English Addict - Episode 350 - 🔴LIVE Lesson / SUNDAY 16th MARCH 2025 - Chat, Listen & Learn English

I'm sure you are waiting for me to tell you what the temperature is today.

Eminim bugün hava sıcaklığının ne olduğunu söylememi bekliyorsunuz.

We have eight Celsius.

Sekiz Santigratımız var.

It is mild.

Hafiftir.

Let's just say it does feel as if spring is in the air.

Diyelim ki havada bahar varmış gibi bir his var.

We are together again.

Tekrar birlikteyiz.

Live from the birthplace of the English language.

İngilizce dilinin doğduğu yerden canlı yayın.

You know where it is.

Nerede olduğunu biliyorsun.

I know where it is. We all know where it is.

Nerede olduğunu biliyorum. Nerede olduğunu hepimiz biliyoruz.

It's England.

İngiltere.

We are back together.

Tekrar birlikteyiz.

Hi, everybody. This is Mr. Duncan in England.

Merhaba millet. Bu İngiltere'den Bay Duncan.

How are you today? Are you okay?

Bugün nasılsın? İyi misin?

I hope so.

Umarım.

Are you feeling happy today?

Bugün mutlu musun?

I hope you have one of these on your face.

Umarım yüzünüzde bunlardan biri vardır.

In fact, you might be the one who will have to put one of these on my face.

Aslında bunlardan birini yüzüme sürmek zorunda kalacak kişi sen olabilirsin.

I am not feeling 100% happy today.

Bugün %100 mutlu hissetmiyorum.

It is a sad day for me.

Benim için üzücü bir gün.

I am not going to dwell too much on it, but let's just say it is a rather sad anniversary for myself.

Üzerinde çok fazla durmayacağım ama kendi adıma oldukça üzücü bir yıl dönümü olduğunu söyleyelim.

But I'm still here with you.

Ama ben hala burada seninleyim.

In fact, I might need you to cheer me up today just for a change.

Aslında bir değişiklik olsun diye bugün beni neşelendirmene ihtiyacım olabilir.

We are back together again.

Tekrar birlikteyiz.

My name is Duncan. I talk about the English language.

Benim adım Duncan. İngilizce dilinden bahsediyorum.

I am an English addict.

Ben bir İngiliz bağımlısıyım.

We often use that term. We use the word addict.

Bu terimi sıklıkla kullanırız. Bağımlı kelimesini kullanıyoruz.

For a person who can't stop doing something, or maybe something

Bir şeyi yapmaktan veya belki de delirdiği

they are crazy about, they enjoy watching a certain type of TV show.

bir şeyden vazgeçemeyen bir kişi , belirli bir tür TV şovunu izlemekten hoşlanır.

Maybe you are a science fiction addict,

Belki bir bilim kurgu bağımlısısınız,

or perhaps you are a soap opera addict.

belki de bir pembe dizi bağımlısısınız.

Maybe you are a reality-TV addict.

Belki sen bir realite TV bağımlısısın.

Reality TV.

Gerçeklik televizyonu.

You don't have to have reality TV anymore.

Artık realite TV'ye ihtiyacınız yok.

For all of the drama and the the fighting.

Tüm drama ve kavgalar için.

Just watch the news instead.

Bunun yerine sadece haberleri izleyin.

Here we are.

İşte buradayız.

Then we are back together again.

Sonra yeniden bir aradayız.

If you are an English addict like me, then you are now in the right place.

Siz de benim gibi İngilizce bağımlısıysanız artık doğru yerdesiniz.

Because we live English very much, I like it, you like it, we all like it.

Çünkü biz İngilizceyi çok yaşıyoruz, ben seviyorum, sen seviyorsun, hepimiz seviyoruz.

In fact.

Aslında.

And we have a very strange day.

Ve çok tuhaf bir gün yaşıyoruz.

I woke up this morning to sunshine and blue sky.

Bu sabah güneş ışığına ve mavi gökyüzüne uyandım.

But now I don't know why the sun has gone in.

Ama şimdi güneşin neden içeri girdiğini bilmiyorum.

We have grey clouds, but at least it is not raining.

Gri bulutlarımız var ama en azından yağmur yağmıyor.

And it looks as if we might be having some nice weather for the whole week.

Görünüşe göre tüm hafta boyunca güzel bir hava geçireceğiz.

Which is a good thing because

Bu iyi bir şey çünkü

I will be going away next week.

gelecek hafta buradan ayrılacağım.

I won't be around here.

Ben buralarda olmayacağım.

I will be somewhere else.

Başka bir yerde olacağım.

Perhaps I will let you know where I am during the week.

Belki hafta içi nerede olduğumu size bildiririm.

We will have to wait and see what happens there.

Orada ne olacağını bekleyip görmemiz gerekecek.

Thank you for joining me today.

Bugün bana katıldığınız için teşekkür ederim.

Nice to have you here.

Burada olmana sevindim.

I suppose I should mention also, it is not just me.

Şunu da belirtmeliyim sanırım, sorun sadece bende değil.

Don't worry, it isn't just me. For two hours

Merak etme, sorun sadece ben değilim. İki saat kadar

or thereabouts.

.

We will see how long I stay on for today.

Bakalım bugün ne kadar kalacağım.

We have Mr.

Bay

Steve as well. He will be here.

Steve'imiz de var . O burada olacak.

He is my rock.

O benim kayam.

He is my support in this crazy world in which we now live.

Şu anda yaşadığımız bu çılgın dünyada benim desteğim o.

So Mr. Steve will be with us in around about 20 minutes.

Bay Steve yaklaşık 20 dakika içinde bizimle olacak.

And of course we are.

Ve elbette öyleyiz.

We will be talking about some interesting subjects today.

Bugün bazı ilginç konulardan bahsedeceğiz.

We have opposite words.

Zıt kelimelerimiz var.

Mr. Steve and myself will take you through some opposite words.

Bay Steve ve ben size bazı zıt kelimeler anlatacağız.

We will also be playing the game that a lot of people seem to like.

Ayrıca birçok insanın beğendiği oyunu da oynayacağız.

A lot of people have, said Mr. Duncan.

Bay Duncan, pek çok insanın bunu yaptığını söyledi.

We like the guess the picture idiom game, so we will be playing that a little bit later on as well.

Resim deyimini tahmin etme oyununu seviyoruz, bu yüzden onu da biraz sonra oynayacağız.

I have some new picture idioms for you to solve.

Çözmeniz için bazı yeni resimli deyimlerim var.

So all of that coming up a little bit later on.

Yani bunların hepsi biraz sonra ortaya çıkacak.

And as I mentioned, we also had we also have Mr.

Bahsettiğim gibi,

Steve coming up today as well.

bugün Bay Steve de gelecekti.

Don't forget if you can, can you also please give me a lovely like and if you want to follow me here on YouTube

Unutmayın eğer yapabiliyorsanız, lütfen bana güzel bir beğeni atar mısınız ve beni YouTube'da takip etmek istiyorsanız

and why wouldn't you? Why wouldn't you?

neden olmasın? Neden olmasın?

That's my question.

Bu benim sorum.

Please like and subscribe.

Lütfen beğenin ve abone olun.

I know everyone says it.

Herkesin bunu söylediğini biliyorum.

Whatever you watch on YouTube.

YouTube'da ne izlerseniz izleyin.

Have you ever noticed the first thing most people say

Çoğu insanın YouTube'da videolarını başlattıklarında

when they start their video on YouTube?

ilk söylediği şeyi hiç fark ettiniz mi

They always say, can you please smash the like button and also subscribe as well?

? Hep diyorlar ki, lütfen beğen butonunu kırar mısın ve ayrıca abone olur musun?

And guess what?

Ve tahmin et ne oldu?

I am also asking you the same question.

Ben de sana aynı soruyu soruyorum.

Can you please do it just for me?

Lütfen bunu sadece benim için yapabilir misin?

It might just put a smile on my face today.

Bugün yüzümde bir gülümsemeye neden olabilir.

I'm not having the greatest of days.

En güzel günlerimi geçirmiyorum.

This isn't a great day for me.

Bu benim için harika bir gün değil.

I will be honest with you, I promise not to mention it too much. Hello to.

Sana karşı dürüst olacağım, söz veriyorum bundan çok fazla bahsetmeyeceğim. Merhaba.

Oh very interesting.

Ah çok ilginç.

First, on today's live chat, we have Vytas.

Öncelikle bugünkü canlı sohbetimizde Vytas var.

Congratulations.

Tebrikler.

You are first. Also we have Beatrez,

Sen ilksin. Ayrıca Beatrez'imiz var,

then we have.

o halde var.

Oh, in third place.

Ah, üçüncü sırada.

He is here.

O burada.

The one.

Bir.

The only Luis Mendez, is here today.

Tek Luis Mendez bugün burada.

Hello, Luis. Nice to see you here as well.

Merhaba Luis. Seni de burada görmek çok güzel.

We also have Poland watching at the moment.

Şu anda Polonya'yı da izliyoruz.

Hello, Poland. Nice to see you here.

Merhaba Polonya. Seni burada görmek çok güzel.

My roots.

Köklerim.

Soroka or Roca is here as well too.

Soroka ya da Roca da burada.

Hero is here as well on the live chat.

Hero da canlı sohbette burada.

Thank you very much for joining me today. Also, we have Irene.

Bugün bana katıldığınız için çok teşekkür ederim. Ayrıca Irene'imiz var.

Hello, Irene. It's nice to see you here.

Merhaba Irene. Seni burada görmek çok güzel.

Talking of my lovely viewers, can I say a big thank you to

Sevgili izleyicilerimden bahsetmişken

Mauricio?

Mauricio'ya çok teşekkür edebilir miyim?

Thank you very much for your lovely donation that I received last week.

Geçen hafta aldığım güzel bağışınız için çok teşekkür ederim.

And I didn't even notice your donation arrive because I wasn't checking my emails.

Ve e-postalarımı kontrol etmediğim için bağışınızın geldiğini bile fark etmedim.

So apologies for the late thank you, but I will do it now.

O yüzden geciktiğim için özür dilerim, teşekkür ederim ama bunu şimdi yapacağım.

Thank you.

Teşekkür ederim.

Mauricio Iannucci in Italy, thank you very much for your lovely donation that I received last week.

İtalya'dan Mauricio Iannucci, geçen hafta aldığım güzel bağışınız için çok teşekkür ederim.

And of course, if you want to drop a donation to help me continue because I do all of this on my own.

Ve tabii ki devam etmeme yardımcı olmak için bağışta bulunmak isterseniz çünkü bunların hepsini kendi başıma yapıyorum.

I build the studio, I film the lessons, I edit everything, and guess what?

Stüdyoyu kuruyorum, dersleri filme alıyorum, her şeyi düzenliyorum ve tahmin edin ne oldu?

I do it all for free.

Hepsini ücretsiz yapıyorum.

It costs you nothing.

Bunun sana hiçbir maliyeti yok.

But if you want to make a donation, please let me know by dropping me a lovely donation that will be ever so nice.

Ama bağış yapmak istiyorsanız lütfen bana çok güzel olacak güzel bir bağış bırakarak bildirin.

Back to the live chat we do have. Oh, it's very busy on here.

Yaptığımız canlı sohbete geri dönelim. Ah, burası çok meşgul.

Suddenly I've noticed we have a lot of people coming through.

Birdenbire bir sürü insanın geldiğini fark ettim.

I don't want to forget anyone.

Kimseyi unutmak istemiyorum.

Because if I forget you, I will feel very guilty. Hello, Palmira.

Çünkü seni unutursam kendimi çok suçlu hissedeceğim. Merhaba Palmira.

Hello.

Merhaba.

Also to Pedro Belmont is here today.

Ayrıca Pedro Belmont da bugün burada.

We also have Silva. Hello, Silva.

Bizim de Silva'mız var. Merhaba Silva.

Nice to see you here as well. Christina is here.

Seni de burada görmek çok güzel. Christina burada.

I was watching one of your videos today on Facebook.

Bugün Facebook'ta bir videonuzu izliyordum.

You look very cool and sophisticated in your sunglasses.

Güneş gözlüklerinizle çok havalı ve sofistike görünüyorsunuz.

Can I also say hello to Florence as well?

Ben de Floransa'ya merhaba diyebilir miyim?

Also, hello to Yuki.

Ayrıca Yuki'ye merhaba.

Hello, Yuki.

Merhaba Yuki.

I've never seen you here before.

Seni daha önce burada hiç görmemiştim.

Is it your first time?

İlk seferin mi?

We also have Romania here.

Burada Romanya da var.

A big hello to Romania.

Romanya'ya büyük bir merhaba.

We have Marianne watching in Romania.

Romanya'da Marianne'i izliyoruz.

Who else is here? Claudia is here as well.

Burada başka kim var? Claudia da burada.

Hello to Claudia.

Claudia'ya merhaba.

I hope you are cooking something nice.

Umarım güzel bir şeyler pişiriyorsundur.

We went for a meal yesterday to one of our favourite places.

Dün en sevdiğimiz yerlerden birine yemeğe gittik.

A lovely restaurant near Ironbridge.

Ironbridge yakınında hoş bir restoran.

And we had a very nice meal.

Ve çok güzel bir yemek yedik.

Only the meal was good because there were some problems.

Sadece yemek iyiydi çünkü bazı sorunlar vardı.

Yesterday someone.

Dün birisi.

And if you.

Ve eğer sen.

If you watch me a lot, you will know that I do have a slight problem with this particular thing.

Beni çok izlerseniz bu konuyla ilgili ufak bir sorunum olduğunu bileceksiniz. Yemek yemek için bir restorana gidiyorsanız

If you

are going to a restaurant to eat food, is it a good idea to bring a big dog

restorana

büyük bir köpek getirmek iyi bir fikir mi

into the restaurant?

?

And then for the whole meal you have to stare at, stare at the dog,

Ve tüm yemek boyunca köpeğe bakmak zorundasınız,

but also sometimes you have to stare at.

ama bazen de bakmak zorundasınız.

Certain parts of its body for the whole meal.

Yemeğin tamamı için vücudunun belirli kısımları.

And of course, sometimes the dog will bark like it did yesterday.

Ve tabii ki bazen köpek dün olduğu gibi havlayabilir.

It did start barking

Her zaman havlamaya başlamıyordu

not all the time, but it did disturb the meal and the beautiful, peaceful surroundings.

ama yemeği ve güzel, huzurlu çevreyi rahatsız ediyordu.

So I always wonder why do people bring their dog with them

Bu yüzden insanların neden köpeklerini yanlarında

to a restaurant

bir restorana

now? These days a lot of restaurants and cafes all accept or welcome people with dogs.

getirdiğini hep merak ediyorum . Günümüzde pek çok restoran ve kafe köpekli insanları kabul ediyor veya ağırlıyor.

Maybe I am old fashioned.

Belki ben eski kafalıyım.

Perhaps you aren't going to say to me, Mr. Duncan, you are old fashioned.

Belki bana şunu söylemeyeceksiniz Bay Duncan, siz eski kafalısınız.

You can have your dog anywhere nowadays,

Günümüzde köpeğinizi sakin bir restoran da dahil olmak üzere

including a quiet restaurant.

her yere götürebilirsiniz .

So? So is it me?

Bu yüzden? Peki bu ben miyim?

Am I being unreasonable?

Mantıksız mı davranıyorum?

Because I do worry sometimes. I worry a lot about things.

Çünkü bazen endişeleniyorum. Bazı şeyler hakkında çok endişeleniyorum.

You might not realise it by looking at my big smiling face, but I do, I do, and I worry maybe sometimes I am unreasonable.

Benim kocaman gülümseyen yüzüme baktığınızda bunu fark etmeyebilirsiniz ama ben anlıyorum, anlıyorum ve belki bazen mantıksız olduğumdan endişeleniyorum.

An unreasonable person is someone who cannot see the other side of the story or the situation.

Mantıksız kişi, hikayenin veya durumun diğer tarafını göremeyen kişidir.

So perhaps that person

Yani belki de bu kişi

loves their dog and they want them to go everywhere with them.

köpeğini seviyor ve onun her yere onunla gitmesini istiyor.

But I don't think it's a good idea if you are in a restaurant, if you are eating food and someone has their big,

Ancak bir restorandaysanız, yemek yiyorsanız ve birisinin

sometimes smelly dog with them, it makes a noise and sometimes

yanında büyük, bazen kötü kokulu bir köpeği varsa, ses çıkarması ve bazen de

sometimes it it will lie down and show all of its naughty parts.

yere uzanıp tüm yaramazlıklarını göstermesinin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum.

Do you really want to see that whilst you're eating your food?

Yemeğini yerken bunu gerçekten görmek istiyor musun?

I am thinking no,

hayır diye düşünüyorum

definitely not.

kesinlikle hayır.

So I don't hate dogs. Can I just say I don't hate them?

Bu yüzden köpeklerden nefret etmiyorum. Onlardan nefret etmediğimi söyleyebilir miyim?

I think dogs are lovely. We used to have one at home when I was a kid.

Bence köpekler çok hoş. Çocukluğumda evde bir tane vardı.

We had a dog.

Bir köpeğimiz vardı.

Her name was Tess.

Adı Tess'ti.

Lovely dog Labrador.

Sevimli köpek Labrador.

Can I just say if you are going to have a dog,

Eğer bir köpeğiniz olacaksa

the best breed of dog

en iyi köpek cinsinin

is a Labrador.

Labrador olduğunu söyleyebilir miyim?

They are calm.

Sakinler.

They tend to be rather, I want to say friendly and they are.

Daha çok arkadaş canlısı olduklarını söylemek istiyorum ve öyleler.

I think Labradors are beautiful, lovely dogs and they are quite easy to take care of.

Labradorların güzel, sevimli köpekler olduğunu ve onlara bakmanın oldukça kolay olduğunu düşünüyorum.

They are not too demanding.

Çok talepkar değiller.

They do like exercise and I do remember we used to take our dog for a walk a lot.

Egzersiz yapmayı seviyorlar ve köpeğimizi sık sık yürüyüşe çıkardığımızı hatırlıyorum.

She had a lot of energy,

Çok fazla enerjisi vardı

but I think maybe if you are in a restaurant, a place where you are eating food, perhaps it's not a good idea

ama bence belki de bir restorandaysanız, yemek yediğiniz bir yerdeyseniz,

to bring your dog with you for various reasons.

çeşitli nedenlerden dolayı köpeğinizi yanınızda getirmeniz iyi bir fikir olmayabilir.

But, maybe I'm just old fashioned, you see,

Ama belki de sadece eski kafalıyımdır,

because I remember the days when you could go to a restaurant and there would always be a sign on the window.

çünkü bir restorana gidebildiğiniz ve pencerede her zaman bir tabela olduğu günleri hatırlıyorum.

No dogs.

Köpek yok.

Is it me?

Ben mi?

Am I unreasonable? But.

Ben mantıksız mıyım? Ancak.

Maybe I'm just a little bit sensitive to those things.

Belki bu konularda biraz hassasımdır.

Perhaps I don't know. Or maybe it's because my neighbours all have dogs

Belki de bilmiyorum. Ya da belki de komşularımın hepsinin köpekleri olduğu

and they don't look after them properly, and they do tend to bark a lot.

ve onlara gerektiği gibi bakmadıkları ve çok havlama eğiliminde oldukları içindir .

Again, if you've been watching me for many years, you will know that I do.

Tekrar ediyorum, eğer beni uzun yıllardır izliyorsanız, izlediğimi bileceksiniz.

I do have a problem with people who do not take care of their dogs.

Köpeğine bakmayan insanlarla sorunum var.

By that I mean they leave them outside and they leave them to bark again and again.

Yani onları dışarıda bırakıyorlar ve tekrar tekrar havlamaya bırakıyorlar.

And it is rather annoying.

Ve bu oldukça sinir bozucu.

My root causes for me.

Kök nedenlerim benim için.

Dogs are welcome everywhere.

Köpekler her yerde kabul edilir.

You see, I think it is me.

Görüyorsun ya, sanırım o benim.

I think maybe I have the problem.

Belki de sorun bendedir diye düşünüyorum.

Maybe I am a little bit unreasonable.

Belki biraz mantıksızım.

But I think there are times and there are places for everything.

Ama bence her şeyin zamanı ve yeri var.

And of course now before anyone complains because I know someone is going to complain, I know there are such things as guide dogs.

Ve tabi ki artık kimse şikayet etmeden önce çünkü birinin şikayet edeceğini biliyorum, rehber köpek diye bir şeyin de olduğunu biliyorum.

Before anyone says anything.

Kimse bir şey söylemeden önce.

I know there are guide dogs

Rehber köpeklerin olduğunu biliyorum

and yes, they are more than welcome to sit next to me because they do tend to be well behaved.

ve evet, iyi huylu olma eğiliminde oldukları için yanıma oturmaktan memnuniyet duyarlar.

I've always noticed that with guide dogs

Rehber köpeklerle kör bir arkadaşımın olduğunu

I have a friend blind.

her zaman fark etmişimdir .

He had a guide dog.

Bir rehber köpeği vardı.

Lovely guide dog.

Sevimli rehber köpek.

They are lovely.

Çok hoşlar.

I don't know why guide dogs are lovely.

Rehber köpeklerin neden sevimli olduğunu bilmiyorum.

They are always friendly and helpful.

Her zaman dost canlısı ve yardımseverdirler.

Hello guide.

Merhaba rehber.

Hello to Jade who says I share the same opinion.

Aynı görüşü paylaştığımı söyleyen Jade'e merhaba.

The Labrador is one of the best dogs.

Labrador en iyi köpeklerden biridir.

However, I think we care about them and maybe teach them good behaviour.

Ancak onları önemsediğimizi ve belki onlara iyi davranışları öğrettiğimizi düşünüyorum.

Every kind of dog will be the best.

Her tür köpek en iyisi olacaktır.

Jade, I agree entirely with you.

Jade, sana tamamen katılıyorum.

I think that is it.

Bence bu kadar.

There are no bad dogs.

Kötü köpek yoktur.

There are bad dog owners

Kötü köpek sahipleri var

and I could talk about this for a whole hour.

ve bunun hakkında bir saat boyunca konuşabilirim.

I could because there are many, many things that.

Yapabilirdim çünkü bunu yapan pek çok şey var.

Can be annoying about dogs, but most of the problems come from not the dog, but the dog owner.

Köpekler konusunda can sıkıcı olabilir ancak sorunların çoğu köpekten değil, köpeğin sahibinden kaynaklanmaktadır.

And you are right. Yes, I think sometimes

Ve haklısın. Evet, bazen

the dog owners maybe they need some training on how to take care of their dog.

köpek sahiplerinin köpeklerine nasıl bakacakları konusunda eğitime ihtiyaçları olabileceğini

Perhaps.

düşünüyorum . Belki.

Kristina, I like dogs and animals, but I also think it is a good idea or not a good idea to take them into restaurants.

Kristina, köpekleri ve hayvanları severim ama aynı zamanda onları restoranlara götürmenin iyi bir fikir olup olmadığını da düşünüyorum.

Yes, I think so. Sad. I just think sometimes.

Evet, öyle düşünüyorum. Üzgün. Bazen düşünüyorum.

Sometimes you want a break.

Bazen biraz ara vermek istersin.

You want a break from everything.

Her şeye biraz ara vermek istiyorsun.

Sometimes I want a break from other people.

Bazen diğer insanlardan biraz uzaklaşmak istiyorum.

I do.

Evet.

I would love to go to a place where there are no people anywhere, and just sit and contemplate.

Hiç kimsenin olmadığı bir yere gitmeyi, oturup düşünmeyi çok isterim.

That's what I feel like today.

Bugün böyle hissediyorum.

I really do feel like going somewhere and sitting maybe on a hill

Gerçekten bir yere gidip,

overlooking the beautiful countryside where I live and just

yaşadığım güzel kırsal bölgeye bakan bir tepede oturup sadece

contemplate, just think,

düşünmek istiyorum, bir düşünün,

am I being unreasonable?

mantıksız mı davranıyorum?

What do you think?

Ne düşünüyorsun?

Am I being unreasonable?

Mantıksız mı davranıyorum?

Dogs do have a lot of energy. My mother had a dog.

Köpeklerin çok fazla enerjisi var. Annemin bir köpeği vardı.

The dog had a lot of energy.

Köpeğin çok fazla enerjisi vardı.

It would jump and run and it would get on my nerves.

Zıplıyor, koşuyor ve sinirlerimi bozuyordu.

So I decided to send it to another family.

Bu yüzden onu başka bir aileye göndermeye karar verdim.

And I cried a lot.

Ve çok ağladım.

If you have difficulty taking care of anything,

Herhangi bir şeyin bakımını yapmakta zorluk çekiyorsanız,

sometimes maybe you have to pass that thing on to someone else, including an animal.

bazen o şeyi bir başkasına, hatta bir hayvana devretmeniz gerekebilir.

And that is the thing you have to remember about taking care of an animal.

Bir hayvana bakarken hatırlamanız gereken şey de budur.

You have to give it lots of attention.

Buna çok dikkat etmeniz gerekiyor.

Feeding.

Besleme.

You have to take care of its health.

Sağlığına dikkat etmelisiniz.

You have to make sure you feed it.

Onu beslediğinizden emin olmalısınız.

You have to take it for a walk maybe 2 or 3 times a day.

Günde 2 veya 3 kez yürüyüşe çıkmanız gerekir.

So it is a huge responsibility.

Dolayısıyla bu büyük bir sorumluluktur.

And we do have a thing that happens in this country where people buy a dog normally during the run up to Christmas.

Ve insanların normalde Noel yaklaşırken köpek satın aldığı bu ülkede olan bir şey var.

So as Christmas arrives,

Noel yaklaşırken

a lot of people decide to get a dog.

birçok insan köpek almaya karar veriyor.

But of course,

Ama elbette

after Christmas they suddenly realise that they have to take care of it.

Noel'den sonra birdenbire bununla ilgilenmeleri gerektiğini fark ederler.

So a dog is a responsibility rather like having a child.

Yani köpek, çocuk sahibi olmak gibi bir sorumluluktur.

When you think about it, it's a little bit like having a child, so you don't normally

Düşündüğünüzde bu biraz çocuk sahibi olmaya benziyor, yani normalde

have a child without thinking of all the responsibilities.

tüm sorumlulukları düşünmeden çocuk sahibi olmuyorsunuz.

And I suppose it's the same thing if you are thinking of having a dog that will rely on you

Hayatta kalması için size güvenecek bir köpeğe sahip olmayı düşünüyorsanız, sanırım aynı şey geçerli

for its survival.

.

Another thing to remember is certain types of dog take more care.

Unutulmaması gereken bir diğer şey, bazı köpek türlerinin daha fazla bakıma ihtiyaç duymasıdır.

They need more attention than others.

Diğerlerine göre daha fazla ilgiye ihtiyaçları var.

So I did mention the Labrador Labradors are nice dogs.

Labrador Labradorlarının iyi köpekler olduğundan bahsetmiştim.

They are gentle.

Naziktirler.

They they don't normally bite.

Normalde ısırmazlar.

They don't often bark either unless they are very angry about something.

Bir şeye çok kızmadıkları sürece de sıklıkla havlamazlar.

So some dogs are very highly strung.

Yani bazı köpekler çok gergindir.

They need a lot of attention.

Çok fazla ilgiye ihtiyaçları var.

They need to go for a walk all the time.

Sürekli yürüyüşe çıkmaları gerekiyor.

They need lots of exercise and other dogs don't.

Çok fazla egzersize ihtiyaçları var ve diğer köpeklerin buna ihtiyacı yok.

They are quite happy to lie down in front of the fire

Ateşin önünde uzanıp

and do very little else.

başka pek az şey yapmaktan oldukça mutlular.

They might go for a walk twice a day, but normally

Günde iki kez yürüyüşe çıkabilirler, ancak normalde

a Labrador is a nice dog to have and take care of.

Labrador sahip olunması ve bakılması gereken güzel bir köpektir.

They are normally quite nice.

Normalde oldukça hoşturlar.

Maurizio says I don't have a dog, but my daughter in law has three little dogs and I often go out with them.

Maurizio benim köpeğim olmadığını söylüyor ama gelinimin üç küçük köpeği var ve ben sık sık onlarla dışarı çıkıyorum.

That's lovely.

Bu çok hoş.

That is lovely. Yes, yes.

Bu çok hoş. Evet, evet.

There's nothing I love seeing more

Etrafta koşan köpeklerden, eğlenmekten, sağlıklı yaşamlarını sürdüren hayvanlardan

than dogs running around, having fun, animals living their healthy lives.

daha çok sevdiğim hiçbir şey yok .

Absolutely nothing wrong with that.

Bunda kesinlikle yanlış bir şey yok.

I just

Belki de

perhaps not in the middle of a restaurant. That's all.

bir restoranın ortasında değilim . Hepsi bu.

I think it's a very small complaint.

Çok küçük bir şikayet olduğunu düşünüyorum.

I don't think it's a big complaint.

Bunun büyük bir şikayet olduğunu düşünmüyorum.

I think it's a very reasonable.

Bence çok mantıklı.

If you think I'm being unreasonable, just let me know.

Eğer mantıksız davrandığımı düşünüyorsanız bana bildirin.

Just say, Mr. Duncan, you are being unreasonable. You should live all animals.

Sadece şunu söyleyin Bay Duncan, mantıksız davranıyorsunuz. Bütün hayvanları yaşamalısın.

And yes, it is true, I love animals.

Ve evet bu doğru, hayvanları seviyorum.

I love the birds. I love birds so much.

Kuşları seviyorum. Kuşları çok seviyorum.

I think birds are fascinating creatures for many reasons.

Kuşların birçok nedenden dolayı büyüleyici yaratıklar olduğunu düşünüyorum.

I mean, one is that they can fly.

Demek istediğim, uçabilmeleri bunlardan biri.

Isn't that amazing?

Bu harika değil mi?

Imagine you can just flap your wings and fly away.

Sadece kanatlarınızı çırpıp uçup gidebileceğinizi hayal edin.

Incredible.

İnanılmaz.

So yes, I do love birds, but I wouldn't want I wouldn't want to keep my birds that live in the garden.

Yani evet kuşları seviyorum ama bahçede yaşayan kuşlarımı beslemek istemem.

I wouldn't like them to come into the house

Çeşitli sebeplerden dolayı

for various reasons.

eve gelmelerini istemem .

I'm sure you can guess the reasons.

Nedenlerini tahmin edebileceğinize eminim.

So even though I love birds, I would not have them in the house flying around

Yani kuşları sevmeme rağmen, onların evde uçuşmasını ve mobilyalarımın üzerine kaka yapmasını istemezdim

and pooping all over my furniture, and I certainly wouldn't have them in a restaurant

ve tabii ki tabağımda olmadıkları sürece bir restoranda da kesinlikle bulundurmazdım

unless of course, they were on the plate.

.

As the main course.

Ana yemek olarak.

Celia says, I don't have a dog.

Celia, köpeğim olmadığını söylüyor.

They are too much responsibility.

Çok fazla sorumluluk taşıyorlar.

I think so I think one of the big problems that many people make is they allow their heart to rule their mind.

Sanırım pek çok insanın yaşadığı en büyük sorunlardan biri, kalplerinin zihinlerine hükmetmesine izin vermeleridir.

So they want to have a dog so much the emotion,

Yani bir köpeğe sahip olmayı o kadar çok istiyorlar ki,

the desire to have a dog is very strong so they can't stop themselves.

bir köpeğe sahip olma arzusu o kadar güçlü ki, kendilerine engel olamıyorlar.

I must have a dog. I'm going to have a dog.

Bir köpeğim olmalı. Bir köpeğim olacak.

I have a dog.

Bir köpeğim var.

Oh my goodness.

Aman tanrım.

I didn't realise having a dog was so much work.

Bir köpeğe sahip olmanın bu kadar zahmetli bir iş olduğunu bilmiyordum.

Now I'm going to take this dog somewhere else and let someone else take care of it.

Şimdi bu köpeği başka bir yere götürüp başkasının bakmasına izin vereceğim.

Another person will take care of that dog.

O köpeğe başka biri bakacak.

And of course this happened during the pandemic as well.

Tabi bu pandemi döneminde de oldu.

A lot of people did buy a dog

Pandemi sırasında

to keep them company during the pandemic.

pek çok insan kendilerine arkadaşlık etmesi için köpek satın aldı .

And then afterwards, of course, when they had to go back to work,

Ve sonrasında tabii ki işe geri dönmek zorunda kaldıklarında

they didn't know what to do with the dog.

köpekle ne yapacaklarını bilmiyorlardı.

They had a dog that they no longer wanted.

Artık istemedikleri bir köpekleri vardı.

So maybe, maybe there is a little bit of selfishness

Yani belki, belki bu eylemde

in that action.

biraz bencillik var .

But of course they do often say that a man's best friend is his dog.

Ama elbette çoğu zaman bir adamın en iyi arkadaşının köpeği olduğunu söylerler.

And I think, yes, I think it's true.

Ve sanırım evet, bunun doğru olduğunu düşünüyorum.

I think it's a great phrase.

Bence harika bir cümle.

I think dogs are wonderful things to have. They are loyal.

Köpeklerin sahip olunması gereken harika şeyler olduğunu düşünüyorum. Sadıktırlar.

And if you teach them well they are obedient.

Ve eğer onlara iyi öğretirseniz itaatkar olurlar.

I think you do have to train your animal to be good

Bence hayvanınızı iyi olması için eğitmeniz gerekiyor

so it doesn't annoy everyone around them.

ki etrafındaki herkesi rahatsız etmesin.

Talking of animals, we have the lovely cows coming in a moment.

Hayvanlardan bahsetmişken, birazdan sevimli ineklerimiz gelecek.

Not only that, but he will be with us in a few moments as the clock ticks.

Sadece bu da değil, saatler ilerledikçe birkaç dakika içinde bizimle birlikte olacak.

We have Mr. Steve on his way.

Bay Steve yolda.

He will be with us in a few moments from now.

Kendisi birkaç dakika sonra aramızda olacak.

Keep it right here, please. This is English addict.

Burada kalsın lütfen. Bu İngiliz bağımlısı.

We have a lot to talk about today.

Bugün konuşacak çok şeyimiz var.

Don't go away.

Sakın gitme.

I'm a big boy now.

Artık büyük bir çocuğum.

Oh, it does help if your microphone is turned up.

Ah, mikrofonun açık olmasının faydası olur.

Sorry about that.

Bunun için üzgünüm.

I'm not having the greatest of days today.

Bugün en güzel günleri geçirmiyorum.

I will be honest with you. Here he is, then.

Sana karşı dürüst olacağım. İşte burada o zaman.

Whatever I just said,

Az önce ne söylediysem,

trust me. It was entertaining. What I just said.

bana güven. Çok eğlenceliydi. Az önce söylediğim şey.

Even though you couldn't hear me.

Her ne kadar beni duyamıyor olsan da.

Today's live stream will continue with sign language, I think.

Bugünkü canlı yayın işaret diliyle devam edecek sanırım.

Here he comes saying it is the one. The only.

İşte o olduğunu söyleyerek geliyor. Tek.

Hopefully, hopefully his microphone will be working.

Umarım, umarım mikrofonu çalışır.

It is Mr. Steve.

Bay Steve.

Hello? Hello.

Merhaba? Merhaba.

Can you hear me?

Beni duyabiliyor musun?

Hello. Lovely, beautiful viewers from across the globe.

Merhaba. Dünyanın her yerinden sevimli, güzel izleyiciler.

Here I am again with you, with Mr. Duncan at 230.

İşte yine sizinle birlikteyim, saat 230'da Bay Duncan'la.

On what is quite a nice, lovely Sunday, day weather wise here.

Hava açısından oldukça güzel, güzel bir Pazar gününde.

It's cold, but it's sunny and we haven't had any rain for about a week, so I'm very pleased, Mr.

Hava soğuk ama güneşli ve yaklaşık bir haftadır hiç yağmur yağmadı, bu yüzden çok memnunum Bay

Duncan.

And later I'm going out to give the grass its first cut of the season.

Duncan.

Daha sonra sezonun ilk çimlerini biçmek için dışarı çıkacağım.

Oh, well, there you go.

İşte buyurun.

I'm going to be I'm going to be cleaning the spark plug. Okay.

Bujiyi temizleyeceğim. Tamam aşkım.

And the fill the air filter, I'm going to put some new oil in and then I'm going to fire it up and give the grass its first cut of the year.

Ve hava filtresini doldurun, içine biraz yeni yağ koyacağım ve sonra onu çalıştıracağım ve çimlere yılın ilk kesimini vereceğim.

So you might say today is, is rather auspicious because we have we have that moment.

Yani bugünün oldukça uğurlu olduğunu söyleyebilirsiniz çünkü o ana sahibiz.

We have the moment where Steve will be starting the lawn mower for the first time.

Steve'in çim biçme makinesini ilk kez çalıştıracağı anımız var.

It's always exciting.

Her zaman heyecan vericidir.

Once that lawn mower is started for the first time, we know that spring is really on the way because the grass has already started to grow.

Çim biçme makinesi ilk kez çalıştırıldığında, çimler çoktan büyümeye başladığından baharın gerçekten gelmek üzere olduğunu anlarız.

In fact, it's about that long in places.

Aslında bazı yerlerde bu kadar uzun.

Really? Yes, it's getting quite long, Mr. Duncan.

Gerçekten mi? Evet, oldukça uzun sürüyor Bay Duncan.

If I leave it any longer, it's going to damage it.

Eğer onu daha fazla bırakırsam, ona zarar verecek.

So I will not damage it, but it's going to make it more difficult to cut.

Yani ona zarar vermeyeceğim ama kesmeyi daha da zorlaştıracak.

So I might I might have a go if we've got time already.

Zaten vaktimiz varsa deneyebilirim.

We have a lot of people fascinated.

Hayranlık duyduğumuz birçok insan var.

I know I talk about the minutia of life. Yes.

Hayatın inceliklerinden bahsettiğimi biliyorum. Evet.

Which is mowing the lawn, but it is, I'll only mention it this one time, but it does mean that spring is on the way.

Bu da çimleri biçmek, ama öyle, bundan sadece bir kez bahsedeceğim, ama bu baharın yolda olduğu anlamına geliyor.

You'll mention it one time, but you will talk about it for ten minutes.

Bir kez bahsedeceksin ama on dakika boyunca bunun hakkında konuşacaksın.

Exactly.

Kesinlikle.

Here we go then. Yes, we are together today. And I suppose.

İşte başlıyoruz o zaman. Evet bugün birlikteyiz. Ve sanırım.

It is a weird day for me.

Benim için tuhaf bir gün.

I'm not going to lie to you.

Sana yalan söylemeyeceğim.

It is a very strange day.

Bu çok tuhaf bir gün.

I won't dwell on the reason, but it is just a very strange day.

Sebebi üzerinde durmayacağım ama bu çok tuhaf bir gün.

I did not sleep very well last night.

Dün gece pek iyi uyuyamadım.

That is all I'm saying. Are you okay there, Steve?

Bütün söylediğim bu. Orada iyi misin Steve?

I am though a few people have been commenting because I'm wearing something different.

Farklı bir şey giydiğim için birkaç kişinin yorum yaptığını düşünüyorum.

Yes. Today.

Evet. Bugün.

Mr. Duncan suggested it because I'm all.

Bay Duncan bunu önerdi çünkü ben varım.

I think what it was, is I was beginning to smell. What?

Sanırım sorun şu ki, kokmaya başlıyordum. Ne?

Because I've been wearing the same shirt for weeks, week in, week out.

Çünkü haftalardır aynı gömleği giyiyorum, her hafta.

As we say, if you wear some, if you do something a lot, we say you do it week in, week out.

Söylediğimiz gibi, eğer biraz giyiyorsanız, bir şeyi çok yapıyorsanız, bunu her hafta yapın diyoruz.

And so there we go. I've already gotten some teaching, Mr. Duncan.

Ve işte başlıyoruz. Zaten biraz eğitim aldım Bay Duncan.

So Mr.

Bay

Duncan suggested that I wear something different, and, so I'm wearing this this relatively old summer top.

Duncan farklı bir şeyler giymemi önerdi ve ben de bu nispeten eski yazlık üstümü giydim.

No, it's not Fred Perry.

Hayır, Fred Perry değil.

I don't know what it is. Actually, I don't know what it is. I got it from. I got it from,

Ne olduğunu bilmiyorum. Aslında ne olduğunu bilmiyorum. Ondan aldım. Bunu nereden aldım,

I don't know what make it is.

ne olduğunu bilmiyorum.

I don't think it's anything special. I got it from,

Özel bir şey olduğunu düşünmüyorum.

a department store many years ago.

Yıllar önce bir mağazadan almıştım

But it's not Fred Perry. Okay.

. Ama bu Fred Perry değil. Tamam aşkım.

But there you go. Just thought I'd, So we're we're definitely clear on that.

Ama işte gidiyorsun. Ben de öyle düşünmüştüm, yani bu konuda kesinlikle netiz.

Everyone. So. So this. Forget about all of the news from around the world.

Herkes. Bu yüzden. Yani bu. Dünyanın dört bir yanından gelen tüm haberleri unutun.

Mr.. Steve is not wearing a Fred Perry t shirt today. Definitely.

Bay. Steve bugün Fred Perry tişörtü giymiyor. Kesinlikle.

That's definitely not.

Bu kesinlikle değil.

I don't know what it is.

Ne olduğunu bilmiyorum.

There's no brand on it.

Üzerinde marka yok.

It isn't polo either.

Polo da değil.

No, it's too expensive to to Posy.

Hayır, Posy için çok pahalı.

I might have got it from a t k max. Okay, Steve.

Atk max'tan almış olabilirim. Tamam Steve.

Steve, I'm trying my best to keep our viewers today.

Steve, bugün izleyicilerimizi elimizde tutmak için elimden geleni yapıyorum.

I just I don't know why it's gone down since I came on, so that's not a good sign.

Geldiğimden beri neden düştüğünü bilmiyorum, yani bu iyiye işaret değil.

I think a lot of people know you might.

Sanırım pek çok insan senin olabileceğini biliyor.

It's funny you should mention that, Steve, because a lot of people this week have been doing other things

Bundan bahsetmen çok komik Steve, çünkü bu hafta birçok insan başka şeyler yapıyor

because we have two big festivals going on at the moment.

çünkü şu anda iki büyük festivalimiz var.

We have we have lent

Borç verdik

and we have Ramadan as well.

, Ramazanımız da var.

So both of those things are taking place at the same time.

Yani bu iki olay aynı anda gerçekleşiyor.

And I think maybe I think they have both affected the viewership this week.

Ve belki de ikisinin de bu hafta izleyiciyi etkilediğini düşünüyorum.

So a lot of people have been doing other things instead of watching my, my videos and my live lesson.

Yani pek çok insan benim videolarımı ve canlı dersimi izlemek yerine başka şeyler yapıyor.

So I hope a lot of people will have a chance to join me today.

Bu yüzden birçok insanın bugün bana katılma şansına sahip olacağını umuyorum.

And I think sometimes, Steve, it is easy to forget that you can watch the live stream again.

Ve bazen Steve, canlı yayını tekrar izleyebileceğini unutmanın kolay olduğunu düşünüyorum.

You can always watch this as many times as you want, and there are always lovely captions later on as well.

Bunu istediğiniz kadar izleyebilirsiniz ve sonrasında da her zaman güzel altyazılar bulunur.

Now, Steve, you know I love technology.

Steve, teknolojiyi sevdiğimi biliyorsun.

You.

Sen.

This week I've been playing around in the studio because, I've been trying something new with my lights.

Bu hafta stüdyoda oynuyorum çünkü ışıklarımla yeni bir şeyler deniyorum.

So a lot of people last week were interested in Steve's light at the back.

Geçen hafta pek çok insan Steve'in arkadaki ışığıyla ilgilendi.

So watch very carefully.

Bu yüzden çok dikkatli izleyin.

You might see something very strange happen.

Çok tuhaf bir şeyin olduğunu görebilirsiniz.

Oh, Mr. Steve is now going green at the back.

Bay Steve artık arka tarafta yeşile dönüyor.

And now he's gone bright red at the back,

Ve şimdi arkası parlak kırmızıya döndü

and now he's gone a beautiful shade of.

ve şimdi onun güzel bir tonu gitti.

I think that might be yellow. Yes, that's yellow.

Bence bu sarı olabilir. Evet, bu sarı.

Or maybe we'll go back to blue

Ya da belki maviye , hatta yeşile geri döneriz

or even green. Isn't that nice?

. Çok hoş değil mi?

What's going on, Mr. Duncan? Yes, it's. I can see different colours. It's. It's quite interesting.

Neler oluyor Bay Duncan? Evet öyle. Farklı renkler görebiliyorum. Onun. Oldukça ilginç.

I have to say, I, I, I do like this new this new.

Şunu söylemeliyim ki, ben, ben, bu yeniyi ve yeniyi seviyorum.

Oh, that's a nice colour. I like that one

Ah, bu çok güzel bir renk. Bunu beğendim

because it matches my blue top.

çünkü mavi bluzumla eşleşiyor.

Yeah, it's, Mr.

Evet, Bay

Duncan, have you by any chance been, spending any money on some new states?

Duncan, hiç yeni eyaletlere para harcadınız mı?

No, I haven't, oh, but thanks for mentioning it.

Hayır, söylemedim ama bahsettiğin için teşekkürler.

So. And I can even adjust the front lights as well, Mr..

Bu yüzden. Ön ışıkları bile ayarlayabilirim Bay

Steve.

So if Mr. Steve is a bit dark, I can I can actually just the lighting on Mr.

Steve.

Yani eğer Bay Steve biraz esmerse, Bay Steve'in güzel görünmesi için

Steve to make him look lovely.

ışıklandırmayı yapabilirim

So let's just see if I can brighten that side a bit.

. Bakalım o tarafı biraz aydınlatabilecek miyim?

This interesting is yes, I feel like I'm on stage.

İlginç olan şu ki, kendimi sahnedeymiş gibi hissediyorum.

It's interesting.

İlginç.

Oh that's all. Yes.

Ah, hepsi bu. Evet.

The brighter the better because it'll it'll smooth out the wrinkles, Mr.

Ne kadar parlak olursa o kadar iyi çünkü kırışıklıkları giderir Bay

Duncan. Yes, it'll smooth out the wrinkles.

Duncan. Evet kırışıklıkları giderir.

Okay. That quite fascinating actually.

Tamam aşkım. Bu oldukça etkileyici aslında.

Do I look better viewers. Do I look better or worse? Yeah. I think you look good with the purple behind you.

İzleyicilere daha iyi mi görünüyorum? Daha iyi mi yoksa daha kötü mü görünüyorum? Evet. Bence arkandaki morla iyi görünüyorsun.

To be honest.

The purple.

Dürüst olmak gerekirse.

Mor.

Yes, I do like the perfect Christine. Is it the blue? Looks nice.

Evet, mükemmel Christine'i seviyorum. Mavi mi? Güzel görünüyor.

Oh, I see, yes.

Ah, anlıyorum, evet.

Sika, Mr.

Sika, Bay

Duncan is adjusting the lights, so that's why I'm changing colour.

Duncan ışıkları ayarlıyor, ben de bu yüzden renk değiştiriyorum.

So it's great.

Bu harika.

It's great that I can do that now, because one of the hardest parts of doing this is adjusting everything.

Bunu şimdi yapabilmem harika çünkü bunu yapmanın en zor kısımlarından biri her şeyi ayarlamak.

Especially when Steve is not around.

Özellikle Steve ortalıkta olmadığında.

So it's good that I now have the chance to do it whilst Steve is actually sitting in front of the camera and whilst I'm over here.

Bu yüzden artık bunu Steve kameranın önünde otururken ve ben buradayken yapma şansına sahip olmam iyi bir şey.

So I have to say I'm I'm rather impressed by that.

Bu yüzden bundan oldukça etkilendiğimi söylemeliyim.

And it is a rather wonderful app that I've found on my phone that I've, I've installed on clever Mr.

Ve telefonumda bulduğum oldukça harika bir uygulama, akıllı Bay

Duncan.

Duncan'a yükledim.

Well, I'm not clever, I can tell you. Now, there is one thing. Please don't misunderstand me.

Ben zeki değilim, bunu söyleyebilirim. Şimdi bir şey var. Lütfen beni yanlış anlamayın.

I am not clever.

Ben zeki değilim.

The application on my phone is clever.

Telefonumdaki uygulama akıllıdır.

All I'm doing is pressing it with my finger.

Tek yaptığım parmağımla bastırmak.

Very little. It's still impressive, Mr. Duncan.

Çok az. Hala etkileyici Bay Duncan.

Good. Anyway,

İyi. Neyse,

I just I'm going to be honest with you, I, I want to go outside afterwards.

sana karşı dürüst olacağım, sonrasında dışarı çıkmak istiyorum.

I'm going to find a nice secluded place, I'm going to sit and I'm going to stare at the sky and watch the clouds go by.

Güzel, tenha bir yer bulacağım, oturup gökyüzüne bakıp bulutların geçişini izleyeceğim.

I think that's what I'm going to do today.

Sanırım bugün yapacağım şey bu.

So we have a lot to talk about today.

O yüzden bugün konuşacak çok şeyimiz var.

Guess what we were talking about a few moments ago? We were actually talking about golf.

Bil bakalım birkaç dakika önce ne hakkında konuşuyorduk? Aslında golften bahsediyorduk.

I saw that on the live chat, and I was mentioning yesterday that someone had a dog in the restaurant we were at yesterday. Yes.

Bunu canlı sohbette gördüm ve dün gittiğimiz restoranda birisinin köpeği olduğundan bahsetmiştim. Evet.

And it kept barking. Yes. And I think it is a little bit

Ve havlamaya devam etti. Evet. Ve bence bu biraz

selfish maybe, but but 1 or 2 people on here have disagreed with me and they say, no, it's okay.

bencilce olabilir ama buradaki 1 veya 2 kişi benimle aynı fikirde değil ve hayır, sorun değil diyorlar.

It's fine.

Sorun değil.

If someone wants to bring their dog into the restaurant.

Birisi köpeğini restorana getirmek isterse.

So I suppose it's, as we often say in English, Steve, each to his own.

Sanırım, İngilizce'de sık sık söylediğimiz gibi, Steve, her biri kendine ait.

Everyone has their own way or their own method of doing things, or their own way of thinking about things around them.

Herkesin kendi yolu veya kendi iş yapma yöntemi veya etrafındaki şeyler hakkında kendi düşünme tarzı vardır.

So I suppose maybe, perhaps I am being unreasonable, but we will have to wait and see when all of the comments appear later on.

Yani belki mantıksız davranıyorumdur ama daha sonra tüm yorumların ne zaman görüneceğini bekleyip görmemiz gerekecek.

So Steve is going into the garden and I will be going for a walk, and I'm going to sit on a hill.

Steve bahçeye gidiyor, ben de yürüyüşe çıkacağım ve bir tepede oturacağım.

Oh, come with you, Mr.

Yürüyüşe çıkın Bay

Duncan, for a walk.

Duncan.

Or you can come with me and follow me while I'm, mowing the grass.

Ya da ben çimleri biçerken benimle gelip beni takip edebilirsin.

No, no, I need I need somewhere peaceful, somewhere quiet where I can reflect and think about my mummy.

Hayır, hayır, huzurlu bir yere ihtiyacım var, annemi düşünebileceğim ve düşünebileceğim sessiz bir yere.

That's what I want to do today.

Bugün yapmak istediğim şey bu.

So here we go, then.

İşte başlıyoruz o zaman.

We got a lot of people on the live chat, by the way, is it.

Bu arada canlı sohbette bir sürü insan var, değil mi?

Is it Saint Patrick's Day today or did I, did I imagine that I think it is, isn't it.

Bugün Aziz Patrick Günü müydü, yoksa ben öyle olduğunu mu sanıyordum, değil mi?

Is it some Patrick's day? Let's look it up.

Patrick'in günü mü? Hadi bakalım.

Oh, I have a device here.

Ah, burada bir cihazım var.

Okay. I can use good.

Tamam aşkım. İyi kullanabilirim.

Saint Patrick's Day. I think it is today.

Aziz Patrick Günü. Sanırım bugün.

Feels 25.

25 gibi geliyor.

Is it the 17th of March? Today it's the 16th.

17 Mart mı? Bugün ayın 16'sı.

Oh, it's tomorrow then it's Patrick's day. Oh, okay.

Ah, bugün yarın ve Patrick'in günü. Tamam.

So it is Saint Patrick's Day tomorrow because it did seem normally halfway through March normally.

Yani yarın Aziz Patrick Günü çünkü normalde mart ayının yarısına gelinmiş gibi görünüyordu.

So there we go.

İşte başlıyoruz.

So it's tomorrow if you are celebrating Saint Patrick's Day tomorrow, have a good one.

Yani yarın Aziz Patrick Günü'nü kutluyorsanız, iyi bir gün geçirin.

We is it worth is celebrating? Is it something worth celebrating? Do you have to be Irish for that?

Kutlamaya değer miyiz? Kutlamaya değer bir şey mi? Bunun için İrlandalı olman mı gerekiyor?

Well, a lot of you will be surprised how many people get into the festivities of these types of holidays and festivals.

Pek çoğunuz bu tür tatil ve festivallerin şenliklerine kaç kişinin katıldığına şaşıracaksınız.

To be honest with you, it is

Dürüst olmak gerekirse

what Alexander says.

Alexander'ın söylediği bu.

It will be another coexistence this year because the Catholic and Orthodox Easter will fall on the same day, the 20th of April.

Bu yıl yine bir arada yaşanacak çünkü Katolik ve Ortodoks Paskalyası aynı güne, yani 20 Nisan'a denk gelecek.

The next time it will happen is nine years from now.

Bir dahaki sefere bundan dokuz yıl sonra gerçekleşecek.

Of course, Easter.

Elbette Paskalya.

I'm not going to.

Yapmayacağım.

To lie, I've forgotten what Saint Patrick's Day is all about.

Yalan söylemek gerekirse Aziz Patrick Günü'nün neyle ilgili olduğunu unuttum.

It's the patron saint of Ireland.

İrlanda'nın koruyucu azizidir.

There you can set Patrick. Yes,

Orada Patrick'i ayarlayabilirsiniz. Evet

and no doubt a lot of alcohol will be consumed.

ve hiç şüphe yok ki çok fazla alkol tüketilecek.

If we know the Irish.

İrlandalıları tanıyorsak.

The Irish do like their alcohol.

İrlandalılar alkolü severler.

They're not the only people we all like a little drop.

Hepimizin küçük bir damladan hoşlandığı tek insanlar onlar değil.

But let's just.

Ama hadi yapalım.

Let's just say that, the stereotype type of the Irish person is somebody that likes their drink.

Sadece şunu söyleyelim, İrlandalı kişinin stereotip tipi içkisini seven biridir.

They like Guinness, don't they? Just like the Scots.

Guinness'i seviyorlar, değil mi? Tıpkı İskoçlar gibi.

We always think of Scottish people as as liking their drink, their whisky.

İskoçların her zaman içkilerini, viskilerini sevdiklerini düşünürüz.

Yeah.

Evet.

And we always think as the Irish people as liking their, well, whisky as well, but also their famous drink, their famous beer,

Ve biz her zaman İrlandalıların viskilerini de sevdiklerini düşünürüz, ama aynı zamanda ünlü içeceklerini, ünlü biralarını da

of course, which, which they like.

severler.

It's very dark beer, isn't it? Guinness.

Çok koyu bira, değil mi? Guinness.

I've been to the Guinness factory in Dublin. Oh, where they make Guinness.

Dublin'deki Guinness fabrikasına gittim. Ah, Guinness'i yaptıkları yer.

It's supposed to be very good for you.

Senin için çok iyi olmalı.

Supposed to be full of all sorts of vitamins and, minerals and nutrients.

Her türlü vitamin, mineral ve besinle dolu olduğu varsayılır.

But I'm sure that they're all outweighed by the, deleterious effects of the alcohol.

Ama eminim ki alkolün zararlı etkileri bunların hepsini gölgede bırakmıştır.

Okay, so serious as a word, I've no idea about today. It's just

Tamam, kelime o kadar ciddi ki bugün hakkında hiçbir fikrim yok. Bu sadece

about deleterious, I think more like delirious.

zararlı, bence daha çok çılgınca.

It tastes like mud, by the way.

Bu arada tadı çamur gibi.

Guinness tastes like mud. It's an acquired taste. It's disgusting.

Guinness'in tadı çamur gibi. Bu kazanılmış bir tat. İğrenç.

It's a very strong beer.

Çok güçlü bir biradır.

Yeah, I don't like it.

Evet, bundan hoşlanmıyorum.

I would say that that's something that's not good for you, Steve.

Bunun senin için iyi olmayan bir şey olduğunu söyleyebilirim Steve.

We have some subscribers who want to say hello.

Merhaba demek isteyen abonelerimiz var.

Kiran.

Kiran.

Preet Singh, I am from India and my name is Karen.

Preet Singh, ben Hindistanlıyım ve adım Karen.

Preet, do you provide English speaking courses 1 to 1?

Preet, 1'den 1'e kadar İngilizce konuşma kursları veriyor musunuz?

No, I don't, I don't do that because I don't have enough time.

Hayır, bunu yapmıyorum çünkü yeterli zamanım yok.

You could for the right price maybe. Yeah. Yes. What do you prepared to pay, Mr. Duncan?

Belki doğru fiyata alabilirsin. Evet. Evet. Ne kadar ödemeye hazırsınız Bay Duncan?

That's the question.

Soru bu.

The only problem is I have so little time in my life because I spend most of my time doing this

Tek sorun şu ki hayatımda çok az zamanım var çünkü zamanımın çoğunu bunu yaparak geçiriyorum

and making my recorded lessons, that I don't really have much time to do anything else, and I do.

ve kayıtlı derslerimi yapıyorum, aslında başka hiçbir şey yapmak için fazla zamanım yok ve yapıyorum.

Sometimes I have to sleep as well.

Bazen benim de uyumam gerekiyor.

So. But no, I don't normally do one on one lessons, but maybe I should.

Bu yüzden. Ama hayır, normalde birebir ders yapmıyorum ama belki de yapmalıyım.

Maybe I should charge a fee,

Belki bir ücret talep etmeliyim

but it wouldn't be cheap

ama zamanımı ayırmak

to have my time.

ucuz olmaz .

I will be honest with you because I give everything else away for free,

Size karşı dürüst olacağım çünkü geri kalan her şeyi bedavaya veriyorum

and I can't give free one on one lessons, so I would have to charge for that, unfortunately.

ve bire bir dersleri bedava veremem, bu yüzden ne yazık ki bunun için ücret almam gerekecek.

But of course there are only so many hours in the day.

Ama tabii ki gün içinde sadece belli sayıda saat var.

There are only 24 hours in the day.

Günde sadece 24 saat var.

So most of them, I unfortunately have to use for doing this.

Yani çoğunu maalesef bunu yapmak için kullanmak zorunda kalıyorum.

Hello to.

Merhaba.

So Sai Sika.

Yani Sai Sika.

Hello, Mr..

Merhaba Bay..

Mr. Duncan and Mr.

Bay Duncan ve Bay

Steve here in Kolkata, where I'm living and there is an environment

Steve burada, yaşadığım Kalküta'da ve

around me with the sound of dogs barking outside the house.

etrafımda evin dışında havlayan köpeklerin seslerinin duyulduğu bir ortam var.

Oh my God, we know that very well around here.

Aman Tanrım, bunu burada çok iyi biliyoruz.

We have been of our lives is if something is a bane, it means it is a terrible thing, an annoyance.

Hayatımızda öyle olmuştur ki, eğer bir şey belaysa, bu onun korkunç bir şey olduğu, can sıkıcı bir şey olduğu anlamına gelir.

Something that is very

Bu senin için çok

annoying to you because somebody, what made me laugh earlier because people were talking about dogs.

sinir bozucu bir şey çünkü birisi beni daha önce güldürmüştü çünkü insanlar köpeklerden bahsediyordu.

And a lot of people were saying, of course, if you have a dog.

Ve pek çok insan tabii ki köpeğiniz varsa diyordu.

I noticed from the comments earlier it's quite a commitment. Yeah.

Daha önceki yorumlardan bunun oldukça büyük bir bağlılık olduğunu fark ettim. Evet.

And it does restrict what you can, where you can go because you've always got to think about can you take your dog if you don't.

Ve yapabileceklerinizi, nereye gidebileceğinizi kısıtlıyor çünkü her zaman şunu düşünmeniz gerekiyor: eğer yapmazsanız köpeğinizi alabilir misiniz?

Do you want to put it into kennels.

Onu kulübelere koymak ister misin?

I've got quite a few people that work have dogs, and when we have meetings where we've got to travel somewhere,

Köpekleri olan çok sayıda insan var ve bir yere seyahat etmemiz gereken toplantılarımız olduğunda,

they have to think about what they're going to do with their dog.

köpekleriyle ne yapacaklarını düşünmek zorundalar.

Yeah. Particularly they live on their own.

Evet. Özellikle kendi başlarına yaşıyorlar.

They've got a fine kennels that's going to be expensive.

Pahalı olacak güzel bir köpek kulübeleri var.

So you have to you have to put the dog somewhere else.

Yani köpeği başka bir yere koymalısın.

Because if you're flying abroad, that's one thing I've never seen by the way.

Çünkü yurtdışına uçuyorsan bu hiç görmediğim bir şey.

I've never been on a plane with a dog running around.

Etrafta bir köpeğin koşturduğu bir uçağa hiç binmedim.

I don't think it's allowed.

Buna izin verildiğini düşünmüyorum.

No, you never see that because of all of the laws.

Hayır, tüm kanunlar yüzünden bunu asla göremezsiniz.

The Pidgey, the same rule didn't apply to babies. Yes. You couldn't

Pidgey'de aynı kural bebekler için geçerli değildi. Evet.

say you can't fly with a dog.

Bir köpekle uçamayacağını söyleyemezsin .

You shouldn't be allowed to fly with a baby either. Or either they should.

Bebekle uçmanıza da izin verilmemeli. Ya da ya öyle olmalı.

They should. You should have a separate plane. With all baby. Just stay.

Yapmalılar. Ayrı bir uçağınız olmalı. Tüm bebeğimle. Sadece kal.

You should have a separate plane with the babies on board. Exactly.

Bebeklerin bulunduğu ayrı bir uçağınız olmalı. Kesinlikle.

So just one special plane and it's just screaming babies.

Yani sadece özel bir uçak ve sadece çığlık atan bebekler.

Yeah, on the plane, by the way, Javy said earlier, talking about pets that they'd rather have a fish

Evet, bu arada, Javy daha önce uçakta evcil hayvanlardan bahsederken balık yemeyi tercih ettiklerini

because they're obviously a lot easier to look after.

çünkü onlara bakmanın çok daha kolay olduğunu söylemişti.

You can probably go away for a week or two weeks, and they'd probably be all right.

Muhtemelen bir veya iki haftalığına gidebilirsiniz ve muhtemelen onlar da iyi olur.

I don't know how often you have to say it's simple fish like a goldfish.

Japon balığı gibi basit bir balık olduğunu ne kadar sıklıkla söylemek zorunda kaldığını bilmiyorum.

You have to feed them at least twice a day, do you? Yeah.

Onları günde en az iki kez beslemelisiniz, değil mi? Evet.

They will die. You can probably get automatic feeders

Ölecekler. Muhtemelen balıklar için otomatik yemlikler alabilirsiniz

for fish, can't you?

, değil mi?

I'd imagine you can get an automatic feeder.

Otomatik besleyici alabileceğinizi düşünüyorum.

It's not it.

Bu değil.

It is the basic requirement of all living creatures that they have to eat at least once a day, every a bit.

Günde en az bir kez yemek yemek tüm canlıların temel gereksinimidir.

Humans can go without food for a month.

İnsan bir ay boyunca yemek yemeden yaşayabilir.

I can't, I can't go ten minutes without eating.

Yapamam, on dakika yemek yemeden duramam.

Yeah, I'm sure that, I'm sure you can get automatic feeders if you have a fish.

Evet, eminim ki eğer balığınız varsa otomatik yemlikler alabilirsiniz.

Of course, if you've got tropical fish, they require the water to be heated.

Elbette tropik balıklarınız varsa suyun ısıtılması gerekir.

Then you would worry that there could be a power cut while you were away on holiday.

O zaman tatildeyken elektrik kesintisi olabileceğinden endişelenirsiniz.

So maybe just stick to the the simple freshwater fish that need

Belki de sadece standart oda sıcaklığına ihtiyaç duyan basit tatlı su balıklarına sadık kalabilirsiniz

just a standard room temperature, and then you've just got to get an automatic feed.

ve sonra otomatik yem almanız gerekir.

I don't I'm just I'm just I don't know much about keeping fish.

Bilmiyorum, sadece balık tutma konusunda pek bir şey bilmiyorum.

But I know when we used to have a goldfish. Yeah,

Ama eskiden Japon balığımız olduğunu biliyorum. Evet,

they were very easy to look after.

onlara bakmak çok kolaydı.

You just had to change the water every now and then.

Ara sıra suyunu değiştirmek zorunda kalıyordunuz.

But if you don't see that, they will die quite quickly.

Ama eğer bunu görmezseniz çok çabuk ölecekler.

Do they?

Öyle mi?

Yes. You might come back from your holiday and you might find the goldfish

Evet. Tatilinizden döndüğünüzde Japon balığının

lying on its side at the top of the water, so that that's not a special trick that it's doing.

suyun üstünde yan yattığını görebilirsiniz, yani bu onun yaptığı özel bir numara değildir.

It's not trying to impress you.

Seni etkilemeye çalışmıyor.

That means your goldfish is now dead.

Bu, Japon balığınızın artık öldüğü anlamına gelir.

Hello. Idris from Morocco.

Merhaba. Fas'tan İdris.

Yeah. Yes, please.

Evet. Evet lütfen.

I'm not sure if you new or not.

Yeni olup olmadığından emin değilim.

If anyone is new, we say this every week.

Yeni biri varsa bunu her hafta söylüyoruz.

Please make yourself known on the live chat. Don't be shy.

Lütfen canlı sohbette kendinizi tanıtın. Utanma.

There are lots of people on on the live chat who come very regularly.

Canlı sohbete düzenli olarak gelen birçok insan var.

Very loyal.

Çok sadık.

We love them all.

Hepsini seviyoruz.

And they will say hello to you.

Ve sana merhaba diyecekler.

They will make you feel welcome, as well. We.

Onlar da sizi hoş karşılayacaktır. Biz.

So don't be afraid to say something.

Bu yüzden bir şey söylemekten korkmayın.

On the live chat, and, it would be very nice to see you.

Canlı sohbette sizi görmek çok güzel olurdu.

And please give Mr. Duncan's video a like,

Ve lütfen Bay Duncan'ın videosunu da beğenin,

a, like, subscribe, as well, because then it helps Mr.

beğenin, abone olun, çünkü bu Bay

Duncan's channel to do well, and he needs that help.

Duncan'ın kanalının başarılı olmasına yardımcı olur ve onun bu yardıma ihtiyacı vardır.

I need I need help in every respect.

Her konuda yardıma ihtiyacım var.

Help from YouTube, help from my viewers, and maybe help from a psychiatrist now and again.

YouTube'dan yardım, izleyicilerimden yardım ve belki ara sıra bir psikiyatristten yardım.

The, Giovanni. Giovanni.

Giovanni. Giovanni.

Revathi, are you feeling better?

Revathi, kendini daha iyi hissediyor musun?

Me? No. Giovanni.

Ben? Hayır. Giovanni.

Oh, Giovanni wasn't very well. I didn't know that.

Ah, Giovanni pek iyi değildi. Bunu bilmiyordum.

All right. Well, yes. I hope you're feeling better.

Elbette. Evet, evet. Umarım daha iyi hissediyorsundur.

So Giovanni likes fish?

Yani Giovanni balığı seviyor mu?

They have. Yes.

Onlar sahip. Evet.

He used to keep fish. 31 degrees.

Balık tutardı. 31 derece.

Feed them twice a day. Yes. There are automatic systems.

Onları günde iki kez besleyin. Evet. Otomatik sistemler var.

Yeah.

Evet.

My, I've probably told this story before,

Tanrım, muhtemelen bu hikayeyi daha önce anlatmıştım

but I remember years ago, about 30 years ago, I had a my my manager at the time used to keep tropical fish.

ama yıllar önce hatırlıyorum, yaklaşık 30 yıl önce, o zamanlar tropikal balık besleyen bir menajerim vardı.

And they had to be kept at a temperature, certain temperature.

Ve belli bir sıcaklıkta tutulmaları gerekiyordu.

And he went on holiday for two weeks.

Ve iki haftalığına tatile gitti.

He came back and they were all dead because the like there'd been a power cut.

Geri geldiğinde elektrik kesintisi olduğu için hepsi ölmüştü.

And when the power came back on, they it hadn't reset the heating system.

Elektrik tekrar geldiğinde ısıtma sistemini sıfırlamamışlardı.

So he was very, very upset about it.

Bu yüzden bu duruma çok ama çok üzüldü.

I'm not surprised because I can't expensive to set up these big tanks. Yes. With all the different,

Şaşırmadım çünkü bu büyük tankları kurmak pahalı olamaz. Evet. Oraya koyabileceğiniz

fish and all the other crustaceans and other creatures that you might put in there.

tüm farklı balıklar ve diğer kabuklular ve diğer canlılarla birlikte

The crustacean.

. Kabuklu.

I don't know where that came from. Crustaceans?

Bunun nereden geldiğini bilmiyorum. Kabuklular mı?

You mean. You mean he's got a fish tank for the fish and crabs? Crabs? Yes.

Diyorsun ki. Yani balıklar ve yengeçler için bir akvaryumu mu var? Yengeçler mi? Evet.

And shell crustaceans that they're animals with, with shells, aren't they?

Ve kabuklu hayvanlar olan kabuklu kabuklular, kabuklular, değil mi?

Yes, they are.

Evet öyleler.

I've never seen anyone keep crabs in a fish tank.

Hiç kimsenin akvaryumda yengeç beslediğini görmedim.

I think he can.

Bence yapabilir.

I don't know, I've seen lots of them in restaurants.

Bilmiyorum, lokantalarda çok gördüm.

You know, you can choose which one you want to eat.

Biliyorsun, hangisini yemek istediğini seçebilirsin.

I've seen them in restaurants. I've never seen anyone keep crabs at home.

Bunları restoranlarda gördüm. Hiç kimsenin evinde yengeç beslediğini görmedim.

It does seem like a strange thing.

Garip bir şey gibi görünüyor.

Well, I've seen somebody that's kept spiders, stick insects.

Örümcek besleyen, böcek sokan birini gördüm.

Okay.

Tamam aşkım.

A friend of mine, as you well know, if anyone's watched this for a long time, we did have tarantulas in a tank.

Bir arkadaşım, eğer bunu uzun zamandır izleyen biri varsa, sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, tankımızda tarantulalarımız vardı.

We had to look after them. We had to look after them.

Onlara bakmak zorundaydık. Onlara bakmak zorundaydık.

My friend was moving house while your crazy friend was moving house, and we.

Senin çılgın arkadaşın ev taşırken benim arkadaşım ev taşıyordu ve biz.

I had to look after his stupid tarantulas, and they were huge.

Onun aptal tarantulalarına bakmak zorundaydım ve onlar çok büyüktü.

One of them died, but he also used to keep stick insects, locusts.

Biri öldü ama aynı zamanda sopa böcekleri, çekirgeleri de besliyordu.

Okay. Rabbits.

Tamam aşkım. Tavşanlar.

Oh, and these slow worms. These sort of giant worms, a slow worm. What is that?

Ah, bir de bu yavaş solucanlar. Bu tür dev solucanlar, yavaş solucanlardır. Bu nedir?

But they're not very clever.

Ama pek akıllı değiller.

I think it's slow, isn't it?

Sanırım yavaş, değil mi?

Slow worms? The.

Yavaş solucanlar mı? The.

Yeah.

You had, like, a dozens of tanks in his living room.

Evet. Oturma odasında neredeyse düzinelerce tank vardı.

Small tanks with all these tiny creatures in. This is.

İçinde tüm bu minik yaratıkların bulunduğu küçük tanklar. Bu.

This is highly, highly fast. Anyway, we don't release levers.

Bu çok çok hızlı. Neyse, kolları bırakmıyoruz.

I can see them going down.

Aşağı indiklerini görebiliyorum.

We need to keep the energy up. Mr. Duncan, talk about interesting subjects. Yeah.

Enerjiyi yüksek tutmamız lazım. Bay Duncan, ilginç konulardan bahsedin. Evet.

This is not the Joe Rogan Show.

Bu Joe Rogan Gösterisi değil.

Unfortunately, I sometimes wish it was.

Ne yazık ki bazen keşke öyle olsaydı diyorum.

I need to put on a few pounds before I look like him.

Onun gibi görünmeden önce birkaç kilo almam lazım.

I always imagine Joe Rogan studio smells of flatulence and

Her zaman Joe Rogan stüdyosunun gaz ve küfür koktuğunu hayal etmişimdir

imprecations.

.

I don't know why.

Nedenini bilmiyorum.

I always imagine whenever I see Joe Rogan on his podcast, I always imagine the studio must smell really bad.

Ne zaman Joe Rogan'ı podcast'inde görsem, stüdyonun gerçekten kötü koktuğunu hayal ediyorum.

Have just men with the sweat and the flatulence and their their horrible aftershave and the cigar smoke.

Sadece terli, gazlı, korkunç tıraş losyonları ve puro dumanı olan erkekler olsun.

I don't know why.

Nedenini bilmiyorum.

English teacher.

Hello, Mr.. Duncan. Mr..

İngilizce öğretmeni.

Merhaba Bay Duncan. Bay.

Steve, could you also show the word phrase idiom in written along with, verdant verbal spoken form discussed in between the talk.

Steve, konuşma arasında tartışılan deyim kelime öbeğinin yanı sıra yazılı, yemyeşil sözlü konuşma biçimini de gösterebilir misiniz?

So well, I, I will always try to put things on the screen if I can, if I can.

Yani, eğer yapabilirsem, eğer yapabilirsem, her zaman bir şeyleri ekrana koymaya çalışacağım.

So later on we are going to play the game that everyone loves.

Daha sonra herkesin sevdiği oyunu oynayacağız.

Guess the picture idiom that is coming up a little bit later on.

Biraz sonra ortaya çıkacak olan resim deyimini tahmin edin.

Who else is here today?

Bugün burada başka kim var?

Have we said hello to everyone today, Mr. Steve?

Bugün herkese merhaba dedik mi Bay Steve?

Not everyone, because there are too many people to say hello to everyone.

Herkes değil, çünkü herkese merhaba diyecek çok fazla insan var.

Two we have. Balham, oh, Ora. Uruzgan.

İki tane var. Balham, ah, Ora. Uruzgan.

Balham, Uruzgan.

Balham, Uruzgan.

Hello to you.

Sana merhaba.

Thank you very much for joining me.

Bana katıldığınız için çok teşekkür ederim.

Where are you watching at the moment, please?

Şu anda nereden izliyorsunuz lütfen?

Karen sings on as well. It was,

Karen da şarkı söylemeye devam ediyor.

it was says I am a teacher of English and

Ben İngilizce öğretmeniyim ve

I'm here with my friend Hefyd who is a student of English.

İngilizce öğrencisi arkadaşım Hefyd ile buradayım diyordu .

So can I say hello Idris?

Merhaba İdris diyebilir miyim?

And also hello to Sheffield as well, watching my live stream right now.

Ayrıca şu anda canlı yayınımı izleyen Sheffield'a da merhaba.

I hope you're enjoying it and I hope that you pick up some gems of information, and and that you learn something from us,

Umarım keyif alırsınız ve umarım bazı değerli bilgiler alırsınız ve bizden bir şeyler öğrenirsiniz

and hopefully we are speaking clearly so that you can pronounce and copy what we're doing. Yes.

ve umarım açıkça konuşuyoruz, böylece yaptığımız şeyi telaffuz edip kopyalayabilirsiniz. Evet.

Not exactly. Though.

Tam olarak değil. Yine de.

You don't have to sound like us, but we are here to to help you learn the words.

Bizim gibi konuşmak zorunda değilsiniz ama biz kelimeleri öğrenmenize yardımcı olmak için buradayız.

And if you want to sound like me, you can.

Ve eğer benim gibi konuşmak istiyorsan bunu yapabilirsin.

But you don't have to.

Ama buna gerek yok.

It's not the law, so don't worry too much.

Bu kanun değil, bu yüzden fazla endişelenmeyin.

Oh, yes.

Giovanni caught the the winter vomiting bug.

Ah, evet.

Giovanni kışın kusma hastalığına yakalandı.

Yes, yes, I remember now.

Evet evet şimdi hatırladım.

Which we've which of course is prevalent at this time of the year.

Tabii ki yılın bu zamanında yaygın olana sahibiz.

Wasn't it coincidentally we were talking about it and then the next day Giovanni actually came down with it. Yes.

Bu konu hakkında konuşuyor olmamız ve ertesi gün Giovanni'nin bu konuyu açması tesadüf değil mi? Evet.

I think that we were talking about it one week and then the very next day Giovanni came down with it.

Sanırım bir hafta bunun hakkında konuşuyorduk ve hemen ertesi gün Giovanni bu konuyu gündeme getirdi.

So yes. Hope you're feeling better.

Yani evet. Umarım daha iyi hissediyorsundur.

Not very nice.

Pek hoş değil.

It's one of the worst feelings, isn't it, when when you know you're going to be sick and that you know that there's nothing

Hasta olacağınızı ve

you can do to stop it, that feeling that overwhelms you, it sort of builds up and builds up.

bunu durdurmak için yapabileceğiniz hiçbir şey olmadığını bildiğiniz zaman, sizi bunaltan o duygu, bir nevi birikir ve büyür.

I just want to remind you of the of the trauma that you've been through.

Yaşadığınız travmayı size hatırlatmak istiyorum.

You are really cheering him up today by by allowing him to relive the feeling and the sensation.

Bugün onun duygu ve hissi yeniden yaşamasına izin vererek onu gerçekten neşelendiriyorsunuz.

But there is something but but it's strange.

Ama bir şey var ama tuhaf.

Just before you, you were sick just before you vomit. It's horrible. But then afterwards,

Senden hemen önce, kusmadan hemen önce hastaydın. Bu korkunç. Ama sonrasında

it's very cleansing.

çok arındırıcı oluyor.

You almost feel elated. You feel.

Neredeyse mutlu hissediyorsun. Hissediyorsun.

You feel as if you've been cleansed somehow because it's all over.

Her şey bittiği için sanki bir şekilde arınmış gibi hissediyorsunuz.

You know it's over now.

Artık bitti biliyorsun.

You know the the, the vomiting has stopped.

Biliyorsun, kusma durdu.

Unless, of course, you have some more in the barrel.

Tabii fıçıda biraz daha fazlası yoksa.

Which, of course, if you've got the the winter vomiting bug, the norovirus, it doesn't just happen once, does it?

Tabii eğer kışın kusma mikrobu olan norovirüse yakalanırsanız, bu sadece bir kez olmaz, değil mi?

I was going to say as well, of course, we have a lot of people,

Ben de şunu diyecektim tabi ki

celebrating Ramadan. Ramadan.

Ramazan'ı kutlayan bir sürü insanımız var. Ramazan.

And they won't be eating at the moment if it's daytime.

Ve eğer gündüzse şu anda yemek yemiyorlar.

Of course.

Elbette.

I've got a friend at work. Two, two colleagues at work.

İş yerinde bir arkadaşım var. İki, iki meslektaş iş başında.

Muslim colleagues who are celebrating Ramadan.

Ramazan'ı kutlayan Müslüman meslektaşlarımız.

And they were saying they were telling me that their skin

Ve bana oruç ayı boyunca

improves massively during the fasting month.

ciltlerinin büyük ölçüde iyileştiğini anlattıklarını söylüyorlardı

Yes, because

. Evet, çünkü

there are all sorts of health benefits associated with fasting that we now know about.

orucun sağlık açısından artık bildiğimiz her türlü faydası var.

And a lot of people, are practising fasting as part of their routine.

Ve birçok insan rutinlerinin bir parçası olarak oruç tutuyor.

Maybe once or twice a week, not from a religious point of view, but also from the point of view of.

Belki haftada bir veya iki kez, dini açıdan değil, aynı zamanda dini açıdan da.

It's probably been shown to be better for your health if you go without food for sort of a day.

Bir gün boyunca yemek yemeden kalmanın muhtemelen sağlığınız için daha iyi olduğu gösterilmiştir.

Now and then it's supposed to cleanse your system and I now, I was talking to my colleagues who were celebrating

Ara sıra sisteminizi temizlemesi gerekiyor ve şu anda Ramazan'ı kutlayan meslektaşlarımla konuşuyordum

Ramadan at the moment, and they said that their skin improves massively during, during this month period.

ve bu ay döneminde ciltlerinin büyük ölçüde iyileştiğini söylediler.

So yeah, anybody watching who's fasting at the moment for religious or non-religious reasons,

Evet, şu anda dini veya dini olmayan nedenlerle oruç tutanları izleyen var mı,

do you feel as though it benefits, your health at all, particularly your skin?

bunun sağlığınıza, özellikle de cildinize fayda sağladığını düşünüyor musunuz?

Which is what I'm being told, that it has a massive improvement to it.

Bana söylenen bu, büyük bir gelişme kaydettiği.

It's like the it's a bit like the keto diet, isn't it?

Biraz keto diyetine benziyor değil mi?

Potato diet? Keto.

Patates diyeti mi? Keto.

You know, way that you use the ketones.

Bilirsin, ketonları kullanma şeklin.

So you fast your body.

Yani vücudunuzu oruç tutuyorsunuz.

Your body starts absorbing all of the extra fat that you have stored.

Vücudunuz depoladığınız tüm ekstra yağları emmeye başlar.

So apparently I'm very good at that.

Görünüşe göre bu konuda çok iyiyim.

I had a medical test a few weeks ago and they said, oh, you're very good at that.

Birkaç hafta önce tıbbi bir teste girdim ve bana dediler ki, sen bu konuda çok iyisin.

So if you don't eat for a few hours, Mr.

Yani, eğer birkaç saat yemek yemezseniz Bay

Duncan, you will lose weight very quickly because all of that extra body fat is used up quite quickly.

Duncan, çok çabuk kilo verirsiniz çünkü fazla vücut yağının tamamı oldukça çabuk tükenir.

So, so I suppose so.

Yani öyle sanırım.

Anyway, if you are celebrating with lent or if you are observing Ramadan, I hope you have a super duper time.

Neyse, eğer perhizle kutluyorsanız ya da Ramazan'ı kutluyorsanız, umarım süper bir zaman geçirirsiniz.

And of course we have Easter to look forward to. Lots and lots of love. The Easter eggs,

Ve tabi ki sabırsızlıkla bekleyeceğimiz Paskalya var. Çok ama çok sevgi. Paskalya yumurtaları,

lots of chocolate that isn't good for your skin.

cildinize iyi gelmeyen bol miktarda çikolata.

No, let's face it, Francesca's here. I love Francesca, of course.

Hayır, kabul edelim, Francesca burada. Francesca'yı elbette seviyorum.

Christine is here. Giovanni.

Christine burada. Giovanni.

Louis. Marcia.

Louis. Marcia.

Christina. Who?

Christina. DSÖ?

Christina, by the way, loves to eat seafood.

Bu arada Christina deniz ürünleri yemeyi çok seviyor.

Probably crab or lobster.

Muhtemelen yengeç ya da ıstakoz.

I used to have a friend that always had crab when we went out, and, it was painful watching them eating it,

Dışarı çıktığımızda her zaman yengeç yiyen bir arkadaşım vardı ve onların onu yemesini,

breaking off all these limbs and sucking out all the meat.

tüm bu uzuvları kırmasını ve tüm etleri emmesini izlemek acı vericiydi.

It's not the easiest thing to eat.

Yemek en kolay şey değil.

It would frustrate me, but I understand that some people do like crab meat, lobster?

Bu beni hayal kırıklığına uğratırdı ama bazı insanların yengeç etini, ıstakozu sevdiğini anlıyorum.

You got to be quite strong, I think, haven't you, to to eat a lobster?

Istakoz yemek için oldukça güçlü olmak gerekir sanırım, değil mi?

You've got to really physically get involved with with, with breaking it open.

Onu kırarak gerçekten fiziksel olarak olaya dahil olmalısınız.

Well, you know, you have a, you have a, a two, it looks like a nutcracker.

Bilirsin, bir, bir, iki var, fındıkkırana benziyor.

And you use that to, to break open the shell.

Ve bunu kabuğu kırmak için kullanırsınız.

I'm always suspicious of, of seafood mussels,

Ne zaman bir grup insanla dışarı çıksam ve belki bir iş ya da buna benzer bir şey üzerindeyken

in particular mussels,

deniz ürünleri midyelerinden,

whenever I've been out with a group of people and, and, maybe on a work do or something like that.

özellikle de midyelerden her zaman şüphelenirim.

And people have had the mussels, or the shrimp.

Ve insanlar midye ya da karides yiyorlar.

They are always the ones that come down with food poisoning.

Gıda zehirlenmesine uğrayanlar her zaman onlardır.

Well, there is one exception to that, so.

Tabi bunun bir istisnası var.

Okay. Steve.

Tamam aşkım. Steve.

Yeah. Well, what are you doing?

Evet. Peki ne yapıyorsun?

You've got to be careful with seafood.

Deniz ürünlerine dikkat etmelisiniz.

This this is like it's grown to giving you. Yes. Okay. Steve.

Bu sanki sana verecek kadar büyümüş gibi. Evet. Tamam aşkım. Steve.

Intestinal upset.

Bağırsak rahatsızlığı.

Okay. I think we get the message, Steve.

Tamam aşkım. Sanırım mesajı aldık Steve.

I think we do. Joanne is just, gone.

Sanırım öyleyiz. Joanne gitti.

Yeah, I'm not surprised.

Evet, şaşırmadım.

How about.

Peki ya?

Well, we just lost about 25 viewers.

Yaklaşık 25 izleyiciyi kaybettik.

Five? We're talking them. Kevin does intermittent fasting.

Beş? Bunları konuşuyoruz. Kevin aralıklı oruç tutuyor.

Feels a lot better.

Çok daha iyi hissediyorum.

Yeah. There's a lot of scientific evidence to suggest that it is good for you.

Evet. Bunun sizin için iyi olduğunu gösteren birçok bilimsel kanıt var.

Of course.

Break breakfast, indicates that you've had a fast, doesn't it?

Elbette.

Kahvaltıyı ara vermek oruç tuttuğunuzun göstergesi değil mi?

Because you're breaking the fast at breakfast unless you eat in your sleep.

Çünkü uykunda yemek yemediğin sürece kahvaltıda orucunu bozmuş oluyorsun.

But, of course, you've only probably just gone.

Ama elbette, muhtemelen yeni gitmişsinizdir.

Maybe 12 hours.

Belki 12 saat.

Yes, I go at least 12 hours without eating when I'm asleep.

Evet, uyurken en az 12 saat yemek yemeden yaşıyorum.

And whether that counts as a fast I don't know Steve.

Ve bunun oruç sayılıp sayılmayacağını bilmiyorum Steve.

Okay Steve we get it with goodness me.

Tamam Steve, iyi ki anladık.

It's like Peter says I love seafood, I seafood and eat it.

Peter'ın deniz ürünlerini sevdiğimi, deniz ürünleri yediğimi ve yediğimi söylediği gibi.

Oh that's a, that's a, that's a good joke.

Ah bu bir, bu bir, bu güzel bir şaka.

I seafood s e sounds the same as s a.

I deniz ürünleri se, s a ile aynı sese sahiptir.

Yeah and I eat it. I'm explaining the joke.

Evet ve yiyorum. Şakayı açıklıyorum.

I think everyone gets that, Steve I think everyone. That's a good one.

Sanırım herkes bunu anlıyor, Steve sanırım herkes. Bu iyi bir şey.

Thanks for that.

Bunun için teşekkürler.

Steve.

Steve.

It's a weird one today. This, by the way, if you are a new viewer, it's not always like this.

Bugün tuhaf bir durum. Bu arada, eğer yeni bir izleyiciyseniz bu her zaman böyle olmuyor.

Sometimes it's much worse.

Bazen durum çok daha kötü.

I like Alex Sandro is saying good afternoon.

Alex Sandro'nun iyi günler demesini seviyorum.

Good afternoon to you too. Are you new to the channel?

Size de iyi günler. Kanalda yeni misiniz?

Or have you been on before? And if so, where are you? We'd like to know where you are.

Yoksa daha önce gittin mi? Eğer öyleyse, neredesin? Nerede olduğunuzu bilmek istiyoruz. Birazdan süper kandırılan oyunumuza

We will be

looking at our super duper game in a bit, but in the moment we are looking at opposite words.

bakacağız

ama şu anda zıt kelimelere bakıyoruz.

There are a lot of words in the English language.

İngilizce dilinde çok fazla kelime var.

There are around about a million words in the English language.

İngilizce dilinde yaklaşık bir milyon kelime var.

I know, I know because I've kept them all.

Biliyorum, biliyorum çünkü hepsini sakladım.

It took me a very long time. That was a that was a very long night.

Çok uzun zamanımı aldı. Çok uzun bir geceydi.

That's all I can say. In a few moments we will be looking at that.

Söyleyebileceğim tek şey bu. Birkaç dakika içinde buna bakacağız.

So I hope you will stay with us as we continue with English addicts on this Sunday afternoon.

Bu Pazar öğleden sonra İngiliz bağımlılarıyla devam ederken umarım siz de bizimle kalırsınız.

English addict is with you on this Sunday.

İngiliz bağımlısı bu pazar günü sizlerle.

Live from England.

İngiltere'den canlı yayın.

All that talk of being sick,

Bütün bu hasta olma konuşması

it's made me. It's actually made me feel sick.

beni sinirlendirdi. Aslında bu beni hasta hissettirdi.

Have you noticed that sometimes if you talk about something, especially something connected to your body,

Bazen bir şeyden, özellikle de bedeninizle bağlantılı bir şeyden bahsederken birdenbire

and then suddenly you actually feel that thing?

o şeyi gerçekten hissettiğinizi fark ettiniz mi?

Sometimes I lie in bed at night, and I.

Bazen geceleri yatakta yatıyorum ve

I feel as if I have an itch on my body, and then suddenly I can feel

sanki vücudumda bir kaşıntı varmış gibi hissediyorum, sonra aniden bir kaşıntı hissedebiliyorum

an itch and I have to scratch the itch in bed.

ve kaşıntıyı yatakta kaşımak zorunda kalıyorum.

And then a few seconds later I get another.

Ve birkaç saniye sonra bir tane daha alıyorum.

It's somewhere else.

Başka bir yerde.

And then I spend the next 20 minutes scratching myself.

Ve sonraki 20 dakikayı kendimi kaşıyarak geçiriyorum.

Here is a man who never has to scratch himself.

İşte asla kendini kaşımak zorunda kalmayan bir adam.

Not very much anyway.

Zaten pek değil.

So are you sure you haven't got fleas, Mr. Duncan?

Peki sizde pire olmadığından emin misiniz Bay Duncan?

I haven't got fleas. Bites around your ankles.

Bende pire yok. Ayak bileklerinin etrafında ısırıklar.

Well, that's. That's another reason why you never have an animal. Never keep an animal in the house.

İşte bu. Hiçbir zaman bir hayvana sahip olmamanızın bir başka nedeni de budur. Evde asla hayvan bulundurmayın.

Do you end up with fleas everywhere? That's true too. Give it a cat.

Her yerde pire mi var? Bu da doğru. Ona bir kedi ver.

Well. And dogs?

Kuyu. Peki köpekler?

Yes, we we've we've got lots of stories about fleas.

Evet, pirelerle ilgili pek çok hikayemiz var.

How we've caught them off various people's pets. Yeah, but we won't go there today.

Onları çeşitli insanların evcil hayvanlarından nasıl yakaladık. Evet ama bugün oraya gitmeyeceğiz.

But, Yeah, we've told that story before.

Ama evet, bu hikayeyi daha önce anlatmıştık.

It's. It's also not very interesting.

Onun. Ayrıca pek de ilginç değil.

It is, Mr. Duncan. Mr..

Öyle Bay Duncan. Bay

Steve, for those wondering who who are these strange guys on the screen?

Steve, ekrandaki bu tuhaf adamların kim olduğunu merak edenler için?

I will show you now, my name is Mr.

Şimdi size göstereceğim, adım Bay

Duncan, and that guy over there is Mr. Steve.

Duncan ve oradaki adam da Bay Steve.

We are going to look at some opposite words.

Bazı zıt kelimelere bakacağız.

And I think in English, just like any other language, there are opposite words.

Ve sanırım diğer dillerde olduğu gibi İngilizcede de zıt kelimeler var.

Words that have opposite meanings.

Zıt anlamlı kelimeler.

Sometimes those opposite meanings are not always clear.

Bazen bu zıt anlamlar her zaman açık değildir.

So I thought today it would be interesting to have a look at some words that can be used as opposites.

Bu yüzden bugün zıt olarak kullanılabilecek bazı kelimelere bakmanın ilginç olacağını düşündüm.

So we will be looking at those in a few moments from now.

Dolayısıyla birkaç dakika sonra bunlara bakacağız.

And there we go.

Ve işte başlıyoruz.

We have opposite words.

Zıt kelimelerimiz var.

In a moment we will be looking at opposite words.

Birazdan zıt kelimelere bakacağız.

I'm going to do something also with Mr. Steve's camera. Watch this.

Bay Steve'in kamerasıyla da bir şeyler yapacağım. Bunu izle.

Just to show how how prepared I am these days. Watch Mr..

Bugünlerde ne kadar hazırlıklı olduğumu göstermek için. İzle Bay..

To adjust me again are you Mr. Duncan. Look at that.

Beni yeniden ayarlayacak olan siz misiniz Bay Duncan? Şuna bak.

Just with one click I can move Mr.. Steve over.

Sadece tek bir tıklamayla Bay Steve'i kenara taşıyabilirim.

Isn't that amazing? What happened.

Bu harika değil mi? Ne oldu.

Well, well, you won't feel anything, Steve.

Hiçbir şey hissetmeyeceksin Steve.

It's quite painless.

Oldukça acısızdır.

I felt a kind of a shift, really?

Bir tür değişim hissettim, gerçekten mi?

If you say so.

Eğer öyle diyorsan.

So here we go.

İşte başlıyoruz.

Opposite words in grammar, a similar word meaning is a synonym.

Dilbilgisinde zıt kelimeler, benzer anlamlara sahip kelimelerin eşanlamlısıdır.

So any words that has a similar meaning.

Yani benzer anlamı olan herhangi bir kelime.

First of all, we will look at similar meanings.

Öncelikle benzer anlamlara bakacağız.

We describe it as a synonym.

Bunu eşanlamlı olarak tanımlıyoruz.

Synonym. It's an interesting word actually.

Eşanlamlı. İlginç bir kelime aslında.

Synonym.

Eşanlamlı.

A group of words with the same meaning are synonyms.

Aynı anlama gelen kelimelerin oluşturduğu grup eş anlamlıdır.

So when we look at words that have very similar meaning, and I'm sure Mr..

Yani çok benzer anlamlara sahip kelimelere baktığımızda, eminim Bay.

Steve, you can think of two words straight away that have similar meanings.

Steve, hemen benzer anlamlara sahip iki kelimeyi düşünebilirsiniz.

No, really, just like that, you expect me to.

Hayır, gerçekten böyle yapmamı bekliyorsun.

You put me on the spot.

Beni zor durumda bıraktın.

If you put somebody on the spot, it means that you, you you make them, you give them a task to do, which might put pressure on them.

Birini zor durumda bırakırsanız bu, onu siz yaptığınız, ona bir görev verdiğiniz anlamına gelir, bu da onun üzerinde baskı yaratabilir.

Okay.

So they weren't expecting to do.

Tamam aşkım.

Yani bunu yapmayı beklemiyorlardı.

So, I would give you a word, then some. Sorry.

O yüzden size bir kelime söyleyeceğim, sonra biraz. Üzgünüm.

Oh, no,

Oh, hayır,

it's not that they sound this. It's not words that sound the same.

öyle demiyorlar. Kulağa aynı gelen kelimeler değil.

Yeah, right.

Okay, then you give us an example. Mr. Duncan, am I on the right live stream?

Evet, doğru.

Tamam o zaman bize bir örnek ver. Bay Duncan, doğru canlı yayında mıyım?

Why am I on the right one?

Neden doğru taraftayım?

This is. This is English addict, isn't it?

Bu. Bu bir İngiliz bağımlısı, değil mi?

I'm on the right live stream.

Doğru canlı yayındayım.

Okay. Cold.

Tamam aşkım. Soğuk.

Coal. Cold. Oh, cold.

Kömür. Soğuk. Ah, soğuk.

You want me to give a synonym of the word cold? Yes.

Soğuk kelimesinin eş anlamlısını vermemi ister misin? Evet.

Freezing.

Donmak.

I see I said chilli. Chilli.

Görüyorum ki biber dedim. Acı biber.

So that's it. You save very sick.

İşte bu kadar. Çok hasta kurtarıyorsun.

Okay, I think of it, Mr.

Tamam, bunu düşünüyorum Bay

Duncan.

Duncan.

Welcome.

Hoş geldin.

Welcome to English Addict, everyone.

English Addict'e hoş geldiniz millet.

I hope you enjoyed today's livestream.

Umarım bugünkü canlı yayından keyif almışsınızdır.

Here's another one, Steve.

İşte bir tane daha, Steve.

Dark, dark. Shady. Yes. Good luck.

Karanlık, karanlık. Gölgeli. Evet. İyi şanlar.

Yes, yes.

Evet, evet.

That's it.

İşte bu.

You see, although

Görüyorsunuz,

that's an interesting that's an interesting line that you took there.

bu ilginç olmasına rağmen, orada aldığınız ilginç bir çizgi var.

So so so synonyms are words that have similar

Yani eşanlamlılar, benzer

meanings that they, multiple multiple definitions that that have the same definition

anlamlara sahip olan kelimelerdir, gramerde aynı tanımı taşıyan birden çok tanımı olan

in grammar, an opposite meaning word is an antonym.

, zıt anlamlı bir kelimedir.

So antonym is the opposite.

Yani zıt anlamlısı tam tersidir.

A group of words with the opposite meaning. Antonyms.

Zıt anlamı olan bir grup kelime. Zıt anlamlılar.

So complete opposites. Then. That's it. Like like dark and light?

Yani tam zıtlıklar. Daha sonra. İşte bu. Karanlık ve aydınlık gibi mi?

Yes. Would they be antonyms? Yes. We have what? We have a low of them to look at now.

Evet. Zıt anlamlı olabilirler mi? Evet. Ne var? Şu anda bakmamız gereken çok az sayıda var.

But there's one I we're looking at those as well. Okay, here we go.

Ama aynı zamanda baktığımız bir tane var. Tamam, işte başlıyoruz.

But Vitus just asked what that was so well done to Vitus. Yes.

Ama Vitus az önce bunun Vitus'a bu kadar iyi yapılmasının ne olduğunu sordu. Evet.

So an antonym is a word that is the opposite of another word in definition terms.

Yani bir zıt anlamlı, tanım açısından başka bir kelimenin zıttı olan bir kelimedir.

Here we go then. Steve.

İşte başlıyoruz o zaman. Steve.

So we have a list now of words on the left you can see there are words.

Artık solda kelimelerin olduğunu görebileceğiniz bir kelime listemiz var.

And on the right you can see the opposite

Sağda ise bu kelimelerin

of those words.

tam tersini görüyorsunuz

What I always find interesting, Steve, about opposite words is sometimes the context of the word itself

. Zıt kelimelerle ilgili her zaman ilginç bulduğum şey Steve, bazen kelimenin bağlamının

can sometimes change the opposite word to it.

bazen zıt kelimeyi değiştirebilmesidir.

So not all words have the same opposite if they are used in different contexts or different ways.

Dolayısıyla, farklı bağlamlarda veya farklı şekillerde kullanıldıklarında tüm kelimeler aynı zıtlığa sahip değildir.

So perhaps you are using a word as a verb, but then you might use the same word as a noun.

Yani belki bir kelimeyi fiil olarak kullanıyorsunuz, ancak aynı kelimeyi isim olarak da kullanabilirsiniz.

Sometimes the opposite word will actually change.

Bazen karşıt kelime aslında değişecektir.

It won't be the same opposite because you are using the word in a different way.

Aynı tersi olmayacak çünkü kelimeyi farklı bir şekilde kullanıyorsunuz.

So I have I have hard.

Bu yüzden çok zorlanıyorum.

Mr.. Steve, what do you have?

Bay. Steve, elinizde ne var?

You mean the opposite?

Tam tersini mi kastediyorsun?

It's on the screen. Yeah. Oh, yeah. So you want me to read it off, right?

Ekranda. Evet. Ah evet. Yani okumamı istiyorsun, değil mi?

Okay. Soft is the opposite.

Tamam aşkım. Yumuşak ise tam tersidir.

So that's an antonym then isn't it Mr. Duncan.

Yani bu bir zıt anlamlı değil mi Bay Duncan?

But you said what do I have. No. What do you see.

Ama neyim var dedin. Hayır. Ne görüyorsun?

This is why we do need to practice.

Bu yüzden pratik yapmamız gerekiyor.

Really.

Gerçekten mi.

Yeah. Hard and soft are antonyms are opposite words. Yes.

Evet. Sert ve yumuşak zıt anlamlıları zıt anlamlı kelimelerdir. Evet.

So hard.

Çok zor.

Something hard.

Zor bir şey.

But a that's firm something that you sit on that is hard.

Ama üzerine oturduğunuz sağlam bir şey zordur.

So you might have a hard chair.

Yani sert bir sandalyeniz olabilir.

You have to sit on something that is hard.

Sert bir şeyin üzerine oturmanız gerekiyor.

And Mr.

Steve because he, he loves his comfortable corner.

Ve Bay

Steve çünkü o rahat köşesini seviyor.

Mr. Steve is sitting on his soft chair.

Bay Steve yumuşak sandalyesinde oturuyor.

That's right as well.

Bu da doğru.

But of course we can use this word in different ways.

Ama elbette bu kelimeyi farklı şekillerde de kullanabiliriz.

Hard can also mean a person who is tough and strong as well.

Sert aynı zamanda sert ve güçlü bir kişi anlamına da gelebilir.

So a hard person might be a person who can take care of themselves.

Yani sert bir insan, kendi başının çaresine bakabilen biri olabilir.

They are a person who can look after themselves.

Kendi başlarının çaresine bakabilen kişilerdir.

They are strong. Maybe they are aggressive.

Güçlüler. Belki saldırgandırlar.

They can take care of themselves in different or difficult situations.

Farklı ya da zor durumlarda başlarının çaresine bakabilirler.

And you can say also soft might also describe a person.

Yumuşak kelimesinin de bir insanı tanımlayabileceğini söyleyebilirsiniz.

So I'm hard

Yani ben sertim

and Mr.

Steve is soft. So where is that. What would that mean.

, Bay

Steve ise yumuşak. Peki orası nerede? Bu ne anlama geliyor?

A hard person would be somebody who you might describe them as cruel.

Sert kişi, zalim olarak tanımlayabileceğiniz kişidir.

Yeah. As well somebody that, that, is unemotional.

Evet. Ayrıca duygusuz biri de var.

So soft would be, tough.

Çok yumuşak, sert olurdu.

What would soft be to soft would be somebody who is,

Yumuşak olan şey,

maybe seen as a bit weak, a bit pathetic, maybe somebody or just somebody who's got a soft nature that's act could be a positive thing.

belki biraz zayıf, biraz acınası olarak görülen biri olabilir, belki biri ya da sadece yumuşak bir doğaya sahip olan biri, bu davranış olumlu bir şey olabilir.

Yeah. They're not aggressive in the way that they,

Evet. Kendilerini diğer insanlara tanıtma konusunda saldırgan değiller

present themselves to other people, that they're probably softly spoken as well.

ve muhtemelen alçak sesle de konuşuluyorlar.

And.

Ve.

Oh, she's a very soft person, you might say, but that could be said as a positive or a negative.

Ah, onun çok yumuşak bir insan olduğunu söyleyebilirsiniz ama bu olumlu ya da olumsuz olarak söylenebilir.

Because if it.

Çünkü eğer öyleyse.

Oh they're, if it's soft can mean that they're a bit silly, a bit stupid or that, but that then wouldn't relate to the opposite. No.

Ah, eğer yumuşaklarsa biraz aptal oldukları, biraz aptal oldukları anlamına gelebilir, ama bu o zaman bunun tersiyle bağlantılı olmaz. Hayır.

So if you were using soft to mean a person who is not very clever, then that wouldn't work here because it is not the opposite of hard.

Yani yumuşak sözcüğünü çok zeki olmayan bir kişiyi kastetmek için kullanıyorsanız bu burada işe yaramaz çünkü zor kelimesinin zıttı değildir.

If you've got a soft nature, it means a person who has a very pleasing nature, somebody who who wouldn't

Eğer yumuşak bir yapıya sahipseniz, çok hoş bir yapıya sahip olan,

insult you, wouldn't say nasty things to you.

size hakaret etmeyen, size kötü şeyler söylemeyecek biri demektir.

I, and I can think of lots of people that we've met online here are described as having a, a soft personality.

Ben ve burada internette tanıştığımız birçok insanın yumuşak bir kişiliğe sahip olarak tanımlandığını düşünüyorum.

Somebody who's friendly outside.

Dışarıdan dost canlısı biri.

Okay, Steve, we're going to move on. Okay.

Tamam Steve, devam edeceğiz. Tamam aşkım.

Also a person maybe might maybe the way they hold on to you, they they might do something aggressive to you.

Ayrıca bir kişinin size tutunma şekli de olabilir, size karşı saldırgan bir şey yapabilir.

They do something in a hard way and soft.

Sert ve yumuşak bir şekilde bir şeyler yapıyorlar.

So in that sense we are using it as a type of maybe an action or we are describing it as an adjective.

Yani bu anlamda belki bir eylem türü olarak kullanıyoruz ya da sıfat olarak tanımlıyoruz.

The way something is being done, a hard kick or a soft tap.

Bir şeyin yapılma şekli; sert bir tekme ya da yumuşak bir vuruş.

So there are many ways of using those words as opposites to each other, Lewis says.

Lewis, bu kelimeleri birbirinin zıttı olarak kullanmanın birçok yolu olduğunu söylüyor.

Could we use could we use it as a synonym of overbearing to describe a hard person?

Bunu sert bir insanı tanımlamak için zorbalığın eşanlamlısı olarak kullanabilir miyiz?

I would say not.

Hayır derdim.

I say not overbearing.

Aşırıya kaçmamak gerektiğini söylüyorum.

I would say probably not.

Muhtemelen hayır derdim.

In that sense, an overbearing person is somebody who is unfair, is dominant, a dominant person who,

Bu anlamda zorba kişi, adaletsiz olan, baskın olan, baskın bir kişidir ve

after a while, you don't want to be near them because they're always trying to dominate all situations.

bir süre sonra her zaman her duruma hakim olmaya çalıştığı için yanında olmak istemeyebilirsiniz.

A hard person is somebody who is unemotional.

Sert insan, duygusuz olan kişidir.

I would say who is, you know, if they saw a dog, being run over by a car, they wouldn't react.

Kim olduğunu söylerdim, eğer bir köpeğin arabanın altında kaldığını görseler tepki vermezlerdi.

They would just, you know, yeah, they wouldn't show any sort of,

Onlar sadece, evet, bir olaya karşı herhangi bir sempati veya duygu göstermezler

sympathy or emotion towards an event which, and it can also mean that they, they can withstand a lot of the pressures of life.

ve bu aynı zamanda onların hayatın birçok baskısına dayanabilecekleri anlamına da gelebilir.

Yeah.

If a hard person is, is developed, this ability to be very emotionally,

Evet.

Eğer sert bir insan gelişmişse, duygusal olarak çok

resilient, you could say it's somebody that, you know, if an average person

dayanıklı olma yeteneği gelişmişse, onun öyle birisi olduğunu söyleyebilirsiniz, ortalama bir insan

saw a steady animal being run over by a car, they would they would get upset, but a hard person wouldn't like.

sabit bir hayvanın arabanın altında kaldığını görse üzülürdü ama sert bir insan bundan hoşlanmaz.

Steve. We've got to stop there.

Steve. Orada durmamız lazım.

You've explained it five times.

Beş kere açıkladın.

We get it. We need to think it helps. We get it now. We get it. So here's another one.

Anladık. Faydası olacağını düşünmeliyiz. Şimdi anlıyoruz. Anladık. İşte bir tane daha.

You might also say kind and cruel as well. Kind and cruel.

Aynı zamanda nazik ve zalim de diyebilirsiniz. Nazik ve zalim.

That's an interesting one.

Bu ilginç bir şey.

Also pale.

Ayrıca solgun.

A person who is pale normally has very little colour in their skin.

Soluk tenli bir kişinin cildinde normalde çok az renk bulunur.

And then Mr.

Steve has the opposite, which, I think this is an interesting word, by the way.

Ve Bay

Steve'in tam tersi bir sözü var, bu arada bunun ilginç bir kelime olduğunu düşünüyorum.

So the opposite of pale.

Yani solgunluğun tam tersi.

If a person has no colour in their skin, maybe they look unwell.

Bir kişinin cildinde renk yoksa, belki de kötü görünüyor olabilir.

Sometimes people say I look a little pale.

Bazen insanlar biraz solgun göründüğümü söylüyor.

So in this respect you're using pale to describe somebody's complexion.

Yani bu bakımdan birisinin ten rengini tanımlamak için soluk rengi kullanıyorsunuz.

That appearance. Yeah. Yeah.

O görünüş. Evet. Evet.

And then the opposite is an interesting word

Ve bunun tersi de ilginç bir kelime

Mr. Steve Ruddy Rudy.

Bay Steve Ruddy Rudy.

Yes I think that's a great word.

Evet bence bu harika bir kelime.

A person who is ready is a person who, who has a lot of colour in their face.

Hazır insan, yüzünde renk renk olan insandır.

Maybe they, they've been to the sun into the sun and they've got a little bit of a suntan.

Belki onlar, güneşe çıkmışlardır ve biraz bronzlaşmışlardır.

Or maybe it's quite often it refers to maybe their face being slightly red as well.

Veya belki de çoğu zaman bu, yüzlerinin de hafif kırmızı olduğu anlamına geliyor.

Farmers, people that spend a lot of time outdoors

Çiftçiler, güneşe ve rüzgara maruz kalarak

exposed to the the sun and the wind will have a ruddy complexion.

açık havada çok fazla zaman geçiren insanlar, kırmızı bir ten rengine sahip olacaklar.

They will have this red, rough sort of skin, by the way, the opposite of hard working Josette would be lazy.

Kırmızı, pürüzlü bir cilde sahip olacaklar, bu arada, çalışkan Josette'in tam tersi tembel olurdu.

A lazy person is is the antonym of hardworking. Yes.

Tembel insan, çalışkanlığın zıt anlamlısıdır. Evet.

So a hardworking person, a lazy person, a person who

Yani çalışkan bir insan, tembel bir insan,

doesn't work very hard or.

çok çalışmayan bir insan ya da.

Yes, hard working. I suppose you could also say as well.

Evet, çok çalışıyorum. Sanırım siz de söyleyebilirsiniz.

Have you got a ruddy complexion? Somebody that spends a lot of time outdoors?

Kızıl bir teniniz mi var? Dışarıda çok fazla zaman geçiren biri mi?

Farmers.

Çiftçiler.

Builders would have a ruddy complexion because their skin has been exposed to the sun.

İnşaatçıların ciltleri güneşe maruz kaldığı için kırmızı bir ten rengine sahip olacaklardı.

The elements, as we call them, is another one. Steve.

Bizim onlara adlandırdığımız elementler başka bir şeydir. Steve.

Some something a lot of people enjoy doing.

Pek çok insanın yapmaktan hoşlandığı bazı şeyler.

Spend.

Harcamak.

You spend.

Sen harcıyorsun.

The opposite of spend is, believe it or not.

Harcamanın tam tersi, ister inanın ister inanmayın.

So that is the direct antonym. So when you think about it, that does make sense.

Yani bu doğrudan zıt anlamlıdır. Yani bunu düşündüğünüzde, bu mantıklı geliyor.

It does make sense because when you do a job, you work, you earn money.

Mantıklı çünkü bir iş yaptığınızda çalışırsınız, para kazanırsınız.

So the money is coming towards you.

Yani para size doğru geliyor.

And the opposite, of course, would be the money going the other way you spend money.

Ve bunun tersi de elbette paranın, harcadığınız yönün tersine gitmesi olacaktır.

So in that sense we are looking at maybe direct action direction as well.

Yani bu anlamda belki doğrudan eylem yönüne de bakıyoruz.

You earn money, it comes towards you.

Para kazanırsın, o sana doğru gelir.

You spend money.

Para harcıyorsun.

It means your your money is going the opposite way.

Bu, paranızın ters yöne gittiği anlamına gelir.

You are buying things, you spend money.

Bir şeyler satın alıyorsunuz, para harcıyorsunuz.

Then of course we have throw, throw.

O zaman elbette atalım, atalım.

We will. We have already mentioned

Yapacağız. Kusmaktan

throwing up.

daha önce bahsetmiştik

But this is different.

. Ama bu farklı.

This is different.

Bu farklı.

To throw is to

Fırlatmak,

put something in your hand and throw it as an action.

elinize bir şey alıp onu bir eylem olarak fırlatmaktır.

And of course, Mr. Steve, you might be a catcher, you might be the catcher.

Ve elbette Bay Steve, siz bir yakalayıcı olabilirsiniz, siz yakalayıcı olabilirsiniz.

So I'm the thrower,

Yani ben atıcıyım,

I'm the pitcher and you the you've got a tennis ball in your hand, you're throwing it to me and I will catch it.

ben atıcıyım ve senin elinde bir tenis topu var, sen onu bana atıyorsun ve ben onu yakalayacağım.

Yeah, it's.

Evet, öyle.

And then we have enter and leave.

Sonra girip çıkıyoruz.

Simple. Yes, it is simple, Mr. Duncan.

Basit. Evet, çok basit Bay Duncan.

We've noticed.

Fark ettik.

Enter.

Girmek.

You go in to a place, you enter the room.

Bir yere giriyorsunuz, odaya giriyorsunuz.

You perhaps on the internet.

Belki internettesiniz.

You enter a chatroom on the internet.

İnternette bir sohbet odasına giriyorsunuz.

And the opposite, of course, is leave. You go, you leave.

Ve bunun tersi de elbette izindir. Sen git, sen git.

So these are basic, basic antonyms that we will use when we're describing certain states or certain things.

Yani bunlar, belirli durumları veya belirli şeyleri tanımlarken kullanacağımız temel, temel zıt anlamlılardır.

Yes. So Louis Diligent could be a synonym of hardworking.

Evet. Yani Louis Diligent çalışkanlıkla eşanlamlı olabilir.

A diligent person is somebody who pays a lot of attention to detail.

Çalışkan bir kişi, ayrıntılara çok dikkat eden kişidir.

So they probably there would be a hardworking person.

Yani muhtemelen çalışkan bir insan olurdu.

Thanks for that. You would? Just me again, Mr. Duncan.

Bunun için teşekkürler. Yapar mıydın? Yine ben, Bay Duncan.

I was suggesting you then because we're going to move on to something else in a second.

O zaman seni öneriyordum çünkü birazdan başka bir şeye geçeceğiz.

I don't know what's going on.

Neler olduğunu bilmiyorum.

I saw the helicopter going over it.

Helikopterin üzerinden geçtiğini gördüm.

I think it's I think it's trying to take our chimney off.

Sanırım bacamızı sökmeye çalışıyor.

It's not amazing how close that sounds.

Kulağa bu kadar yakın gelmesi şaşırtıcı değil.

It's rather dramatic.

Oldukça dramatik.

It's tisn't World War three by English teacher.

İngilizce öğretmenine göre bu Üçüncü Dünya Savaşı değil.

Okay,

Tamam

Mr. Steve, are you ready to play the game that everyone loves?

Bay Steve, herkesin sevdiği oyunu oynamaya hazır mısınız?

I love it, and I have a feeling quite a few of our viewers love it as well.

Ben onu seviyorum ve izleyicilerimizin de pek çoğunun onu sevdiğini hissediyorum.

Do you know what it is?

Ne olduğunu biliyor musun?

Is it the same game we played last week? Is it something to do with

Geçen hafta oynadığımız oyunun aynısı mı bu?

I can't remember the name gets called the I guess the, idiom picture,

İsminin sanırım, resim deyimi, resim deyimi olarak adlandırıldığını hatırlayamıyorum

picture idiom. Yes.

ile bir ilgisi var mı ? Evet.

We got then guess the picture idiom.

Daha sonra resim deyimini tahmin etmemiz gerekiyor.

I really need to have a piece of music or something for that, but we haven't got it at the moment.

Bunun için gerçekten bir müzik parçasına falan ihtiyacım var ama şu anda elimizde değil.

I'm at.

ben varım.

Maybe next week I will create something we have guess the picture idiom.

Belki gelecek hafta resim deyimini tahmin edebileceğimiz bir şey yaratacağım.

And yes, I will move Mr.

Ve evet, Bay Steve'i kenara çekeceğim

Steve over so we can see his beautiful features, his wonderful glowing features.

ki onun güzel hatlarını, harika parlayan hatlarını görelim.

There they are.

İşte oradalar.

Look, I felt something then.

Bak o zaman bir şeyler hissettim.

Did you feel the earth move? I felt the earth move, Mr. Duncan. So here we go.

Dünyanın hareket ettiğini hissettin mi? Dünyanın hareket ettiğini hissettim Bay Duncan. İşte başlıyoruz.

This is the game that everyone loves.

Bu herkesin sevdiği oyundur.

Everyone likes and everyone enjoys playing.

Herkes sever ve herkes oynamaktan keyif alır.

I will show you a picture on the screen. All you have to do is tell me what it is.

Size ekranda bir resim göstereceğim. Tek yapman gereken bana ne olduğunu söylemek.

What the phrase is. It is a well-known idiom.

İfadenin ne olduğu. Çok iyi bilinen bir deyimdir.

And as I always say,

Ve her zaman söylediğim gibi

all you have to do

tek yapmanız gereken

is say what you see, say what you see and say, say what you see, but then turn into an idiom.

gördüğünüzü söylemek, gördüğünüzü söylemek ve söylemek, gördüğünüzü söylemek ama sonra deyime dönüşmek.

Yes, by the way, yes, it shows up.

Evet, bu arada, evet ortaya çıkıyor.

Spend and save as that's good to good.

İyiden iyiye iyi olduğu için harcayın ve tasarruf edin.

Antonyms spend and earn.

Zıt anlamlılar harcar ve kazanır.

But spend and save. Yeah, that would work as well. These.

Ama harcayın ve tasarruf edin. Evet, bu da işe yarayacaktır. Bunlar.

Yeah there are always always going to be other examples but so thank you for that.

Evet her zaman başka örnekler olacaktır ama bunun için teşekkür ederim.

Yes. And Lewis has said log on log off.

Evet. Ve Lewis oturum aç oturum kapat dedi.

They are opposites. Yeah. Okay.

Onlar birbirine zıttır. Evet. Tamam aşkım.

So yeah I guess the picture idiom look at what's on the screen and then just think in your brain what does that literally mean.

Yani evet sanırım resim deyimi ekranda ne olduğuna bakıyor ve sonra beyninizde bunun tam anlamıyla ne anlama geldiğini düşünün.

And then how could that be. What idiom could that apply to.

Peki bu nasıl olabilir? Bu hangi deyim için geçerli olabilir?

And even if you don't know it that doesn't matter because afterwards we will explain it.

Ve bilmeseniz bile bunun bir önemi yok çünkü daha sonra açıklayacağız.

So if you don't get it right, don't worry because we will explain it to you.

Yani eğer doğru anlamadıysanız endişelenmeyin çünkü size açıklayacağız.

And I put you on the spot, Mr. Duncan, and ask what you would say.

Sizi zor durumda bırakıyorum Bay Duncan ve ne dieceğinizi soruyorum.

What is an idiom?

Deyim nedir?

Idiom we're talking about?

Bahsettiğimiz deyim mi?

Idiom is a word or anything that's used out of its original context.

Deyim, orijinal bağlamının dışında kullanılan bir kelime veya herhangi bir şeydir.

So you are using it to describe a certain action or a certain state of being.

Yani bunu belirli bir eylemi veya belirli bir varoluş durumunu tanımlamak için kullanıyorsunuz.

So an idiom is just another way of using a word, but you are taking away its actual meaning

Yani deyim, bir kelimeyi kullanmanın başka bir yoludur, ancak onun gerçek anlamını ortadan kaldırıyorsunuz

and you are putting it in a different context.

ve onu farklı bir bağlama yerleştiriyorsunuz.

So, for example, a couple of weeks ago we had let the cat out of the bag.

Mesela birkaç hafta önce kediyi çantadan çıkarmıştık.

Yeah, well, you're not literally doing it.

Evet, bunu tam anlamıyla yapmıyorsun.

It is an idiom.

Bu bir deyimdir.

So you are using that sentence or that phrase to express an action

Yani o cümleyi ya da ifadeyi bir eylemi ya da duyguyu ifade etmek ya da bir şeye özel bir anlam vermek

or a feeling or to give something special meaning and that is an idiom.

için kullanıyorsunuz ve bu bir deyimdir.

We often use the word metaphor as well, quite often. Here we go then.

Metafor kelimesini de sıklıkla kullanırız. İşte başlıyoruz o zaman.

To say what you see, you can see something happening there.

Gördüğünüzü söylemek gerekirse, orada bir şeyler olduğunu görebilirsiniz.

And this is something that a person might feel.

Ve bu kişinin hissedebileceği bir şeydir.

It is a negative thing.

Bu olumsuz bir şey.

It might be seen as something negative.

Olumsuz bir şey olarak görülebilir.

And the idea is Mr.

Ve fikir şu ki Bay

Steve, anything that's coming to mind, if it does, you don't want me to say it, obviously.

Steve, aklınıza gelen herhangi bir şey varsa, tabii ki söylememi istemezsiniz.

Well, don't.

No, definitely don't say it just in case. It's right.

Yapma.

Hayır, her ihtimale karşı kesinlikle söylemeyin. Bu doğru.

I can see a door and a nose and a hand.

Bir kapı, bir burun ve bir el görebiliyorum.

I want a hand. And the direction.

Yardım istiyorum. Ve yön.

Hand knows. Door. Yeah. It's.

El biliyor. Kapı. Evet. Onun.

And that is a particular type of door as well.

Ve bu da özel bir kapı türüdür.

Right. Okay.

Sağ. Tamam aşkım.

Yes.

Evet.

See I see I think this is quite good because at least it's giving you your mind a chance to, to expand in some ways,

Bakın, bunun oldukça iyi olduğunu düşünüyorum çünkü en azından size zihninizi bazı açılardan genişletme şansı veriyor,

yes. Think outside the box.

evet. Kutunun dışında düşünün.

That's not the idiom but that is an idiom. But this isn't the idiom here.

Bu deyim değil ama bu bir deyim. Ama buradaki deyim bu değil.

Think outside the box would be an idiom, wouldn't it?

Kalıpların dışında düşünmek bir deyim olurdu, değil mi?

I hope that not one of the examples you've got today isn't.

Umarım bugün karşılaştığınız örneklerden hiçbiri değildir.

If it was, yes, think outside the box has been no means to think of ideas and things that are not what you would expect.

Eğer öyle olsaydı, evet, kalıpların dışında düşünmek, beklediğiniz gibi olmayan fikirleri ve şeyleri düşünmenin bir yolu değildi.

The not the normal run of what you would expect.

Beklediğinizin normal akışı değil.

So if that was going to be an idiom, Mr.

Yani eğer bu bir deyim olacaksa Bay

Duncan might have a box. Okay.

Duncan'ın bir kutusu olabilir. Tamam aşkım.

And a brain thinking outside the box.

Ve kalıpların dışında düşünen bir beyin.

And then the idiom would then be thinking outside the box.

Ve sonra deyim kalıpların dışında düşünüyor olacaktır.

But but it isn't.

Ama ama değil.

It's not that one. No, no, it's this one.

Bu o değil. Hayır, hayır, bu bu.

Yes. On the screen right now. Yes.

Evet. Şu anda ekranda. Evet.

Just think you people are saying what they're saying, but they're not describing an idiom.

Sizlerin onların söylediklerini söylediğinizi düşünün ama onlar bir deyimi tanımlamıyorlar.

Yeah that's okay Steve. That's okay. Okay.

Evet sorun değil Steve. Sorun değil. Tamam aşkım.

It's not it's not a we're not we're not putting anyone under pressure. It's just a bit of fun.

Kimseyi baskı altına almıyoruz. Bu sadece biraz eğlenceli.

We've got to you've got to know your you've got to know your idiom. Yes.

Şunu yapmalıyız: deyiminizi bilmelisiniz, deyiminizi bilmelisiniz. Evet.

And if you don't we will tell you anyway.

Eğer yapmazsan yine de sana söyleriz.

So you will still learn something.

Yani yine de bir şeyler öğreneceksiniz.

I can't believe I'm having to explain all this, Christine.

Bütün bunları açıklamak zorunda kaldığıma inanamıyorum Christine.

And thank you for your guests, Alexander.

Misafirleriniz için de teşekkür ederim Alexander.

Thank you very much.

Çok teşekkür ederim.

Beatrice. Beatrice is actually very close.

Beatrice. Beatrice aslında çok yakın.

Beatrice, you are actually very close to her.

Beatrice, aslında ona çok yakınsın.

Right? Okay, that's quite good.

Sağ? Tamam, bu oldukça iyi.

Abdalla.

Abdullah.

Leila. Abdel. Leila.

Leila. Abdül. Leila.

Good one. Good guess.

İyi bir tane. İyi tahmin.

I will show you in a minute what the answer is.

Cevabın ne olduğunu birazdan size göstereceğim.

But it is something that happens.

Ama olan bir şeydir.

Maybe in general life.

Belki genel hayatta.

And I'm sure at some point, Mr.. Steve, maybe you've had this happen to you.

Ve eminim ki bir noktada Bay. Steve, belki sizin de başınıza böyle bir şey gelmiştir.

Maybe this has happened to you as well.

Belki bu sizin de başınıza gelmiştir.

I will show you the answer and then you can say, Mr.

Size cevabı göstereceğim ve sonra diyebilirsiniz ki Bay

Duncan, Mr. Duncan, that was too hard.

Duncan, Bay Duncan, bu çok zordu.

Here is the answer.

İşte cevap.

Oh, here we go. Mauritius is here, right?

İşte başlıyoruz. Mauritius burada, değil mi?

Nope. Okay.

Hayır. Tamam aşkım.

You're on the right. I'm sure you're on the right. I don't know what this one is. Is it?

Sağdasın. Eminim sağdasındır. Bunun ne olduğunu bilmiyorum. Öyle mi?

Beatrice is very close.

Beatrice çok yakında.

I was I was amazed at just how close Beatrice was. Very, very good

Beatrice'in ne kadar yakın olduğuna şaşırmıştım.

to have your nose pushed out.

Burnunun dışarı itilmesi

Right. Yes.

çok ama çok iyi . Sağ. Evet.

You might push someone's nose out or you have your nose pushed out.

Birinin burnunu dışarı itebilirsiniz ya da burnunuzu dışarı ittirebilirsiniz.

And this can happen quite often.

Ve bu oldukça sık gerçekleşebilir.

Maybe to be humiliated in a certain way, not to be included,

Belki bir şekilde aşağılanmak, dahil olmamak,

or maybe to feel as if you have been excluded from something.

belki de bir şeyin dışında bırakılmış gibi hissetmek.

So what would you say, Mr.. Steve? Yes.

Peki ne dersiniz Bay Steve? Evet.

If somebody might say to you, oh, you, are you going on the, the works, Christmas party?

Birisi sana şunu söylese, sen, Noel partisine mi gidiyorsun?

Yeah. And you might say.

Evet. Ve diyebilirsiniz.

No, I've had my nose pushed out. Yeah.

Hayır, burnum dışarı itildi. Evet.

In other words, for some reason you've upset somebody and they don't want you to go.

Yani bir sebepten dolayı birilerini üzdünüz ve gitmenizi istemiyorlar.

A simple way of putting it would be snub, snub, snub have, you know it.

Bunu ifade etmenin basit bir yolu küçümsemek, küçümsemek, küçümsemek olurdu, bunu biliyorsun.

Yeah.

It means you have been pushed aside. Excluded from something. Yeah.

Evet.

Demek ki kenara itilmişsin. Bir şeyden dışlanmış. Evet.

So previously you were part of it.

Yani önceden bunun bir parçasıydınız.

Could have been a group of friends at work that used to go out on a Friday and have a meal together,

Cuma günleri dışarı çıkıp birlikte yemek yiyen iş yerindeki bir grup arkadaşınız olabilir,

and you fell out with somebody and you've had your nose pushed out.

ve siz biriyle kavga ettiniz ve burnunuz dışarı itildi.

You could say, because somebody has decided they don't want you to go, anymore.

Birisi artık gitmeni istemediğine karar verdiği için diyebilirsin.

There are obviously other examples of that. Yes.

Elbette bunun başka örnekleri de var. Evet.

If you haven't, if you've had your nose pushed out, you're excluded from something.

Eğer yapmadıysanız, burnunuzu dışarı ittirdiyseniz bir şeyin dışında kalmışsınız demektir.

We can also say you can have your nose pushed out of joint as well.

Ayrıca burnunuzu eklem yerinden dışarı ittirebileceğinizi de söyleyebiliriz.

And it's the same thing.

Ve bu aynı şey.

Someone has just pushed you aside. You've been snubbed. You've been excluded.

Birisi seni bir kenara itti. Reddedildin. Dışlandınız.

Snubbed is a good.

Reddedilmek iyi bir şey.

Yeah, it's a good synonym, you could say, for that particular idiom.

Evet, o deyim için iyi bir eşanlamlı diyebiliriz.

So you can see here have your nose pushed out in the picture and it's pushing a nose

Resimde burnunuzun dışarı doğru itildiğini ve bir burnun

out of the door.

kapıdan dışarı doğru itildiğini görebilirsiniz.

So that is why

İşte bu yüzden

that particular idiom, okay.

bu özel deyim, tamam.

It can come from this image to have your nose pushed out.

Bu görüntüden burnunuzun dışarı itilmesi gelebilir.

I think that's quite a good one. Yes. Something's happened.

Bence bu oldukça iyi bir şey. Evet. Bir şey oldu.

You've upset somebody.

Birini üzdün.

And, they don't want you to be included in whatever it is that you were part of before.

Ve daha önce parçası olduğunuz her ne ise onun içinde yer almanızı istemiyorlar.

A group, a friend, group of friends.

Bir grup, bir arkadaş, bir arkadaş grubu.

A work could be a project at work.

Bir çalışma, işyerindeki bir proje olabilir.

You could be on some on it could be 4 or 5 of you have been chosen to to try and put a presentation together or something new for work,

İçinizden 4 veya 5'i bir sunum hazırlamak veya iş için yeni bir şey hazırlamak üzere seçilmiş olabilir

and suddenly they don't want you anymore.

ve birdenbire artık sizi istemezler.

And you've been excluded.

Ve sen dışlandın.

You've had your nose pushed out.

Burnunu dışarı ittin.

It's trying to indicate that you've been I mean yeah, yeah. Okay.

Yani evet, evet olduğunu göstermeye çalışıyor. Tamam aşkım.

I think we've expanded, we've explained it quite clearly there. Here's another one.

Sanırım konuyu genişlettik, orada gayet açık bir şekilde anlattık. İşte bir tane daha.

I think this is a little easier.

Bunun biraz daha kolay olduğunu düşünüyorum.

So so I'm expecting quite a few correct answers here.

Bu yüzden burada epeyce doğru cevap bekliyorum.

Again just see what you see.

Yine sadece ne gördüğünüzü görün.

No. That should be even I know what that one is.

Hayır. Onun ne olduğunu bilsem bile bu olmalı.

Mr. Duncan.

Bay Duncan.

Well yes.

Evet evet. Lewis

Lewis knows he means to to be

, başkalarının işleriyle ve olup bitenlerle çok fazla ilgilenmek

Have too much interest in other people's affairs and what's going on.

istediğini biliyor .

Yeah. It's to be over inquisitive over inquisitive nosy.

Evet. Meraklı meraklı yerine aşırı meraklı olmak.

You want to find out what's happening to Jill?

Jill'e ne olduğunu öğrenmek ister misin?

With her boyfriend? Yeah. It's.

Erkek arkadaşıyla mı? Evet. Onun.

You know. Oh. What's happened? What do you think? Oh. What, are they still going out together?

Bilirsin. Ah. Ne oldu? Ne düşünüyorsun? Ah. Ne yani hâlâ birlikte mi çıkıyorlar?

Oh, you know, you you being too nosy, and somebody might.

Oh, biliyorsun, çok meraklısın ve birileri bunu yapabilir.

Now that's to stop being so nosy. Stop asking me. Well, maybe. Maybe your neighbours. Nosy.

Artık bu kadar meraklı olmayı bırakmalıyız. Bana sormayı bırak. Belki. Belki komşularınız. Meraklı.

They are always watching you through the curtains.

Perdelerin arkasından sürekli seni izliyorlar.

Yeah. Trying to find out what's going on. Are nosy.

Evet. Neler olduğunu öğrenmeye çalışıyorum. Meraklılar.

There's nothing worse than a nosy neighbour.

Meraklı bir komşudan daha kötü bir şey yoktur.

The nosy neighbour.

Meraklı komşu.

We have answers coming through.

Cevaplarımız geliyor.

Thank you.

Teşekkür ederim.

Yes, some answers are coming through now. Isn't that nice?

Evet, şimdi bazı cevaplar geliyor. Çok hoş değil mi?

That's a very trendy looking person in that picture, by the way. Yes. It's me.

Bu arada, resimdeki çok modaya uygun görünen bir insan. Evet. Benim.

It's you.

Sensin.

Yeah.

Evet.

Interesting. In my dreams,

İlginç. Rüyalarımda,

they've got, they've got drainpipe trousers on that.

üzerinde kanalizasyon borulu pantolonlar var.

I wish I looked that cool and trendy.

Keşke bu kadar havalı ve modaya uygun görünseydim.

Some, some, some rather trendy looking, trainers.

Bazıları, bazıları oldukça modaya uygun görünümlü spor ayakkabılar.

And those tight skinny jeans that, people wear these days,

Ve bugünlerde insanların giydiği o dar, dar kot pantolonları

I can't get them over my big calves.

büyük baldırlarıma geçiremiyorum.

This isn't. Here's something it. Well, while we're waiting for more answers to come up,

Bu değil. İşte bir şey. Daha fazla yanıtın gelmesini beklerken

I was with some work colleagues this week. We.

bu hafta bazı iş arkadaşlarımla birlikteydim. Biz.

Somebody was leaving, and we were we were we were saying goodbye to them.

Birisi gidiyordu ve biz de onlara veda ediyorduk.

We all went out for a little meal and, in the UK, it's, Do you ever notice sometimes,

Hepimiz küçük bir yemek için dışarı çıktık ve Birleşik Krallık'ta şöyle oluyor: Bazen

that men seem to wear shorts when it's very cold?

erkeklerin hava çok soğukken şort giydiğini fark ettiniz mi?

Yeah, sometimes men wear shorts when it's very cold.

Evet, bazen erkekler hava çok soğuk olduğunda şort giyerler.

And you just think, oh, you don't, you know, in the middle of winter.

Ve siz sadece kışın ortasında bunu yapamayacağınızı düşünüyorsunuz.

Well, apparently it's quite common now for men to have a form of cosmetic surgery, called calf implants,

Görünen o ki, artık erkeklerin baldır implantları adı verilen ve

where that they have

baldırlarının daha çekici görünmesi için baldırlarına implantlar yerleştirildiği

implants put into their calves to make their calves look more attractive.

bir tür estetik ameliyata sahip olmaları oldukça yaygın.

That's it.

So not not the top of the legs. It's it's the bit between your knees and the ankle.

İşte bu.

Yani bacakların üst kısmı değil. Dizlerinizle ayak bileğiniz arasındaki kısımdır.

Your calves. Yes.

Buzağıların. Evet.

And apparently,

Ve görünüşe göre,

you're always you always need to be suspicious if a man's wearing shorts when it's, maybe cold, maybe he's showing off his new calf implants.

eğer bir adam hava soğukken şort giyiyorsa, belki de yeni baldır implantlarını sergiliyorsa her zaman şüphelenmek zorundasın.

Okay,

Tamam,

so, yeah, we've got lots of answers on, and they all look pretty correct to me.

evet, elimizde bir sürü cevap var ve hepsi bana oldukça doğru görünüyor.

Mr. Duncan.

Bay Duncan.

Yes, we have quite a few coming through now.

Evet, şu anda gelen çok sayıda kişi var.

I will give you the answer in a moment.

Cevabını birazdan vereceğim.

Beatrice says that she's learned this before and uses it a lot.

Beatrice bunu daha önce öğrendiğini ve çok kullandığını söylüyor.

Oh, and the answer is, well, it is a very good,

Ah, ve cevap şu; bu çok güzel bir

example of, say what you see, sit on the fence, you sit on the fence.

örnek; ne gördüğünü söyle, çitin üzerine otur, çitin üzerine otur.

A person who will sit on the fence is someone who will not take sides in an argument.

Çitin üzerinde oturacak kişi, tartışmada taraf tutmayacak kişidir. Yargılayıcı olmayan bir şekilde

They will remain neutral

tarafsız kalacaklar

in a non judgemental way, or they will not commit to one side or the other in an argument.

veya bir tartışmada bir tarafa veya diğerine bağlı kalmayacaklar.

So in other words, they will sit on the fence and sometimes they do that so as not to upset people.

Yani başka bir deyişle, çitin üzerine oturacaklar ve bazen de insanları üzmemek için bunu yapıyorlar.

Sometimes they may well have an opinion, but they don't wish to express it because it may upset you.

Bazen bir fikirleri olabilir ama sizi üzebileceği için bunu ifade etmek istemezler.

They may they may have friends on both sides of the argument.

Tartışmanın her iki tarafında da arkadaşları olabilir.

But they don't want to upset either side.

Ama iki tarafı da üzmek istemiyorlar.

And, so they sit.

Ve böylece oturuyorlar.

I'm going to sit on the fence over this one because you don't it means you don't want to upset people.

Ben bu konunun üzerinde duracağım çünkü bunu yapmıyorsanız bu, insanları üzmek istemediğiniz anlamına gelir.

Yeah, it doesn't mean that you're, indecisive as such.

Evet, bu senin kararsız olduğun anlamına gelmiyor.

You probably have made a decision. You just don't want to show it.

Muhtemelen bir karar vermişsinizdir. Sadece göstermek istemiyorsun.

Or could it mean that you're indecisive? Indecisive in that sense, yes, because that will.

Yoksa kararsız olduğunuz anlamına mı geliyor? Bu anlamda kararsızım, evet çünkü öyle olacak.

It is a very negative trait as well. Maybe you can't make a decision. Yes.

Bu aynı zamanda çok olumsuz bir özelliktir. Belki bir karar veremiyorsun. Evet.

Some people don't like it when a person will sit on the fence and they won't give their own opinion.

Bazı insanlar, bir kişinin çitin üzerine oturmasından ve kendi fikrini söylememesinden hoşlanmaz.

So maybe two people are arguing and they have different sides of of maybe their opinions.

Yani belki iki kişi tartışıyor ve farklı yönlerine sahipler, belki de görüşleri.

They are different from each other.

Onlar birbirlerinden farklıdırlar.

Maybe your your friend and a friend is involved and you ask them, what do you think?

Belki arkadaşınız ve bir arkadaşınız işin içindedir ve siz onlara soruyorsunuz, ne düşünüyorsunuz?

And they will say, oh,

Ve diyecekler ki,

I don't want to get involved.

ben bu işe karışmak istemiyorum.

I'm going to sit on the fence.

Ben çitin üzerine oturacağım.

Some, some people don't like it when a person won't give their own opinion on something,

Bazıları, bazı insanlar, bir kişinin bir konu hakkında kendi fikrini belirtmemesinden hoşlanmaz,

but I think, I think these days, quite often it is better to sit on the fence. Yes.

ama bence, bu günlerde, çoğu zaman bir kenarda oturmanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. Evet.

If you were,

Eğer öyleyseniz,

if you getting entered into a discussion with friends about whether you should,

eğer arkadaşlarınızla köpeğinizi kurşunsuz bir yürüyüşe çıkarmanız

take your dog for a walk without without a lead, that's hardly.

gerekip gerekmediği konusunda bir tartışmaya girdiyseniz

Or whether you should take your your baby in on a plane or into a restaurant.

, bu pek de zor değil. Veya bebeğinizi uçağa mı yoksa bir restorana mı götürmelisiniz?

Okay.

You you know that in that group of friends are going to be people who will say, yes, I think you should.

Tamam aşkım.

Biliyorsunuz ki o arkadaş grubunda evet, bence yapmalısınız diyen insanlar olacak.

And no, you shouldn't.

Ve hayır, yapmamalısın.

You don't want to upset either of them. And somebody might say, what's your opinion?

İkisini de üzmek istemezsin. Ve birisi şöyle diyebilir: Senin fikrin nedir?

And you might say, because you don't want to upset anyone, I'm going to sit on the fence on that one.

Ve diyebilirsiniz ki, kimseyi üzmek istemediğiniz için ben bu çitin üzerine oturacağım.

I'm not going to give my opinion.

Ben fikrimi söylemeyeceğim.

Quite often it's during a discussion about a very hot topic maybe.

Çoğu zaman belki de çok sıcak bir konu hakkında bir tartışma sırasında olur.

What do you think about the death penalty,

İdam cezası hakkında ne düşünüyorsunuz

or what do you think about the politics in the United States? Yes.

ya da Amerika Birleşik Devletleri'ndeki siyaset hakkında ne düşünüyorsunuz? Evet.

And though it's normally a big subject,

Ve bu normalde büyük bir konu olsa da,

maybe something that could create an argument or a fight, so the other person will say, I will sit on the fence.

belki tartışma ya da kavga yaratabilecek bir şeydir, bu yüzden diğer kişi şöyle diyecektir: Ben çitin üzerine oturacağım.

I'm not going to give you my opinion on whatsoever.

Size hiçbir konuda fikrimi söylemeyeceğim.

Here's another one, Steve. Moving on.

İşte bir tane daha, Steve. Devam ediyorum.

If Christina never sits on the fence, she said,

Christina hiçbir zaman kararsızlığa düşmezse,

we always know what Christina's thinking.

Christina'nın ne düşündüğünü her zaman bileceğimizi söyledi.

Yes, well, sometimes it's good to sometimes think. Good to express your opinion.

Evet, bazen düşünmek iyidir. Fikrinizi ifade etmeniz güzel.

There is nothing wrong with it.

Bunda yanlış bir şey yok.

Here we go. Here's another one.

İşte başlıyoruz. İşte bir tane daha.

If I can find it.

Eğer bulabilirsem.

I like this one.

Bu hoşuma gitti.

This took me a long time to, create. By the way.

Bunu yaratmam uzun zaman aldı. Bu arada.

Oh, right. Okay. I like this one.

Ah, doğru. Tamam aşkım. Bu hoşuma gitti.

I don't know what it is.

Ne olduğunu bilmiyorum.

I was making this last night, and it made me laugh, I was chuckling, I was going.

Bunu dün gece yapıyordum ve beni güldürüyordu, kıkırdıyordum, gidiyordum.

It's a nice pair of shoes, Mr.

Güzel bir çift ayakkabı Bay

Duncan. Yes. He's going to spoil those shoes.

Duncan. Evet. O ayakkabıları mahvedecek.

It's, by the way, there's a there's a combination of, So would you call those brogues, Mr.

Bu arada, şunun bir kombinasyonu var: Peki bu aksanlılara Bay

Duncan? They all kind of brogues. Yes.

Duncan adını verir misiniz? Hepsi bir çeşit ahbap. Evet.

That tan coloured, tan colour for shoes is very popular in the UK.

Ayakkabılar için ten rengi, taba rengi İngiltere'de çok popüler.

For for men to wear, tan shoes with a dark suit.

Erkeklerin koyu renk bir takım elbise ile ten rengi ayakkabılar giymesi için.

Yeah. It's, it's very popular.

Evet. Çok popüler.

Fashion.

Moda.

Expression in the UK.

Birleşik Krallık'ta ifade.

But tan shoes tend to give an impression of someone who's a bit of a wide boy.

Ancak ten rengi ayakkabılar biraz geniş bir oğlan çocuğu izlenimi verme eğilimindedir.

Okay, a bit of, in your opinion, really trust them.

Tamam, sizce biraz onlara gerçekten güvenin.

This this sounds more like your opinion. This is something dating back years.

Bu daha çok senin fikrine benziyor. Bu yıllar öncesine dayanan bir şey.

So when you see somebody, it's a sort of a, you know, a car salesman sort of look.

Yani birini gördüğünüzde, bu bir tür araba satıcısı bakışına benziyor.

Tan shoes with a dark suit.

Koyu renk bir takım elbiseyle ten rengi ayakkabılar.

Yeah.

Evet.

Because you normally you wouldn't wear tan shoes with a dark suit.

Çünkü normalde koyu renk bir takım elbisenin altına ten rengi ayakkabı giymezsin.

You would wear dark shoes. Black shoes? Yes, with a dark.

Koyu renkli ayakkabılar giyerdin. Siyah ayakkabılar mı? Evet, karanlıkla.

But if you had tan shoes, it gives the impression in the UK that you're a bit dodgy, you know, bit of bit of a bit of a car salesman.

Ama ten rengi ayakkabılarınız varsa, Birleşik Krallık'ta biraz tehlikeli, biraz araba satıcısı olduğunuz izlenimini veriyor.

You're willing to use sort of unethical tactics to get to, to get the sale.

Satışı elde etmek için etik olmayan taktikler kullanmaya hazırsınız.

I think, I think, I think you've made this a

Sanırım, sanırım, sanırım bunu bir

well, I could well be doing,

kuyu haline getirdin, ben de pekala yapabilirim,

idiom is. Yes.

deyim öyle. Evet.

I think Mr. Steve is literally doing this.

Bay Steve'in kelimenin tam anlamıyla bunu yaptığını düşünüyorum.

Yes. By saying that I, I don't think that's a real thing, to be honest.

Evet. Bunu söylerken dürüst olmak gerekirse bunun gerçek bir şey olduğunu düşünmüyorum.

It is, it is.

Öyle, öyle.

So when we say tan, by the way, we mean brown tan. Yeah. A light brown brown.

Yani ten rengi dediğimizde bu arada kahverengi ten renginden bahsediyoruz. Evet. Açık kahverengi bir kahverengi.

So light brown in colour of a saddle.

Çok açık kahverengi bir eyer renginde.

Yeah. Anyway, here we go. So,

Evet. Neyse, işte başlıyoruz. Yani

Yes yes yes, yes. Okay.

Evet evet evet, evet. Tamam aşkım.

Interesting.

İlginç.

We've got some interesting answers coming through.

İlginç yanıtlar alıyoruz.

Very interesting.

Çok ilginç.

So this is something a person might do

Yani bu

if they, if they actually do something, maybe they're trying to do something to another person to harm them.

, eğer bir kişi gerçekten bir şey yapıyorsa, belki başka bir kişiye ona zarar verecek bir şey yapmaya çalışıyorsa, yapabileceği bir şeydir

Or maybe they say something about another person.

. Ya da belki başka bir kişi hakkında bir şeyler söylüyorlar.

They're trying to do something against another person.

Başka birine karşı bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

But unfortunately that thing comes back on them. So they

Ama ne yazık ki bu şey onlara geri dönüyor. Yani

the end result is them being harmed by the thing they've done.

sonuçta yaptıkları şeyden zarar görmeleri oluyor.

And the expression that we would use.

Ve kullanacağımız ifade.

I just love this image.

Bu görüntüyü çok seviyorum.

I don't really want to take this image down because I'm very proud of it.

Bu resmi gerçekten kaldırmak istemiyorum çünkü onunla çok gurur duyuyorum.

Shoot yourself in the foot.

Kendini ayağından vur.

You shoot yourself in the foot.

Kendini ayağından vuruyorsun.

If you do that, it means you've inflicted something on yourself whilst trying to do something to another person.

Eğer bunu yapıyorsanız, başkasına bir şey yapmaya çalışırken kendinize de bir zarar vermişsiniz demektir.

You do something very silly.

Çok saçma bir şey yapıyorsun.

You shoot yourself in the foot, or maybe you do something that takes away something you've had as well.

Kendini ayağından vuruyorsun ya da belki senin de sahip olduğun bir şeyi ortadan kaldıracak bir şey yapıyorsun.

Maybe a chance to do thing, do something or an opportunity that you may have had.

Belki bir şey yapma şansı, bir şey yapma şansı veya sahip olabileceğiniz bir fırsat.

But then you did something and now it's harmed you and that thing will not happen.

Ama sonra bir şey yaptın ve şimdi bu sana zarar verdi ve o şey olmayacak.

We can say that you have

Kendinizi ayağınızdan vurdunuz

shot yourself in the foot.

diyebiliriz .

As Lewis has put it very succinctly, it means making a decision that harms you or doing something that harms you.

Lewis'in çok kısa ve öz bir şekilde ifade ettiği gibi bu, size zarar veren bir karar vermek veya size zarar veren bir şey yapmak anlamına gelir.

Yeah.

Evet.

Yes. Harm your own cause.

Evet. Kendi amacına zarar ver.

I mean, you might be trying to get here's an example.

Demek istediğim, buraya bir örnek getirmeye çalışıyor olabilirsiniz.

You might be trying to get a promotion at work, and you've been, working very hard, impressing the boss, and everything's looking good.

İşyerinde terfi almaya çalışıyor olabilirsiniz ve çok çalışıyorsunuz, patronunuzu etkiliyorsunuz ve her şey iyi görünüyor.

You know, you've been working for, for months

Biliyor musun, o terfiyi almak için aylardır çalışıyorsun

to to to try and get that promotion and then you do something silly, which reverses all the good things that you've done.

ve sonra aptalca bir şey yapıyorsun, bu da yaptığın tüm iyi şeyleri tersine çeviriyor.

So you might you might be, I don't know, go to a work's party and get drunk.

Yani, bilemiyorum, bir iş partisine gidip sarhoş olabilirsiniz.

Okay. And, and just make yourself look silly. That sounds completely normal to me.

Tamam aşkım. Ve kendini aptal gibi göster. Bu bana tamamen normal geliyor.

Or you might say something to your boss that upsets them.

Ya da patronunuza onu üzecek bir şey söyleyebilirsiniz.

The a personal remark about their clothing or something that undoes all the good work that you've done.

Kıyafetleri hakkında kişisel bir yorum ya da yaptığınız tüm iyi işleri mahveden bir şey.

And you might say, oh, I've just shot myself in the foot.

Ve diyebilirsiniz ki, az önce kendimi ayağımdan vurdum.

So, you know, I would have probably said, you go to the you go to the disco at work.

Yani, muhtemelen iş yerinde diskoya gidersin derdim.

So maybe there's a Christmas party and then you punch the manager.

Belki bir Noel partisi vardır ve sonra müdüre yumruk atarsın.

Yeah.

Evet.

Or you might have done all this good work. Yeah.

Veya tüm bu iyi işleri yapmış olabilirsiniz. Evet.

And then your boss comes in one day and he's got a they've got a tie on, and you say, oh, oh, that tie tower ties a bit to gay ritual.

Sonra bir gün patronunuz gelir ve elinde kravat vardır ve siz de "ah, ah, bu kravat kulesinin eşcinsel ritüeliyle bir bağlantısı var" dersiniz.

I don't think you should wear that. It doesn't suit you or something because you've become a bit overconfident.

Bence bunu giymemelisin. Bu sana yakışmıyor çünkü kendine biraz fazla güveniyorsun.

And they they look at you and you say, how dare you say that to me?

Ve sana bakıyorlar ve sen diyorsun ki, bunu bana söylemeye nasıl cesaret edersin?

And you, you might go to one of your friends and say, oh, I've just shot myself in the foot.

Ve siz, arkadaşlarınızdan birine gidip, az önce kendimi ayağımdan vurdum diyebilirsiniz.

Yeah, I've just done something that has harmed me and, and, and reversed all the good things that I've just done.

Evet, az önce bana zarar veren bir şey yaptım ve yaptığım tüm iyi şeyleri tersine çevirdim.

Yeah.

Evet.

Over the last few weeks. Yeah. It's.

Son birkaç haftadır. Evet. Onun.

You take away your own opportunity by doing something silly, harm your own cause.

Aptalca bir şey yaparak kendi fırsatını elinden alıyorsun, kendi amacına zarar veriyorsun.

Beatrice says in in Argentina we use the phrase throw stones on your own roof.

Beatrice, Arjantin'de kendi çatınıza taş atın deyimini kullandığımızı söylüyor.

Yeah, yeah.

Evet, evet.

That's it.

İşte bu.

That's a good one.

Bu iyi bir şey.

Here's another one, Steve.

İşte bir tane daha, Steve.

I like this one. This.

Bu hoşuma gitti. Bu.

This might be an easy one as well.

Bu aynı zamanda kolay bir şey de olabilir.

We will see what happens.

Ne olacağını göreceğiz.

Oh, so this is a good example of say what you see.

Bu, gördüğünüzü söylemenin güzel bir örneği.

English addict by the way, is what you are watching at the moment with myself, Mr.

Bu arada İngiliz bağımlısı şu anda benimle birlikte izlediğiniz şey Bay

Duncan. That's me, by the way.

Duncan. Bu arada bu benim.

I'm Mr.

Steve on a Sunday afternoon and we are with you for a few more minutes.

Ben Bay

Steve'im, bir Pazar öğleden sonra ve birkaç dakika daha sizinle birlikteyiz.

Guess the picture idiom.

Resim deyimini tahmin edin.

So it is literally say what you see on the screen.

Yani kelimenin tam anlamıyla ekranda ne gördüğünüzü söylüyorsunuz.

It almost looks like an album cover

Neredeyse bir Supertramp

from some Supertramp.

albüm kapağına benziyor .

It looks like something like an album cover.

Albüm kapağı gibi bir şeye benziyor.

It does look like an album cover.

Bir albüm kapağına benziyor.

Maybe Supertramp or or perhaps, I don't know, Talking Heads.

Belki Supertramp ya da belki de bilmiyorum Talking Heads.

It looks like it looks like that the album cover from one of their CD's, but it isn't.

CD'lerinden birinin albüm kapağına benziyor ama değil.

I made this on my own.

Bunu kendi başıma yaptım.

Well, it's a good guess. You, it's that water or ice, Mr. Duncan?

Bu iyi bir tahmin. Siz, o su mu buz mu Bay Duncan?

Well, there are ripples.

Peki, dalgalanmalar var.

Okay, so it's

Tamam, yani bu

water, so it's water, but that is that is an idiom foetus that you've put on there.

su, yani su, ama bu oraya koyduğunuz bir deyim fetüs.

Walk on thin ice. Yes.

İnce buz üzerinde yürüyün. Evet.

It could, it could have been ice. Mr. Duncan has just confirmed that it's water.

Olabilir, buz olabilirdi. Bay Duncan bunun su olduğunu doğruladı.

But, because there are ripples going out.

Ama dışarı çıkan dalgalar olduğu için.

So on the ice, they wouldn't be on the water.

Yani buzun üzerinde suyun üzerinde olmazlardı.

There would be ripple.

Dalgalanma olacaktı.

But it's a good guess nevertheless. If you walk on thin ice, of course, it means that you,

Ama yine de iyi bir tahmin. İnce buz üzerinde yürürseniz elbette bu sizin,

your, saying something that could maybe be offensive.

sizin, rahatsız edici olabilecek bir şey söylediğiniz anlamına gelir.

But are you doing something that's dangerous? You're doing something that's dangerous.

Ama tehlikeli bir şey mi yapıyorsun? Tehlikeli bir şey yapıyorsun.

Whether it's something you're saying to hero. Action hero.

İster kahramana söylediğin bir şey olsun. Aksiyon kahramanı.

Good guess.

İyi tahmin.

Very good guess. In fact.

Çok iyi tahmin. Aslında.

In fact, it's a it's a very, very good guess,

Aslında bu çok ama çok iyi bir tahmin

actually.

.

Touch the water or taste the water, says Giovanni.

Giovanni, suya dokunun veya suyun tadına bakın, diyor.

Don't go into the water without knowing the depth.

Derinliğini bilmeden suya girmeyin.

Interesting. Yes, yes there is.

İlginç. Evet evet var.

There is a very similar phrase that might be there is to go into deep water.

Çok benzer bir deyim vardır; derin suya girmek diye bir tabir vardır.

If you go into deep water, it means you are going into a situation or talking

Derin suya giriyorsanız,

about something that maybe you you don't fully understand and you are trying to talk about it.

belki de tam olarak anlamadığınız bir durumla karşı karşıyasınız ya da bir şeyden bahsediyorsunuz ve o konuyu konuşmaya çalışıyorsunuz demektir.

You are going into deep water.

Derin suya giriyorsunuz.

You might you might be talking about something that you don't know much about.

Hakkında fazla bilgi sahibi olmadığınız bir konu hakkında konuşuyor olabilirsiniz.

That happens to me quite a lot.

Bu bana çok sık oluyor.

Guess the picture idiom.

Resim deyimini tahmin edin.

Here is the answer coming up.

İşte cevap geliyor.

I will show you the answer now on the screen

Cevabı şimdi ekranda göstereceğim,

you don't quite know what happened there.

orada ne olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz.

That's

Sorun değil

okay.

.

This is going well today. I'm enjoying today's live stream.

Bu bugün iyi gidiyor. Bugünkü canlı yayının tadını çıkarıyorum.

It's all going well. Mr. Duncan said you've had to get the article.

Her şey yolunda gidiyor. Bay Duncan makaleyi almanız gerektiğini söyledi.

There we go.

İşte başlıyoruz.

There it is, Steve. It's my fault, though. It's my stupidity that would say that.

İşte burada, Steve. Ama bu benim hatam. Bunu söyleyen benim aptallığımdır.

Dip your toe in the water

Ayak parmağınızı suya batırın,

so you dip your toe in the water.

böylece ayak parmağınızı suya batırın.

Well, don't you, hero?

Öyle değil mi kahraman?

Yes. To dip your toe in the water means to try something.

Evet. Ayak parmağınızı suya daldırmak bir şey denemek demektir.

Try something, but you don't do it fully.

Bir şeyler dene ama tam olarak yapmıyorsun.

You have a go. You try. You.

Bir şansın var. Sen dene. Sen.

You see if you can do it.

Bunu yapıp yapamayacağınızı göreceksiniz.

You see if you can.

Yapabildiğini göreceksin.

You can.

You like that thing?

Yapabilirsiniz.

Bu şeyi beğendin mi?

Maybe you dip your toe in the water.

Belki ayak parmağını suya batırırsın.

Yes. It's saying that instead of going for a full, full on swim, immersing

Evet. Bu, tam anlamıyla yüzmeye gitmek,

your whole self in the water, you're just testing the temperature.

kendinizi tamamen suya kaptırmak yerine, sadece sıcaklığı test ettiğinizi söylüyor.

Maybe do what's that like?

Belki de bu nasıl bir şeydir?

But it's it's for an activity that you've never tried before that you might want to have a go at.

Ancak daha önce hiç denemediğiniz bir aktivite için denemek isteyebilirsiniz.

So dip your toe in the water, anything you want to try.

Bu yüzden ayak parmağınızı suya batırın, denemek istediğiniz her şeyi yapın.

Quite often at first you might just dip your toe in the water.

Çoğu zaman ilk başta ayak parmağınızı suya batırabilirsiniz.

You will go a long to to see what is involved.

Neyin söz konusu olduğunu görmek için uzun süre gideceksiniz.

You will maybe try that thing I Francesca. Bye bye.

Belki Francesca'yı deneyebilirsin. Güle güle.

Yeah. And, Yes. That's it.

Evet. Ve evet. İşte bu.

You might, there might be a new job opportunity. Opportunity at work.

Olabilirsin, yeni bir iş fırsatı olabilir. İş yerinde fırsat.

But you like the job you're doing at the moment.

Ama şu anda yaptığın işi seviyorsun.

And you're not sure whether you should try this new job.

Ve bu yeni işi denemeniz gerekip gerekmediğinden emin değilsiniz.

So, you might say to your boss.

Yani patronuna şöyle diyebilirsin.

Oh, I'm not sure. Can I can I just have a period of time when I try it out?

Ah, emin değilim. Denemek için biraz zaman alabilir miyim?

Yes, a trial, a trial.

Evet, bir duruşma, bir duruşma.

You're just dipping your toe in the water. You just saying. Let's just try it out.

Sadece ayak parmağını suya batırıyorsun. Sadece söylüyorsun. Hadi deneyelim.

If you don't like it, you can come back again.

Beğenmediyseniz tekrar geri dönebilirsiniz.

If the water's too cold and you don't like it, you don't have to go all the way in.

Su çok soğuksa ve hoşunuza gitmiyorsa, sonuna kadar gitmenize gerek yok.

Yeah, here's the final one today, because we will be going in a few moments.

Evet, işte bugün sonuncusu, çünkü birkaç dakika sonra gideceğiz.

Here is the final one again, a very good example of say what you see.

İşte yine sonuncusu, gördüğünüzü söylemenin çok güzel bir örneği.

Oh, Mr.

Ah, Bay

Duncan, this this one is very, very,

Duncan, bu çok ama çok,

once you're getting good at these, Mr.

siz bu konularda ustalaşmaya başladığınızda Bay

Duncan, I am.

Duncan, ben öyleyim.

I was working very hard last night.

Dün gece çok sıkı çalışıyordum.

I couldn't sleep last night because I kept thinking about my poor mum, and then I stayed awake.

Dün gece uyuyamadım çünkü sürekli zavallı annemi düşünüyordum ve sonra uyanık kaldım.

And I did some of these in the early hours of this morning.

Ve bunların bir kısmını bu sabahın erken saatlerinde yaptım.

So my brain was.

Beynim de öyleydi.

Was working quite hard, even though I should have been asleep in bed.

Yatakta uyuyor olmam gerekirken oldukça yoğun çalışıyordum.

So here is another one to say what you see.

İşte gördüğünüzü söyleyecek başka bir tane daha.

What is that person doing?

O kişi ne yapıyor?

And this, again, I don't know how I come up with these, by the way.

Ve yine söylüyorum, bu arada bunları nasıl bulduğumu bilmiyorum.

I really don't,

Gerçekten bilmiyorum,

I don't, I don't know.

bilmiyorum, bilmiyorum.

Yes. So modest. Yes. Giovanni, I really don't know.

Evet. Çok mütevazı. Evet. Giovanni, gerçekten bilmiyorum.

Giovanni.

I usually dip my toe in the water with new people before using my sense of humour.

Giovanni.

Mizah anlayışımı kullanmadan önce genellikle yeni insanlarla birlikte ayak parmağımı suya sokarım.

There's a good example, because sometimes if you use your if you've got a strong sense of humour

Bunun iyi bir örneği var, çünkü bazen güçlü bir mizah anlayışınız varsa

and people don't know you, sometimes they might be offended by the things that you say.

ve insanlar sizi tanımıyorsa, bazen söylediğiniz şeylerden rahatsız olabilirler.

I've.

I got into this trouble myself with people.

Ben yaptım.

Ben de insanlarla bu belaya girdim.

You in a new group of people and you suddenly start

Yeni bir grup insanın içindesiniz ve birdenbire

doing the jokes or the comments that you usually do in fun,

genellikle eğlence amaçlı yaptığınız şakaları veya yorumları yapmaya başlıyorsunuz,

but some people might get a bit offended by it and then because they don't know you, they don't know that you're

ancak bazı insanlar bundan biraz rahatsız olabilir ve sonra sizi tanımadıkları için sizin olduğunuzu bilmiyorlar.

being offensive.

saldırgan olmak.

You're not being offensive.

Saldırgan davranmıyorsun.

So yes, you yeah, dip your toe in the water. And that's a good example.

Yani evet, evet, ayak parmağınızı suya batırın. Ve bu iyi bir örnek.

I remember when I first met Giovanni, he came up behind me and put his hand on my shoulder and he said,

Giovanni'yle ilk tanıştığımda arkamdan gelip elini omzuma koyduğunu ve "

I will. I've been looking for you. Yes.

Yapacağım" dediğini hatırlıyorum. Seni arıyordum. Evet.

I was not expecting that.

Bunu beklemiyordum.

So Giovanni did not give me a chance to adjust to his sense of humour.

Bu yüzden Giovanni bana onun mizah anlayışına uyum sağlama şansı vermedi.

That's it.

İşte bu.

So yeah, very funny, by the way. You have a very good sense of humour. I like it a lot.

Yani evet, bu arada çok komik. Çok iyi bir mizah anlayışınız var. Çok hoşuma gitti.

So what is it?

Peki nedir bu?

Does anyone know where we are? Not getting any answers is here.

Nerede olduğumuzu bilen var mı? Burada herhangi bir cevap alamıyorum.

And I thought this one was quite easy.

Ve bunun oldukça kolay olduğunu düşündüm.

I don't know why I thought this was quite easy.

Bunun neden oldukça kolay olduğunu düşündüğümü bilmiyorum.

It was so good. A lot of people watching.

Çok iyiydi. Pek çok insan izliyor.

Thank you.

Teşekkür ederim.

Rice, raisin or raisin calling you the best speech in the world.

Pirinç, kuru üzüm veya kuru üzüm sizi dünyanın en iyi konuşması olarak adlandırıyor.

Mr. Duncan, I presume you mean Mr.

Bay Duncan, sanırım Bay Duncan'ı kastediyorsunuz

Duncan? Yeah. Yes.

? Evet. Evet.

Mr. Duncan is the goat.

Bay Duncan keçidir.

I've been called many things in my life,

Hayatımda bana pek çok şey söylendi

but I've never been called a girl.

ama hiçbir zaman kız olarak adlandırılmadım.

Charo is on a roll to hear.

Charo'nun dinlemeye hazırlığı var.

If you are on a roll, that means you are being successful.

Eğer başarılı oluyorsanız bu başarılı olduğunuz anlamına gelir.

Yes, you are having a streak of good luck.

Evet, iyi şanslar serisi yaşıyorsunuz.

A streak of good luck being successful many times in a row without any.

İyi şanslar serisi olmadan arka arkaya birçok kez başarılı olmak.

Without any, but that any anything going wrong? Yeah.

Hiçbiri yok ama ters giden bir şey var mı? Evet.

So I guess the picture idiom, I will give you the answer because we are just three minutes away from the end of the show

Sanırım resim deyimi, size cevabı vereceğim çünkü gösterinin bitimine sadece üç dakika kaldı

there.

. Biliyor musunuz, bu çok zor Bay

You know, it is difficult this one, Mr.

Duncan, says, Christina, somebody is drawing something.

Duncan, Christina, birisi bir şeyler çiziyor diyor.

What are they drawing?

Ne çiziyorlar?

Yeah.

Why is it what's different about that thing they're drawing compared to the other two?

Evet.

Neden çizdikleri şey diğer ikisine göre farklı?

The green one and the blue one? Yeah. What is different?

Yeşil olan ve mavi olan? Evet. Farklı olan ne?

It's smaller. It's also what's another.

Daha küçük. Bu aynı zamanda başka bir şey.

What's a synonym for smaller.

Daha küçük kelimesinin eş anlamlısı nedir?

Yeah. It's

Evet. Çok

it is not long.

uzun değil.

Here we go.

İşte başlıyoruz.

Here's the answer anyway.

Neyse cevap burada.

Draw the short straw.

Kısa çöpü çekin.

You don't your hero.

Sen kahramanını bilmiyorsun.

Oh you draw the short straw.

Oh, kısa çöpü sen çek.

That means very interesting idiom.

Bu çok ilginç bir deyim anlamına gelir.

It means you have been chosen to do the thing that no one else wants to do.

Bu, kimsenin yapmak istemediği şeyi yapmak için seçildiğin anlamına gelir.

Maybe a task or a job.

Belki bir görev ya da iş.

You have that responsibility.

Bu sorumluluğunuz var.

They have chosen you.

Seni seçtiler.

You have drawn the short straw. Yes.

Kısa çöpü çektiniz. Evet.

I mean often, don't they?

Sık sık demek istiyorum, değil mi?

If you've got if you've seen in films probably many times that somebody has to

Filmlerde muhtemelen birçok kez birisinin savaş durumunda tehlikeli bir şey yapması gerektiğini

in a war situation, they have to do something dangerous and, but nobody wants to do it.

gördüyseniz , ama kimse bunu yapmak istemez.

But so the boss or the or the or the sergeant or somebody,

Ama böylece patron, ya da ya da çavuş ya da herhangi biri,

gets everybody to pick a straw.

herkesin bir çöp toplamasını sağlar.

And the one that picks the shortest one is the one that has to go and do that difficult task.

Ve en kısa olanı seçen kişi, gidip o zor görevi yerine getirmek zorunda olan kişidir.

It could be to go outside where all the enemy's where the enemy is to defuse a bomb or something like that.

Bir bombayı veya buna benzer bir şeyi etkisiz hale getirmek için düşmanın bulunduğu yerin dışına çıkmak olabilir.

Yeah. And but but obviously that's an extreme case.

Evet. Ve ama ama açıkçası bu aşırı bir durum.

But you can draw the short straw, for example,

Ama kısa çöpü çekebilirsiniz, örneğin,

if you've got to, to go in and, and teach somebody how to do something at work that nobody else wants to do,

içeri girip, işyerinde başka kimsenin yapmak istemediği bir şeyin nasıl yapılacağını birisine öğretirsiniz,

because nobody likes that particular person, I would say, I would say a good, good example would be just staying over

çünkü kimse o kişiyi sevmez, diyebilirim ki, iyi, iyi bir örnek,

after after the after your work is finished, one person has to stay behind

işiniz bittikten sonra burada kalmaktır, bir kişi geride kalmak

and do some extra work, and so the boss will choose someone and they will.

ve fazladan bir iş yapmak zorundadır ve böylece patron birini seçecektir ve seçecektir.

They will often say it is a joke.

Sık sık bunun bir şaka olduğunu söylerler.

I'm sorry you have drawn the short straw.

Kısa çöpü çektiğin için üzgünüm.

So even if they don't have a choice quite often, they won't have a choice.

Yani çoğu zaman bir seçim şansına sahip olmasalar bile, bir seçim şansları olmayacak.

We can say that they have drawn or they draw the short straw.

Çekmişler ya da kısa çöpü çekmişler diyebiliriz.

They have to do the thing that no one else wants to do, I think.

Bence kimsenin yapmak istemediği şeyi yapmak zorundalar.

Yes, your hero says that I've got jury duty coming up.

Evet, kahramanın jüri görevimin yaklaştığını söylüyor.

Can that be an example of drawing the short straw? Well, yes, it could be, yes.

Bu kısa çöpü çekmenin bir örneği olabilir mi? Evet, olabilir, evet.

I think that's a good example, because you've been picked to do something

Bence bu iyi bir örnek, çünkü

that ordinarily you wouldn't want to do and know what a lot of people,

normalde yapmak istemeyeceğin bir şeyi yapmak için seçildin

Kevin, is off to do his Latin dance class.

ve pek çok insanın, Kevin'in, Latin dansı dersine gitmek için yola çıktığını biliyorsun.

Oh, now, do you know I want to learn dancing?

Ah, dans etmeyi öğrenmek istediğimi biliyor musun?

So. Yes.

Bu yüzden. Evet.

If we ever meet up, maybe you can come to Paris, on the 1st of July.

Eğer buluşursak belki 1 Temmuz'da Paris'e gelebilirsin.

In which case you can show me how to do it when we meet up.

Bu durumda buluştuğumuzda bana nasıl yapılacağını gösterebilirsin.

Don't forget, by the way, we're all meeting up on the 1st of July.

Unutmayın, bu arada hepimiz 1 Temmuz'da buluşuyoruz.

1st of June, the 1st of June in Paris. If you want to be there.

1 Haziran, 1 Haziran Paris'te. Eğer orada olmak istersen.

Let us let Mr.

Bay

Duncan know in an email. And, there's quite a lot of us already committed to going.

Duncan'a bir e-postayla haber verelim . Ve çoğumuz zaten gitmeye kararlıyız.

There are some people joining us as well.

Aramıza katılanlar da var.

On the 1st of June.

1 Haziran'da.

So, yes.

So, yeah, I want to learn how to dance, Mr. Duncan.

Yani evet.

Yani evet dans etmeyi öğrenmek istiyorum Bay Duncan.

I want to learn all the different dance route, all the different dances, all of them.

Bütün farklı dans rotalarını, bütün farklı dansları, hepsini öğrenmek istiyorum.

Yeah.

Evet.

Well, everyone.

Peki millet.

Well, you know, there's lots of the samba, breakdancing.

Bilirsin, çok fazla samba ve breakdance var.

The samba.

Samba.

Breakdancing? Yeah. Maybe I'm too old for that. It's been around on the waltz.

Breakdance mi? Evet. Belki bunun için çok yaşlıyım. Valslerde ortalıkta dolaşıyor.

Waltz and, Latin dance, so.

Vals ve Latin dansı falan.

Yeah, I'd like to do. I'd like to learn more. Mr..

Evet, yapmak isterim. Daha fazlasını öğrenmek isterim. Bay.

Oh, about the cha cha cha cha cha. Yeah. The the the cancan. All of the. Mr..

Ah, cha cha cha cha cha hakkında. Evet. Cancan. Hepsi. Bay.

All about the conga.

Konga hakkında her şey.

Yep. I like I want to That's something I'm going to do when I retire, Mr.

Evet. Bay Duncan, emekli olduğumda yapacağım şey

Duncan, is go for dance classes.

dans derslerine gitmek olacak.

Because it's very good for coordination and all that kind of thing.

Çünkü koordinasyon ve buna benzer şeyler için çok iyi.

Anyway. Yes, we've gone 4:00.

Her neyse. Evet, saat 4'te gittik.

Been lovely to be here, Mr. Duncan, I hope. I hope everyone's enjoyed it.

Burada olmak güzeldi Bay Duncan, umarım. Umarım herkes keyif almıştır.

I hope you don't feel that coming.

Umarım bunun geldiğini hissetmiyorsundur.

On today's live stream, you have drawn the short straw. Yes.

Bugünkü canlı yayında bardağı taşıran son damlayı siz çektiniz. Evet.

Because you had other things to do.

Çünkü yapacak başka işlerin vardı.

Or maybe it was your first time here and you decided to dip your toe in the water.

Ya da belki buraya ilk gelişinizdi ve ayak parmağınızı suya daldırmaya karar verdiniz.

Yes, ma'am.

Evet hanımefendi.

Mr. Duncan, he's such a good a fast brain.

Bay Duncan, çok iyi ve hızlı bir beyine sahip.

It it happens sometimes.

Bazen oluyor.

Here we go. Then. It's time to say goodbye to Mr.

İşte başlıyoruz. Daha sonra. Bay Steve'e veda etme zamanı geldi

Steve. Catch you again next Sunday.

. Gelecek Pazar tekrar görüşürüz.

We have a busy week ahead because we are going places and I might not even be here on Wednesday.

Önümüzde yoğun bir hafta var çünkü bir yerlere gidiyoruz ve çarşamba günü burada olamayabilirim bile.

We will have to wait and see what happens. Yes.

Bekleyip ne olacağını görmemiz gerekecek. Evet.

See where?

Nerede?

See where about.

Bakın nerede?

Tune in and see where Mr. Duncan is.

Dinlenin ve Bay Duncan'ın nerede olduğunu görün.

Whereabouts in England will I be?

İngiltere'nin neresinde olacağım?

Find out during the week.

Hafta boyunca öğrenin.

Thank you, Mr. Steve. We will see you next Sunday.

Teşekkür ederim Bay Steve. Gelecek Pazar görüşürüz.

We will. And, love to be here.

Yapacağız. Ve burada olmayı seviyorum.

Have a good week, please. Like the video?

İyi haftalar lütfen. Videoyu beğendiniz mi?

This this live stream, if you haven't already.

Henüz yapmadıysanız bu canlı yayın.

And, see you all. Well, I be here next Sunday.

Ve hepinizle görüşürüz. Neyse, önümüzdeki pazar burada olacağım.

Yes, there are a few Sundays coming up when I won't be here, Mr. Duncan. But, you know, here we go.

Evet, burada olmayacağım birkaç pazar günü olacak Bay Duncan. Ama işte başlıyoruz.

Because I'm rehearsing for something.

Çünkü bir şeyin provasını yapıyorum.

But that'll be later on. That'll be, further into sort of meh time.

Ama bu daha sonra olacak. Bu, bir nevi meh zamanına doğru olacak.

So anyway, see you all next week. Okay. See you later.

Neyse, gelecek hafta görüşürüz. Tamam aşkım. Sonra görüşürüz.

It's almost time to go.

Gitme zamanı neredeyse geldi.

It's almost time to say goodbye.

Veda etme zamanı neredeyse geldi.

Thank you very much for your company today.

Bugün şirketiniz için çok teşekkür ederim.

I hope you've enjoyed today's English Addict live stream.

Umarım bugünkü English Addict canlı yayınını beğenmişsinizdir.

Don't forget.

Also, if you want to, please, please can you subscribe

Unutma.

Ayrıca eğer isterseniz lütfen abone

and also give me a lovely like as well.

olup bana da güzel bir like atar mısınız?

That would be ever so welcome.

Bu çok hoş karşılanırdı.

To be honest with you. I would like that very much.

Sana karşı dürüst olmak gerekirse. Bunu çok isterim.

Thank you for your company.

Şirketiniz için teşekkür ederiz.

I will see you hopefully during the week,

Hafta boyunca, nerede olursam olayım,

wherever I end up, wherever

hafta boyunca nerede olursam olayım

I will be during the week.

, seni umutla göreceğim

Find out.

. Anlamak.

You might see me, you might not.

Beni görebilirsin, göremeyebilirsin.

It depends what happens.

Ne olacağına bağlı.

And of course I will be back next Sunday as well.

Ve tabii ki önümüzdeki Pazar da döneceğim.

Enjoy the rest of your Sunday and I hope you have a good day. This is Mr.

Pazar gününüzün geri kalanının tadını çıkarın, umarım iyi bir gün geçirirsiniz. Ben

Duncan in the birthplace of the English language, saying thank you very much for watching.

İngiliz dilinin doğduğu yerden Bay Duncan, izlediğiniz için çok teşekkür ederim diyor.

See you later.

Sonra görüşürüz.

Take care of yourselves. And of course, until the next time we meet.

Kendinize iyi bakın. Ve elbette bir sonraki buluşmamıza kadar.

You know what's coming next. Yes, you do.

Bundan sonra ne olacağını biliyorsun. Evet, öyle.

I'm going out for a walk.

Yürüyüşe çıkacağım.

Ta ta for now. See you soon.

Şimdilik görüşürüz. Yakında görüşürüz.