor plan.

Dan: Evet, buna açık kat planı deniyor.

Vanessa: Open floor plan, that's the word.

Vanessa: Açık kat planı, kelime bu.

Yeah.

Evet.

So anything else you would like in this amazing house?

Peki bu muhteşem evde istediğiniz başka bir şey var mı ?

Dan: Yes, there's one more thing in my palace.

Dan: Evet, sarayımda bir şey daha var.

Vanessa: Okay, in your kingdom.

Vanessa: Tamam, senin krallığında.

Dan: In my kingdom.

Dan: Benim krallığımda.

So there would be a game room, because I love games a lot.

Yani bir oyun odası olacaktı çünkü oyunları çok seviyorum.

Vanessa: Okay, what kind of games?

Vanessa: Tamam, ne tür oyunlar?

Dan: All kinds of games.

Dan: Her türlü oyun.

So we actually rented a place like this that was very similar.

Yani aslında buna çok benzeyen bir yer kiraladık .

Vanessa: Oh, like your grandparents rented that beach house.

Vanessa: Ah, sanki büyükannen ve büyükbaban o sahil evini kiralamış gibi.

Dan: Actually my grandma rented it.

Dan: Aslında büyükannem kiraladı.

It was a beach house, so it was like four layers of house.

Bir sahil eviydi, bu yüzden dört katlı bir ev gibiydi.

Vanessa: That's crazy.

Vanessa: Bu çılgınca.

Dan: It was humongous.

Dan: Muazzamdı.

It was called The Ritz- Vanessa: Of course.

Adı The Ritz- Vanessa: Elbette.

Dan: ... which is like a fancy thing.

Dan: ...ki bu süslü bir şey gibi.

So the very top floor of this building was just this giant game room.

Yani bu binanın en üst katı dev bir oyun odasıydı.

They had a pool table, they had a- Vanessa: A ping-pong.

Bir bilardo masaları vardı, onların bir- Vanessa: Bir masa tenisi.

Dan: Oh, that was... the ping-pong table was somewhere else.

Dan: Ah, o... pinpon masası başka bir yerdeydi.

But in palace, the ping-pong table would be in the same room.

Ama sarayda pinpon masası aynı odada olurdu.

Vanessa: So ping-pong, foosball, pool.

Vanessa: Yani masa tenisi, langırt, bilardo.

Dan: Other games too, chess, yeah.

Dan: Diğer oyunlar da, satranç, evet.

Vanessa: Oh, board game cabinets.

Vanessa: Ah, tahta oyun dolapları.

Dan: There would be all kinds of games.

Dan: Her türlü oyun olurdu.

There'd be a TV with video games, it'd just be fun everywhere.

Video oyunları olan bir televizyon olurdu, her yer eğlenceli olurdu.

Vanessa: Okay, so you want a whole big room?

Vanessa: Tamam, koca bir oda mı istiyorsun?

Dan: And then I'd have to lock it up so I didn't go in, because I'd spend all my time

Dan: Ve sonra içeri girmemek için onu kilitlemem gerekirdi , çünkü tüm zamanımı

in there.

orada geçirirdim.

Vanessa: Okay, so you'd have to request the key from one of the people?

Vanessa: Tamam, yani anahtarı insanlardan birinden istemek zorunda kalacaksın ?

Dan: You.

Sen.

Vanessa: From me?

Vanessa: Benden mi?

Okay.

Tamam aşkım.

Dan: "Gate keeper, let me in the game room."

Dan: "Kapı bekçisi, oyun odasına girmeme izin ver."

Vanessa: I'm sorry to say, but in my dream home-

Vanessa: Bunu söylediğim için üzgünüm ama rüyamda ev-

Dan: There's no game room?

Dan: Oyun odası yok mu?

Vanessa: ... there is not a game room, although it's a fun idea.

Vanessa: ... eğlenceli bir fikir olsa da oyun odası yok .

It's a good idea.

İyi fikir.

Dan: Save that for the vacation home?

Dan: Bunu tatil evi için mi saklayacaksın?

Vanessa: Yeah, that's good if your grandparents rent a house for a week and invite all the

Vanessa: Evet, büyükanne ve büyükbaban bir haftalığına bir ev kiralayıp tüm

family.

aileyi davet ederse bu iyi olur.

Dan: Yes, it was perfect for that.

Dan: Evet, bunun için mükemmeldi.

Vanessa: That's a good thing to have, but maybe not in my forever house.

Vanessa: Buna sahip olmak iyi bir şey, ama belki de benim ömürlük evimde değil.

Dan: Okay, what's your forever dream home look like?

Dan: Tamam, sonsuza kadar hayal ettiğin ev nasıl görünüyor?

Vanessa: Well, I did say I'd like a main room with a big window.

Vanessa: Büyük pencereli bir ana oda istediğimi söylemiştim .

I think that would be really great.

Bence bu gerçekten harika olurdu.

So we have some- Dan: But what's your ideal view?

Yani elimizde biraz- Dan: Ama senin ideal görüşün ne?

Vanessa: I didn't really say.

Vanessa: Gerçekten söylemedim.

I feel like it doesn't have to be the beach, maybe not someone else's house right there,

Sahil olması gerekmiyormuş gibi hissediyorum, belki başkasının evi değil

but it could be the mountains, that would be nice.

ama dağlar da olabilir, bu güzel olur.

Dan: Sure.

Dan: Elbette.

Vanessa: But I also like- Dan: Any kind of picturesque view.

Vanessa: Ama ben aynı zamanda- Dan: Her tür pitoresk manzarayı.

Vanessa: ... I don't like to be isolated, so if you have a beautiful mountain view,

Vanessa: ... İzole olmayı sevmiyorum, bu yüzden güzel bir dağ manzarasına sahipseniz,

that means you probably live in the middle of the mountains away from everybody.

bu muhtemelen dağların ortasında herkesten uzakta yaşıyorsunuz demektir.

Dan: It's true.

Dan: Bu doğru.

Vanessa: So I don't mind if the view's not perfect, but I'd just like to have a big window

Vanessa: Manzaranın mükemmel olmaması umurumda değil , ama bol ışık alan büyük bir pencerem olsun isterim

with lots of light, that'd be really great.

, bu gerçekten harika olur.

The other thing that I said is a little more practical, and that is a huge studio room

Söylediğim diğer şey biraz daha pratik ve bu,

with different walls that I can film on.

üzerinde film çekebileceğim farklı duvarları olan devasa bir stüdyo odası.

Dan: Very practical for the Fearless Fluency Club.

Dan: Korkusuz Akıcılık Kulübü için çok pratik .

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: Oh, wait, and for YouTube.

Dan: Oh, bekle, YouTube için.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

So for, of course, the fearless fluency club, and also for YouTube, having different locations

Bu yüzden, tabii ki korkusuz akıcılık kulübü ve ayrıca kolayca film çekebileceğim farklı konumlara sahip YouTube için

where I can easily film.

.

And the room where we often film videos, in here, it's okay.

Ve sık sık video çektiğimiz oda, burası sorun değil.

It's not super small, but I have an image of-

Çok küçük değil, ama şöyle bir imajım var-

Dan: It's pretty small.

Dan: Oldukça küçük.

Vanessa: ... four different walls with different backgrounds and different things that I can

Vanessa: ...dört farklı duvar, farklı arka planlar ve farklı şeyler,

move lights and easily have different locations to film, I think that would be really cool.

ışıkları hareket ettirebilirim ve film çekmek için kolayca farklı konumlara sahibim , bence bu gerçekten harika olurdu. Bu

So I'm starting out small, we have this room, and then maybe someday in my dream home.

yüzden küçük başlıyorum, bu odamız var ve sonra belki bir gün hayalimdeki ev.

Dan: Yeah, this is way better than our other house.

Dan: Evet, burası diğer evimizden çok daha iyi .

Vanessa: Oh, yeah, where we used to live in the apartment.

Vanessa: Ah, evet, eskiden oturduğumuz apartman dairesi.

Dan: She used to film in a closet.

Dan: Bir dolapta çekim yapardı.

Vanessa: It wasn't a closet, but it was really small.

Vanessa: Bir dolap değildi ama gerçekten küçüktü.

Dan: Two closets combined.

Dan: İki dolap birleştirildi.

Vanessa: Yeah, it was like a little triangle room.

Vanessa: Evet, küçük bir üçgen oda gibiydi.

Dan: It was very small.

Dan: Çok küçüktü.

Vanessa: But- Dan: Hey, we made it work.

Vanessa: Ama- Dan: Hey, başardık.

Vanessa: Yeah, it worked.

Vanessa: Evet, işe yaradı.

We made it work.

Çalıştırdık.

And the other feature that I would like is, in a dream home, is a roof deck.

Ve bir rüya evinde olmasını istediğim diğer özellik, bir çatı güvertesi.

Dan: That's cool.

Dan: Bu harika.

Vanessa: Yeah, so some stairs, and then a little roof-

Vanessa: Evet, birkaç merdiven ve sonra küçük bir çatı-

Dan: This is the adventurer in Vanessa speaking.

Dan: Vanessa'daki maceracı konuşuyor.

Vanessa: ... on the top so you can look down everywhere.

Vanessa: ...üstte, böylece her yere bakabilirsin.

Dan: But that's in my house, too.

Dan: Ama o da benim evimde.

Vanessa: Oh, it's in your house?

Vanessa: Oh, senin evinde mi?

Oh, good.

Oh iyi.

Maybe we can have a house together.

Belki birlikte bir evimiz olabilir.

And also at night you could lay up there and see the stars.

Ayrıca geceleri orada uzanıp yıldızları görebilirsin.

I think that would be really cool- Dan: Yeah, that would be neat.

Bence bu gerçekten harika olur- Dan: Evet, bu harika olur.

Vanessa: ... so you could have a perfect place to stargaze.

Vanessa: ... yıldızları izlemek için mükemmel bir yerin olsun diye .

Dan: I don't know why more houses don't have this.

Dan: Neden daha fazla evde buna sahip olmadığını bilmiyorum .

Vanessa: Yeah, we should put a deck on top of our house.

Vanessa: Evet, evimizin üstüne bir güverte koymalıyız .

Dan: Yeah, why not?

Dan: Evet, neden olmasın?

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Maybe some architect out there has a reason.

Dan: Belki dışarıdaki bir mimarın bir nedeni vardır.

"Well, actually it's bad for structural integrity."

"Aslında yapısal bütünlük için kötü."

Vanessa: I think that people just don't value stargazing like we do.

Vanessa: Bence insanlar yıldızlara bizim kadar değer vermiyor.

Dan: Maybe.

Dan: Belki.

Vanessa: It's really cool to see the stars at night, and especially if you're... if you

Vanessa: Geceleri yıldızları görmek gerçekten harika , özellikle de... eğer

just have a perfect view from a rooftop deck.

çatı güvertesinden mükemmel bir manzaraya sahipseniz.

Dan: You're perched in a high place.

Dan: Yüksek bir yere tünemişsin.

Vanessa: Yeah, that'd be really cool.

Vanessa: Evet, bu gerçekten harika olur.

Well, it was nice to dream.

Şey, hayal etmek güzeldi.

Thanks for dreaming with me.

Benimle hayal kurduğun için teşekkürler.

Dan: Yeah.

Evet.

Oh, dream's over.

Oh, rüya bitti.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

I'm curious for you, if you could have your dream home, what features would you like in

Sizin için merak ediyorum, hayalinizdeki eve sahip olabilseydiniz , o evde hangi özelliklerin olmasını isterdiniz

that home?

?

All right, let's go to the next topic.

Pekala, bir sonraki konuya geçelim. Bir

The next topic is nature.

sonraki konu doğa.

Dan: Nature.

Dan: Doğa.

Vanessa: I want to know what are two cool facts about animals or nature?

Vanessa: Hayvanlar ve doğa hakkında iki harika gerçeğin ne olduğunu bilmek istiyorum.

Dan: You want to know two facts?

Dan: İki gerçeği mi bilmek istiyorsun?

Vanessa: Yeah, so we did a little bit of research before this, because we love watching animal

Vanessa: Evet, bundan önce biraz araştırma yaptık çünkü hayvan belgeselleri izlemeyi seviyoruz

documentaries.

.

Dan: Okay, well I have a story behind my first factoid.

Dan: Tamam, ilk factoid'imin arkasında bir hikayem var .

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: One time I was talking to my mom, I don't remember how this came up, but we were talking

Dan: Bir keresinde annemle konuşurken bu nasıl aklıma geldi hatırlamıyorum ama

about turtles.

kaplumbağalardan bahsediyorduk.

And I don't know why we were talking about turtles, but she said, "Did you know that

Ve neden kaplumbağalardan bahsettiğimizi bilmiyorum ama "

turtles breathe through their butts?"

Kaplumbağaların popolarından nefes aldıklarını biliyor muydunuz?" dedi.

My mom said this.

Bunu annem söyledi.

And we, for days, we were like, "Mom, turtles... where did you hear that?

Ve biz günlerce "Anne, kaplumbağalar... bunu nereden duydunuz?

That is so- Vanessa: Were you a kid?

Bu çok-- Vanessa: Çocuk muydunuz?

Dan: That was like, no, I was older.

Dan: Hayır, ben daha büyüktüm.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Tamam.

Dan: Probably a teenager, I guess.

Dan: Muhtemelen bir genç, sanırım.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Tamam.

Dan: But we, me and my siblings, we all just made fun of her.

Dan: Ama biz, ben ve kardeşlerim, hepimiz onunla dalga geçtik.

We were like, "Mom, you just made that up.

"Anne, bunu sen uydurdun.

Where on Earth did you hear that?"

Bunu nereden duydun?"

But really, it's actually true.

Ama gerçekten, gerçekten doğru.

A turtle can breathe through its butt.

Bir kaplumbağa kıçından nefes alabilir.

Vanessa: What?

Vanessa: Ne?

Dan: It's true.

Dan: Doğru.

Vanessa: Wait, why do they do this?

Vanessa: Bir dakika, bunu neden yapıyorlar?

Dan: Okay, so it's when they're hibernating.

Dan: Tamam, yani ne zaman? kış uykusuna yatıyorlar. Doğrulamak

I looked it up to verify because I remember hearing that that actually was true.

için baktım çünkü bunun gerçekten doğru olduğunu duyduğumu hatırlıyorum.

So in the winter, it gets really cold, obviously, and they live under water.

Yani kışın çok soğuk oluyor ve su altında yaşıyorlar.

So it's like really cold, it's almost freezing, and they can't use their lungs.

Yani gerçekten çok soğuk, neredeyse donuyor ve ciğerlerini kullanamazlar

So they basically suck water up their butts, and the water gives them oxygen, therefore-

yani kıçlarına su emerler ve su onlara oksijen verir, bu nedenle-

Vanessa: Oh, why?

Vanessa: Ah, neden?

Dan: ... they breathe through their butts in the winter when they're hibernating.

Dan: ...kış uykusundayken kıçlarından nefes alırlar .

Vanessa: Wow, and your mom was right.

Vanessa: Vay canına, annen haklıymış

Dan: So my mom was right, but we just... we did not believe her when she said that.

Dan: Yani annem haklıydı ama biz sadece... bunu söylediğinde ona inanmadık

Vanessa: I mean, it's really bizarre, so why would you believe her?

Vanessa: Demek istediğim, bu gerçekten tuhaf, öyleyse ona neden inanasın ki?

Dan: Yeah.

Dan: Evet

Also, it was very random of her.

Ayrıca çok rastgele bir hareketti.

She was like, "Don't turtles breathe through their butts?"

"Kaplumbağalar popolarından nefes almazlar mı ?"

Vanessa: And we were like, "Mom, you just made that up.

dedi Vanessa: Biz de "Anne, bunu sen uydurdun. Mümkün

There's no way."

değil."

Dan: But it's true.

Dan: Ama doğru.

Vanessa: But it's true.

Vanessa: Ama doğru.

Dan: So this is turtles who specifically live in the water?

Dan: Yani bunlar özellikle suda yaşayan kaplumbağalar mı ?

Not box turtles, or those types of things.

Kutu kaplumbağaları ya da o tür şeyler değil.

Vanessa: No.

Vanessa: Hayır.

Yeah, turtles but not ocean turtles either.

Evet, kaplumbağalar ama okyanus değil

Dan: Okay, so just ones that live in fresh water-

Dan: Tamam, yani sadece tatlı suda yaşayanlar-

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet

Dan: ... and live in the water?

Dan: ... ve suda yaşayanlar

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Oh, tamam

Dan: This is a very... yeah, tell your friends.

Dan: Bu çok... arkadaşlar

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah

Dan: Turtles breathe through their butts.

Dan: Kaplumbağalar popolarından nefes alırlar

Vanessa: Before you get to your second fact, I'm going to share one of mine-

Vanessa: İkinci gerçeğinize geçmeden önce benimkinden birini paylaşacağım-

Dan: Okay.

Dan: Peki

Vanessa: ... which is amazing about butterflies and caterpillars.

Vanessa: ... kelebekler ve tırtıllar hakkında harika bir şey .

We recently- Dan: We're like a nature documentary now.

Biz son zamanlarda- Dan: Artık bir doğa belgeseli gibiyiz

Vanessa: Well, I included this because- Dan: Should we talk like David Attenborough?

Vanessa: Şey, bunu dahil ettim çünkü- Dan: David Attenborough gibi konuşalım mı

Vanessa: I feel really nerdy about animals.

Vanessa: Hayvanlar konusunda gerçekten inek hissediyorum

Dan: "The beautiful butterflies."

Dan: "Güzel kelebekler."

Vanessa: Yeah, if you've ever seen nature documentaries by BBC, David Attenborough is

Vanessa: Evet, BBC'nin doğa belgesellerini gördüyseniz, David Attenborough

one of the main commentators.

ana yorumculardan biridir. On

He's been a staple of nature documentaries for over a decade, two decades, three decades

yıldan fazla, yirmi yıl, belki otuz yıl,

maybe, the '70s.

70'ler boyunca doğa belgesellerinin temel unsurlarından biri olmuştur.

So we are big fans of him and his work, but I included this topic because we're nerdy

Yani onun ve çalışmalarının büyük hayranlarıyız ama bu konuyu dahil ettim çünkü

about animals and nature, and like that stuff, and I thought it would be fun to talk about.

hayvanlar ve doğa hakkında inekiz ve bu tür şeyler hakkında konuşmanın eğlenceli olacağını düşündüm.

Dan: Sure.

Dan: Elbette.

Vanessa: Well, a couple months ago, we found four monarch butterfly caterpillars in our

Vanessa: Birkaç ay önce arka bahçemizde dört tane tırtıl kral kelebeği bulduk

backyard.

.

And they didn't look so good, they looked like they needed a little bit of help, so

Ve pek iyi görünmüyorlardı, biraz yardıma ihtiyaçları varmış gibi görünüyorlardı, bu yüzden

we gave them some milkweed leaves, which is what monarch butterflies eat, or monarch caterpillars

onlara biraz süt otu yaprağı verdik, kral kelebekleri ya da kral tırtılları bunu

eat, and we put them in this... we have a butterfly net, it's like a little container

yer ve onları bunun içine koyduk... biz bir kelebek ağına sahip olun, kelebek yetiştirebileceğiniz küçük bir kap gibidir

where you can grow butterflies.

.

Dan: Grow and release.

Dan: Büyüt ve bırak.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

And so we put the caterpillars in there, gave them a lot of leaves, and they turned into

Tırtılları oraya koyduk, onlara bir sürü yaprak verdik ve

cocoons.

kozaya dönüştüler.

Then two of them died, but two of them became butterflies, it was really amazing, so that

Sonra ikisi öldü ama ikisi kelebek oldu, bu gerçekten inanılmazdı, bu yüzden bu konu hakkında

kind of sparked my interest in learning more about that.

daha fazla şey öğrenmeye olan ilgimi bir nevi ateşledi .

We kind of all know caterpillars become butterflies, but did you know that a caterpillar, when

Tırtılların kelebeğe dönüştüğünü hepimiz biliyoruz ama tırtılın koza yaptığında vücudunu sıvılaştırdığını biliyor muydunuz?

it creates a cocoon, it will liquefy it's body.

It's like a soup inside the cocoon, and it is digesting, it's eating itself inside the

Kozanın içindeki çorba gibi sindiriyor, kozanın içinde kendini yiyor

cocoon, and its DNA just kind of mixes around and becomes a butterfly.

ve DNA'sı bir nevi karışıyor ve kelebek oluyor.

Dan: Yeah, so it's not like wrapping a blanket around itself.

Dan: Evet, yani kendi üzerine bir battaniye sarmak gibi değil .

Vanessa: No.

Vanessa: Hayır.

Dan: Because- Vanessa: It's crazy.

Dan: Çünkü- Vanessa: Bu delilik.

Dan: ... usually when I thought of a cocoon, you would think that the caterpillar spins

Dan: ...genellikle bir kozayı düşündüğümde, tırtılın

something around itself, but no, it's literally liquefying its body on the inside, and then

kendi etrafında bir şeyler döndürdüğünü düşünürdünüz, ama hayır, kelimenin tam anlamıyla vücudunu içeriden sıvılaştırıyor ve sonra

turning into, I believe the technical term is a pupa.

teknik terim olarak inanıyorum ki bir pupaya dönüşüyor.

Vanessa: A pupa.

Vanessa: Bir pupa.

Yeah, so inside when it actually makes that cocoon, so we saw this happen, where the cocoon

Evet, içeride o kozayı gerçekten yaptığında , bunun olduğunu gördük, koza

pops out of the caterpillars body, and the skin and the head pop off, and they fall onto

tırtılın vücudundan dışarı fırlıyor, deri ve kafa fırlıyor ve

the ground because- Dan: It's kind of like a Halloween story.

yere düşüyorlar çünkü- Dan: Bu bir nevi şey gibi bir Cadılar Bayramı hikayesi.

Vanessa: It is.

Vanessa: Öyle.

It's pretty horrific, if you think about it.

Düşünürseniz, oldukça korkunç.

Dan: It was almost Halloween.

Dan: Neredeyse Cadılar Bayramıydı.

Vanessa: And inside the cocoon is the liquefied soup of the butterfly.

Vanessa: Ve kozanın içinde sıvılaştırılmış kelebek çorbası var.

Dan: And it's body liquefied and it turned into a terrible creature.

Dan: Ve vücudu sıvılaştı ve korkunç bir yaratığa dönüştü.

Vanessa: How did nature- Dan: A butterfly.

Vanessa: Doğa nasıl- Dan: Bir kelebek.

Vanessa: ... think that this would work?

Vanessa: ... bunun işe yarayacağını mı düşünüyorsun?

But it does, it's amazing.

Ama oluyor, harika.

Wow.

Vay.

So, that's my first cool fact about nature.

Bu benim doğa hakkındaki ilk harika gerçeğim.

Dan: Cool nature factoid.

Dan: Havalı doğa gerçeği.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Caterpillar soup.

Tırtıl çorbası.

Dan: All right.

Dan: Pekala.

My second is about the noble albatross.

İkincisi asil albatros hakkında.

Vanessa: Albatross are so cool.

Vanessa: Albatroslar çok havalı.

Dan: Although if you say something is an albatross, that kind of means it's a bad thing, or like

Dan: Yine de bir şeye albatros derseniz, bu onun kötü bir şey olduğu veya

a burden.

bir yük gibi olduğu anlamına gelir.

It's like a saying.

Bir deyiş gibi.

Vanessa: Ah, that's kind of like an old fashioned expression.

Vanessa: Ah, bu biraz eski moda bir ifade gibi.

But- Dan: Yeah.

Ama- Dan: Evet.

But anyways, my factoid is- Vanessa: ... it is a bird.

Ama her neyse, benim bilgim... Vanessa: ... o bir kuş.

Dan: ... an albatross has the longest wingspan of any bird.

Dan: ...bir albatros, herhangi bir kuş arasında en uzun kanat açıklığına sahiptir .

Did you know that?

Bunu biliyor muydun?

Almost 12 feet long, or 3.2 meters.

Neredeyse 12 fit uzunluğunda veya 3,2 metre.

Vanessa: Three meters?

Vanessa: Üç metre mi?

Dan: Something like that.

Dan: Onun gibi bir şey.

Vanessa: Three meters is so long, so that means from the tip of one wing to the tip

Vanessa: Üç metre çok uzun, yani bir kanadın ucundan

of the other wing is three meters, 12 feet.

diğer kanadın ucuna kadar olan mesafe üç metre, 12 fit.

Dan: Yeah, it's a really huge bird.

Dan: Evet, gerçekten çok büyük bir kuş.

Vanessa: One bird.

Vanessa: Bir kuş.

Dan: And actually, if you've watched any David Attenborough documentaries-

Dan: Ve aslında, herhangi bir David Attenborough belgeseli izlediyseniz-

Vanessa: Or others.

Vanessa: Veya başkaları.

Dan: ... we watched one with the albatross, it needs to take a really long run before

Dan: ...albatroslu olanı izledik, uçabilmesi için gerçekten uzun bir mesafe kat etmesi gerekiyor

it flies, because its wings are so huge- Vanessa: Like a huge airplane, it needs a

, çünkü kanatları çok büyük- Vanessa: Devasa bir uçak gibi,

lot of runway to get off.

inmek için çok fazla piste ihtiyacı var.

Dan: But there's a lot of other animals.

Dan: Ama başka birçok hayvan var.

What was it in the documentary that was trying to get them?

Belgeselde onları almaya çalışan neydi?

Vanessa: It was the babies.

Vanessa: Bebeklerdi.

Dan: Oh, sharks.

Dan: Oh, köpekbalıkları.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: Because they would crash in the water and the sharks would eat them.

Dan: Çünkü suya düşerler ve köpek balıkları onları yer.

Vanessa: When the babies were first learning how to fly, a lot of them crash in the water,

Vanessa: Bebekler uçmayı ilk öğrendiklerinde çoğu suya çarpar

and I think they do it the same time every year, so sharks gather there-

ve sanırım bunu her yıl aynı zamanda yaparlar , bu yüzden köpek balıkları orada toplanır-

Dan: They wait for the babies.

Dan: Bebekleri beklerler.

Vanessa: ... and as the babies are learning to fly, if they fail on their first try, that's

Vanessa: ...ve bebekler uçmayı öğrenirken, ilk denemelerinde başarısız olurlarsa, o

it.

kadar.

Dan: Yeah, they can't make it.

Dan: Evet, başaramazlar.

Vanessa: Anyway, that was a really sad part of the documentary.

Vanessa: Her neyse, bu belgeselin gerçekten üzücü bir kısmıydı .

Dan: But once they actually get in the air, an albatross can stay in the air for up to

Dan: Ama gerçekten havaya çıktıklarında, bir albatros 10.000 mile kadar havada kalabilir ki

10,000 miles, which is a lot of kilometers.

bu çok fazla kilometre demektir.

Vanessa: 6,000, 7,000 kilometers?

Vanessa: 6.000, 7.000 kilometre mi?

Dan: Yeah, I'm not so good with those conversions that everybody else uses.

Dan: Evet, herkesin kullandığı dönüşümlerle pek iyi değilim .

Vanessa: Yeah, and I remember you also told me that they could fly for-

Vanessa: Evet, ve bana onların uçabileceklerini de söylediğini hatırlıyorum...

Dan: A day.

Dan: Bir gün.

Vanessa: ... a whole day with just one [inaudible 00:47:30].

Vanessa: ...sadece bir gün [duyulmuyor 00:47:30].

Dan: Just one flap of their wings.

Dan: Kanatlarının sadece bir çırpışı.

Vanessa: If they have the right wind, because they go off into the ocean.

Vanessa: Eğer doğru rüzgara sahiplerse, çünkü okyanusa açılıyorlar.

Dan: Yeah, it requires good wind.

Dan: Evet, iyi bir rüzgar gerektirir.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Because they just use the wind to bounce up and down.

Dan: Çünkü yukarı ve aşağı zıplamak için sadece rüzgarı kullanıyorlar .

Vanessa: So they only need to flap their wings one time per day, if there is good wind.

Vanessa: Yani iyi bir rüzgar varsa günde sadece bir kez kanatlarını çırpmaları yeterli.

Dan: It'd be a very lonely existence, just flying over the ocean.

Dan: Sadece okyanusun üzerinde uçmak çok yalnız bir varoluş olurdu .

Vanessa: But talking about lonely, they also mate for life.

Vanessa: Ama yalnızlıktan bahsetmişken, ömür boyu da çiftleşiyorlar.

Dan: That's lonely?

Dan: Bu yalnızlık mı?

Vanessa: Well, no, that's crazy because they...

Vanessa: Şey, hayır, bu çılgınca çünkü onlar...

most birds are not like that, so they go off alone into the ocean to hunt, and then once

kuşların çoğu öyle değil, bu yüzden avlanmak için okyanusa tek başlarına gidiyorlar ve sonra

a year they come back to the same place and they hope that their husband or wife, their

yılda bir kez aynı yere geri dönüyorlar ve kocalarının ya da eşleri,

mate, has survived also.

eşleri de hayatta kaldı.

Dan: And then they promptly cheat on them.

Dan: Ve sonra hemen onları aldatıyorlar.

Vanessa: Well, they are not monogamous.

Vanessa: Şey, onlar tek eşli değiller.

Dan: They have partners that they regularly come back to, but then they also go and flirt

Dan: Düzenli olarak geri döndükleri ortakları var ama sonra gidip diğer kuşlarla da flört ediyorlar

with other birds.

.

Vanessa: Other birds as well, but they have the same main partner for their whole lives,

Vanessa: Diğer kuşlar da, ama hayatları boyunca aynı ana eşe sahipler

and they only see them once a year, but they find each other at that same... on the same

ve onları yılda sadece bir kez görüyorlar ama birbirlerini aynı yerde buluyorlar... aynı

rock, on the same land, every... albatross are really cool.

kayada, aynı toprakta, her ... albatros gerçekten harika.

Dan: [crosstalk 00:48:34] kisses.

Dan: [karışma 00:48:34] öpücükler.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, you should look up some videos about albatross, they're really cool.

Evet, albatroslarla ilgili birkaç videoya bakmalısın , gerçekten harikalar.

Well, one of my other cool facts- Dan: What's your last factoid?

Pekala, diğer harika gerçeklerimden biri- Dan: Son bilgin nedir?

Vanessa: ... my last cool fact is about a mantis shrimp.

Vanessa: ... son harika gerçeğim, peygamber devesi karidesiyle ilgili.

Dan: The mantis shrimp.

Dan: Mantis karidesi.

Vanessa: We think about shrimp as the thing that we eat, but the mantis shrimp is really

Vanessa: Karidesleri yediğimiz şey olarak düşünürüz ama peygamber devesi karidesi gerçekten

different.

farklı.

I'll show you a picture here.

Size burada bir resim göstereceğim.

The mantis shrimp is an insane animal.

Mantis karidesi çılgın bir hayvandır. İnsanlar da dahil olmak üzere

It has the best visual senses of any animal, including humans.

herhangi bir hayvanın en iyi görsel duyularına sahiptir . Doğru

I looked this up to make sure I could explain it correctly.

anlatabildiğimden emin olmak için buna baktım .

Humans have three photoreceptors in our eyes.

İnsanlarda gözlerimizde üç fotoreseptör vardır.

How many do you think the mantis shrimp have?

Mantis karidesinin kaç tane olduğunu düşünüyorsun?

Dan: 10.

Dan: 10.

Vanessa: 12 to 16.

Vanessa: 12 ila 16.

So this means they can see infrared, they can see ultraviolet, they can see every possible

Yani bu onların kızılötesini, morötesini,

thing that's coming through the light spectrum.

ışık tayfından gelen olası her şeyi görebilecekleri anlamına geliyor.

It is crazy.

Bu çılgınca.

Dan: Basically thank god it's not huge and lives on land, because it would kill us.

Dan: Temelde Tanrıya şükür çok büyük değil ve karada yaşıyor, çünkü bizi öldürür.

Vanessa: Yes, this and it can also punch through, it has the-

Vanessa: Evet, bu ve aynı zamanda delip geçebilir, bu...

Dan: Look how it's hand's like this.

Dan: Bakın eli nasıl böyle.

Vanessa: Yes, they're like this.

Vanessa: Evet, böyleler.

It can punch through bulletproof glass that is 1 centimeter thick.

1 cm kalınlığındaki kurşun geçirmez camı delebilir.

So it's almost impossible to keep a mantis shrimp in an aquarium because-

Yani bir akvaryumda mantis karidesi beslemek neredeyse imkansız çünkü-

Dan: Because it will break the glass.

Dan: Çünkü camı kıracak.

Vanessa: ... they're so strong... it's just a shrimp, they're small, but it can punch

Vanessa: ...çok güçlüler... o sadece bir karides, küçükler ama

through bullet proof glass, and most aquariums don't have bullet proof glass, it's less than

kurşun geçirmez camı delebilir ve çoğu akvaryumda kurşun geçirmez cam yoktur, bundan daha azdır

that.

.

Dan: Why not?

Neden olmasın?

Vanessa: But it will punch through the glass and get out, so they can see everything, and

Vanessa: Ama camı delecek ve dışarı çıkacak, böylece her şeyi görebilecekler ve

they also can punch through the glass, which is absolutely insane.

ayrıca camı da yumruklayabilecekler ki bu kesinlikle çılgınca.

There's a lot of really cool videos- Dan: And they look cool too.

Bir sürü harika video var- Dan: Ayrıca harika görünüyorlar.

Vanessa: Yeah, colors, and their big eyes.

Vanessa: Evet, renkler ve iri gözleri.

Dan: Yeah, beautiful.

Dan: Evet güzelim.

You should share the comic about it too.

Bununla ilgili karikatürü de paylaşmalısın.

There's a popular comic in America called The Oatmeal.

Amerika'da The Oatmeal adında popüler bir çizgi roman var .

Vanessa: It's a website.

Vanessa: Bu bir web sitesi.

Dan: Yeah, it's a website.

Dan: Evet, bu bir web sitesi.

And they have a whole story about the mantis shrimp.

Ve peygamber devesi karidesi hakkında koca bir hikayeleri var .

Vanessa: Yeah, there's a good YouTube video too, about the mantis shrimp.

Vanessa: Evet, mantis karidesiyle ilgili güzel bir YouTube videosu da var.

Dan: About it?

Dan: Bu konuda mı?

Oh.

Ah.

Vanessa: I think it's... who's that guy who does kind of funny stuff about animals who's

Vanessa: Sanırım... hayvanlar hakkında komik şeyler yapan adam kim

like, "That's how the mantis shrimp do."

, "İşte peygamber devesi karidesleri böyle yapar."

Dan: Oh, zefrank.

Dan: Ah, zefrank.

Vanessa: Zefrank, yes.

Vanessa: Zefrank, evet.

Dan: Look up zefrank for a good laugh.

Dan: İyi bir kahkaha için zefrank'a bak.

Vanessa: Just look up mantis shrimp on YouTube, you'll find many great things because those

Vanessa: YouTube'da mantis karidesine bakın, pek çok harika şey bulacaksınız çünkü o

animals are cool.

hayvanlar harika.

All right, we had a chance to be nerdy, let's go on to the next topic, and I want to know

Pekala, inek olma şansımız oldu, hadi bir sonraki konuya geçelim ve

for you, do you know any cool animal facts?

senin için bilmek istiyorum, bildiğin havalı hayvanlar var mı?

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: All right, let's go to the next topic.

Vanessa: Pekala, bir sonraki konuya geçelim.

The next topic is holidays.

Bir sonraki konu tatiller.

And it is the end of November-ish, which is Thanksgiving time in the U.S., so I want to

Ve ABD'de Şükran Günü zamanı olan Kasım ayının sonu, bu yüzden

know, in your experience, what is Thanksgiving like in the U.S.?

deneyimlerinize göre ABD'de Şükran Günü nasıldır ?

Dan: In the U.S., well it's pretty much just an American holiday, right?

Dan: ABD'de, neredeyse sadece bir Amerikan tatili, değil mi?

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Or Canadian, I suppose.

Dan: Ya da Kanadalı, sanırım.

Vanessa: Canada also has Thanksgiving.

Vanessa: Kanada'da da Şükran Günü var.

Dan: So for Thanksgiving, the primary thing that we do is eat food.

Dan: Yani Şükran Günü için yaptığımız birincil şey yemek yemek.

Vanessa: Okay, next topic.

Vanessa: Tamam, sıradaki konu.

Dan: The end.

Dan: Son.

Vanessa: Oh, yeah, it's pretty much all about food.

Vanessa: Oh, evet, hemen hemen her şey yemekle ilgili.

Dan: It's really all about the food, especially turkey.

Dan: Gerçekten her şey yemekle ilgili, özellikle hindi.

Vanessa: So tell us about food on Thanksgiving.

Vanessa: O halde bize Şükran Günü'ndeki yiyeceklerden bahset.

Dan: Pretty much everybody gets a turkey.

Dan: Hemen hemen herkes hindi yer.

Vanessa: A big, full turkey.

Vanessa: Büyük, dolu bir hindi.

Dan: Yeah, there must be this huge spike in turkey sales in November in the U.S.

Dan: Evet, Kasım ayında ABD'de hindi satışlarında büyük bir artış olmalı

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Dan: But everybody gets a turkey, you cook the whole turkey, and you get gravy, and you

Dan: Ama herkes hindi alır, bütün hindiyi pişirirsin ve sos alırsın ve

pour it on there, and there's something called stuffing as well, which is this bread pudding

oraya dökersin ve doldurma denen bir şey de vardır, bu ekmek pudingi

kind of thing, I guess.

gibi bir şey sanırım.

Vanessa: Yeah, well, you have it inside the turkey, usually you cook some seasonings,

Vanessa: Evet, peki, hindinin içinde var , genellikle hindinin içinde biraz çeşni,

and lemons, and breads, and all different types of things inside the turkey.

limon, ekmek ve tüm farklı türde şeyler pişiriyorsun.

Dan: Some may argue that the stuffing is better than the turkey.

Dan: Bazıları dolmanın hindiden daha iyi olduğunu iddia edebilir .

Vanessa: Yeah, sometimes it is.

Vanessa: Evet, bazen öyledir.

Dan: I'm one of those people- Vanessa: Stuff is great.

Dan: Ben o insanlardan biriyim- Vanessa: Her şey harika.

Dan: ... I just eat the stuffing.

Dan: ... Ben sadece içini yiyorum.

Vanessa: It's really full of turkey juices, so it's kind of like a breaded mixture, I'll

Vanessa: Gerçekten hindi suyuyla dolu, bu yüzden panelenmiş bir karışım gibi,

try to share a picture, but stuffing, turkey.

bir resim paylaşmaya çalışacağım ama dolma, hindi.

Dan: So the holiday is really just centered around the meal, and then you invite lots

Dan: Yani tatil gerçekten sadece yemeğin etrafında dönüyor ve ardından bir sürü aileyi davet ediyorsun

of family over.

.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: And usually one family member will host a lot of family, I find.

Dan: Ve genellikle bir aile üyesi pek çok aileyi ağırlar, bence.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: And sometimes friends as well, but like your dad has been doing friends for the last

Dan: Ve bazen arkadaşlar da, ama babanın son

few years.

birkaç yıldır arkadaş edindiği gibi.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: But traditionally, it's only family.

Dan: Ama geleneksel olarak, bu sadece aile.

Vanessa: Yeah, I think this is definitely more a family holiday, that you say goodbye

Vanessa: Evet, bence bu kesinlikle daha çok bir aile tatili,

to your friends, go back home wherever you came from, if you live far away from your

arkadaşlarınla ​​vedalaş, nereden geldiysen eve dön , anne babandan uzakta yaşıyorsan

parents, maybe you'll go back home and have Thanksgiving at their home, or maybe they'll

, belki eve geri döner ve Şükran Günü'nü şu saatte geçirirsin: evlerinde, ya da belki

come visit you.

seni ziyarete gelirler.

It's kind of a time for families to come back together during Thanksgiving.

Şükran Günü'nde ailelerin tekrar bir araya gelme zamanı.

Dan: Yeah.

Evet.

And if you are a very bonded family, then you always say what you're thankful for.

Ve eğer çok bağlı bir aileyseniz, o zaman her zaman neye minnettar olduğunuzu söylersiniz.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: So every year my family would always say something they're thankful for around

Dan: Yani her yıl ailem masanın etrafında müteşekkir oldukları bir şey söylerdi

the table.

.

And usually when I was a kid I remember being like-

Ve genellikle ben çocukken,

Vanessa: "I don't want to do this."

Vanessa: "Bunu yapmak istemiyorum."

Dan: "I don't want..." but now I'm like, "I'm thankful for everybody and everything in my

Dan: "İstemiyorum..." ama şimdi " Ailemdeki herkese ve her şeye minnettarım

family.

.

It's so beautiful."

Çok güzel."

Get a little more sentimental when you get older.

Yaşlanınca biraz daha duygusal ol .

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Well, back to the food, we're kind of talking about the traditions now, but back to the

Yemeğe dönersek, şimdi bir nevi geleneklerden bahsediyoruz ama

food, the typical things are a big turkey bird, a full bird, you don't have just slices

yemeğe dönersek, tipik şeyler büyük bir hindi kuşu, dolu bir kuş, sadece dilim hindi

of turkey, you have the full bird and then you cut it up.

yemezsiniz, tam kuş ve sonra onu kestin.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: And then stuffing, green beans is common with gravy, mashed potatoes, sweet

Vanessa: Ve doldurma, yeşil fasulye sosta yaygın, patates püresi, tatlı

potatoes, in the south of the U.S., sweet potato casserole is really big.

patates, ABD'nin güneyinde tatlı patates güveci gerçekten çok büyük.

This is insane- Dan: With brown sugar on it.

Bu delilik- Dan: Üzerinde esmer şeker var.

Vanessa: ... it's insanely sweet because it's sweet potatoes, which are orange and already

Vanessa: ... inanılmaz derecede tatlı çünkü turuncu olan ve zaten

pretty sweet naturally, then brown sugar, and then-

doğal olarak oldukça tatlı olan tatlı patatesler, sonra kahverengi şeker ve sonra-

Dan: Marshmallows, right?

Dan: Marshmallow, değil mi?

Vanessa: ... marshmallows, for dinner.

Vanessa: ...akşam yemeği için marshmallow.

Dan: Oh, I forgot about that.

Dan: Ah, onu unutmuşum.

Vanessa: Crazy, but- Dan: I always eat like this much of that because

Vanessa: Çılgınca ama- Dan: Ben her zaman bu kadar çok yerim çünkü

it's too sweet.

çok tatlıdır.

Vanessa: It's really rich, but that's kind of a southern thing, and you also always have

Vanessa: Gerçekten zengin, ama bu güneye özgü bir şey ve ayrıca her zaman

cranberry sauce.

kızılcık sosu içersin.

Dan: Right.

Doğru.

Vanessa: This is... a cranberry is a really tart berry, it's so tart, it's really sour,

Vanessa: Bu... kızılcık gerçekten ekşi bir meyve, çok ekşi, gerçekten ekşi

but when you mix it with a lot of sugar, it's great.

ama çok fazla şekerle karıştırdığınızda harika oluyor.

Dan: And you need mashed potatoes.

Dan: Ve patates püresine ihtiyacın var.

Vanessa: Yeah, so the cranberries, and the mashed potatoes, and the turkey, it's a perfect

Vanessa: Evet, kızılcık, patates püresi ve hindi mükemmel bir

combination.

kombinasyon. Hindi ile patates

That kind of tart flavors with the mashed potatoes with the turkey, it kind of mixes

püresi ile bu tür ekşi tatlar ,

together really great.

gerçekten harika bir şekilde karışıyor.

Dan: Yeah, basically the point is to eat so much you can barely move at the end of the

Dan: Evet, temelde mesele, günün sonunda zar zor hareket edebilecek kadar çok yemek yemek

day.

.

Vanessa: Well, they do say that turkey, the bird, the turkey meat, has some kind of-

Vanessa: Şey, derler ki hindi, kuş, hindi eti bir çeşit...

Dan: Tryptophan.

Dan: Triptofan.

Vanessa: Is that what it's called?

Vanessa: Adı bu mu?

Dan: I think so.

Dan: Sanırım öyle.

Vanessa: That kind of enzyme in it.

Vanessa: İçinde o tür bir enzim var.

Isn't it enzyme?

enzim değil mi

Hormone, or- Dan: Chemical?

Hormon mu, yoksa... Dan: Kimyasal mı?

Vanessa: It has something in the meat naturally that makes you feel sleepy, so at Thanksgiving

Vanessa: Etin içinde doğal olarak uykulu hissettiren bir şey var , bu yüzden Şükran Günü'nde hindi

that's really one of the only times when we eat turkey, so because we eat so much turkey,

yediğimiz nadir anlardan biri , bu yüzden çok fazla hindi yediğimiz için, Şükran Günü yemeğinden

it's kind of stereotypical to say after the Thanksgiving meal everyone crashes on the

sonra herkesin yemek yediğini söylemek biraz klişe.

couch and watches football.

kanepede ve futbol izliyor.

So it's kind of a tradition.

Yani bu bir çeşit gelenek.

Dan: Yeah, football is probably the most American aspect of this.

Dan: Evet, futbol muhtemelen bunun en Amerikan yönü.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: They don't really play football in other countries, do they?

Dan: Diğer ülkelerde gerçekten futbol oynamıyorlar , değil mi?

Vanessa: Well, this is American football.

Vanessa: Şey, bu Amerikan futbolu.

Dan: I mean, not... yeah, not- Vanessa: American football.

Dan: Yani, hayır... evet, hayır... Vanessa: Amerikan futbolu.

Dan: ... real football, like you know, not kicking the ball.

Dan: ... gerçek futbol, ​​bildiğin gibi, topa vurmak değil.

Vanessa: Soccer.

Vanessa: Futbol.

Dan: Football like, we throw the ball, and we tackle each other, and stuff.

Dan: Futbol gibi, topu atıyoruz ve birbirimize müdahale ediyoruz falan.

Vanessa: Yeah, so there are... there's always a football, an American football game on Thanksgiving,

Vanessa: Evet, yani... Şükran Günü'nde her zaman bir futbol, ​​bir Amerikan futbolu maçı vardır, bu yüzden

so that's why some of the sayings abut Thanksgiving is the three Fs, family, food, football.

Şükran Günü ile ilgili bazı sözler üç F'dir, aile, yemek, futbol.

When I was growing up, my family would eat Thanksgiving, and then we often would go to

Ben büyürken, ailem Şükran Günü yemeği yerdi ve sonra büyük futbol fanatiği olmasak da sık sık

the living room and watch football together, even though we weren't big football fans.

oturma odasına gider ve birlikte futbol izlerdik .

It's kind of just- Dan: It's just tradition.

Bu biraz-- Dan: Bu sadece bir gelenek.

Vanessa: ... what you do.

Vanessa: ... ne yapıyorsun.

So we would say what we were thankful for, and then-

Neye şükrettiğimizi söylerdik ve sonra...

Dan: It's the American religion.

Dan: Amerikan dini bu.

Vanessa: ... watch football, and that was just kind of a family time together.

Vanessa: ...futbol izle ve bu birlikte bir tür aile zamanıydı.

I don't know.

Bilmiyorum.

Did you guys ever do anything?

Siz hiç bir şey yaptınız mı?

Sometimes we threw a football in backyard.

Bazen arka bahçeye futbol topu atardık.

Dan: Yeah, a few years we would throw the football.

Dan: Evet, birkaç yıl sonra futbolu atardık .

Our family didn't watch that much football.

Ailemiz o kadar futbol izlemezdi.

Vanessa: Yeah- Dan: We would sometimes, just like the Superbowl,

Vanessa: Evet- Dan: Bazen Superbowl'u severdik, hepsi bu

that's all.

.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Yeah, so I'm curious, for you, in your country, do you have any fall meal holiday that's really

Evet, merak ediyorum, sizin için, ülkenizde gerçekten yemek odaklı bir sonbahar yemek tatili var mı

centered around food?

?

Dan: Yeah, we should also say, I think it's supposed to also traditionally be you feast

Dan: Evet, ayrıca şunu da söylemeliyiz, bence geleneksel olarak

on all the food that you grew.

yetiştirdiğin tüm yiyeceklerle ziyafet çekmen gerekiyor.

Vanessa: Yeah, but most people are not farmers nowadays.

Vanessa: Evet, ama bugünlerde çoğu insan çiftçi değil .

Dan: Yeah, but I think traditionally it does have that element of, "The harvest is in.

Dan: Evet, ama bence geleneksel olarak "Hasat geldi.

We come and eat all this delicious food.

Gelip tüm bu lezzetli yemekleri yiyoruz.

It was a good year."

Güzel bir yıldı."

Vanessa: "We're thankful for the good harvest."

Vanessa: "İyi hasat için minnettarız."

Dan: "We're thankful for the good harvest."

Dan: "İyi hasat için minnettarız."

So maybe a lot of countries have something like that.

Yani belki birçok ülkede buna benzer bir şey vardır .

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

All right.

Elbette. Bir

Let's go to the next topic.

sonraki konuya geçelim. Bir

The next topic is relaxation.

sonraki konu gevşeme.

I want to know, if I were feeling stressed, what tips would you give me to help me feel

Bilmek istiyorum, eğer kendimi stresli hissediyor olsaydım, rahatlamış hissetmem için bana hangi ipuçlarını verirdin

relaxed?

?

Dan: If you were feeling stressed?

Dan: Stresli hissediyor olsaydın?

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Well, I don't know if this would work for everyone, but I find that playing a sport,

Dan: Bunun herkes için işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum ama bence spor yapmak ya da

or doing something active that requires some concentration, really helps me not be stressed,

biraz konsantrasyon gerektiren aktif bir şey yapmak stresli olmama gerçekten yardımcı oluyor,

like if I'm concerned about something I like to go and maybe play some basketball, where

mesela sevdiğim bir şey hakkında endişeleniyorsam. gidip belki biraz basketbol oynamak,

your only goal is to put the ball in the hoop, it's just something very simple and you're

tek hedefinizin topu çembere sokmak olduğu, bu çok basit bir şey ve

using your body, which is different from how a lot of people live today, which is very

vücudunuzu kullanıyorsunuz, bu da bugün pek çok insanın yaşadığından farklı, çok

stationary and thinking about all kinds of problems and then looking at your phone and

durağan. ve her türlü sorunu düşünmek ve sonra telefonunuza bakmak ve

reading about more problems.

daha fazla sorun hakkında okumak.

Everything's a big problem it seems like.

Her şey büyük bir sorun gibi görünüyor.

Vanessa: So if you get out and move your body- Dan: So if you get out and you move your body-

Vanessa: Yani dışarı çıkıp vücudunu hareket ettirirsen- Dan: Yani dışarı çıkıp vücudunu hareket ettirirsen-

Vanessa: ... in the real world, yeah.

Vanessa: ... gerçek dünyada, evet.

Dan: Yeah, and it could just be a hike, a hike or something.

Dan: Evet, ve bu sadece bir yürüyüş, bir yürüyüş veya başka bir şey olabilir.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: But yeah, I like to go and play basketball, or maybe play some hockey, I like to do that

Dan: Ama evet, gidip basketbol oynamayı ya da belki biraz hokey oynamayı seviyorum, bunu yapmayı

too, just shoot the puck around, it's a lot of fun.

da seviyorum, diski şut at, çok eğlenceli.

Vanessa: Some kind of organized activity.

Vanessa: Bir çeşit organize faaliyet.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: Like shooting hoops, playing hockey- Dan: And it doesn't even have to be with people,

Vanessa: Çember atmak, hokey oynamak gibi- Dan: Ve bunun insanlarla olması bile gerekmiyor,

just practicing, doing some kind of routine like that.

sadece pratik yapmak, bunun gibi bir tür rutin yapmak .

Vanessa: I said something similar, which was just to go for a walk, because that's not

Vanessa: Ben de buna benzer bir şey söyledim, sadece yürüyüşe çıkmak içindi, çünkü bu

necessarily organized, but sometimes getting out of the place where I'm at, getting out

ille de organize bir şey değil ama bazen bulunduğum yerden çıkmak,

of the house, getting out of wherever I'm feeling stressed, just changing locations,

evden çıkmak, stresli hissettiğim yerden çıkmak , sadece yer değiştirmek

and having the open sky- Dan: Just getting outside.

ve açık hava- Dan: Sadece dışarı çıkıyorum.

Vanessa: ... breathing some cool air, or maybe really hot air, depending on what time of

Vanessa: ... yılın hangi zamanında olduğuna bağlı olarak, biraz soğuk ya da gerçekten sıcak hava solumak

the year it is.

.

Dan: That's true, it depends on where you live.

Dan: Bu doğru, nerede yaşadığına bağlı .

Outside might be a little too hot, or too cold.

Dışarısı biraz fazla sıcak veya çok soğuk olabilir.

Vanessa: But it's just nice to kind of remove yourself, and move, and take a walk.

Vanessa: Ama kendini biraz uzaklaştırmak , hareket etmek ve yürüyüşe çıkmak güzel.

Even say, "Okay, I'm going to walk for five minutes, and I'm going to turn around and

Hatta "Tamam, beş dakika yürüyeceğim ve arkamı dönüp

walk five minutes back."

beş dakika geri yürüyeceğim" deyin.

Sometimes 10 minutes can make a big difference.

Bazen 10 dakika büyük bir fark yaratabilir.

At least it can help me feel more relaxed, or at least more realistic about my stress.

En azından stresim hakkında daha rahat veya en azından daha gerçekçi hissetmeme yardımcı olabilir.

Dan: Definitely.

Dan: Kesinlikle.

Vanessa: Like if something's stressing me, maybe I shouldn't really be stressed about

Vanessa: Sanki bir şey beni strese sokuyorsa, belki de bu konuda gerçekten strese girmemeliyim

it, so taking a walk helps me to kind of recenter myself.

, bu yüzden yürüyüşe çıkmak kendime odaklanmama yardımcı oluyor .

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: And think, "It's not a big deal, it's fine.

Vanessa: Ve "Önemli değil, sorun değil.

I'll just work it out."

Ben hallederim" diye düşün.

Dan: Okay.

Tamam.

And the next thing I would do, is take a shower.

Ve yapacağım bir sonraki şey, duş almak.

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Ah, tamam.

Dan: Well, I take night time showers, so I don't know, I just find, for me, when I'm

Dan: Şey, gece duş alıyorum, bu yüzden bilmiyorum, sadece benim için temizlendiğimde buluyorum

getting clean, and not really... and like it's kind of that same thing, I'm just like

ve gerçekten değil... ve sanki aynı şeymiş gibi, ben sadece

washing my arms, washing my hair, and I find my mind kind of drifting, and it's nice and

kollarımı yıkamak, saçımı yıkamak gibi ve aklımın bir şekilde sürüklendiğini hissediyorum ve bu güzel ve

warm.

sıcak.

I don't know, for me, maybe most people probably would say taking a bath, but I don't really

Bilmiyorum, belki çoğu insan banyo yapmak diyecektir ama ben

like to take a bath.

banyo yapmayı pek sevmiyorum.

Vanessa: Taking a shower, I've heard too that when you're taking a shower, sometimes that's

Vanessa: Duş alırken, ben de duş alırken, bazen

when your best ideas happen, because you have no stimulation, there's nothing around you,

en iyi fikirlerinin ortaya çıktığı zamanlar olduğunu duydum, çünkü hiçbir uyarım yok, etrafında hiçbir şey yok,

you're just in the shower, so your mind can really be blank, or you can really kind of

sadece duştasın, bu yüzden zihnin gerçekten boş olabilir veya gerçekten

decompress in a different way.

farklı bir şekilde sıkıştırmayı açabilirsiniz.

I feel like that too, taking a shower feels good.

Ben de öyle hissediyorum, duş almak iyi geliyor.

Dan: Yeah, a nice, warm shower.

Dan: Evet, güzel, ılık bir duş.

And then finally, sleeping.

Ve son olarak, uyumak.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

Dan: Going to sleep, getting good enough sleep.

Dan: Uyumak, yeterince iyi uyumak. Demek istediğim

I mean, especially nowadays where everybody has some kind of electronics device where

, özellikle herkesin ekrana baktığı bir tür elektronik cihaza sahip olduğu bugünlerde

you're staring at a screen, I think that doesn't really help your stress levels go down.

, bunun stres seviyenizi düşürmeye gerçekten yardımcı olmadığını düşünüyorum.

Vanessa: Don't watch this video at 2:00 AM, if it's 2:00 AM in the morning-

Vanessa: Bu videoyu sabah 2:00'de izleme, eğer sabah 2:00 ise-

Dan: Yeah, stop watching.

Dan: Evet, izlemeyi bırak.

Vanessa: ... turn it off.

Vanessa: ... kapat şunu.

Dan: Got to bed.

Dan: Yatmalıyım.

Vanessa: You can watch this in the morning.

Vanessa: Bunu sabah izleyebilirsiniz.

Dan: So yeah, that would be the last thing I would do, too.

Dan: Yani evet, bu benim de yapacağım son şey olurdu.

Lower the stress in my life and relax.

Hayatımdaki stresi azaltın ve rahatlayın.

Vanessa: Yeah, I think getting good sleep is a really good tip, that was one of the

Vanessa: Evet, iyi uyumanın gerçekten iyi bir ipucu olduğunu düşünüyorum, not

ones that I wrote down.

ettiklerimden biri de buydu.

Is just- Dan: So we share a few.

Sadece- Dan: Birkaç tane paylaşıyoruz.

Vanessa: ... yeah, to get better sleep because sometimes I feel like we want to blame other

Vanessa: ... evet, daha iyi uyumak için çünkü bazen kendimizi stresli hissettiğimizde hayatımızın diğer kısımlarını suçlamak istiyormuşuz gibi hissediyorum

parts of our lives when we feel stressed, but when you look at the basics, "Have I been

ama temel bilgilere baktığınızda, "

eating healthy?

Sağlıklı beslendim mi?

Did I drink enough water today?"

Yeterince su içtim mi? Bugün?"

And the main one, "Did I sleep enough?"

Ve asıl soru, "Yeterince uyudum mu?"

Probably not, at least in my case, if I feel stressed or anxious, a lot of that's because

Muhtemelen hayır, en azından benim durumumda, stresli veya endişeli hissedersem, bunun çoğu,

my body can't handle what's happening in daily life, because I haven't been treating myself

vücudumun günlük hayatta olup bitenleri kaldıramamasından , çünkü kendime

well.

iyi davranmadığım için.

Dan: Yep.

Dan: Evet.

Vanessa: So if I sleep better, whether that's consistent sleep, or a longer period of sleep,

Vanessa: Yani daha iyi uyursam, bu ister tutarlı bir uyku, ister daha uzun bir uyku süresi olsun,

just doing that will help me to feel less stressed during the day.

bunu yapmak gün içinde daha az stresli hissetmeme yardımcı olur .

Dan: It is situational though, some people need more or less sleep than other people.

Dan: Yine de durumsal, bazı insanlar diğerlerinden daha fazla veya daha az uykuya ihtiyaç duyar.

Vanessa: Yeah, so that's why I said get better sleep.

Vanessa: Evet, bu yüzden daha iyi uyu dedim.

Dan: Better sleep, for you.

Dan: Senin için daha iyi uyu.

Vanessa: Whatever is better for you.

Vanessa: Senin için hangisi daha iyiyse.

But one thing I mentioned that you didn't say, you kind of said, but is to take a tech

Ama söylemediğin, söylediğin bir şeyden bahsettiğim bir şey var , ama teknoloji

break.

molası vermek.

And a tech break, we often use this term in our relationship to say, "Today we are not

Ve bir teknoloji molası, bu terimi ilişkimizde sık sık "Bugün

going to... we're just going to put away our phones, we're not going to do anything with

yapmayacağız... sadece telefonlarımızı kaldıracağız ,

any electronics today at all."

bugün herhangi bir elektronik cihazla hiçbir şey yapmayacağız" demek için kullanırız. Tümü." Yapılması

And it seems like it's a simple, easy thing to do, but it feels good just to take a little

basit, kolay bir şey gibi görünüyor , ancak

break, especially if that is stressing you out, or if you're kind of avoiding dealing

özellikle bu sizi strese sokuyorsa veya telefonunuza bakarak sorunlarla uğraşmaktan bir şekilde kaçınıyorsanız, biraz ara vermek iyi hissettiriyor

with problems by looking at your phone.

.

I think a lot of use social media, or reading articles-

Bence çoğu sosyal medyayı kullanıyor veya makale okuyor-

Dan: The phones and tablets are really bad, I think, because they're so easy-

Dan: Telefonlar ve tabletler gerçekten kötü, çünkü çok kolaylar-

Vanessa: Yeah, to get distracted.

Vanessa: Evet, dikkati dağıtmak için.

Dan: ... to pick up and just keep using.

Dan: ... alıp kullanmaya devam etmek için.

There's little games, and YouTube, which you may be on right now.

Küçük oyunlar ve şu anda içinde olabileceğiniz YouTube var.

Vanessa: Yes.

Vanessa: Evet.

I find myself- Dan: So keep watching.

Kendimi- Dan: O yüzden izlemeye devam et.

Vanessa: ... when I feel stressed, sometimes I don't don't want to think about it, so I'll

Vanessa: ... kendimi stresli hissettiğimde bazen bunu düşünmek istemiyorum, bu yüzden

watch a YouTube vide, and then 30 minutes later, I'll realize I still feel stressed.

bir YouTube videosu izleyeceğim ve 30 dakika sonra hala stresli hissettiğimi fark edeceğim.

Dan: 10 YouTube videos later.

Dan: 10 YouTube videosu sonra.

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Ah, evet.

Or maybe for this one it's a couple hours later.

Ya da belki bunun için birkaç saat sonra.

Dan: Hey, I have a bonus tip.

Dan: Hey, bir bonus bahşişim var.

Vanessa: Oh, bonus tip.

Vanessa: Oh, bonus ipucu.

All right.

Elbette.

Dan: Yeah, a bonus tip.

Dan: Evet, bonus bir ipucu.

Vanessa: What's your bonus tip?

Vanessa: Bonus bahşişin nedir?

Dan: I don't really meditate, but I've heard mediation is very great for de-stressing.

Dan: Gerçekten meditasyon yapmıyorum ama arabuluculuğun stres atmak için çok iyi olduğunu duydum.

Vanessa: I'm curious if any of you have tried meditation.

Vanessa: Herhangi birinizin meditasyon yapmayı denediğini merak ediyorum .

Dan: So I would also recommend meditating, but for me, I actually tried something that

Dan: Meditasyon yapmayı da tavsiye ederim ama benim için aslında buna benzer bir şey denedim

was kind of similar, I counted my breaths.

, nefeslerimi saydım.

So this was actually kind of to help me fall asleep, but a lot of times I can't fall asleep

Yani bu aslında uyumama yardımcı oldu ama çoğu zaman uyuyamıyorum

because I'm thinking about the day and feeling stressed.

çünkü günü düşünüyorum ve stresli hissediyorum.

Vanessa: You can't turn your mind off.

Vanessa: Zihnini kapatamazsın.

Dan: So basically the idea that I heard was to breathe in for 10 seconds.

Dan: Temel olarak duyduğum fikir, 10 saniye boyunca nefes almaktı.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: No, no, no, breathe in for five seconds, then breathe out for 10 seconds.

Dan: Hayır, hayır, hayır, beş saniye nefes al, sonra 10 saniye nefes ver.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: So you're kind of counting one, two, three, four, five.

Dan: Yani bir, iki, üç, dört, beş diye sayıyorsun.

And then, one, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, 10.

Ve sonra, bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, 10.

And just only thinking about your breaths.

Ve sadece nefeslerini düşünmek.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: You know, it really kind of puts the focus somewhere else, and you're breathing

Dan: Biliyor musun, bu gerçekten odağı başka bir yere koyuyor ve

in deeply, which a lot of us do not breathe in deeply, so it helps you to breathe in more

derin nefes alıyorsun ki çoğumuz derin nefes almıyoruz, bu yüzden daha

deeply and concentrate on your breathing.

derin nefes almana ve nefesine konsantre olmana yardımcı oluyor.

Vanessa: Yeah, I heard that one of the side effects of using a computer a lot, or a phone

Vanessa: Evet, çok fazla bilgisayar veya telefon kullanmanın yan etkilerinden birinin

a lot, is that when they study people who are looking at a screen, we blink less-

ekrana bakan insanları incelediklerinde daha az göz kırptığımızı duydum-

Dan: What?

Dan: Ne?

Vanessa: ... so our eyes are open, they're getting kind of red and dry, and our breathing

Vanessa: ... yani gözlerimiz açık, biraz kızarıyorlar ve kuruyorlar ve nefes almamız

increases.

artıyor.

So we're kind of like- Dan: They're just like shallow?

Yani biz biraz- Dan: Onlar sadece sığ mı?

Vanessa: Yeah, like... we're just not focused, like maybe feel a little bit of stress, or

Vanessa: Evet, mesela... odaklanamadık, belki biraz stres hissedebiliriz ya da

we're just not focused slow and- Dan: On our bodies.

yavaş yavaş odaklanamayız ve- Dan: Vücudumuza.

Vanessa: ... relaxed.

Vanessa: ...rahatlamış.

Yeah.

Evet.

So those long-term effects, if you're doing that for several hours a day, without thinking

Yani bu uzun vadeli etkiler, eğer bunu günde birkaç saat düşünmeden yapıyorsanız,

about it, it can affect your body, so breathing, yeah, slowly, can help to kind of help you

vücudunuzu etkileyebilir, bu nedenle, evet, yavaş nefes almak,

feel less stressed.

daha az stresli hissetmenize yardımcı olabilir.

Dan: There you go.

Dan: İşte gidiyorsun.

Vanessa: Wow.

Vanessa: Vay canına.

Dan: That's my most practical tip.

Dan: Bu benim en pratik ipucum.

Vanessa: Bonus tip.

Vanessa: Bonus ipucu.

So I'm curious for you, what are some tips you would give to help someone feel less stress

Bu yüzden sizin için merak ediyorum, birinin hayatında daha az stres hissetmesine yardımcı olmak için vereceğiniz bazı ipuçları nelerdir

in their life?

?

To feel more relaxed?

Daha rahat hissetmek için mi?

What would you say?

Ne dersin?

All right.

Elbette. Bir

Let's go to the next topic.

sonraki konuya geçelim. Bir

The next topic is sports and exercise, so I want to know when you were a kid, what kind

sonraki konu spor ve egzersiz, o yüzden çocukken ne tür

of sports or activities did you participate in?

sporlar veya aktivitelere katıldığınızı öğrenmek istiyorum.

Dan: Man, I played a lot of sports.

Dan: Adamım, çok spor yaptım.

Vanessa: Yeah?

Vanessa: Öyle mi?

Dan: Yeah, I think it kind of shows the privilege we grew up in, that we had so many opportunities

Dan: Evet, bence bu, içinde büyüdüğümüz ayrıcalığı,

to try so many different things.

pek çok farklı şeyi denemek için pek çok fırsatımız olduğunu gösteriyor.

Vanessa: That was really lucky to be able to do that kind of stuff.

Vanessa: Bu tür şeyleri yapabildiğim için gerçekten şanslıydım.

Dan: So first I started out with baseball, but it was called t-ball, so you actually

Dan: İlk önce beyzbolla başladım, ama buna t-ball deniyordu, bu yüzden

put the ball on a tee, and you put the ball there, and you just hit it off of it.

topu gerçekten bir tişörtün üzerine koyuyorsunuz ve topu oraya koyuyorsunuz ve sadece vuruyorsunuz.

Vanessa: So no one's throwing the ball.

Vanessa: Yani kimse topu atmıyor.

Dan: Yeah, I was really little.

Dan: Evet, gerçekten küçüktüm.

Vanessa: It's just stationary.

Vanessa: Sadece sabit.

Dan: And I actually remember when the coaches started pitching to me, I got kind of scared

Dan: Koçlar bana atış yapmaya başladığında, toptan korkmaya başladığımı

of the ball and I didn't want to play anymore.

ve artık oynamak istemediğimi hatırlıyorum.

Vanessa: It's a big deal.

Vanessa: Bu büyük bir anlaşma.

Dan: Yeah, I was really little, so I stopped playing that and I started playing soccer.

Dan: Evet, çok küçüktüm, bu yüzden onu oynamayı bıraktım ve futbol oynamaya başladım.

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Ah, tamam.

Dan: And swimming as well.

Dan: Ve yüzmek de.

So you call it, probably football in your country, but it's interesting, many, many

Siz buna muhtemelen ülkenizde futbol diyorsunuz, ama ilginç, Amerika'da pek çok

children, play soccer in America.

çocuk futbol oynuyor.

Vanessa: Yeah, I think it's easy to get into because you just are running and kicking a

Vanessa: Evet, bence içine girmek kolay çünkü sadece koşuyor ve

ball.

topa vuruyorsun.

Dan: Sure.

Dan: Elbette.

Vanessa: There's no equipment or specialized movements-

Vanessa: Ekipman veya özel hareketler yok-

Dan: Right.

Dan: Doğru.

Vanessa: ... at least for kids.

Vanessa: ... en azından çocuklar için.

Dan: But for some reason, it's not a popular sport to watch.

Dan: Ama nedense, izlenmesi popüler bir spor değil.

Vanessa: Or for adults, a lot of adults don't play soccer.

Vanessa: Ya da yetişkinler için, birçok yetişkin futbol oynamaz.

Dan: Adults don't play soccer that much, it's just children.

Dan: Yetişkinler çok fazla futbol oynamaz, sadece çocuklar oynar.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: But I played soccer for probably like six year.

Dan: Ama muhtemelen altı yıl kadar futbol oynadım .

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: And then I never played it again.

Dan: Sonra bir daha hiç oynamadım.

Yeah.

Evet.

Vanessa: Just as a kid.

Vanessa: Sadece bir çocukken.

Dan: Yep.

Dan: Evet.

So I did that, and I did swimming, and gymnastics for a while.

Ben de bunu yaptım ve bir süre yüzme ve jimnastik yaptım .

I had a phase where I used to like to do a lot of flips-

Bir sürü takla atmayı sevdiğim bir dönem geçirdim-

Vanessa: Oh, cool.

Vanessa: Oh, harika.

Dan: ... so I would jump on the trampoline and do back flips and front flips.

Dan: ...bu yüzden tramboline atlar ve geriye ve öne taklalar yapardım.

Vanessa: In a gymnasium that's like a gymnastics center.

Vanessa: Jimnastik merkezi gibi bir spor salonunda .

Dan: Yeah, but also in my backyard.

Dan: Evet, ama aynı zamanda arka bahçemde.

We had a trampoline.

Bir tramplenimiz vardı.

Vanessa: Ah, cool.

Vanessa: Ah, harika.

Dan: So I would do that, and then I did figure skating where we were doing spinning and stuff.

Dan: Bunu yapardım ve sonra, spin ve benzeri şeyler yaptığımız yerde artistik patinaj yapardım.

Vanessa: I did figure skating too.

Vanessa: Ben de artistik patinaj yaptım.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

And then my brother convinced me to take up a more manly sport, hockey.

Sonra ağabeyim beni daha erkeksi bir spor olan hokey yapmaya ikna etti.

Vanessa: Oh, it's a shame, you probably would have been really good at figure skating.

Vanessa: Oh, çok yazık, muhtemelen artistik patinajda gerçekten iyi olurdun.

Dan: Yeah, I was all right, but- Vanessa: Yeah.

Dan: Evet, iyiydim ama- Vanessa: Evet.

I think that's the kind of thing that- Dan: ... it wasn't my true love-

Bence bu öyle bir şey ki- Dan: ... benim gerçek aşkım değildi-

Vanessa: Like hockey?

Vanessa: Hokey gibi mi?

Dan: ... that would be hockey.

Dan: ... bu hokey olurdu.

Vanessa: Well, I'm glad that you found your true love, hockey.

Vanessa: Gerçek aşkını, yani hokeyi bulduğuna sevindim.

Dan: I do love hockey, but I don't really have the build for it, I'm a little too small,

Dan: Hokeyi seviyorum ama gerçekten bunun için bir yapıya sahip değilim. Biraz fazla küçüğüm

but I still had a lot of fun playing hockey.

ama yine de hokey oynarken çok eğlendim.

Vanessa: Yeah, and you still play hockey.

Vanessa: Evet ve sen hala hokey oynuyorsun.

Dan: Mm-hmm (affirmative).

Dan: Mm-hmm (olumlu).

Vanessa: You play on a team here in our city.

Vanessa: Şehrimizde bir takımda oynuyorsun.

Dan: That's not all of my sports- Vanessa: I feel like as a... you had a lot

Dan: Tüm sporlarım bu kadar değil- Vanessa: Sanki... çocukken pek çok organize spor yapmışsın gibi hissediyorum-

of organized sports as a kid- Dan: Mm-hmm (affirmative).

Dan: Mm-hmm (olumlu).

Vanessa: ... and maybe that's just because you have a older brother, or just something

Vanessa: ... ve belki de bu sadece bir ağabeyin olduğu için ya da sadece

that you wanted to do, but I feel like for me-

yapmak istediğin bir şeydi, ama benim için öyle hissediyorum-

Dan: I think my dad thought it was good for me too.

Dan: Sanırım babam da bunun benim için iyi olduğunu düşündü .

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: Which I think is true, it's good for kids to get into organized sports.

Dan: Bence bu doğru, çocukların organize sporlara girmesi iyi.

Vanessa: Sure.

Vanessa: Elbette.

Sure.

Elbette.

I feel like for me as a kid I didn't do team sports as much, like we just played in the

Çocukken arka bahçede çok oynuyormuşuz gibi takım sporları yapmıyormuşum gibi hissediyorum

backyard a lot.

.

Dan: Weren't you kind of a timid child, too?

Dan: Sen de biraz çekingen bir çocuk değil miydin?

Vanessa: I wouldn't say I was timid, but I didn't like physical contact with other kids,

Vanessa: Çekingen olduğumu söyleyemem ama diğer çocuklarla fiziksel temastan hoşlanmazdım,

so basketball for me was really physically aggressive.

bu yüzden basketbol benim için gerçekten fiziksel olarak agresifti.

Dan: Too rough.

Dan: Çok kaba.

Vanessa: Yeah, a little too rough, I didn't really like that.

Vanessa: Evet, biraz fazla kaba, bundan pek hoşlanmadım.

Dan: You should try hockey.

Dan: Hokeyi denemelisin.

Vanessa: That's very rough.

Vanessa: Bu çok kaba.

But I loved swimming, so I think that swimming was probably the main sport of my childhood,

Ama ben yüzmeyi severdim, bu yüzden yüzmenin muhtemelen çocukluğumun ana sporu olduğunu düşünüyorum

and through high school every summer my sister and I were on a swim team, and that meant

ve lise boyunca her yaz kız kardeşim ve ben bir yüzme takımındaydık ve

that every day, twice a day, we would go to swim practice, and I-

bu her gün, günde iki kez yüzme takımına giderdik. yüzme antrenmanı ve ben-

Dan: Vanessa's a really good swimmer, she can kick my butt.

Dan: Vanessa gerçekten iyi bir yüzücü, kıçımı tekmeleyebilir.

Vanessa: Not literally, that is a figurative expression.

Vanessa: Kelimenin tam anlamıyla değil, bu mecazi bir ifade.

That means I can swim better than Dan, which is true.

Bu benim Dan'den daha iyi yüzebileceğim anlamına geliyor ki bu doğru.

Dan: It's true.

Dan: Bu doğru.

Vanessa: But it just means that I know the technique, and if Dan or you-

Vanessa: Ama bu sadece tekniği bildiğim anlamına geliyor ve eğer Dan ya da sen-

Dan: I'm out there like struggling.

Dan: Orada mücadele ediyor gibiyim.

Vanessa: ... if you know the right technique, you can have a lot of endurance because you're

Vanessa: ... doğru tekniği bilirsen, çok fazla dayanıklılığa sahip olabilirsin çünkü

not wasting your energy, so I feel like I learned the right technique, so I can swim

enerjini boşa harcamıyorsun, bu yüzden doğru tekniği öğrendiğimi hissediyorum, böylece

longer because I know the right technique because I practiced it a lot.

daha uzun süre yüzebilirim çünkü doğru tekniği biliyorum çünkü Çok pratik yaptım.

So we would always swim, and then we'd have swim competitions, which are called swim meets,

Yani her zaman yüzerdik ve sonra yüzme karşılaşmaları adı verilen yüzme yarışmaları yapardık

and that was a fun part of my childhood growing, was swimming, kind of this... it's kind of

ve bu benim çocukluğumun büyümesinin eğlenceli bir parçasıydı, yüzmek, bu tür bir şey... bu

a team thing, but not really.

bir tür takım işi, ama değil Gerçekten mi.

You have a team, but you're still individual.

Bir ekibin var ama yine de bireyselsin.

Dan: So like combined scores, is that how it works?

Dan: Birleşik puanlar gibi, böyle mi işliyor?

Vanessa: Well, you would be... you're part of the community team, like your community,

Vanessa: Pekala, siz... topluluk ekibinin bir parçasısınız, topluluğunuz gibi,

your neighborhood is the team, but then each person has an individual score.

mahalleniz ekiptir, ancak o zaman her kişinin bireysel bir puanı vardır.

Dan: Score.

Dan: Skor.

Vanessa: So it's kid of a team, kid of individual, and I liked that.

Vanessa: Yani bu bir takımın çocuğu, bireyin çocuğu ve bu hoşuma gitti.

And it was not physically aggressive.

Ve fiziksel olarak agresif değildi.

Dan: That would make me so nervous.

Dan: Bu beni çok gerer.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: These individual sports, I feel the pressure way too much.

Dan: Bu bireysel sporlar üzerinde çok fazla baskı hissediyorum.

If I were swimming and racing, I'd be so scared.

Yüzüyor ve yarışıyor olsaydım, çok korkardım.

But when I play a sport like basketball, you're on a team, and so you're kind of depending

Ama basketbol gibi bir spor yaptığımda, bir takımdasınız ve bu yüzden

on each other more, it's not all up to you.

birbirinize daha çok bağlı oluyorsunuz, bu tamamen size bağlı değil.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: Although, if you make a big mistake, then everybody's looking at you.

Dan: Yine de büyük bir hata yaparsan herkes sana bakar.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Dan: That's no fun.

Dan: Hiç eğlenceli değil.

Vanessa: Yeah, I feel like I like having a team, but at the same time, I like having

Vanessa: Evet, bir takıma sahip olmak hoşuma gidiyor ama aynı zamanda

kind of your own thing going on, you can kind of be more individualistic.

kendi tarzına sahip olmayı da seviyorum, biraz daha bireysel olabilirsin.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: So I'm curious for you, growing up did you play organized sports like Dan?

Vanessa: Yani senin için merak ediyorum, büyürken Dan gibi organize sporlar yaptın mı?

I also did some volleyball in high school, those types of things, kind of organized sports.

Ayrıca lisede biraz voleybol, bu tür şeyler, organize sporlar yaptım.

But did you play organized sports like that, or did you just play with your friends in

Ama böyle organize sporlar mı yapıyordun yoksa benim mahalledeki arkadaşlarımla

the neighborhood, like I did growing up with my friends in the neighborhood?

büyürken yaptığım gibi mahalledeki arkadaşlarınla ​​mı oynuyordun? Çocukken

What kind of activities, or exercise type things did you do when you were a child?

ne tür aktiviteler veya egzersiz türü şeyler yaptınız?

All right, let's go to the next topic.

Pekala, bir sonraki konuya geçelim. Bir

The next topic is electronics, this is another hypothetical, maybe a dream type question,

sonraki konu elektronik, bu başka bir varsayımsal, belki de rüya tipi bir soru,

but I want to know if you could upgrade any electronics in your life for no price, it's

ama hayatınızdaki herhangi bir elektroniği ücretsiz olarak yükseltip yükseltemeyeceğinizi bilmek istiyorum, bu

free, what would you like to upgrade in your life?

ücretsiz, hayatınızda neyi yükseltmek istersiniz ?

Dan: Interesting.

Dan: İlginç.

Yeah, I feel like I'm pretty satisfied with our electronic status.

Evet, elektronik durumumuzdan oldukça memnun olduğumu hissediyorum .

Vanessa: Oh, okay.

Vanessa: Ah, tamam.

Dan: Electronics status.

Dan: Elektronik durumu.

Yeah, because you know me.

Evet, çünkü beni tanıyorsun.

I already upgrade my electronics quite freely.

Elektroniklerimi zaten oldukça özgürce yükseltiyorum.

Vanessa: Dan likes electronics.

Vanessa: Dan elektroniği sever.

Dan: I do, especially like speakers and music.

Dan: Seviyorum, özellikle hoparlörleri ve müziği seviyorum.

I love music, so I buy a lot of headphones, and a lot speakers, and stuff like this.

Müziği seviyorum, bu yüzden bir sürü kulaklık, bir sürü hoparlör ve bunun gibi şeyler alıyorum.

And every time I'm about to buy something like that she looks at me like, "Why are you

Ne zaman böyle bir şey alacak olsam bana "Neden

buying another thing like this?"

böyle bir şey daha alıyorsun?" der gibi bakıyor.

I haven't bought too much- Vanessa: Yeah, it's not too much.

Çok fazla şey almadım- Vanessa: Evet, çok fazla değil.

Dan: ... but I just tend to browse, and sometimes I look at these humongous speakers that would

Dan: ...ama sadece göz gezdiriyorum ve bazen

fill an opera room, or something, and I'm like, "These would be awesome to have."

bir opera odasını falan dolduracak devasa hoparlörlere bakıyorum ve "Bunlara sahip olmak harika olurdu" diyorum.

Vanessa: And then I need to remind Dan that we don't live in a house the size of a football

Vanessa: Ve sonra Dan'e rüyasındaki gibi futbol sahası büyüklüğünde bir evde yaşamadığımızı hatırlatmam gerekiyor

field, like his dream.

.

Dan: But in my dream house- Vanessa: Someday when we have that dream house,

Dan: Ama benim hayalimdeki evde- Vanessa: Bir gün o rüya evine sahip olduğumuzda,

right?

değil mi?

Dan: ... it will have those speakers, yes.

Dan: ... şu hoparlörlere sahip olacak, evet.

Vanessa: What would you like to upgrade if you could do it for no price?

Vanessa: Hiçbir ücret ödemeden yapabilseydin neyi yükseltmek isterdin?

Dan: Yeah, so right now it would be a laptop.

Dan: Evet, yani şu anda bir dizüstü bilgisayar olurdu.

Vanessa: Oh, yeah, your laptop just broke.

Vanessa: Ah, evet, dizüstü bilgisayarın bozuldu.

Dan: Yeah, so our son, Theo, decided to step on my laptop.

Dan: Evet, oğlumuz Theo dizüstü bilgisayarıma basmaya karar verdi .

And it still actually works pretty well, but it snapped in half, so somehow it's still

Ve aslında hala oldukça iyi çalışıyor, ama ikiye bölündü, yani bir şekilde hala

working, but it's old anyways.

çalışıyor, ama yine de eski.

Vanessa: Yeah, it's his fault, but you know, you shouldn't have left it on the floor.

Vanessa: Evet, bu onun hatası ama biliyorsun, onu yerde bırakmamalıydın.

Dan: Yeah, so I'll probably update my laptop soon, which is a very doable thing nowadays.

Dan: Evet, yani yakında dizüstü bilgisayarımı güncelleyeceğim , ki bu bugünlerde çok yapılabilir bir şey.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Yeah, you could get a laptop that isn't broken in half.

Evet, ikiye bölünmemiş bir dizüstü bilgisayar alabilirsin .

Dan: Yeah, and the second thing is actually something we've never had before, which would

Dan: Evet, ve ikinci şey aslında daha önce hiç sahip olmadığımız bir şey, bu

be a security system.

bir güvenlik sistemi olurdu.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: It sounds like you would only want this in a neighborhood where you would-

Dan: Görünüşe göre bunu sadece bir mahallede isterdin...

Vanessa: You feel kind of dangerous.

Vanessa: Kendini biraz tehlikeli hissediyorsun.

Yeah.

Evet.

Dan: ... you feel like you're in danger.

Dan: ...tehlikedeymiş gibi hissediyorsun.

But I still feel like it would just kind of add comfort to me.

Ama yine de bana rahatlık katacağını hissediyorum.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: We've always lived in apartments where they had a gate, or a front door, where-

Dan: Biz her zaman bir kapısı veya ön kapısı olan apartman dairelerinde yaşadık, burada-

Vanessa: You have other people around you.

Vanessa: Etrafında başka insanlar var.

Dan: ... and you have other people around you, you're not like just such a solo target.

Dan: ... ve çevrende başka insanlar var , o kadar da tek başına bir hedef değilsin.

Because in America, you're just living in a house in neighborhood, and it's like standalone,

Çünkü Amerika'da mahallede bir evde yaşıyorsunuz ve burası bağımsız gibi,

so I'd like to get some cameras, and something I could check on the house and make sure everything's

bu yüzden birkaç kamera ve evde kontrol edebileceğim ve her şeyin yolunda olduğundan emin olabileceğim bir şey almak istiyorum

okay.

.

And just for peace of mind mostly.

Ve çoğunlukla iç huzuru için.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Yeah, I feel like our neighborhood's not dangerous at all.

Evet, mahallemizin hiç de tehlikeli olmadığını hissediyorum .

Dan: It's very safe, yeah.

Dan: Çok güvenli, evet.

Vanessa: But even if you leave to go away for a week, and you want to be able to see

Vanessa: Ama bir haftalığına gitmek için ayrılsan ve

outside the house, that could be helpful, yeah.

evin dışarısını görmek istesen bile bu yardımcı olabilir, evet.

Dan: Yeah, and in modern times there's a lot of really good security systems out there.

Dan: Evet ve modern zamanlarda bir sürü gerçekten iyi güvenlik sistemi var.

Vanessa: Yeah, that could be helpful.

Vanessa: Evet, bu yardımcı olabilir.

I feel like, for me, my answer to this is- Dan: This shows how much Vanessa cares about

Benim için buna cevabım... Dan: Bu, Vanessa'nın elektroniği ne kadar önemsediğini gösteriyor

electronics.

.

Vanessa: I had to think about this for a long time, because I don't really care about electronics

Vanessa: Bunu uzun süre düşünmem gerekti , çünkü elektroniği pek umursamıyorum-

that much- Dan: I always choose the electronics, I bought

Dan: Her zaman elektroniği seçerim,

her computer.

onun bilgisayarını satın aldım.

I actually built her computer.

Aslında onun bilgisayarını ben yaptım.

Vanessa: Yeah, Dan built the computer that we use for editing and for doing work, but

Vanessa: Evet, Dan kurgulama ve iş yapmak için kullandığımız bilgisayarı yaptı, ama

I feel like for me something electronic that I would like to upgrade is kind of practical,

benim için yükseltmek istediğim elektronik bir şeyin biraz pratik olduğunu düşünüyorum,

our car that we have, you use a key to open it, and that's fine.

sahip olduğumuz arabamız, onu açmak için bir anahtar kullanıyorsun ve sorun değil.

Dan: What?

Dan: Neyi?

You use a key?

Anahtar mı kullanıyorsun?

Vanessa: But it would be really great to have a beeper button, so this is pretty typical-

Vanessa: Ama bir bipleme düğmesine sahip olmak gerçekten harika olurdu , yani bu oldukça tipik-

Dan: This is funny because everybody in America has this, except for us.

Dan: Bu komik çünkü Amerika'daki herkeste var, bizim dışımızda.

Vanessa: Yeah, I think if your car is newer than 2000, so if it's within the last 20 years,

Vanessa: Evet, bence arabanız 2000'den yeniyse, yani son 20 yıl içindeyse,

you probably have a beeper that opens the car door.

muhtemelen arabanın kapısını açan bir bipleyiciniz vardır .

Some really new cars have a beeper that turns on the car, I don't need that, I just would

Bazı gerçekten yeni arabalarda arabayı açan bir bip sesi var , buna ihtiyacım yok, sadece

like a beeper that can open the door, because we have a two year old and soon we will have

kapıyı açabilecek bir bip sesi istiyorum, çünkü iki yaşında bir çocuğumuz var ve yakında

another child, and opening the car on one side, going to the other, putting him in the

başka bir çocuğumuz olacak ve kapıyı açıyoruz. araba bir tarafa gidiyor, diğer tarafa gidiyor, onu

car, coming back, unlocking it, it seems so- Dan: Yeah, we never realized how much we'd

arabaya koyuyor, geri geliyor, kilidi açıyor, öyle görünüyor ki... Dan: Evet, bunu ne kadar takdir edeceğimizi hiç fark etmemiştik

appreciate this.

.

Vanessa: Yeah, I would really appreciate this small convenience.

Vanessa: Evet, bu küçük kolaylıktan gerçekten memnun olurum .

Dan: I mean, our car should have this, but we bought it used, and the person who sold

Dan: Yani, arabamızda bu olmalı ama biz onu kullanılmış aldık ve

us the car lost those keys.

bize arabayı satan kişi o anahtarları kaybetti.

Vanessa: Yeah, they only had the regular key.

Vanessa: Evet, sadece normal anahtarları vardı.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: So do you think that it's possible, because that existed before, could we do this?

Vanessa: Yani bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun, çünkü bu daha önce de vardı, bunu yapabilir miyiz?

Dan: Yes, it's very easy.

Dan: Evet, çok kolay.

Vanessa: Oh, really?

Vanessa: Gerçekten mi?

Dan: Yeah, we have to go to the dealership and ask them, and they have to calibrate it.

Dan: Evet, bayiye gidip onlara sormalıyız ve kalibre etmeleri gerekiyor.

Vanessa: And we have to just buy more keys?

Vanessa: Ve daha fazla anahtar mı almamız gerekiyor?

My dream is going to come true.

Hayalim gerçek olacak.

Dan: We could make this happen.

Dan: Bunu gerçekleştirebiliriz.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: But I think at the time when I asked the dealership about that, we had just bought

Dan: Ama bayiye bunu sorduğumda sanırım arabayı yeni almıştık

the car, and it was pretty expensive, and we didn't really have that much money, and

ve oldukça pahalıydı ve aslında o kadar paramız yoktu ve

I was like, "We can't afford to get the keys too."

ben de "Yapamayız" dedim. Anahtarları da almayı göze al ."

Vanessa: Sure, because we decided to pay for the car outright.

Vanessa: Elbette, çünkü arabanın parasını doğrudan ödemeye karar verdik .

Dan: Right.

Doğru.

But it's definitely doable, this very simple fix in your life.

Ama kesinlikle yapılabilir, hayatınızdaki bu çok basit düzeltme.

Vanessa: Wow, dreams come true right here on YouTube, thank you.

Vanessa: Vay canına, burada, YouTube'da hayaller gerçek oluyor , teşekkürler.

Well, I'm curious for you, if you could upgrade, or if you could have some electronics completely

Pekala, sizin için merak ediyorum, yükseltebilseydiniz veya bazı elektronik ürünleri

for free with no price added, what would you like to upgrade in your life?

hiçbir ücret ödemeden tamamen ücretsiz olarak alabilseydiniz, hayatınızda neyi yükseltmek isterdiniz?

I'm curious.

Merak ediyorum.

Let us know.

Bilmemize izin ver.

All right.

Elbette.

Let's go to the last topic.

Gelelim son konuya.

Our final topic is money.

Son konumuz para.

I want to know, what are three purchases that you regret?

Bilmek istiyorum, satın aldığın için pişman olduğun üç şey nedir ?

Three things that were not worth it.

Buna değmeyen üç şey.

Dan: That I regret.

Dan: Buna pişmanım.

Not three things I love?

Sevdiğim üç şey değil mi?

Vanessa: No, what were three purchases that after you bought it you said, "Ah, I shouldn't

Vanessa: Hayır, satın aldıktan sonra "Ah,

have bought this."

bunu almamalıydım" dediğiniz üç satın alma neydi?

Dan: Oh, okay, so regretful purchases.

Dan: Oh, tamam, çok pişman satın almalar.

Vanessa: Mm-hmm (affirmative).

Vanessa: Mm-hmm (olumlu).

Dan: Well, the first one I can think of kind of checks all of the boxes as something you

Dan: Pekala, aklıma gelen ilki, pişman olacağın bir şey olarak tüm kutuları işaretliyor

regret.

.

Because in the first place, you didn't want me to buy this.

Çünkü en başta, bunu almamı istemedin.

Vanessa: Because it was- Dan: Expensive.

Vanessa: Çünkü o... Dan: Pahalıydı.

Vanessa: ... headphones.

Vanessa: ... kulaklıklar.

We were talking about music devices.

Müzik cihazlarından bahsediyorduk.

Dan: We were talking about it.

Dan: Bunun hakkında konuşuyorduk.

Yes.

Evet. Sürekli

I already had headphones that I listen to all the time-

dinlediğim kulaklıklarım zaten vardı-

Vanessa: That he loves.

Vanessa: Sevdiğini.

Dan: ... so I was already getting the judgment feelings from Vanessa, but I thought maybe

Dan: ... yani Vanessa'dan yargılama duygularını almaya başlamıştım , ama belki

I wanted something with even better sound, maybe a different kind of sound.

daha iyi, belki de farklı türde bir sese sahip bir şey istediğimi düşündüm.

I was looking for the new sound.

Yeni sesi arıyordum.

Vanessa: But what happened?

Vanessa: Ama ne oldu?

Dan: We didn't have very much money at this time either, so-

Dan: O zamanlar çok fazla paramız da yoktu , yani-

Vanessa: Ah, that was another layer.

Vanessa: Ah, o da başka bir katmandı.

Dan: ... I bought these over $100 headphones, and we took them home, and they started hurting

Dan: ... 100 doların üzerinde kulaklık aldım ve eve götürdük ve kulaklarımı acıtmaya başladılar-

my ears- Vanessa: Because they were kind of-

Vanessa: Çünkü onlar biraz-

Dan: ... they were just painful.

Dan: ... sadece acı veriyorlardı.

Vanessa: ... they were like noise canceling headphones?

Vanessa: ... gürültü önleyici kulaklıklar gibiydiler?

Dan: No, it's like they're on ear, they just, they weren't really build to listen to as

Dan: Hayır, sanki dinliyorlar, sadece, benim kadar uzun süre dinlemek için yaratılmamışlar

long as I do.

.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

Dan: So they hurt my ears, and I was like, "Oh, no.

Dan: Yani kulaklarımı incittiler ve ben de "Oh, hayır.

They're hurting my ears, this is really bad."

Kulaklarımı incitiyorlar, bu gerçekten kötü" dedim.

Vanessa: "I can't tell Vanessa."

Vanessa: "Vanessa'ya söyleyemem."

Dan: "I can't."

Dan: Yapamam.

Yeah.

Evet.

But then also, we bought them in South Korea, and the place that I bought them had a no

Ama aynı zamanda onları Güney Kore'den satın aldık ve aldığım yerin

return policy, so I couldn't return them.

iade politikası yoktu, bu yüzden iade edemedim.

Vanessa: And then what happened?

Vanessa: Sonra ne oldu?

Dan: And then I brought them home, and I sat them down, and our cat walked up to them and

Dan: Sonra onları eve getirdim ve oturttum ve kedimiz onlara doğru yürüdü ve

bit the cord and just broke them.

ipi ısırdı ve onları kırdı.

Vanessa: Yes, within five minutes.

Vanessa: Evet, beş dakika içinde.

Dan: Within five minutes.

Dan: Beş dakika içinde.

No, like five seconds.

Hayır, beş saniye gibi.

The second I sat the headphones down, the cat bit them.

Kulaklıkları yerine koyduğum an kedi onları ısırdı.

Vanessa: And it was the kind of cord that you can't just take out and replace it, you

Vanessa: Ve öylece çıkarıp değiştiremeyeceğiniz türden bir kabloydu,

have to do some... you have to send it into the company and pay a lot to get it fixed.

biraz yapmanız gerekiyor... onu şirkete göndermeniz ve tamir ettirmek için çok para ödemeniz gerekiyor.

Dan: Well, I didn't know how to fix it.

Dan: Nasıl düzelteceğimi bilemedim.

I think my dad actually fixed it later and he used them.

Sanırım babam daha sonra tamir etti ve onları kullandı.

Vanessa: Oh, that's good.

Vanessa: Oh, bu iyi.

Dan: So there you go, it actually worked out in the end.

Dan: İşte, sonunda işe yaradı.

Vanessa: Wow.

Vanessa: Vay canına.

But yeah, there was a couple layers of regret.

Ama evet, birkaç kat pişmanlık vardı.

Dan: Yeah, there was a lot of layers of regret, and then the cat bit the cord anyway.

Dan: Evet, pek çok pişmanlık katmanı vardı ve sonra kedi yine de kordonu ısırdı.

Vanessa: Ah, and that's something that we should have known.

Vanessa: Ah, bu da bilmemiz gereken bir şeydi.

We should have put them up somewhere, you could have put them somewhere else, but it

Onları bir yere koymalıydık, sen başka bir yere koyabilirdin, ama bu

just kind of was icing on the cake.

pastanın üzerindeki krema gibiydi.

Dan: Yeah.

Evet.

Vanessa: Which means, it was one more thing.

Vanessa: Yani, bir şey daha vardı.

Dan: Now I can't even use them.

Dan: Artık onları kullanamıyorum bile.

Because I was like hoping, "Oh, some day maybe they'll be more comfortable.

Çünkü "Ah, belki bir gün daha rahat olurlar.

Maybe they'll just feel better, I'll get used to them."

Belki kendilerini daha iyi hissederler, onlara alışırım" diye umuyor gibiydim.

Vanessa: But then you can't even use them because our cat bit the cord.

Vanessa: Ama o zaman onları kullanamazsın bile çünkü kedimiz kordonu ısırdı.

Dan: Yep.

Dan: Evet.

Vanessa: Well, that's a regretful purchase.

Vanessa: Pekala, bu pişmanlık verici bir satın alma.

Dan: There you go, there's a whole story behind that.

Dan: Al bakalım, bunun arkasında koca bir hikaye var .

Vanessa: Yeah, can I say one of mine first?

Vanessa: Evet, önce benimkilerden birini söyleyebilir miyim?

Dan: Go ahead.

Devam et.

Yes.

Evet.

Vanessa: Okay.

Vanessa: Peki.

One of mine is much smaller, but it is anytime that I buy tea at Starbucks, always a bad

Benimki çok daha küçük ama Starbucks'tan ne zaman çay alsam, her zaman kötü bir

decision.

karar.

Dan: Sorry, Starbucks.

Dan: Üzgünüm, Starbucks.

Vanessa: Yeah, but I don't like coffee, and if I go to Starbucks that's the only drink

vanessa: evet ama ben kahveyi sevmem ve starbucks'a gidersem içebileceğim tek içecek bu olur

that I can drink, because they have a lot of coffee stuff, a lot of sweet stuff, but

çünkü bir sürü kahve ve tatlı şeyler var ama

one tea bag at Starbucks, you're just buying a tea bag with hot water, they're not making

starbucks'ta bir poşet çay, sen Sadece sıcak su ile bir çay poşeti alıyoruz,

anything- Dan: Fancy.

hiçbir şey yapmıyorlar- Dan: Süslü.

Vanessa: ... it's not a specialized drink.

Vanessa: ... özel bir içecek değil.

It's just hot water and a tea bag, and it's like $2.50, or something.

Sadece sıcak su ve bir poşet çay ve 2,50 dolar gibi bir şey.

Like $2.50 just for a bag of tea.

Sadece bir poşet çay için 2,50 dolar gibi.

And you can buy a whole box of tea for the same price.

Ve aynı fiyata bir kutu çay satın alabilirsiniz .

Dan: By the way, this is the difference between Vanessa and I, is that I would never sweat

Dan: Bu arada, Vanessa ile benim aramdaki fark da bu,

a purchase like that.

böyle bir alışverişi asla terletmem.

Vanessa: Well for me it's the taste.

Vanessa: Benim için tadı.

It's not necessarily the price, the price is high for tea, but the taste is never worth

İlla fiyatı değil, çayın fiyatı yüksek ama tadına asla değmez

it.

.

It's just mediocre tea, it's not even that great.

Sadece vasat çay, o kadar da iyi değil.

Dan: I'd still never regret it.

Dan: Yine de asla pişman olmayacağım.

Vanessa: Yeah, well- Dan: I don't regret cheap purchases, I never

Vanessa: Evet, şey- Dan: Ucuza aldığım için pişman değilim,

think about it.

bunu hiç düşünmüyorum.

Vanessa: I feel like for me it's just annoying because I want to have a cool drink if I'm

Vanessa: Benim için can sıkıcı bir durummuş gibi hissediyorum çünkü bir kafeye gidiyorsam soğuk bir şeyler içmek istiyorum

going to a coffee shop, but then it's just a tea bag in water.

ama o zaman su içinde bir çay poşeti oluyor.

It's not even loose leaf tea.

Gevşek yaprak çay bile değil.

Anyway, I'm a tea snob, so let's go to yours.

Her neyse, ben bir çay züppesiyim, o yüzden seninkine geçelim.

Dan: That's true.

Bu doğru.

All right, the next in my list could be actually a category in and of itself, but the most

Pekala, listemdeki bir sonraki aslında başlı başına bir kategori olabilir, ancak en

recent occurrence was when we went to a place on our beach vacation called The Turtle Museum.

son olay, plaj tatilimizde Kaplumbağa Müzesi adlı bir yere gittiğimizde oldu.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Dan: And it sounded all fancy, but it was probably $15 bucks a person to get in.

Dan: Kulağa çok havalı geldi ama muhtemelen kişi başı 15 dolardı.

Vanessa: Yeah, it was like a turtle rehabilitation center.

Vanessa: Evet, kaplumbağa rehabilitasyon merkezi gibiydi.

Dan: Yeah, but there was just one room with some pictures on the wall, and then we thought

Dan: Evet, ama duvarda bazı resimler olan tek bir oda vardı ve sonra

we were going to see turtles up close and personal, but they were just in big swimming

kaplumbağaları yakından ve kişisel olarak göreceğimizi düşündük, ama onlar sadece büyük yüzme

pools and you could barely see them.

havuzlarındaydı ve onları zar zor görebiliyordunuz.

Vanessa: Were they breathing out of their butts?

Vanessa: Popolarından mı nefes alıyorlardı ?

Dan: They probably were at the time.

Dan: Muhtemelen o sırada oradaydılar.

Vanessa: No, they're sea turtles.

Vanessa: Hayır, onlar deniz kaplumbağası.

Dan: You're right, they weren't breathing out of their butts.

Dan: Haklısın, kıçlarından nefes almıyorlardı .

And so I was just disappointed with the whole experience and didn't think it was worth it.

Ve bu yüzden tüm deneyimden hayal kırıklığına uğradım ve buna değdiğini düşünmedim.

Although, that was a little different because I felt like I was donating because they rescue

Yine de, bu biraz farklıydı çünkü kaplumbağaları kurtardıkları için bağış yapıyormuşum gibi hissettim

turtles, but there are a lot of places that are like this, like a museum, or some kind

, ancak buna benzer pek çok yer var , müze veya bir tür

of show that maybe you pay a up front cost, and then the show or the museum is just not

gösteri gibi, belki bir ön maliyet ödersiniz ve o zaman şov ya da müze

very good, or boring.

çok iyi değil ya da sıkıcı.

Vanessa: Yeah, like have you ever traveled somewhere and you paid to enter a museum,

Vanessa: Evet, hiç bir yere seyahat edip bir müzeye girmek için para ödedin mi

or you paid to enter some building and it just wasn't worth it.

ya da bir binaya girmek için para ödedin ve buna değmedi mi?

I feel like that's happened a lot, and that's just the most recent for us, is that, "Okay,

Bunun çok olduğunu hissediyorum ve bu bizim için en sonuncusu, "Tamam,

I feel okay because I donated some money to that turtle rehabilitation center."

iyi hissediyorum çünkü o kaplumbağa rehabilitasyon merkezine biraz para bağışladım."

But we didn't really get to see turtles in the way that we wanted to.

Ancak kaplumbağaları istediğimiz gibi göremedik.

Dan: I wanted to touch a turtle.

Dan: Bir kaplumbağaya dokunmak istedim.

Vanessa: Oh, but they are in a hospital, they're being rehabilitated.

Vanessa: Ah, ama hastanedeler, rehabilite ediliyorlar.

Dan: That's true, it was a turtle hospital.

Dan: Bu doğru, burası bir kaplumbağa hastanesiydi.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

Do you have any other- Dan: But it sounded way cooler-

Başka var mı- Dan: Ama kulağa çok daha havalı geldi-

Vanessa: Oh, yeah.

Vanessa: Oh, evet.

Yeah, it did sound cool.

Evet, kulağa hoş geliyordu.

"Go to the turtle center and see the turtles."

"Kaplumbağa merkezine git ve kaplumbağaları gör."

Dan: Yeah, my last thing is just a small thing.

Dan: Evet, son şeyim sadece küçük bir şey.

I bought some t-shirts online, and it's kind of iffy to buy clothes online, but I always

İnternetten bazı tişörtler satın aldım ve internetten kıyafet almak biraz şüpheli ama

felt like I like the picture that was on them, but then the quality of the shirt wasn't very

üzerlerindeki resmi her zaman beğenmişim gibi hissettim ama gömleğin kalitesi pek

good or- Vanessa: Especially when it's online, you

iyi değildi ya da- Vanessa: Özellikle de çevrimiçidir,

can't feel it.

hissedemezsiniz.

Dan: ... it didn't fit that well.

Dan: ...o kadar da uymuyordu.

Yeah, not a great idea.

Evet, harika bir fikir değil.

I've regretted some of those purchases.

Bu satın alımların bazılarından pişman oldum.

Vanessa: Another thing that I feel like I've bought that wasn't worth it, this is a general

Vanessa: Aldığıma değmediğini hissettiğim bir şey daha , bu genel bir

category, but it's some toys for our, now he's two year old, but throughout his short

kategori ama bizim için bazı oyuncaklar, şimdi iki yaşında ama kısa

life, some toys that I bought for him that I thought he'd like, because he played with

ömrü boyunca onun için aldığım bazı oyuncaklar Bir arkadaşının evinde oynadığı için hoşlanacağını düşündüğüm

at a friend's house, or I just thought it would be cool, but he didn't really like it.

ya da sadece harika olacağını düşündüğüm ama bundan pek hoşlanmadığı.

For example, there's this thing that was... it's like a bead maze, and I remember liking

Örneğin, şu şey var... boncuk labirentine benziyor ve

this as a kid, which is why I got it- Dan: I thought he played with that.

bunu çocukken sevdiğimi hatırlıyorum, bu yüzden aldım- Dan : Bununla oynadığını sanıyordum.

Vanessa: Not really, he kind of wanted to just pull the beads off, but he couldn't play

Vanessa: Pek sayılmaz, boncukları çıkarmak istedi ama

with.

onunla oynayamadı.

But I remember I played with it as a kid, and I found it at a second hand store.

Ama çocukken onunla oynadığımı ve ikinci el bir mağazada bulduğumu hatırlıyorum.

It was like $10, it wasn't that much, but I thought he'd play with it.

10 dolar gibiydi, o kadar da değildi ama onunla oynayacağını düşündüm.

I was like, "This is it.

"İşte bu. Bununla çok

He's going to play with this for so long, it's going to be great."

uzun süre oynayacak, harika olacak."

And he just never really played with it.

Ve onunla asla gerçekten oynamadı. Bu

So I feel like- Dan: This will probably be an ongoing problem.

yüzden şöyle hissediyorum- Dan: Bu muhtemelen devam eden bir sorun olacak.

Vanessa: Yeah.

Vanessa: Evet.

So now I- Dan: Now that we have kids.

Şimdi ben- Dan: Artık çocuklarımız var.

Vanessa: I've tried to kind of back up and think, "Okay, he likes to play with these

Vanessa: Biraz geri çekilip şöyle düşündüm: "Tamam, o bu

three things.

üç şeyle oynamayı seviyor.

If other people want to give him presents, and give him other toys, that's fine, but

Eğer diğer insanlar ona hediyeler vermek ve başka oyuncaklar vermek isterse, sorun değil, ama

I'm not really going to invest in more toys because he kind of likes the same things all

ben gerçekten değilim. Daha fazla oyuncağa yatırım yapacak çünkü her zaman aynı şeyleri seviyor

the time."

."

Dan: Legos, legos, legos.

Dan: Legolar, legolar, legolar.

Vanessa: Legos, legos, legos.

Vanessa: Legolar, legolar, legolar.

Sometimes Play-Doh, sometimes the sandbox.

Bazen Play-Doh, bazen sandbox.

Dan: But mostly legos.

Dan: Ama çoğunlukla legolar.

Vanessa: But generally the same couple toys again, and again, and again.

Vanessa: Ama genellikle aynı oyuncaklar tekrar tekrar ve tekrar.

So I'm curious for you, what are some purchases that you've made that weren't worth it, that

Bu yüzden sizin için merak ediyorum, yaptığınız ve buna değmeyen,

you regretted?

pişman olduğunuz bazı satın alımlar nelerdir?

This video is free on YouTube, so this is not a purchase.

Bu video YouTube'da ücretsizdir, yani bu bir satın alma değildir. Yine de bizimle vakit

I hope that you have not regretted spending your time, though, with us.

geçirmekten pişman olmamanı umuyorum .

Dan: Yeah, I know what you wouldn't regret, purchasing the Fearless Fluency Club.

Dan: Evet, Fearless Fluency Club'ı satın alırsan neye pişman olmayacağını biliyorum.

Vanessa: Oh.

Vanessa: Ah.

Well- Dan: There's a pitch for you.

Şey- Dan: Senin için bir satış konuşması var.

Vanessa: This is our monthly English course where we teach about a different topic every

Vanessa: Bu, her ay farklı bir konuyu öğrettiğimiz aylık İngilizce kursumuz

month, and you learn the vocabulary, phrasal verbs, pronunciation.

ve kelime dağarcığını, deyimsel fiilleri, telaffuzu öğreniyorsunuz.

We have a private Facebook group where a lot of members meet together and talk together

Pek çok üyenin bir araya geldiği ve

to practice speaking English.

İngilizce konuşma pratiği yapmak için birlikte konuştuğu özel bir Facebook grubumuz var.

And once a month I have a group Google hangout and we talk together.

Ayda bir kez bir grup Google Hangout'um var ve birlikte konuşuyoruz.

Just a great way to expand your English and be able to learn more.

İngilizcenizi genişletmek ve daha fazlasını öğrenebilmek için harika bir yol.

So if you enjoyed our conversation today- Dan: Yeah, and one might say, "Become fluent."

Bugünkü sohbetimizi beğendiyseniz- Dan: Evet ve "Akıcı konuşun" denebilir.

Vanessa: Yes, I hope so, become more confident.

Vanessa: Evet, umarım öyledir, kendine daha fazla güven.

Well, thank you so much for joining me today.

Pekala, bugün bana katıldığınız için çok teşekkür ederim.

Dan: You're welcome.

Dan: Rica ederim.

We're done?

Yapılmıştı?

Vanessa: Wow, this was a lot.

Vanessa: Vay canına, bu çok fazlaydı.

Dan: Can you believe it?

Dan: Buna inanabiliyor musun?

Did you make it all the way though?

Yine de tüm yolu yaptın mı?

Vanessa: If you made it this far, congratulations.

Vanessa: Buraya kadar geldiysen tebrikler.

Pat yourself on the back.

Sırtını sıvazla.

We asked a lot of questions today, so I'm going to put those in the description below,

Bugün pek çok soru sorduk, bu yüzden bunları aşağıdaki açıklamaya koyacağım,

so that you can go to each topic if you want to go back and watch a certain topic, or if

böylece geri dönüp belirli bir konuyu izlemek isterseniz veya

you saw some vocabulary appear that you'd like to review and practice, you can always

bazı sözcüklerin göründüğünü görürseniz her konuya gidebilirsiniz. İncelemek ve pratik yapmak isterseniz, her zaman

go back and review what we talked about.

geri dönüp konuştuklarımızı gözden geçirebilirsiniz.

If you have any questions, feel free to ask, and make sure that you write a comment and

Herhangi bir sorunuz varsa, sormaktan çekinmeyin ve bir yorum yazdığınızdan ve

answer some of these questions yourself, use English.

bu soruların bazılarını kendiniz yanıtladığınızdan emin olun, İngilizce kullanın.

Dan: Yes.

Dan: Evet.

Vanessa: Thank you so much for joining me, Dan.

Vanessa: Bana katıldığın için çok teşekkür ederim Dan.

Dan: You're welcome.

Dan: Rica ederim.

It was very enjoyable.

Çok keyifliydi.

Vanessa: Yes, I appreciate your time.

Vanessa: Evet, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Dan: It was a journey.

Dan: Bu bir yolculuktu.

Vanessa: Your energy.

Vanessa: Senin enerjin.

Oh, it was a journey.

Ah, bu bir yolculuktu.

Yes, we went through a lot of different topics today.

Evet, bugün pek çok farklı konuyu ele aldık . Bugün benimle ve Dan ile

Thank you so much as well for learning English with me and with Dan today, I'll see you next

İngilizce öğrendiğiniz için de çok teşekkür ederim . Önümüzdeki

Friday for a new lesson here on my YouTube channel.

Cuma YouTube kanalımda yeni bir ders için görüşürüz .

Bye.

Hoşçakal.

Dan: Bye.

Dan: Görüşürüz.

Vanessa: The next step is to download my free ebook, Five Steps to Becoming A Confident

Vanessa: Bir sonraki adım, ücretsiz e-kitabım olan Kendinden Emin Bir İngilizce Konuşmacısı Olmak İçin Beş Adım'ı indirmek

English Speaker.

.

You'll learn what you need to do to speak confidently and fluently.

Kendinden emin ve akıcı bir şekilde konuşmak için ne yapman gerektiğini öğreneceksin.

Don't forget to subscribe to my YouTube channel for more free lessons.

Daha fazla ücretsiz ders için YouTube kanalıma abone olmayı unutmayın.

Thanks so much.

Çok teşekkürler.

Bye.

Hoşçakal.