English Topics - Free Time Before Facebook

Alisha: Hi, everybody! My name is Alisha and today I'm joined in the studio by…

Alisha: Herkese merhaba! Benim adım Alisha ve bugün stüdyoda bana katılan...

Michael: Michael. Hello!

Michael: Michael. Merhaba!

Alisha: And, today's topic for discussion is “Free Time before Facebook.”

Alisha: Ve bugünün tartışma konusu "Facebook'tan Önce Boş Zaman".

So, these are the things that we did before Facebook, maybe before we even had the Internet

Bunlar Facebook'tan önce, belki de internet evimize bile gelmeden önce yaptığımız şeylerdi

in our household.

.

I'm very interested to compare our life experiences.

Hayat deneyimlerimizi karşılaştırmakla çok ilgileniyorum. Çocukken yaptığınız

You always have stories about the evil things that you do when you were a kid.

şeytani şeyler hakkında her zaman hikayeleriniz olur .

So, I remember a true...

Yani, gerçek bir şey hatırlıyorum...

well, maybe not evil.

Şey, belki kötü değil.

Anyway, let's get into it.

Her neyse, hadi konuya girelim.

Would you like to go first?

Önce sen gitmek ister misin?

What is your first thing you did before Facebook?

Facebook'tan önce yaptığınız ilk şey nedir?

Michael: Alright, speaking of evil.

Michael: Tamam, kötülükten bahsetmişken.

You read my mind, I got into trouble.

Aklımı okudun, başım belaya girdi. Bu

So, for me, the internet got really big in my life around junior year in high school,

yüzden, benim için internet, lisede ortaokulda hayatımda gerçekten büyük bir yer kapladı ,

so maybe I was 17.

yani belki 17 yaşındaydım.

Before that, we didn't go to parties, we didn't drink a lot and there was no internet.

Ondan önce partilere gitmezdik, çok içmezdik ve internet yoktu.

So, what we did, there’s no huge social media presence on the internet, so we would

Yani, yaptığımız şey, internette büyük bir sosyal medya varlığı yok, bu yüzden

just wander around and climb buildings and stuff.

sadece dolaşıp binalara falan tırmanıyorduk.

Young adolescent males.

Genç ergen erkekler.

You have all this energy, you're like a little puppy and we would just kind of break things

Tüm bu enerjiye sahipsin, küçük bir köpek yavrusu gibisin ve biz sadece bir şeyleri kırardık

and nothing too bad.

ve o kadar da kötü bir şey olmazdı. Tıpkı

It’ll be like sticks and beat trash, just like go behind a building and like, you know…

bir binanın arkasına gitmek gibi sopalarla çöpleri dövecek gibi olacak ve bilirsiniz...

Like “Lord of the Flies,” pretty much.

"Sineklerin Tanrısı" gibi hemen hemen.

For me, that's what I did without Facebook.

Benim için Facebook olmadan yaptığım şey buydu.

Alisha: See, I've never understood that appeal.

Alisha: Bak, bu itirazı hiç anlamadım.

There were boys in my school as well who also like to break and kick things and I can understand

Okulumda bir şeyleri kırmayı ve tekmelemeyi seven erkekler de vardı ve

the appeal of sword fighting with a fluorescent light bulb because I sword fought with my

bir flüoresan ampulle kılıç dövüşünün çekiciliğini anlayabiliyorum çünkü erkek

brother with a vacuum cleaner extension.

kardeşimle bir elektrikli süpürge uzantısıyla kılıç dövüşü yaptım.

One day, my uncle yelled at me loudly and I haven't forgotten that.

Bir gün amcam bana yüksek sesle bağırdı ve bunu unutmadım.

But I've always wondered what the appeal was like kicking bushes and things.

Ama her zaman temyizin çalıları tekmelemek gibi bir şey olduğunu merak etmişimdir.

Michael: Testosterone, I don't know.

Michael: Testosteron, bilmiyorum.

That’s my answer.

Bu benim cevabım.

Alisha: That’s my answer?

Alisha: Cevabım bu mu?

Okay.

Tamam aşkım.

Good answer.

İyi cevap.

Michael: Yeah, what did you do?

Michael: Evet, ne yaptın?

Alisha: Gosh, mine seemed very tame now I'm going to go with the absolute antithesis,

Alisha: Tanrım, benimki çok uysal görünüyordu şimdi mutlak antitezle gideceğim,

the absolute opposite of what you've just said.

az önce söylediklerinin tam tersi .

“Barbie fashion shows.”

"Barbie moda şovları."

Did you do this?

Bunu yaptın mı?

Michael: No, no.

Michael: Hayır, hayır.

Alisha: I assume not.

Alisha: Sanmıyorum.

Okay.

Tamam aşkım.

I put Barbie in parentheses here because Barbie is a very, very popular toy.

Barbie'yi burada parantez içine aldım çünkü Barbie çok ama çok popüler bir oyuncak.

Maybe it still is, at least when I was little it was a popular toy.

Belki hala öyledir, en azından ben küçükken popüler bir oyuncaktı.

It's just a doll.

Bu sadece bir oyuncak bebek.

It's a doll and there's tons of clothes and shoes and you can do things with their hair,

Bu bir oyuncak bebek ve tonlarca giysi ve ayakkabı var ve saçlarıyla bir şeyler yapabilirsin,

you can cut off their heads if you're one of those types of kids, whatever.

o tür çocuklardan biriysen kafalarını kesebilirsin, her neyse.

But anyway, I would make my brother play this with me.

Ama ne olursa olsun, kardeşime bunu benimle oynamasını sağlardım .

We'd get Barbie and there were some Ken.

Barbie alırdık ve biraz Ken vardı.

I had some Ken dolls, too.

Benim de birkaç Ken oyuncak bebeğim vardı.

Barbie's boyfriend is named Ken.

Barbie'nin erkek arkadaşının adı Ken'dir.

No Skipper in my household though, just a series of Barbies.

Gerçi benim evimde Skipper yok, sadece bir dizi Barbie var.

Skipper was Barbie’s friend.

Skipper, Barbie'nin arkadaşıydı.

Why I still have this information in my head?

Neden hala kafamda bu bilgiler var?

I don't know.

Bilmiyorum.

But you just dress them up and then they would--I had like a dollhouse as well and we'd play

Ama onları sadece giydirirsin ve sonra onlar da - benim de bir oyuncak bebek evim vardı ve

games in the dollhouse or we'd make them walk down—what was it?

oyuncak bebek evinde oyunlar oynardık ya da onları aşağı indirirdik - neydi bu?

We had a piano bench in my house and so I would use that as the catwalk.

Evimde bir piyano bankımız vardı ve orayı podyum olarak kullanırdım. Aşağı

They would have to go down and display whatever bizarre fashion I'd put on them.

inip üzerlerine giydirdiğim tuhaf modayı sergilemeleri gerekecekti.

But I put Barbie in parentheses here because we would also do--I thought about putting

Ama Barbie'yi burada parantez içine aldım çünkü biz de yapardık -

it on my card “fashion shows,” but more commonly I think we say dress up.

Kartıma "moda şovları" koymayı düşündüm ama sanırım daha yaygın olarak giyinmek diyoruz.

My mom just gave me a box of her old dresses and things or my dad's old clothes or whatever

Annem bana bir kutu eski elbiselerini ve eşyalarını ya da babamın eski kıyafetlerini ya da her neyse verdi ve

and then we'd put that on and act out some kind of weird game or some weird make-believe

sonra onu giyip bir tür garip oyun ya da garip hayali

or pretend to roleplay things.

ya da rol yapıyormuş gibi yapardık. Çocukken

Did you ever do like role-playing, sort of things as a kid?

hiç rol oynamayı sevdin mi ?

Michael: Oh, yeah.

Michael: Ah, evet.

Yeah, I love role-playing.

Evet, rol yapmayı seviyorum.

I think the main difference--because I have a lot of friends that would actually do that

Bence asıl fark, çünkü benim de bu işi yapacak pek çok arkadaşım var

stuff as well but it's because they had a sister.

ama bunun nedeni onların bir kız kardeşlerinin olması.

For me, I have four brothers.

Benim için dört erkek kardeşim var.

So, it's all just--it gets this vicious cycle of just like eerrr.

Yani, hepsi sadece-- tıpkı eerrr gibi bu kısır döngüye giriyor .

So, we played a lot of video games, we did all that stuff, which, that's my next card.

Pek çok video oyunu oynadık, tüm bunları yaptık, ki bu benim sıradaki kartım.

Oh, twinsies.

Oh, ikizler.

Alisha: Ready?

Alisha: Hazır mısın?

Samesies.

Aynılıklar.

Video Games!

Video oyunları!

Okay, what kind of games did you play?

Tamam, ne tür oyunlar oynadın?

Michael: I was a Nintendo kid but we had everything.

Michael: Ben bir Nintendo çocuğuydum ama her şeye sahiptik.

That was my life.

Bu benim hayatımdı.

It was video games.

Video oyunlarıydı.

We had every single system but, again, Nintendo's for sure my favorite, Super Nintendo, N64.

Her bir sistemimiz vardı ama yine Nintendo kesinlikle benim favorim Super Nintendo, N64.

Alisha: We skipped Super Nintendo for some reason in my house.

Alisha: Evimde nedense Super Nintendo'yu atladık .

We have Nintendo, Nintendo 64, we had PlayStation.

Nintendo'muz var, Nintendo 64'ümüz var, PlayStation'ımız var.

We rented PlayStation for a while and then we ended up buying it.

Bir süre PlayStation kiraladık ve sonunda satın aldık.

We had GameCube, too.

GameCube'ümüz de vardı.

PlayStation 2 as well.

Playstation 2 de.

Michael: A couple of nerds, man.

Michael: Birkaç inek, adamım.

Alisha: Yeah.

Alisha: Evet.

Michael: That qualifies.

Michael: Bu uygun.

If you have that many, you can list them.

Bu kadar çok varsa, onları listeleyebilirsiniz.

Alisha: Yeah.

Alisha: Evet.

What did you play on a regular Nintendo?

Normal bir Nintendo'da ne oynadınız?

Michael: Just anything that's kind of retro, old-fashioned I guess.

Michael: Bir tür retro, eski moda olan her şey sanırım.

Just “Mario,” all the platformers, those are my favorite.

Sadece "Mario", tüm platform oyunları, bunlar benim favorim.

For me, because I was the fourth brother, so I was pretty bad at video games.

Benim için dördüncü erkek kardeş olduğum için video oyunlarında oldukça kötüydüm.

I remember playing Mario and I wouldn't run.

Mario oynadığımı hatırlıyorum ve koşmazdım.

If I ran and you hold down the B or whatever, it was too fast and I’d always die.

Ben koşarsam ve sen B'yi ya da her neyse onu basılı tutarsan, çok hızlıydı ve her zaman ölürdüm.

I would just kind of hold over and slowly walk and my brothers are so painful.

Biraz tutunur ve yavaşça yürürdüm ve kardeşlerim çok acı verici.

They're like, “Michael, like go, come on!”

"Michael, hadi, hadi!"

So, they just wouldn’t let me play and I just watch and say, “Wow, this is so cool.”

Bu yüzden oynamama izin vermediler ve ben sadece izliyorum ve "Vay canına, bu çok havalı" diyorum.

Alisha: That’s the same experience with my dad because I'm the oldest I have one younger

Alisha: Bu, babamla aynı deneyim çünkü ben en büyüğüm, küçük bir erkek

brother and I wanted to play because my dad would play.

kardeşim var ve oynamak istedim çünkü babam oynardı.

And, there's a picture somewhere in my household, I don't know where, of my dad sitting on the

Ve evimde bir yerde, nerede olduğunu bilmiyorum, babamın

floor intently playing a game.

yerde oturmuş dikkatle oyun oynadığı bir resim var.

But I wanted to play too and so he just gave me a controller but it's not hooked up to

Ama ben de oynamak istedim ve bu yüzden bana bir kumanda verdi ama

anything.

hiçbir şeye bağlı değil.

It's just me, playing with my dad.

Sadece ben, babamla oynuyorum.

Michael: That's a memory.

Michael: Bu bir hatıra.

I think every kid can relate to.

Her çocuğun ilişki kurabileceğini düşünüyorum.

I have that too.

Bende de var.

They left it unplugged and I didn't get why it didn't match what I was doing but still,

Fişi prizden çıkarmışlar ve benim yaptığımla neden uyuşmadığını anlamadım ama yine de

I loved it!

bayıldım!

Alisha: Yeah.

Alisha: Evet.

Michael: I'd go to the arcade and there's the demo and it’s “Cruisi’n USA” racing

Michael: Atari salonuna giderdim ve işte demosu var ve bu "Cruisi'n USA" yarış

game and there's just the trailer for it and you just sit there, you hold the steering

oyunu ve bunun sadece fragmanı var ve orada öylece oturuyorsunuz, direksiyon

wheel and you have a blast.

simidini tutuyorsunuz ve çok eğleniyorsunuz.

If you're under nine or something, you don’t need to spend your money.

Dokuz yaşın altındaysanız, paranızı harcamanıza gerek yoktur.

Alisha: Right, it's true.

Alisha: Doğru, bu doğru.

Alright.

Peki.

Great.

Harika.

So, we both had video games, we could talk for a long time about that.

Yani ikimizin de video oyunları vardı, bunun hakkında uzun süre konuşabilirdik.

But, let's be adults.

Ama yetişkin olalım.

Okay.

Tamam aşkım.

I guess I'll go to my next one which is quite boring, maybe you have the same one.

Sanırım bir sonraki oldukça sıkıcı olana gideceğim, belki aynısı sizde vardır.

I'm sorry for just like staring at your crotch.

Sadece kasıklarına baktığım için özür dilerim.

Michael: That’s okay.

Michael: Sorun değil.

Alisha: The next thing that I picked was pretty tame, I think most kids everywhere still do

Alisha: Seçtiğim bir sonraki şey oldukça uysaldı, bence her yerdeki çoğu çocuk bunu hâlâ yapıyor

this.

.

“Playing sports or playing music.”

"Spor yapmak veya müzik dinlemek." Bir

Let's see, when I was in junior high school, my dad forced my brother and I to play golf

bakalım, ben ortaokuldayken babam beni ve kardeşimi yazın golf oynamaya zorladı

in the summertime.

.

We had to get up early all during the summer and go play golf.

Bütün yaz erken kalkıp golf oynamak zorunda kaldık.

Played volleyball, played basketball, I was in a band.

Voleybol oynadım, basketbol oynadım, bir gruptaydım.

I played saxophone, I played piano.

Saksafon çaldım, piyano çaldım.

My parents were very activity-centric, it was good.

Ailem çok aktivite merkezliydi, iyiydi.

In “retrospect,” looking back on things, I’m glad.

"Geriye dönüp bakıldığında", olaylara dönüp baktığımda memnunum.

But, at that time, I did not want to do it.

Ama o an bunu yapmak istemedim.

Did your parents make you do sports?

Ailen sana spor yaptırdı mı?

Michael: Um, kind of.

Michael: Şey, biraz.

No, not really.

Hayır gerçek değil.

I can't lie.

yalan söyleyemem Diğer

I think the grass is always greener on the other side which is a proverb I know is in

dillerde de olduğunu bildiğim bir atasözü olan çimen hep karşı tarafta daha yeşildir diye düşünüyorum

other languages, too.

.

But it basically means no matter which side of the situation you're on, you're envious

Ama temelde, durumun hangi tarafında olursanız olun,

of what other people have.

diğer insanların sahip oldukları şeyleri kıskandığınız anlamına gelir.

So, for me, because I never had piano lessons or was forced into band or extracurricular

Bu yüzden, benim için, hiç piyano dersi almadığım veya bando ya da ders dışı

activities, my parents were supportive, but it's kind of hard to handle five boys man.

etkinliklere zorlanmadığım için, ailem destekleyiciydi, ama beş erkekle baş etmek biraz zor dostum.

So, if we didn't really want to do it, we didn't have to. and now looking back I regret

Yani, gerçekten yapmak istemiyorsak, yapmak zorunda değildik. ve şimdi geriye dönüp baktığımda

not doing it because I wish I could play an instrument or do that kind of stuff.

bunu yapmadığıma pişmanım çünkü keşke bir enstrüman çalabilseydim ya da bu tür şeyler yapabilseydim.

But, a lot of my friends who did piano and they had a really full schedule.

Ama piyano çalan birçok arkadaşımın gerçekten dolu bir programları vardı.

Me and the bad kids would say, “Hey, let's go break sticks behind a building.”

Ben ve kötü çocuklar, "Hey, hadi bir binanın arkasındaki çubukları kıralım" derdik.

There'd be those other kids who would say, “I'm sorry, I got to go to soccer practice.”

"Üzgünüm, futbol antrenmanına gitmeliyim" diyen başka çocuklar da olurdu.

This or that.

Şu ya da bu.

And at the time those kids hated it but I look back and I think they have really good

Ve o zamanlar o çocuklar bundan nefret ediyordu ama geriye dönüp baktığımda gerçekten iyi becerilere falan sahip olduklarını düşünüyorum

skills and stuff.

.

Alisha: Yeah.

Alisha: Evet.

Michael: You know, there's a balance.

Michael: Biliyorsun, bir denge var.

Alisha: Yeah, I think you're right.

Alisha: Evet, bence haklısın.

I think it's a “trade-off.”

Bence bu bir "takas". Her

There are good aspects of both sides.

iki tarafın da iyi yönleri var.

This brings to mind, I don't remember who said this, someone said, it was about college.

Bu aklıma geliyor, bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum, biri dedi, üniversite hakkındaydı.

it wasn't so much about elementary school or junior high school, but that you remember

ilkokul veya ortaokulla ilgili değildi, ama

the times that you spend out with your friends.

arkadaşlarınızla dışarıda geçirdiğiniz zamanları hatırlıyorsunuz.

It's not the times that you remember studying for a test that stick in your head, it's all

Kafanıza takılan bir sınava çalıştığınızı hatırladığınız zamanlar değil,

those times breaking sticks with friends or whatever it is, or breaking lights.

arkadaşlarınızla veya her neyse, sopaları kırdığınız veya ışıkları kırdığınız zamanlar.

That's the stuff that you remember.

Hatırladığın şeyler bunlar.

That's actually fun spending time with people.

İnsanlarla vakit geçirmek gerçekten eğlenceli.

Okay, that was my last one.

Tamam, bu benim sonuncusuydu.

What's your last one?

Sonuncusu ne?

Michael: “Wandered around the mall.”

Michael: "Alışveriş merkezinde dolaştım."

So, this was the closest thing to social media at that time.

Yani o zamanlar sosyal medyaya en yakın şey buydu .

You would go there and that's where you would bump into random people, acquaintances, meet

Oraya gidersiniz ve orada rastgele insanlarla, tanıdıklarla karşılaşırsınız,

new people and we would never spend any money.

yeni insanlarla tanışırsınız ve asla para harcamazdık.

We were the mall rats. we would go and maybe a dollar we'd buy incense sticks or get a

Alışveriş merkezi fareleriydik. giderdik ve belki bir dolara tütsü çubukları alırdık ya da

soda or something like that.

gazoz ya da onun gibi bir şey alırdık.

But, generally, it was just to kill three hours and meet people.

Ancak, genellikle, sadece üç saat öldürmek ve insanlarla tanışmak içindi.

Just be out of the house.

Sadece evden çık.

Alisha: Yeah, that's true.

Alisha: Evet, bu doğru.

Were you able to walk to your local mall?

Yerel alışveriş merkezinize yürüyerek gidebildiniz mi?

Michael: Yeah, I mean it was a long walk.

Michael: Evet, yani uzun bir yürüyüştü.

It’s like 20 minutes or something but it was pretty much.

20 dakika gibi bir şey ama oldukça fazlaydı.

Alisha: Alright.

Alisha: Peki.

So, those are some things that we used to do before we had the internet, before we had

Bunlar internetimiz olmadan, Facebook'umuz olmadan önce yaptığımız şeylerdi

Facebook.

.

Maybe you feel the same way now, too, like I want to go not do Facebook things right

Belki şimdi sen de aynı şekilde hissediyorsun, şu anda Facebook şeylerini yapmamak istiyorum

now.

.

I want to go do something.

gidip bir şeyler yapmak istiyorum

I want to go make something.

Gidip bir şeyler yapmak istiyorum.

Do you?

Yapıyor musun?

Michael: Yeah, but listening to your stories, I feel like it’s a little bit safer post-Facebook

Michael: Evet, ama hikayelerini dinlediğimde, Facebook sonrası dünyanın biraz daha güvenli olduğunu hissediyorum

world.

.

You just sit in your basement, you don't do anything.

Bodrumda oturuyorsun, hiçbir şey yapmıyorsun.

But at least you're not starting fires and breaking things.

Ama en azından yangın çıkarmıyor ve bir şeyleri kırmıyorsunuz.

Alisha: But are we gaining weight?

Alisha: Ama kilo mu alıyoruz?

We have to find the right balance between sitting on Facebook and starting fires maybe.

Belki de Facebook'ta oturmakla yangın çıkarmak arasında doğru dengeyi bulmalıyız.

Let's be in-between there.

Arada kalalım.

This show!

Bu şov!

Michael: Yeah.

Michael: Evet.

Subscribe.

Abone.

Click this video right here.

Bu videoyu buraya tıklayın.

Alisha: Click something.

Alisha: Bir şeye tıklayın.

Okay, so I think that will end the video there that seems like a good place to stop.

Tamam, bence bu, durdurmak için iyi bir yer gibi görünen videoyu orada bitirecek.

Thanks very much for watching.

İzlediğiniz için çok teşekkürler.

Please share what you did before the internet, before you had Facebook and social media.

Lütfen internetten, Facebook'tan ve sosyal medyadan önce yaptıklarınızı paylaşın.

Maybe you had a few stories similar to ours.

Belki bizimkine benzer birkaç hikayeniz olmuştur.

Thanks very much for watching.

İzlediğiniz için çok teşekkürler.

As Michael said, please subscribe so that you don't miss anything else fun that we have

Michael'ın dediği gibi, lütfen abone olun, böylece konuşmamız gereken eğlenceli

to talk about or anything embarrassing we have to share.

veya paylaşmamız gereken utanç verici hiçbir şeyi kaçırmazsınız .

Thanks very much for watching and we will see you again, soon. Bye.

İzlediğiniz için çok teşekkürler ve yakında tekrar görüşürüz. Hoşçakal.