Are You KIDDING me? / English Addict LIVE chat & Learning / Sun 30th JANUARY 2022 - with Mr Duncan

Yes, I know

I am a little bit late for which I apologise, but at least we are here.

Evet,

biraz geç kaldığımı biliyorum ama bunun için özür dilerim ama en azından buradayız.

It is better to be late than never, is what they say.

Geç kalmak hiç olmamasından iyidir derler.

Here we go again.

Yine başlıyoruz.

Yes, hello there. Welcome.

Evet, merhaba. Hoş geldin.

It is a rather cloudy, murky cold,

Oldukça bulutlu, bulanık bir soğuk

and I suppose I would say dry.

ve sanırım kuru diyebilirim.

At least it's dry.

En azından kuru.

We haven't had any rain yet today.

Bugün henüz yağmur yağmadı.

Here we go.

Then yes, it's English and we are back together again.

İşte başlıyoruz.

O zaman evet, İngilizce ve tekrar birlikteyiz.

Live from the birthplace of the English language,

İngiliz dilinin doğduğu yerden yaşayın ki

which just happens to be.

bu tesadüfen olur.

Oh my goodness, it's England.

Aman Tanrım, orası İngiltere.

Everybody.

Herkes.

Hi, everybody.

Selam millet.

This is Mr. Duncan in England.

Ben İngiltere'den Bay Duncan.

How are you today? Are you OK?

Bugün nasılsın? İyi misin?

I hope so.

Umarım. Mutlu

Are you happy?

musun?

I hope you are feeling happy today. I'm not too bad.

Umarım bugün kendini mutlu hissediyorsundur. Ben çok kötü değilim.

Thank you for asking.

Sorduğun için teşekkürler.

I'm OK here in England.

Burada, İngiltere'de iyiyim.

Everything is all right.

Herşey yolunda.

I was slightly late.

Biraz geciktim.

I don't know what happens during my morning.

Sabahları ne olur bilmiyorum.

I normally have about three or maybe four hours

Normalde bunu hazırlamak için yaklaşık üç veya belki dört saatim var

free to prepare this,

,

but I always seem to run out of time very quickly.

ama her zaman çok çabuk zamanım tükeniyor gibi görünüyor.

Time goes by so fast.

Zaman çok hızlı geçiyor.

one moment you are a child,

bir an çocuksun, bir

the next moment you are this.

an sonra bu.

Where did it all go wrong?

Hata neredeydi?

I will never know.

Asla bilemeyeceğim.

Sir, my name is Mr.

Efendim, benim adım Bay

Duncan. Duncan

Duncan.

is what people call me.

İnsanların bana Duncan dediği şey.

Besides other words,

Diğer kelimelerin yanı sıra,

and I talk about the English language, I like English.

İngilizce hakkında konuşuyorum, İngilizceyi seviyorum.

You might say that I am an English addict and I have a feeling that you might be as well.

Benim bir İngiliz bağımlısı olduğumu söyleyebilirsin ve senin de öyle olabileceğine dair bir his var içimde.

How was your week?

Haftan nasıldı?

Have you had a good week?

İyi bir hafta geçirdin mi?

Has it been a good one? Has it been a nice week?

İyi biri oldu mu? Güzel bir hafta oldu mu?

Have you had a moment where you were smiling

or maybe even laughing

something perhaps that made you laugh this week?

Bu hafta gülümsediğiniz, hatta belki de sizi güldüren bir şeye güldüğünüz bir an oldu mu?

My voice once again is a little bit croaky.

Sesim yine biraz kısıldı.

I don't know why my voice seems a little strange at the moment.

Şu anda sesimin neden biraz garip geldiğini bilmiyorum.

We went out yesterday for a lovely walk into town.

Dün şehre güzel bir yürüyüş yapmak için dışarı çıktık.

It was very pleasant.

Çok hoştu.

I want to say

it reminded me of spring yesterday.

Dün bana baharı hatırlattı diyebilirim.

It really did feel like spring was in the air, but today very cold again.

Gerçekten de havada bahar varmış gibi hissettiriyordu ama bugün yine çok soğuktu.

And as you can see the view behind me,

Ve arkamdaki manzarayı gördüğünüz gibi,

you will see the cars, you will see the fans

arabaları göreceksiniz, hayranları göreceksiniz

and maybe you will see something unexpected

ve belki de arkamda beklenmedik bir şey

occur behind my back.

olduğunu göreceksiniz.

So so that is life for those asking

Demek şu anda pencereden görünen manzara bu diyenler için hayat bu

that is the view right now out of the window.

.

Mr. Duncan, have you ever thought of moving,

Bay Duncan,

moving from where you are now?

şu an bulunduğunuz yerden taşınmayı hiç düşündünüz mü?

Well, at the moment the answer is no, I love living here.

Şu anda cevap hayır, burada yaşamayı seviyorum.

However, sometimes there are

Ancak bazen

things that are annoying

can sıkıcı şeyler oluyor

and of course we are talking about neighbours.

ve tabii ki komşulardan bahsediyoruz. Senden ne haber

What about you? How are your neighbours?

? komşuların nasıl

Do you get on with your neighbours?

Komşularınla ​​iyi geçiniyor musun?

Do you ever talk to your neighbours?

Hiç komşularınızla konuşur musunuz?

So have you ever thought of moving from where you live now?

Peki şu an yaşadığınız yerden taşınmayı hiç düşündünüz mü?

Have you ever thought of moving to another area or another place?

Hiç başka bir bölgeye veya başka bir yere taşınmayı düşündünüz mü?

Is there a reason why that might happen?

Bunun olmasının bir nedeni var mı?

Perhaps you have a family.

Belki de bir ailen vardır.

Maybe you have some kids that you didn't have a couple of years ago,

Belki birkaç yıl önce sahip olmadığınız bazı çocuklarınız var

and now your house is too small to fit everyone in.

ve şimdi eviniz herkesi sığdıramayacak kadar küçük.

So maybe you are going to move house because you don't have enough room where you live now.

Belki de şu anda yaşadığınız yerde yeterli alanınız olmadığı için evinizi değiştireceksiniz.

But at the moment, yes, I suppose we are happy here.

Ama şu anda, evet, sanırım burada mutluyuz.

I'm happy.

Mutluyum.

Mr Steve is happy, even though sometimes

Bay Steve, bazen

there are things that annoy him.

onu rahatsız eden şeyler olsa da mutludur.

That's all I'm saying.

Tüm söylediğim bu.

Sometimes there are things that annoy

Bazen

Mr Steve now and again.

Bay Steve'i ara sıra kızdıran şeyler oluyor.

Talking with Mr Steve, he will be coming later on.

Bay Steve ile konuşurken, daha sonra gelecek.

For those wondering, Yes, we do have Steve.

Merak edenler için, Evet, Steve'imiz var.

He is here today.

O bugün burada.

We also have a subject to talk about as well.

Bizim de konuşacağımız bir konu var.

Yes, we are talking about the subject today.

Evet, bugün bu konudan bahsediyoruz.

We are talking about stages of life

from when you are a little baby.

Küçük bir bebekken hayatın evrelerinden bahsediyoruz.

Go, go, go, go.

Git git git git. Benim gibi

Get this to when you are an old person

yaşlı bir insan olduğunda bunu anla

like me.

.

A lot of people ask, How old are you, Mr.

Pek çok insan kaç yaşındasınız Bay

Duncan? Well, I will give you a clue. This year

Duncan diye soruyor. Pekala, sana bir ipucu vereceğim. Bu yıl

I will be three years away.

üç yıl uzakta olacağım.

From the age that Mr Steve was last year,

Bay Steve'in geçen yılki yaşından

is that clear?

bu anlaşılıyor mu? Geçen yıl doğum gününde

So think of how old Mr Steve was last year on his birthday

Bay Steve'in kaç yaşında olduğunu düşünün

and then take three off fact

ve sonra aslından üç tane çıkarın

and that will be my age this year.

ve bu, bu yıl benim yaşım olacak.

Does it bother me?

Beni rahatsız ediyor mu?

Not really, no.

Gerçekten değil, hayır.

As they always say, you are only as old as you feel.

Her zaman söyledikleri gibi, kendini hissettiğin kadar yaşlısındır.

It's true.

Bu doğru. Kendinizi

You are if you feel young, if you have a young outlook on life,

genç hissediyorsanız, hayata genç bakıyorsanız,

if you see things in a positive way.

olaylara pozitif bakıyorsanız gençsiniz.

If you see yourself in a positive way, you you often find that you feel better.

Kendinizi olumlu bir şekilde görürseniz, genellikle kendinizi daha iyi hissettiğinizi görürsünüz. Kendinizi

You feel quite young.

oldukça genç hissediyorsunuz.

In fact,

Aslında

hello to the live chat.

canlı sohbete merhaba.

We have the live chat up and running right now.

Canlı sohbet şu anda aktif ve çalışıyor.

Nice to see you here as well.

Seni burada görmek de güzel.

Oh hello there.

Merhaba.

Very interesting.

Çok ilginç.

It's also nice to know that we have made it

Ayrıca bir

to the end of another week and also almost

haftanın daha sonuna geldiğimizi ve ayrıca

the end of another weekend and almost

bir hafta sonunun neredeyse sonuna ve neredeyse

the end of January.

Ocak ayının sonuna geldiğimizi bilmek de güzel.

Yes, it's Sunday.

Evet, bugün Pazar. Bip bip, bip

Do you mean,

do you believe, beep beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep beep beep beep.

, bip, bip, bip, bip , bip, bip bip bip bip.

Sun has returned,

Güneş geri döndü,

I hope you are feeling good today.

umarım bugün kendinizi iyi hissediyorsunuzdur.

I hope you are feeling good today.

Umarım bugün iyi hissediyorsundur. Kendinizi

If you are not feeling good, then I hope we will cheer you up.

iyi hissetmiyorsanız, umarım sizi neşelendirebiliriz.

Maybe there's something on your mind.

Belki aklında bir şey vardır.

Maybe there is a problem that you have to sort out next week.

Belki önümüzdeki hafta halletmen gereken bir sorun vardır.

So if there is, I hope I will cheer you up somehow, and I'm pretty sure Mr.

Öyleyse, umarım sizi bir şekilde neşelendirebilirim ve Bay

Steve will cheer us up as well.

Steve'in de bizi neşelendireceğinden oldukça eminim.

I'm sure he will try his best.

Eminim elinden geleni yapacaktır.

So we have a lovely day here.

Yani burada güzel bir gün geçiriyoruz.

We have a nice time to come.

Önümüzde güzel bir zaman var.

We are talking about the stages of life.

Hayatın evrelerinden bahsediyoruz.

We also have some nice photographs to show as well.

Ayrıca gösterecek güzel fotoğraflarımız da var. İki saatlik

We have an English show

bir İngilizce şovumuz var

for two hours.

.

I know what you're thinking. It's impossible.

Ne düşündüğünü biliyorum. Bu imkansız.

There is no way on Earth that you're going to be able

to do that for two hours, but I will try my best.

Bunu iki saat boyunca yapabilmenin hiçbir yolu yok, ama elimden gelenin en iyisini yapacağım.

Hello again to the live chat.

Canlı sohbete tekrar merhaba.

Oh hello, live chat.

Merhaba, canlı sohbet.

Nice to see you here as well on this Sunday and

Bu Pazar günü sizi de burada görmek güzel ve

oh, very interesting.

çok ilginç.

It looks as if we have a new champion

Görünüşe göre

on the live chat with their very first finger.

canlı sohbette baş parmaklarıyla yeni bir şampiyonumuz var.

Congratulations once again to euphonium.

euphonium'u bir kez daha tebrik ederim.

888 Guess what

888

you are first on today's live chat.

Bugünkü canlı sohbette ilk olarak ne olduğunuzu tahmin edin.

Well done, and also, we have Vitesse in second place.

Aferin ve ayrıca ikinci sırada Vitesse var.

Also, we have Olga as well.

Ayrıca Olga'mız da var.

Mo Sun is here.

Mo Sun burada. Ben

Nice to see you as well.

de seni gördüğüme sevindim.

Also, we have Luis Mendez is here today.

Ayrıca bugün burada Luis Mendez var. Geçen hafta gönderdiğiniz

Thank you also, Luis, for your lovely photograph that you sent last week.

güzel fotoğrafınız için de teşekkür ederim Luis .

The weather is getting better across Europe,

Hava Avrupa genelinde iyileşiyor,

not only here in England, but also across France as well.

sadece burada İngiltere'de değil, aynı zamanda Fransa genelinde de. Geçen hafta gönderdiğin

Thank you, Louis, for your lovely photograph that you sent last week.

güzel fotoğrafın için teşekkürler Louis .

Isn't that lovely?

Bu çok hoş değil mi?

I do like being near water.

Suya yakın olmayı seviyorum.

I will be honest with you.

sana karşı dürüst olacağım

I do like being close to a river

Bir nehre

or a lake, or even by the sea.

veya göle yakın olmayı, hatta deniz kenarında olmayı seviyorum.

So thank you, Louis, for that lovely photograph.

Bu güzel fotoğraf için teşekkürler Louis.

And as you can see, the trees are still looking rather bare

Ve gördüğünüz gibi, ağaçlar hala oldukça çıplak görünüyor

because it is still winter, after all.

çünkü sonuçta hala kış.

In fact, those trees in that photograph

Aslında o fotoğraftaki ağaçlar hayatımın arkamda duran

look very similar to the tree

ağaca çok benziyor

that is behind me on my life.

.

You if you look closely.

Yakından bakarsanız.

Yes, it does.

Evet öyle.

It looks a little bit like that.

Biraz öyle görünüyor.

That particular tree there, it looks very similar.

Oradaki belirli ağaç, çok benziyor.

Let's have another look.

Başka bir göz atalım.

Mm-Hmm.

Mm-Hmm.

Yes, they do look very similar.

Evet, çok benziyorlar.

I think they might be the same tree, you know?

Sanırım aynı ağaç olabilirler, biliyor musun?

Thank you, Louis, for your lovely photograph.

Güzel fotoğrafın için teşekkürler Louis.

Today we are talking about being young,

Bugün genç olmaktan,

being middle aged, being old.

orta yaşlı olmaktan, yaşlı olmaktan bahsediyoruz.

But as I always say, you are only as old as you feel.

Ama her zaman söylediğim gibi, kendini hissettiğin kadar yaşlısındır.

There are lots of words connected to all of the stages of life

as we grow up from our childhood

Çocukluğumuzdan

to adulthood to

yetişkinliğe ve

our twilight years.

alacakaranlık yıllarımıza kadar büyürken hayatın tüm aşamalarıyla bağlantılı pek çok kelime var.

There are many words we can use to describe it.

Onu anlatmak için kullanabileceğimiz birçok kelime var.

Hello to everyone.

Herkese merhaba.

Hello also to Oh hello, Tommy.

Oh merhaba Tommy'ye de merhaba.

Hello, Tomic. Nice to see you here.

Merhaba Tomic. Seni burada görmek güzel.

Hello, also, Christina.

Ayrıca merhaba Christina.

Christina, we also have Maria.

Christina, bizde de Maria var.

Oh, Maria, I'm saying hello

Oh, Maria, Maria'ya merhaba diyorum

to Maria.

.

Thank you very much for joining me today.

Bugün bana katıldığınız için çok teşekkür ederim. Bir

We also have Colonel.

de albayımız var.

Hello, Colonel.

Merhaba, Albay.

It's nice to see you back as well.

Seni tekrar görmek de güzel.

We had a big surprise last week.

Geçen hafta büyük bir sürpriz yaşadık.

We had Soup Cat.

Çorba Kedimiz vardı.

I haven't seen Soup Cat for a very long time on the live chat,

Canlı sohbette çok uzun zamandır Soup Cat'i görmedim

but we did have Soup Cat last week on the live chat.

ama geçen hafta canlı sohbette Soup Cat gördük.

Another one of our regular viewers who we haven't seen for a long time.

Uzun zamandır görmediğimiz bir izleyicimiz daha.

Hello. Also to ring sac.

Merhaba. Ayrıca yüzük kesesine.

Hello room sac. Nice to see you here as well.

Merhaba oda kesesi. Seni burada görmek de güzel.

Another one of my regular viewers, but also one of my regular posters

Düzenli izleyicilerimden bir diğeri,

on the comment section as well.

aynı zamanda yorum bölümündeki düzenli posterlerimden biri.

Thank you very much for joining me once more.

Bana bir kez daha katıldığınız için çok teşekkür ederim.

We have Nestle.

Nestle'miz var.

We have Alessandra.

Alessandra'mız var.

Oh my goodness. It's a busy one today.

Aman tanrım. Bugün yoğun bir gün.

It's very busy.

Çok meşgul.

Can I just say it looks as if today's live chat

Bugünkü canlı sohbetin

is going to be rather busy?

oldukça yoğun geçeceğini söyleyebilir miyim?

So what about you?

Peki ya sen?

Have you ever thought about moving house?

Hiç ev taşımayı düşündün mü?

Have you ever thought about moving to another place?

Hiç başka bir yere taşınmayı düşündün mü?

Maybe another area, maybe to another town,

Belki başka bir bölgeye, belki başka bir kasabaya,

maybe to another city, maybe to another country?

belki başka bir şehre, belki başka bir ülkeye?

Wow. Let me know, please.

Vay. Bilmeme izin ver lütfen.

Being a good neighbour, having neighbours around you

İyi bir komşu olmak,

who will take care of you if you have a difficulty, or maybe if you are in trouble,

bir zorlukla karşılaştığınızda ya da belki de bir sıkıntıya düştüğünüzde etrafınızda sizinle ilgilenecek komşuların olması,

sometimes it is good to have a neighbour nearby who will help you out.

bazen yakınınızda size yardım edecek bir komşunun olması iyidir .

I think so.

Bence de.

Hello also to hello to XKR.

Merhaba ayrıca XKR'ye merhaba.

Nice to see you back as well on the live chat.

Sizi canlı sohbette de görmek güzel.

It is a very busy one today.

Bugün çok yoğun bir gün.

Lots of people are here.

Birçok insan burada.

Hello to Forest Forest Leprechaun.

Orman Orman Leprikonuna merhaba.

Hello to you.

Merhaba sana.

Now is there a difference between a leprechaun

Cüce cin ile cüce arasında bir fark var mı

and a dwarf?

?

Leprechauns all these different, I think they are on me.

Cüce cinlerin hepsi farklı, sanırım üzerimdeler. Cüce

I often think of leprechauns as being

cinleri sık sık

something from Irish folklore,

İrlanda folklorundan bir şey olarak düşünürüm

but dwarfs are something different.

ama cüceler farklı bir şeydir.

And of course, a lot of people talking about that at the moment because there is a new version

Ve tabii ki, şu anda pek çok insan bundan bahsediyor çünkü

of Snow White and the seven Dwarves, but apparently

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'in yeni bir versiyonu var ama görünüşe göre

they are going.

gidiyorlar.

I don't understand this.

Bunu anlamıyorum.

There are going to be no dwarves.

Cüceler olmayacak.

In Snow White and the seven Dwarfs.

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'de.

Apparently, there is a new film version, but

Görünüşe göre yeni bir film versiyonu var ama

some people are unhappy about it.

bazı insanlar bundan memnun değil.

They are saying, How dare you?

Nasıl cüret edersin diyorlar.

How dare you depict small people, little people as dwarfs?

Küçük insanları, küçük insanları cüce olarak göstermeye nasıl cüret edersin?

That's that's sized.

Boyut bu kadar.

Is there such a thing as sizes?

Boyut diye bir şey var mı? Yumruk

Can you be size fist?

büyüklüğünde olabilir misin?

Is it possible to be sizes?

Boyutlu olmak mümkün mü? Ben gençken

People used to be so mean and horrible to me

insanlar bana çok kötü ve korkunç davranırdı

when I was young because I was really tall,

çünkü gerçekten uzundum, bu

so I actually had the opposite problem.

yüzden aslında tam tersi bir sorunum vardı.

I was not a dwarf.

Ben bir cüce değildim.

I was actually a big, lanky beanpole.

Aslında ben büyük, sırık gibi bir fasulye sırığıydım.

And that's what people used to call me.

Ve insanlar bana böyle derdi.

So even if you're not small, even if you're not short, you can still have problems

Yani küçük olmasanız bile, kısa olmasanız da sorun yaşayabilirsiniz

because I was really tall at school and everyone used to pick on me.

çünkü okulda çok uzundum ve herkes benimle dalga geçerdi.

They used to call me lanky and beanpole.

Bana sıska ve fasulye sırığı derlerdi.

Horrible in skinny

Sıska sıska kaburgalarda korkunç,

skinny ribs is another one they used to call me horrible.

bana korkunç dedikleri bir başka şeydi.

Isn't that horrible?

Bu korkunç değil mi?

So just because you are tall, just because you have a lot of height

Yani sadece uzun olmanız, sadece çok uzun olmanız

does not mean that your life is easier.

hayatınızın daha kolay olduğu anlamına gelmez.

Trust me, it doesn't.

İnan bana, öyle değil.

So you can be short and have problems.

Yani kısa olabilir ve sorun yaşayabilirsiniz.

You can be tall, very tall and have difficulty as well.

Uzun olabilirsin, çok uzun olabilir ve zorluk da çekebilirsin.

It doesn't mean anything, Palmira says.

Bunun bir anlamı yok, diyor Palmira.

I trust my nearest neighbours.

En yakın komşularıma güvenirim.

We even have the keys to both of our flats.

Hatta iki dairemizin de anahtarları bizde.

So you have your neighbours key and your neighbour as your key.

Yani komşunuzun anahtarına ve anahtarınız olarak da komşunuza sahipsiniz.

Well, I think that is a great idea.

Bence bu harika bir fikir.

And one of the reasons why I think that is good is because

Bunun iyi olduğunu düşünmemin nedenlerinden biri de

you can make sure that the other person is always safe.

diğer kişinin her zaman güvende olduğundan emin olabilmeniz.

So maybe if you don't see your neighbour

Yani komşunuzu

for a couple of days, you might become concerned.

birkaç gün görmezseniz endişelenebilirsiniz.

You might think What is wrong with my neighbour?

Komşumun nesi var diye düşünebilirsiniz.

I haven't seen my neighbour for two or three days,

2-3 gündür komşumu görmüyorum,

so you can go round, you can open the door and make sure they are OK.

siz gidip kapıyı açıp iyi olduklarından emin olun.

Perhaps they've had an accident in the house.

Belki de evde bir kaza geçirdiler.

Maybe they've fallen over.

Belki de üzerine düşmüşlerdir.

Maybe they've got stuck in the bathtub.

Belki de küvette mahsur kalmışlardır.

Maybe they climbed into the bath to have a lovely bath

Belki güzel bir banyo yapmak için hamama girmişler

and they stayed in there so long.

ve orada çok uzun süre kalmışlar.

Their body has expanded in the water

Vücutları suda genişledi

and soaked up all the water, and now they are stuck in the bathtub.

ve tüm suyu emdi ve şimdi küvette sıkışıp kaldılar.

So if you have the key

Yani evlerinin anahtarı sizde varsa

to their house, you can go in and you can help them get out of the bathtub.

içeri girebilir ve küvetten çıkmalarına yardımcı olabilirsiniz. Size bir

Can I just tell you once once I got stuck on the toilet,

keresinde tuvalete takıldığımı söyleyebilir miyim,

it wasn't this toilet in my house, so it wasn't here,

evimdeki bu tuvalet değildi, yani burada değildi,

but it was somewhere else and I actually got stuck on the toilet .

ama başka bir yerdeydi ve gerçekten tuvalete takıldım.

Don't ask me what happened.

Bana ne olduğunu sorma.

Don't ask me how I got off the toilet.

Bana tuvaletten nasıl çıktığımı sorma.

It's all very embarrassing, but I did once get stuck on the toilet.

Hepsi çok utanç verici ama bir keresinde tuvalete takıldım.

That's all I'm

Tüm söylediğim bu

saying, I'm saying nothing else, nothing else.

, başka bir şey söylemiyorum, başka bir şey değil.

Hello, Victoria, hello.

Merhaba Victoria, merhaba.

And and I am.

Ve ben öyleyim.

I'll go or Anele Aldo

Ben gideyim yoksa Anele Aldo

AG now doe.

AG şimdi doe.

There we go.

Oraya gidiyoruz.

If I just try it three or four times, I will get it right.

Sadece üç veya dört kez denersem, doğru yapacağım.

I will.

Yapacağım.

Agnello Rodriguez says.

Agnello Rodriguez diyor.

Hello, I am from Brazil.

Merhaba, ben Brezilya'danım.

A big hello to Brazil.

Brezilya'ya kocaman bir merhaba.

We have a lot of people watching in South America, across Brazil,

Güney Amerika'da, Brezilya'da,

Argentina, Chile, all of those places.

Arjantin'de, Şili'de ve tüm bu yerlerde izleyen birçok insanımız var.

We have a lot of people watching Peru as well.

Peru'yu da izleyen çok insanımız var.

So hello to everyone watching in South America.

Güney Amerika'da izleyen herkese merhaba.

Can I say a big hello to you?

Sana kocaman bir merhaba diyebilir miyim?

Mr Steve is coming soon.

Bay Steve yakında geliyor.

Euphonium says, Oh Olga, you have very good neighbours.

Euphonium, Ah Olga, çok iyi komşuların var, der.

I'm not sure if I would give my key.

Anahtarımı verir miydim emin değilim.

To one of my neighbours,

Komşularımdan birine,

especially if I was going away on holiday,

hele ben tatile gidiyorsam, eve gelip etrafa bakmalarından

I really wouldn't do it because I would be too afraid

çok korkardım çünkü gerçekten bunu yapmazdım

that they would come into the house and have a look around.

.

They might search the house, they might have a look around the house

Evi arayabilir,

to see if they can find anything.

bir şey bulup bulamayacaklarını görmek için evin etrafına bakabilirler.

They might look in my drawers.

Çekmecelerime bakabilirler.

They might decide to try on my clothes.

Kıyafetlerimi denemeye karar verebilirler.

They might steal my underwear and sell it on eBay.

İç çamaşırımı çalıp eBay'de satabilirler.

You see, so you have to be very careful who you give your key to.

Görüyorsun, bu yüzden anahtarı kime verdiğine çok dikkat etmelisin.

Hello, Italian Italy.

Merhaba İtalyan İtalya.

Hello, italiana.

Merhaba İtalyan.

I love you all and I missed the UK.

Hepinizi seviyorum ve İngiltere'yi özledim.

Oh, you've been here?

Burada bulundun mu? Birleşik

Have you been to the UK?

Krallık'ta bulundunuz mu?

Which part of the UK have you been to?

İngiltere'nin hangi bölgesine gittiniz?

Have you been? Being somewhere nice?

Bulundun mu? Güzel bir yerde olmak mı? Kuzeye gidebilmeniz için

There are many places, many lovely places to visit here in the UK

burada Birleşik Krallık'ta ziyaret edilecek birçok yer, birçok güzel yer var

so you can go to the north.

.

You can visit Scotland.

İskoçya'yı ziyaret edebilirsiniz.

Lots of beautiful places, castles,

Bir sürü güzel yer, kale,

some beautiful scenic places to visit in Scotland.

İskoçya'da ziyaret edilecek bazı güzel manzaralı yerler. İskoçya'nın

You can go to some of the very remote parts

çok uzak bölgelerine gidebilir

of Scotland and enjoy all of the sights.

ve tüm manzaraların tadını çıkarabilirsiniz.

You can go to Wales.

Galler'e gidebilirsiniz.

one of my favourite parts of the UK is Wales.

İngiltere'nin en sevdiğim yerlerinden biri Galler. Galler'de ve tabii ki İngiltere'de de

Some stunning, amazing scenery

bazı çarpıcı, muhteşem manzaralar

in Wales as well and of course, England.

.

You can come to England and have a visit.

İngiltere'ye gelip ziyaret edebilirsiniz.

Maybe you can come to much wenlock

Belki de Wenlock'a gelip

and say hello to me.

bana merhaba diyebilirsin.

We can have a cup of tea one day together, perhaps.

Belki bir gün beraber bir çay içeriz.

Hello, the real prissy.

Merhaba, gerçek titiz.

Hello, the real prissy watching in India.

Merhaba, Hindistan'daki gerçek titiz izleyici.

Can I say a big hello to you as well?

Sana da kocaman bir merhaba diyebilir miyim?

Hello to India.

Hindistan'a merhaba.

I hope you're having a good day so far and I hope your weekend is going well.

Umarım şimdiye kadar iyi bir gün geçiriyorsunuzdur ve umarım hafta sonunuz iyi geçiyordur.

We have Mr Steve coming in a few moments.

Birazdan Bay Steve geliyor. Size

We have some photographs to show you.

gösterecek bazı fotoğraflarımız var.

We also have today's topic.

Bugünkü konumuz da var.

We are talking about all of the different stages of life.

Hayatın tüm farklı aşamalarından bahsediyoruz.

We will have some funny moments.

Komik anlar yaşayacağız.

We will have some serious moments.

Ciddi anlar yaşayacağız.

So I hope you will stay with us.

Bu yüzden umarım bizimle kalırsın.

It's time now to take a look at one of my full English lessons.

Şimdi tam İngilizce derslerimden birine göz atmanın zamanı geldi .

We'll have a little break and then Mr Steve

Biraz ara vereceğiz ve ardından Bay Steve

will be with us live on YouTube.

YouTube'da canlı yayında bizlerle olacak.

Yes, we are right now at 2:30 p.m.

Evet, şu an saat 14:30'dayız.

on Sunday, the 30th of January 2022.

30 Ocak 2022 Pazar günü.

Happy New Year, everyone.

Herkese Mutlu Yıllar.

Just in case I haven't

Her ihtimale karşı

wished you Happy New Year already, I hope you have a good new year.

sana şimdiden Mutlu Yıllar dilemediysem, umarım iyi bir yeni yıl geçirirsin.

Has it been good so far?

Şimdiye kadar iyi miydi?

I hope so. Don't go away.

Umarım. Gitme.

Mr Steve is on his way.

Bay Steve yolda.

You know,

Biliyorsunuz,

the world of English is a fun and exciting place to be,

İngilizce dünyası eğlenceli ve heyecan verici bir yer,

especially today, because I'm back with another full English lesson

özellikle bugün, çünkü

coming to you from the birthplace of

Eric Clapton,

Eric Clapton,

Kate Winslet, David Beckham,

Kate Winslet, David Beckham,

Richard Branson and of course ,

Richard Branson ve tabii ki doğum yerinden size gelen başka bir İngilizce dersiyle karşınızdayım. ,

the English language, which is the thing we all have in common.

hepimizin ortak noktası olan İngiliz dili.

A passionate love of this lovely thing called English.

İngilizce denilen bu güzel şeye tutkulu bir aşk.

So without any more dawdling or annoying hold ups,

O halde, daha fazla oyalayıcı veya sinir bozucu beklemeler olmadan,

let's get on with today's full English lesson,

bugünün tam İngilizce dersine geçelim,

right? Now.

tamam mı? Şimdi.

Can you see what I have in my hand?

Elimde ne var görüyor musun?

It's a hook.

Bu bir kanca.

This might look like a simple object, but it has many uses,

Bu basit bir nesne gibi görünebilir, ancak

both inside and outside the house.

hem evin içinde hem de dışında birçok kullanımı vardır. Duvara veya tavana

It is useful for hanging things

bir şeyler asmak için kullanışlıdır

either from a wall or ceiling.

.

The word hook can be used in many ways, too.

Kanca kelimesi de birçok şekilde kullanılabilir.

As a noun, it names a piece of metal or plastic

İsim olarak, bir ucu kıvrık olan bir metal veya plastik parçasını adlandırır

that is curved at one end.

. Birçok farklı şekil ve boyuttaki

It is an object used for hanging things from

kancalara bir şeyler asmak için kullanılan bir nesnedir

hooks come in many different shapes and sizes.

.

You can also use a hook to catch a fish.

Balık tutmak için kanca da kullanabilirsiniz. Oltanın

You put a hook on the end of a fishing line

ucuna bir kanca takarsınız

or an object for hanging clothes on is also called a hook.

veya üzerine kıyafet asmak için kullanılan bir nesneye de kanca denir.

Once more, these come in many different shapes and sizes.

Bir kez daha, bunlar birçok farklı şekil ve boyutta gelir.

A hook can also describe an eye catching thing.

Bir kanca, göz alıcı bir şeyi de tanımlayabilir. İnsanların

Something that is used to get attention from people is a hook.

dikkatini çekmek için kullanılan bir şey kancadır.

For example, a sales hook,

Örneğin, bir satış kancası,

a short swinging punch pitcher

kısa sallanan bir zımba sürahisi

is also a hook as a verb.

de fiil olarak bir kancadır.

The word hook can mean the action of attaching

Kanca kelimesi,

two or more hooks together.

iki veya daha fazla kancayı birbirine bağlama eylemi anlamına gelebilir.

You can hook one thing to another.

Bir şeyi diğerine bağlayabilirsiniz.

You can hook onto something.

Bir şeye bağlanabilirsiniz. Düşmemek için

He managed to hook his leg onto the branch

bacağını dala asmayı başardı

to prevent himself from falling.

. Bir

A person who has become over reliant on

şeye aşırı bağımlı hale gelen bir kişi,

something is hooked to hook someone on a thing.

birini bir şeye bağlamaya bağımlıdır.

So is to get them addicted.

Onları bağımlı hale getirmek de öyle.

The person who is addicted is hooked.

Bağımlı olan kişi bağımlıdır.

My brother became hooked on drugs during his teen years

Ağabeyim, gençlik yıllarında birini

to lure someone towards something such as an image

a person or a song is hook.

bir insan görüntüsü veya bir şarkı gibi bir şeye çekmek için uyuşturucu bağımlısı oldu.

The thinking question is attractive.

Düşünme sorusu çekici.

It hooks you. You

Seni kancalar.

can hook up with someone

to meet a person with a view to starting a relationship is hook up

Bir ilişki başlatmak amacıyla bir kişiyle tanışmak için biriyle tanışabilirsiniz,

to connect electrical equipment together with wires is hook up.

elektrik ekipmanını kablolarla bağlamak için bağlantı kurmaktır .

He came over last night to hook up my hi fi speakers.

Dün gece hi-fi hoparlörlerimi bağlamak için geldi. Bir

To catch something with a hook is to hook something.

şeyi kancayla yakalamak, bir şeyi kancalamak demektir.

I hope we will hook our selves a nice big fish

Umarım kendimize güzel bir büyük balık kancalarız,

to bend something into a hook, shape his hook.

bir şeyi kıvırıp kancaya çeviririz, onun kancasını şekillendiririz.

He hooked his thumbs under his belt.

Başparmaklarını kemerinin altına geçirdi.

The phrase off the hook means to be no longer a suspect

Oltadan çıkma ifadesi, artık şüpheli olmamak

or to become blameless and out of trouble.

veya suçsuz ve beladan kurtulmak anlamına gelir.

His wife's statement got him off the hook.

Karısının ifadesi onu paçayı sıyırdı. Bir

There is also by hook or by crook,

de öyle ya da böyle,

which means to succeed no matter what happens or whatever it takes,

yani ne olursa olsun ya da ne pahasına olursa olsun başarılı olmak anlamına gelir,

I will make this business grow by hook or by crook

to tell a person to go away.

bir kişiye gitmesini söylemek için bu işi her şekilde büyüteceğim.

You can say.

Söyleyebilirsin.

Sling your hook.

Kancanı as.

It's now time to take a look at another buzz word,

Şimdi başka bir popüler kelimeye bakmanın zamanı geldi,

a buzz word is a word or phrase that is used often

vızıltı kelime,

during a certain period or is genuinely popular.

belirli bir dönemde sıklıkla kullanılan veya gerçekten popüler olan bir kelime veya deyimdir.

Today's buzz word is

Bugünün popüler kelimesi

embargo.

ambargo.

The word embargo can be used as a noun and as a verb.

Ambargo kelimesi isim ve fiil olarak kullanılabilir.

As a noun.

İsim olarak.

An embargo means to block something from being imported from another country.

Ambargo, bir şeyin başka bir ülkeden ithal edilmesini engellemek anlamına gelir.

An import ban can be described as an embargo.

Bir ithalat yasağı ambargo olarak tanımlanabilir.

The weapons embargo begins at midnight.

Silah ambargosu gece yarısı başlıyor.

A dispute between two nations might result in an embargo.

İki ülke arasındaki bir anlaşmazlık ambargoyla sonuçlanabilir.

An official ban on all activity is an embargo.

Tüm faaliyetlerin resmi olarak yasaklanması bir ambargodur. Duruşmada

There is an embargo on taking photographs in the courtroom.

fotoğraf çekme yasağı var .

Historically, an embargo names the state of ships

Tarihsel olarak, bir ambargo, gemilerin

being unable to enter or leave a country's port.

bir ülkenin limanına girememesi veya çıkamaması durumunu adlandırır.

We sometimes include an embargo with the word sanction.

Bazen yaptırım kelimesine bir ambargo ekliyoruz.

one country might sanction an embargo on another as punishment.

bir ülke diğerine ceza olarak ambargo uygulayabilir.

An embargo aimed at a country often involves much needed commodities.

Bir ülkeye yönelik bir ambargo genellikle çok ihtiyaç duyulan malları içerir.

The most common being oil and gas.

En yaygın olanı petrol ve gazdır.

The word sanction can also mean a threat

Yaptırım kelimesi

to block or cut off trade as a verb.

fiil olarak ticareti engelleme veya kesme tehdidi anlamına da gelebilir.

The word embargo is the action of placing the block.

Ambargo kelimesi blok yerleştirme eylemidir.

A nation will ban bar

Bir millet yasaklar bar

limit, prohibit, restrict, stop.

sınır koyar, yasaklar, kısıtlar, durdurur.

It's a fact of life that we all have to work.

Hepimizin çalışmak zorunda olduğu hayatın bir gerçeği.

It is how we earn our bread and butter.

Ekmeğimizi ve tereyağımızı böyle kazanıyoruz.

It is a means to an end.

Bu bir amaç için bir araçtır.

We must do it to survive.

Hayatta kalmak için bunu yapmalıyız.

There are many ways of expressing regular work.

Düzenli çalışmayı ifade etmenin birçok yolu vardır.

It is a job.

Bu bir iş.

It's an occupation.

Bu bir meslek.

It is your profession.

Bu senin mesleğin.

It is your livelihood.

Bu senin geçim kaynağın.

It's what you do for a living.

Yaşamak için yaptığın şey bu.

The word profession also helps to name the type of job you do.

Meslek kelimesi, yaptığınız işin türünü adlandırmaya da yardımcı olur.

What is your profession?

Mesleğiniz nedir?

I'm a sales assistant.

Ben bir satış asistanıyım.

We can also ask What do you do for a living?

Geçinmek için ne yapıyorsun diye de sorabiliriz.

I work as a sales assistant in a shop.

Bir mağazada satış asistanı olarak çalışıyorum.

We can ask who a person works for.

Bir kişinin kimin için çalıştığını sorabiliriz.

This often relates to a big company or public sector service.

Bu genellikle büyük bir şirket veya kamu sektörü hizmetiyle ilgilidir.

I work at Google, I work for the fire department.

Google'da çalışıyorum, itfaiye için çalışıyorum.

You can work full time or part time.

Tam zamanlı veya yarı zamanlı çalışabilirsiniz. Burada Birleşik Krallık'ta

The average hours worked each week here in the UK is around 40 hours.

her hafta çalışılan ortalama saat yaklaşık 40 saattir.

However, some people work very long hours.

Ancak, bazı insanlar çok uzun saatler çalışır.

Hospital employees might work very long shifts.

Hastane çalışanları çok uzun vardiyalarda çalışabilir.

Some workers might have to be on the job.

Bazı işçilerin işte olması gerekebilir. Günün

Around the clock, the amount of work

her saati,

a person is willing to do varies.

bir kişinin yapmaya istekli olduğu iş miktarı değişir.

A hard working person might be willing to work long hours.

Çalışkan bir kişi uzun saatler çalışmaya istekli olabilir .

While some people might avoid work at any cost.

Bazı insanlar ne pahasına olursa olsun çalışmaktan kaçınabilir.

They are work shy.

Çalışmaktan çekinirler.

A work shy person might be described

Çalışmaktan çekinen bir kişi,

as a layabout slacker.

tembel bir tembel olarak tanımlanabilir.

Bone idle lazy.

Kemik tembel tembel.

Why don't you go out and get a job,

Neden dışarı çıkıp bir iş bulmuyorsun,

you're just a bone idle, lazy lie about negative

sen sadece kemik gibi aylak, tembel bir yalansın,

slang terms for regular work include daily grind

normal iş için olumsuz argo terimler hakkında yalan söylüyorsun, günlük eziyet

nine to five rat race daily slog

dokuzdan beşe kadar her gün koşuşturmayı içeriyor

An interesting job can be rewarding while dull or an interesting job

İlginç bir iş, sıkıcı veya ilginçken ödüllendirici olabilir. iş

might be described as tedious, laborious and rewarding.

sıkıcı, zahmetli ve ödüllendirici olarak tanımlanabilir.

To work hard, you must slog your guts out.

Çok çalışmak için cesaretinizi dışarı atmalısınız.

Keep your nose to the grindstone.

Burnunu değirmen taşında tut.

Sweat, give your all.

Ter, her şeyini ver.

Having a job is a necessity.

İş sahibi olmak bir ihtiyaçtır.

It is what brings in your livelihood, the income,

Geçiminizi, gelirinizi,

your source of revenue, your earnings.

gelir kaynağınızı, kazancınızı getiren odur.

It is a fact of life that we all have to work.

Hepimizin çalışmak zorunda olduğu hayatın bir gerçeği.

It is how we earn our bread and butter.

Ekmeğimizi ve tereyağımızı böyle kazanıyoruz.

It is a means to an end.

Bu bir amaç için bir araçtır.

We must do it to survive.

Hayatta kalmak için bunu yapmalıyız.

Mm hmm.

Hmm.

Mm hmm.

Hmm.

And I hope you enjoyed that, that is one of my many, many

Ve umarım bundan hoşlanmışsındır, bu benim birçok

English lessons because that's what I do.

İngilizce dersimden biri çünkü ben öyle yapıyorum.

You see, I talk about English here on YouTube,

Görüyorsunuz, burada YouTube'da İngilizce hakkında konuşuyorum

and sometimes I do it live

ve bazen bunu şimdi olduğu gibi canlı olarak yapıyorum

just like now.

.

G David, David, David,

G David, David, David,

he is.

o.

Hello.

Merhaba.

Hello, Mr. Duncan.

Merhaba, Bay Duncan.

Hello, lovely viewers from around the world.

Merhaba, dünyanın dört bir yanından sevgili izleyiciler.

It's lovely to be here again.

Tekrar burada olmak çok güzel.

And I hope you're all very well and excited

Ve umarım hepiniz çok iyisinizdir ve

about learning more English.

daha fazla İngilizce öğrenme konusunda heyecanlısınızdır.

In fact,

Aslında

somebody said Amarjeet

birisi, Amarjeet

Chua said that she wants some new words today.

Chua'nın bugün yeni kelimeler istediğini söylediğini söyledi.

Well, we've got a lot of new words coming for you later on.

Pekala, daha sonra sizin için gelecek birçok yeni kelimemiz var.

So hang fire.

Öyleyse ateşi asın.

As we say, some of some of the words are so new

Dediğimiz gibi, bazı kelimeler o kadar yeni

that they haven't even got definitions yet.

ki henüz tanımları bile yok.

They're not even in the dictionary, they're not in the dictionary.

Sözlükte bile yoklar, sözlükte yoklar.

They haven't even been created yet.

Henüz yaratılmadılar bile.

They're so new.

They're hot, they're hot straight out of the oven.

Çok yeniler.

Sıcaklar, fırından yeni çıkmış gibiler.

We've got a lot of,

well, people that just don't recognise watching today.

Bugün izlemeyi tanımayan pek çok insanımız var.

I think we have a lot of new viewers we have.

Bence çok sayıda yeni izleyicimiz var.

And I mean, I recognise you found him, obviously from Azerbaijan.

Demek istediğim, onu bulduğunu anlıyorum, belli ki Azerbaycan'dan.

We've also got Zo'or, who I don't recognise who is also from

Ayrıca

Azerbaijan, the land of fire.

ateş diyarı Azerbaycan'dan olan tanımadığım Zo'or da var.

Oh, they say that.

Ah, öyle diyorlar.

That's very interesting.

Bu çok ilginç.

We also have somebody from Rajasthan.

Ayrıca Rajasthan'dan biri var.

Rajasthan as well.

Rajasthan'da da.

The real Prithvi.

Gerçek Prithvi.

So we've got lots of people with living in the countries that and in stand

Yani o ülkelerde yaşayan ve

at the end of their words.

sözlerinin sonunda duran birçok insanımız var.

Well, the roles we have, we have people from Afghanistan, lots of people

Sahip olduğumuz roller, Afganistan'dan insanlarımız var,

from those countries, which is brilliant. Yes.

bu ülkelerden birçok insan var, ki bu harika. Evet.

So yes, if you are new

Yani evet, yeniyseniz ve

and you want to be recognised and your country ends with stan or anything,

tanınmak istiyorsanız ve ülkenizin sonu stan veya başka bir şeyle bitiyorsa,

please let us know and we will read your name out.

lütfen bize bildirin, biz de adınızı okuyalım.

And what we found last week is that lots of the new people were starting

Ve geçen hafta bulduğumuz şey, pek çok yeni insanın

to interact in the live chat, which is ideal

canlı sohbette etkileşim kurmaya başladığıydı, bu ideal

because that's going to help you learn English, and it's going to just help everything move along.

çünkü bu sizin İngilizce öğrenmenize yardımcı olacak ve her şeyin ilerlemesine yardımcı olacak.

So lots of new people on the live chat, which is fantastic

Canlı sohbette bir sürü yeni insan var, ki bu harika,

at first you might feel shy, you see.

ilk başta utangaç hissedebilirsin, anlıyor musun?

So I have the same feeling sometimes, and you might not believe this.

Yani bazen bende de aynı his var ve buna inanmayabilirsiniz.

Sometimes I like to watch other people's

Bazen diğer insanların

live streams, and quite often I feel nervous.

canlı yayınlarını izlemeyi seviyorum ve çoğu zaman gergin hissediyorum.

I feel afraid to actually type something on the live chat is going to make.

Canlı sohbette gerçekten bir şeyler yazmaktan korkuyorum.

I've got to correct a mistake I've made already.

Zaten yaptığım bir hatayı düzeltmem gerekiyor.

Meghan says Rajasthan is a state in India, not a separate country.

Meghan, Rajasthan'ın ayrı bir ülke değil, Hindistan'da bir eyalet olduğunu söylüyor .

So I've got that wrong already.

Yani zaten yanlış anladım. Bu

So I'm already on Mr.

yüzden zaten Bay

Dunk and I'm making mistakes, so I've got to be careful.

Dunk'tayım ve hatalar yapıyorum, bu yüzden dikkatli olmalıyım.

Yes, but anyway, that's good to know.

Evet, ama yine de, bunu bilmek güzel. O

So much must remember that note to self.

kadar çok kişi kendine bu notu hatırlamalıdır.

Rajasthan is a state in India, not a separate country, but nevertheless

Rajasthan, Hindistan'da bir eyalettir, ayrı bir ülke değildir, ancak yine de

so euphonium and zwar are watching from India, and we know that we have lots of people

Hindistan'dan euphonium ve zwar izliyor ve

watching from India literally in the car in the first minute.

ilk dakikada kelimenin tam anlamıyla arabada Hindistan'dan izleyen birçok insan olduğunu biliyoruz.

We will let let let us just just just get past that and move on, Mr. Yes.

Bunu geçip yolumuza devam etmemize izin vereceğiz, Bay Evet. Misafirlerimiz olduğunu

Erm, thank you for letting us know we have, erm, our guests.

bize bildirdiğiniz için teşekkürler .

Irma David Seville civilly.

Irma David Seville kibarca.

I hope I pronounce your name right.

Umarım adını doğru telaffuz ederim.

I am new on the live chat.

Canlı sohbette yeniyim.

Hello, Irma.

Merhaba Irma.

Nice to see you here today and welcome if it's your first time.

Bugün sizi burada görmek güzel ve ilk gelişinizse hoş geldiniz.

Welcome and if it is your first time speaking and typing on the live chat.

Hoş geldiniz ve canlı sohbette ilk kez konuşuyor ve yazıyorsanız. Siz

Welcome as well.

de hoş geldiniz.

No problem.

Sorun değil.

Yes. Oh, I guess I was waiting to hear it.

Evet. Ah, sanırım duymayı bekliyordum.

Steve was Steve was busy writing so much stuff.

Steve bir sürü şey yazmakla meşguldü.

I thought you had lots of things to tell us.

Bize anlatacak çok şeyin olduğunu sanıyordum.

So what's happening?

Peki neler oluyor?

What people are sharing keys? Yes.

Hangi kişiler anahtarları paylaşıyor? Evet.

In different parts of the country, Palmira

Palmira, ülkenin farklı yerlerinde

said that

there must be so friendly.

bu kadar samimi olması gerektiğini söyledi.

Everybody must be so friendly and trusting with their neighbours,

Herkes komşularına, komşularına karşı o kadar arkadaş canlısı ve güvenilir olmalı ki,

with their neighbours that they just give each other their keys

anahtarlarını birbirlerine versinler,

so that if they get away and maybe the flat or the house needs looking after.

böylece kaçarlarsa ve belki de daireye veya eve bakılmaya ihtiyaç duyulur.

That would be quite a rare thing in this country.

Bu ülkede oldukça nadir bir şey olurdu.

You would really have to trust your neighbours.

Komşularınıza gerçekten güvenmeniz gerekir.

You would normally give a key to maybe a relative.

Normalde bir anahtarı belki bir akrabanıza verirsiniz.

But I actually thought this the other day, the other day, Mr.

Ama aslında geçen gün bunu düşündüm, Bay

Duncan, because we don't go away that often. No.

Duncan, çünkü biz o kadar sık ​​gitmiyoruz. Hayır.

And when you do, if you go away for two weeks, say, you know, when we do this

Ve gittiğinde, iki haftalığına uzaklaşırsan, yani , bu

big meetup, okay, Paris, is there a point?

büyük buluşmayı yaptığımızda, tamam, Paris, bir anlamı var mı?

Yes. Well, what happens if something happens to your house while you are away?

Evet. Peki siz yokken evinize bir şey olursa ne olur?

Maybe there's a flood pipe burst or it burns down?

Belki bir sel borusu patlamıştır veya yanmıştır?

Well, there's a fire or something happens.

Şey, yangın çıkar ya da bir şey olur.

A tile falls off the roof.

Çatıdan bir kiremit düşer.

I think if it burns down, it doesn't matter.

Bence yansa da önemli değil.

Yes, it's too late.

Evet, çok geç.

It's nice to know that there is somebody there

that could look after it for you that you trust.

Güvendiğin ve senin için onunla ilgilenebilecek birinin olduğunu bilmek güzel.

But I don't think we wouldn't trust anyone would be around here.

Ama buralarda kimsenin olacağına güvenemeyeceğimizi düşünüyorum.

I'm not sure.

Emin değilim. Her

Well, I know our solicitor

has a key to the house just in case.

ihtimale karşı avukatımızın evin anahtarı olduğunu biliyorum.

Yes. Do not close down, you know? Yes.

Evet. Kapatma, biliyor musun? Evet.

When we moved moved house, we wrote our wills.

Ev değiştirdiğimizde vasiyetimizi yazdık.

Oh, that's right.

Evet bu doğru.

How did you forget she's retired, by the way?

Bu arada emekli olduğunu nasıl unuttun? O

So I don't know what's happened to that key now.

anahtara şimdi ne oldu bilmiyorum.

Oh, I see.

Ah anlıyorum.

So what happens to our will when you write it?

Peki siz yazınca vasiyetimize ne oluyor?

Well, then I don't know. It was bizarre.

Peki, o zaman bilmiyorum. Tuhaftı.

She asked for a key. Did just take the time?

Anahtar istedi. Sadece zaman mı aldın?

Did you just take them to it, to a litter bin in the town and just dump everything into a bin?

Onları kasabadaki bir çöp kutusuna götürdünüz ve her şeyi bir çöp kutusuna mı attınız?

I don't know why she needed a key.

Neden bir anahtara ihtiyacı olduğunu bilmiyorum.

Why was it?

Neden öyleydi?

Was it when we die?

Öldüğümüzde miydi?

Oh, it was in case both of us, that was it.

Oh, ikimiz içindi, o kadar.

The scenario was if we both dies, we both died

Senaryo şuydu: İkimiz de ölürsek, ikimiz de

at the same time, for example, in a plane crash.

aynı anda ölürüz, örneğin bir uçak kazasında.

And you don't trust anybody else.

Ve başka kimseye güvenmiyorsun.

Well, in any circumstance, and she would be there to come into the house

Her durumda, ve o eve gelip

and sort everything sound anyway, we've we've already gone down a dark path.

her şeyi halletmek için orada olacaktı, zaten karanlık bir yola girdik.

Well, we're going to have to do by going down a very dark one today because we're talking about age

Pekala, bugün çok karanlık bir konuyu ele almak zorundayız çünkü yaştan

and different words and phrases, so

ve farklı kelime ve deyimlerden bahsediyoruz, bu yüzden hava

it's going to get very dark.

çok karanlık olacak.

But Pedro, we're still going to have fun as well.

Ama Pedro, biz yine de eğleneceğiz.

We're still going to have fun.

Yine de eğleneceğiz.

But what's Pedro been up to?

Ama Pedro neyin peşinde?

Well, thank you very much for admiring my T-shirt, by the way.

Bu arada tişörtüme hayran olduğun için çok teşekkür ederim .

Polo shirt, by the way. There, Steve

Bu arada polo gömlek. Orada, Steve

Pedro Belmont is here today.

Pedro Belmont bugün burada.

Pedro, have you been a naughty boy again?

Pedro, yine yaramaz bir çocuk mu oldun?

Yes. I read something on the live chat,

Evet. Canlı sohbette bir şey okudum,

which would suggest that, well, we don't mind.

bu da bizim için sorun olmadığını düşündürüyor.

We're not judging anyone.

Biz kimseyi yargılamıyoruz.

Well, what is all this stream?

Peki, tüm bu akış nedir?

Yes. What is what is all this?

Evet. Bütün bunlar nedir?

Well, you know what's supposed to happen?

Peki, ne olması gerektiğini biliyor musun?

We don't need to know.

Bilmemize gerek yok.

We don't need to know.

Bilmemize gerek yok.

Well, Pedro has told us. Well, yes, but you know this.

Pedro bize söyledi. Evet, ama bunu biliyorsun.

Yeah.

It's just nice that he's admired my T-shirt.

Evet.

Tişörtüme hayran olması çok güzel.

And I think, well, you know, guess what Pedro wants?

Ve bence, bilirsin, tahmin et Pedro ne istiyor?

I am not sure he desperately needs it.

Buna çok ihtiyacı olduğundan emin değilim.

He is something he wants more than anything else.

O, her şeyden çok istediği bir şeydir.

Is it the same thing you read?

Okuduklarınla ​​aynı mı?

Is it the same thing you need desperately?

Umutsuzca ihtiyaç duyduğun şeyle aynı şey mi?

I don't think we could align in that way.

Bu şekilde uyum sağlayabileceğimizi sanmıyorum.

OK, I'm talking things that flutter in the breeze.

Tamam, rüzgarda uçuşan şeylerden bahsediyorum.

OK, ten pound notes. ten pound notes.

Tamam, on sterlinlik banknotlar. on poundluk banknotlar.

Well, yes, we could all do with ten pound notes

Evet, on sterlinlik banknotlarla

or whatever currency is,

ya da hangi para birimi olursa olsun,

what currency it is and where Pedro is.

hangi para birimi ve Pedro'nun nerede olduğuyla hepimiz işimizi yapabiliriz.

That's interesting.

İlginç.

I wonder what the currency is.

Para biriminin ne olduğunu merak ediyorum.

But yes, no cloth

Ama evet, sanatla bez yok

with with art, they go up on poles and they flutter in the wind.

, direklere tırmanıyorlar ve rüzgarda sallanıyorlar.

But you would know all about poles.

Ama direkler hakkında her şeyi bilirsin.

They flutter in the wind, Mr. Duncan.

Rüzgarda dalgalanıyorlar, Bay Duncan.

And they're different in every country. Oh, I say

Ve her ülkede farklıdırlar. Oh,

cool.

harika diyorum.

I'm so tired. I'm starting to flag.

Çok yorgunum. İşaretlemeye başlıyorum. Bence

I think we know what it is.

ne olduğunu biliyoruz.

Well, I'm not sure whether we've got that today, Pedro, but we might.

Bugün elimizde olup olmadığından emin değilim Pedro ama alabiliriz.

We might.

Biz belki.

We might.

We might.

Biz belki.

Biz belki.

So hang on.

Öyleyse dayan.

We might not hang on.

Dayanamayabiliriz.

It's up to Mr. Duncan.

Bay Duncan'a kalmış.

He makes all the key decisions on the live stream.

Canlı yayındaki tüm önemli kararları o verir.

I have no influence. What so ever?

etkim yok Ne yani hiç?

If it was my way, you would get what you want and you may anyway.

Benim yolum olsaydı, istediğini alırdın ve yine de alabilirsin.

So let's wait and see.

Öyleyse bekleyip görelim.

Pedro says, I do not understand why you have accepted me as a moderator.

Pedro, beni neden moderatör olarak kabul ettiğinizi anlamıyorum diyor.

Well, we don't judge anyone. You say no.

Biz kimseyi yargılamıyoruz. Hayır diyorsun.

We don't judge people like that.

Biz insanları böyle yargılamıyoruz.

If you if you have

anything from your past

Geçmişinizden

or even your present, then it doesn't matter.

hatta bugününüzden bir şeyiniz varsa, o zaman farketmez.

We don't judge people like that.

Biz insanları böyle yargılamıyoruz.

So don't worry, Pedro, you are very welcome.

Endişelenme Pedro, rica ederim.

And yes, we might have

Ve evet, saat

flags of the world at around about 3:00.

3:00 civarında dünya bayraklarımız olabilir.

Really? Does that sound good

Gerçekten mi? Bu

just for you personally?

kişisel olarak sadece senin için iyi mi geliyor?

Just for you?

Sadece senin için?

I'm so glad that they didn't throw away the key.

Anahtarı atmadıkları için çok mutluyum.

That's all I can say.

Tüm söyleyebileceğim bu.

So we are talking about different stages of life

Yani bugün hayatın farklı aşamalarından bahsediyoruz

today, from being a little sticky baby

, biraz yapışkan bir bebek olmaktan

to being

a big, stinky old person because both get very sticky.

iri, kokmuş yaşlı bir insan olmaya kadar, çünkü her ikisi de çok yapışkan oluyor.

You see, I've noticed that as you get older, you spill more

Yaşlandıkça

food down your clothing and over your face.

giysilerinize ve yüzünüze daha fazla yiyecek döktüğünüzü fark ettim.

By the way, a lot of people are asking about my mother.

Bu arada, birçok insan annemi soruyor.

My mother is still in care.

Annem hala bakımda.

And unfortunately, we can't go to see her at the moment

Ve maalesef şu anda onu görmeye gidemiyoruz

because they've actually had an outbreak of COVID in the care home.

çünkü aslında bakımevinde bir COVID salgını yaşadılar .

So we can't go for at least another two weeks, possibly another two weeks.

Yani en az iki hafta daha gidemeyiz, muhtemelen iki hafta daha.

So because there have been cases there

Yani orada

where my mother is being taken care of, we can't go.

annemin bakıldığı durumlar olduğu için gidemiyoruz.

So that's all I can say for now about my mom.

Şimdilik annemle ilgili söyleyebileceklerim bu kadar.

Mr. Duncan and Mr.

Bay Duncan ve Bay

Steve, yesterday we had our first online encounter with Marsha

Steve, dün Marsha

and also Claudia and also Sandra on the internet.

ve ayrıca Claudia ve ayrıca Sandra ile internette ilk çevrimiçi karşılaşmamızı yaşadık.

So it would appear that the girls, you know, the girls I'm talking about,

Görünen o ki kızlar, bilirsiniz, bahsettiğim kızlar,

they have all grouped together and they have their own little chat now together.

hepsi bir araya toplanmış ve şimdi birlikte kendi küçük sohbetlerini yapıyorlar.

Fantastic. Yes.

Fantastik. Evet.

And they can all see each other on their cameras.

Ve hepsi kameralarında birbirlerini görebilirler.

So it's like a Zoom meeting or

Yani bir Zoom toplantısı gibi mi yoksa

can you do that with face time?

bunu yüz yüze yapabilir misin?

You must be a similar app to Zoom.

Zoom'a benzer bir uygulama olmalısınız.

I think these teams, yes, I'm not sure.

Bence bu takımlar, evet, emin değilim.

I'm not sure about face time.

Yüzleşme süresinden emin değilim. Çok sayıda insanınız varsa,

I don't know how face time actually works if you can have lots of people.

yüz yüze görüşmenin gerçekte nasıl çalıştığını bilmiyorum .

But I know with things like Zoom because you. You use it

Ama Zoom gibi şeyleri biliyorum çünkü sen. Onu

and also teams, and there are many others as well.

ve ayrıca takımları kullanıyorsunuz ve daha birçokları da var.

Skype, of course, Skype still quite popular as well.

Skype, elbette, Skype da oldukça popüler.

So yes, it's great.

Yani evet, harika.

What a great idea, I have to say.

Ne harika bir fikir, söylemeliyim.

Well done.

And I think that's a brilliant idea.

Tebrikler.

Ve bence bu harika bir fikir.

Zoom. Yet these the good.

Yakınlaştır. Yine de bunlar iyi.

Tomic says he's got COVID.

Tomic, COVID olduğunu söylüyor.

Oh, I hope you're feeling all right, Tom.

Oh, umarım iyi hissediyorsundur, Tom.

Yes, that's a bit.

Evet, bu biraz.

Hopefully, it's this new variant that is milder than the others and that you will soon feel better.

Umarız, diğerlerinden daha hafif olan bu yeni varyanttır ve yakında kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

Interestingly enough, my on the subject of COVID under lots of people

Yeterince ilginç bir şekilde, bu değişkene sahip birçok insan altında COVID konusunda benim, nasıl, nasıl telaffuz etmek istediğinize bağlı olarak,

that have had this variant, what's it called Omicron,

Omicron,

Omicron, Omicron

Omicron, Omicron

or Omicron,

veya Omicron olarak adlandırılan nedir

depending on how you, how you want to pronounce it?

?

And a lot of people have had very mild illnesses.

Ve birçok insanın çok hafif hastalıkları oldu.

In fact, I know some people that have tested positive and they didn't even know they'd got it.

Aslında, testi pozitif çıkan bazı insanlar tanıyorum ve onlar virüsü kaptıklarını bile bilmiyorlardı. Aşıları tam olan

I haven't had a single symptom

tek bir semptomum olmadı

that fully vaccinated,

,

but you know, yes, hopefully you're going to be all right.

ama biliyorsun, evet, umarım iyi olacaksın.

OK, everything will be all. Good.

Tamam, her şey olacak. İyi.

That's it. Yes.

Oh, it was lovely yesterday, by the way.

Bu kadar. Evet. Bu

arada dün çok güzeldi.

We went into the shops yesterday in much wenlock and you don't have to wear your masks anymore.

Dün çokça wenlock'ta dükkanlara girdik ve artık maskelerinizi takmak zorunda değilsiniz.

It was lovely walking around the supermarket

without my glasses steaming up for the past three or four months.

Son üç dört aydır gözlüklerim buğulanmadan süpermarkette dolaşmak çok güzeldi.

In fact, longer than that every time we go to the shops.

Aslında, mağazalara her gittiğimizde bundan daha uzun.

I have to put my mask on and Mr Steve does.

Maskemi takmam gerekiyor ve Bay Steve takıyor.

But the problem is if you wear glasses, you lose your glasses will steam up

Ama sorun şu ki, gözlük takarsanız kaybedersiniz, gözlüğünüz buharlaşır

and then you can't see where you're going.

ve sonra nereye gittiğinizi göremezsiniz.

So it was lovely yesterday.

Yani dün çok güzeldi.

Now they have ended all of the restrictions.

Şimdi tüm kısıtlamaları kaldırdılar.

You can now go into the shops once again without your mask,

Artık tekrar mağazalara maskesiz girebilecek,

you can breathe, you can do everything, you can go in, hug everyone.

nefes alabilecek, her şeyi yapabilecek, içeri girebilecek, herkese sarılabileceksiniz.

I went up to the shop assistant yesterday

Dün tezgâhtarın yanına gittim

and I gave her a big hug

ve ona sımsıkı sarıldım

and then she sprayed herself down with every known disinfectant.

ve ardından bilinen her dezenfektanı üzerine sıktı.

Oh, OK.

Ah tamam.

Is that is that anything

Bunun

to do with COVID or just because of my personal hygiene?

COVID ile bir ilgisi var mı yoksa sadece kişisel hijyenim yüzünden mi?

Oh, good.

Oh iyi.

Mild symptoms, headaches, sniffles, coughing. A lot.

Hafif semptomlar, baş ağrısı, burun çekme, öksürük. Çok fazla.

Oh yes, that's what I do. Do we?

Ah evet, ben de öyle yapıyorum. Biz mi?

Yes, Pedro, I do know Stephen King and I noticed earlier

Evet Pedro, Stephen King'i tanıyorum ve daha önce

you said you were reading The Shining, which I think is quite a scary yes.

The Shining'i okuduğunu söylediğini fark ettim ki bence bu oldukça korkutucu bir evet.

Film the shark. Yes. Well, The Shining.

Köpek balığını filme alın. Evet. Şey, The Shining.

The film is based on the book, but apparently the book is much better.

Film kitaptan uyarlanmış ama görünüşe göre kitap çok daha iyi.

There are quite a few differences with the movie,

Filmle arasında epey fark var

but apparently some of the iconic scenes in the movie

ama görünüşe göre filmdeki bazı ikonik sahneler

were actually added, and they are not in the book.

gerçekten eklenmiş ve kitapta yoklar.

So there are some scenes in The Shining.

Yani The Shining'de bazı sahneler var.

I like the film. I've never seen it all the way through.

Filmi beğendim. Hiç baştan sona görmedim.

It's one of those movies that I've always wanted to see,

Her zaman görmek isteyip

but never actually had the chance to watch a bit like Citizen Kane.

de Yurttaş Kane gibi izleme fırsatı bulamadığım filmlerden biri.

That's another one I've always wanted to watch the movie, but never had the chance to do it.

Hep izlemek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım bir film daha.

But yes, very good.

Ama evet, çok iyi.

Right now, we don't have to wear masks anymore.

Şu anda artık maske takmak zorunda değiliz.

It's not mandatory.

Zorunlu değil.

No, that's anymore.

Hayır, artık bu.

And it isn't.

Ve değil.

If you know the person anyway and you've been tested, that's fine.

Zaten kişiyi tanıyorsanız ve test edildiyseniz, sorun değil.

So we're fine because obviously, you know,

Yani biz iyiyiz çünkü belli ki, biliyorsunuz

and but eve, anywhere in the UK now, you don't have to wear a mask

ve ama eve, şu anda İngiltere'nin herhangi bir yerinde maske takmak zorunda değilsiniz

because the levels have gone down

çünkü seviyeler yeterince düştü ki

sufficiently for them to say that we don't need to do that.

bunu yapmamıza gerek olmadığını söylesinler. .

Mm-Hmm.

Mm-Hmm.

So we're fine. Don't worry about that.

Yani biz iyiyiz. Bunun için endişelenme.

Yes, we're OK.

Evet, iyiyiz.

I haven't had COVID and no worries, Mr Steve.

COVID'e yakalanmadım ve endişelenmeyin, Bay Steve.

Well, not as far as we know.

Bildiğimiz kadarıyla değil.

Well, well, I'm pretty sure I haven't.

Pekala, yapmadığıma oldukça eminim.

Yes, exactly.

Evet kesinlikle.

Yes. Right.

Evet. Sağ.

So what are we going to talk about today? Mr.

Peki bugün ne hakkında konuşacağız?

Well, I've already said,

Bay Şey, zaten söyledim,

Oh yes, the stages of being young.

Ah evet, genç olmanın aşamaları.

Yes, the all of the the life stages and the stages of life.

Evet, tüm yaşam evreleri ve yaşam evreleri.

I've got some lovely photographs to show as well.

Gösterecek çok güzel fotoğraflarım da var.

Would you like to see something funny?

Komik bir şey görmek ister misin?

As you know, Steve, I like to see things I like to be near things

Bildiğin gibi Steve, hoşuma giden şeyleri

that are much larger than they should be.

olması gerekenden çok daha büyük şeylerin yanında görmeyi seviyorum.

Well, you're very similar.

Çok benziyorsun. Normalde olduğundan daha büyük olan

You like to be near very large things

çok büyük şeylerin yakınında olmayı seviyorsunuz

that are larger than they normally are.

.

But I love having my photograph taken next to things that are really big.

Ama fotoğrafımın gerçekten büyük olan şeylerin yanında çekilmesini seviyorum.

That's true for, for example, out sized objects.

Bu, örneğin, boyut dışı nesneler için geçerlidir.

If something is outsized, it's bigger than it normally is.

Bir şey çok büyükse, normalde olduğundan daha büyüktür.

For example,

Örneğin,

maybe this this apparently this looks like a howling dog.

belki bu görünüşe göre bu uluyan bir köpeğe benziyor.

So this is up on the strip stones, and it's big.

Yani bu şerit taşların üzerinde ve büyük.

A big rock formation, but it also looks like a dog

Büyük bir kaya oluşumu, ama aynı zamanda bir köpeğin

really is howling at the Moon.

gerçekten de Ay'a ulumasına benziyor.

But it's big and I love it.

Ama büyük ve onu seviyorum.

I also love

Ben de

big haystacks.

büyük saman yığınlarını severim.

There I am, sitting on the haystack. Yes.

İşte buradayım, samanlıkta oturuyorum. Evet.

And so I like that.

Ve bu hoşuma gitti.

And and also

Ve ayrıca

I like big lumps is not great.

büyük topaklar gibi, harika değil.

And that that is not a trick.

Ve bu bir numara değil.

No thing is an actual lump lump desk lamp.

Hiçbir şey gerçek bir toplu masa lambası değildir.

That is some kind of sort of, would you call it?

Bu bir çeşit, sen buna ne dersin?

Would you call it a what would you call that?

Buna ne denir?

A sculpture sculpture?

Heykel heykel mi?

Yes, it's a sculpture in Birmingham. Hmm.

Evet, Birmingham'da bir heykel. Hmm.

But guess what?

Ama tahmin et ne oldu?

Claudia has sent a photograph, and she said, Mr.

Claudia bir fotoğraf gönderdi ve Bay

Duncan, I knew you would love this photograph.

Duncan, bu fotoğrafı seveceğinizi biliyordum dedi.

I knew you would love it.

Bunu seveceğini biliyordum.

So, so here is the photograph that Claudia has sent.

İşte Claudia'nın gönderdiği fotoğraf.

Look at that. Isn't that great?

Şuna bak. Bu harika değil mi?

I love that.

Bunu sevdim.

Can you tell me where it is because I want to go there?

Oraya gitmek istediğim için nerede olduğunu söyleyebilir misin?

Now this is a photograph that one of Claudia's friends sent.

Bu, Claudia'nın arkadaşlarından birinin gönderdiği bir fotoğraf.

But I love that because it reminds me of of the big lamp.

Ama bunu seviyorum çünkü bana büyük lambayı hatırlatıyor.

So there is my big desk lamp,

İşte benim büyük masa lambam

and there is Claudia's friend with

ve Claudia'nın

a big lamp that looks like a table lamp.

masa lambasına benzeyen büyük bir lambası olan arkadaşı var.

So thank you very much for that.

Bunun için çok teşekkür ederim.

I was quite that made me laugh this morning.

Bu sabah beni çok güldüren biriydim.

I must admit I needed cheering up.

Neşelenmeye ihtiyacım olduğunu itiraf etmeliyim.

I didn't mean to be that.

Öyle olmak istemedim. The Shining

Who is in the movie

The Shining, who was I can't think of the star.

filminde kimler var

, kimdi yıldızı aklıma gelmiyor.

Jack Nicholson, Jack Nicholson, that's it. Hi, there.

Jack Nicholson, Jack Nicholson, hepsi bu. Merhaba.

My name is Jack Nicholson, and I was a bit crazy when I was young.

Benim adım Jack Nicholson ve gençken biraz deliydim.

It's true. Did you know that he had a terrible childhood?

Bu doğru. Berbat bir çocukluk geçirdiğini biliyor muydunuz?

His father used to regularly beat him up,

Babası onu düzenli olarak döverdi

and it caused him a lot of mental stress.

ve bu onda çok fazla zihinsel strese neden oluyordu.

And apparently, he got into acting as a way of relieving all of the anxiety.

Ve görünüşe göre, tüm endişelerini gidermenin bir yolu olarak oyunculuk yapmaya başladı.

And the tension is not strange, but it's true.

Ve gerilim garip değil ama doğru.

I was watching a documentary last week about his life.

Geçen hafta hayatıyla ilgili bir belgesel izliyordum.

So it's very interesting to maybe playing those sort of evil parts in films.

Bu yüzden filmlerde bu tür şeytani rolleri oynamak çok ilginç.

It's a way for him to get that

instead of acting out

his vengeful feelings in the real world.

İntikam dolu duygularını gerçek dünyada dışa vurmak yerine bunu elde etmesinin bir yolu.

He does it in acting.

Bunu oyunculukta yapıyor.

Yes. Well, in the real world as well, he's a bit of a Hellraiser.

Evet. Gerçek dünyada da biraz Hellraiser.

So, so he is.

O da öyle. Ekranda gerçek

He is a larger than life character

hayattan daha büyük bir karakter

on screen, but also off screen as well.

ama aynı zamanda ekran dışında da.

He is he. He's had a very wild life.

O o. Çok vahşi bir hayatı oldu.

Rip Torn was a bit like that, wasn't he? Yes.

Rip Torn biraz öyleydi, değil mi? Evet.

one of these larger than life characters.

bunlardan biri yaşam karakterlerinden daha büyük. Ben de

And I do.

yaparım.

I do see how that can happen, because if you're depending on

Bunun nasıl olabileceğini anlıyorum, çünkü eğer

I mean, my personality, my personality is one that tends to keep things in.

kişiliğime bağlıysanız, kişiliğim bazı şeyleri içeride tutma eğilimindedir.

If I've got issues with people,

İnsanlarla sorunlarım varsa,

I don't tend to tell them, I tend to keep it all bottled up.

onlara söyleme eğiliminde değilim. Her şeyi şişelenmiş halde tutma eğilimindeyim.

And what I found is that when I'm doing acting

Ve bulduğum şey şuydu ki, birlikte olduğum

in my amateur, dramatic various societies that I'm with,

amatör, dramatik çeşitli topluluklarda oyunculuk yaparken ,

I find it's really therapeutic

to be able to play the part of a nasty character.

kötü bir karakterin rolünü oynayabilmenin gerçekten tedavi edici olduğunu buldum.

Mm-Hmm.

I love playing nasty characters because on the stage

Mm-Hmm.

Kötü karakterleri canlandırmayı seviyorum çünkü sahnede

you can say the most horrible things to people that are it's in the script .

insanlara en korkunç şeyleri söyleyebilirsiniz, o da senaryodadır.

Yes, and

Evet ve öyle

you can say it because it's just not.

olmadığı için söyleyebilirsin.

It's not real. Mm-Hmm.

Bu gerçek değil. Mm-Hmm.

But it somehow makes you feel better and sort of I think it is therapy.

Ama bir şekilde kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlıyor ve bence bu bir nevi terapi.

Mm-Hmm.

Mm-Hmm.

So I do like playing sort of nasty parts on the stage.

Bu yüzden sahnede biraz kötü roller oynamayı seviyorum.

I don't know what that says about my personality.

Bunun kişiliğim hakkında ne söylediğini bilmiyorum.

But, you know, one day, maybe I'll be a hell raiser one day, Mr.

Ama, bilirsin, belki bir gün ben de ortalığı karıştırırım, Bay

Doom.

Doom.

And that's that is never going to happen.

Ve bu asla olmayacak.

You be a Hellraiser at my age.

Benim yaşımda bir Hellraiser ol.

You are just a little kitten.

Sen sadece küçük bir kedi yavrususun.

You are a little a little kitten

Sen mırıldanan küçük bir kedi yavrususun

purring away.

.

I just said you didn't see the batteries is at.

Sadece pillerin olduğunu görmediğini söyledim.

That photo was sent to me by a friend who lives in Sweden.

O fotoğrafı bana İsveç'te yaşayan bir arkadaşım gönderdi.

Oh, so that is Sweden.

Oh, yani bu İsveç.

We have to go to Sweden on our world tour

Dünya turumuz için İsveç'e gitmemiz gerekiyor

so I can stand next to that big table lamp.

ki o büyük masa lambasının yanında durabileyim.

Ukrainians got to go in a bit, so

Ukraynalılar biraz içeri girdiler, bu yüzden "

they said, Lovely to see you.

Sizi görmek ne güzel" dediler.

And and I hope to see you again next week.

Ve umarım haftaya tekrar görüşürüz.

Yes. These are the better you.

Evet. Bunlar senin için daha iyi.

Press the intro button by mistake. I did.

Yanlışlıkla giriş düğmesine basın. Yaptım.

I pressed it by mistake.

Yanlışlıkla bastım.

I should have had the the one that just goes.

Sadece gideni almalıydım.

Sure, sure.

Tabi tabi.

But it didn't.

Ama olmadı.

I pressed the wrong button.

Yanlış düğmeye bastım.

Hey, guess what? It's just after 3:00.

Bil bakalım ne oldu? Saat 3:00'ten hemen sonra.

Petro Belmont has made a request.

Petro Belmont bir talepte bulundu.

And who are we to argue with someone

Ve biz kimiz ki

who's just

not going to argue with hydro?

hidro ile tartışmayacak biriyle tartışacağız?

I'm not arguing with kind reputation.

İyi bir itibarla tartışmıyorum.

Pedro, Pedro, whatever you want, whatever you want, whatever you want, you can have it.

Pedro, Pedro, ne istersen, ne istersen, ne istersen, ona sahip olabilirsin.

We're not going to argue with you.

Seninle tartışmayacağız.

So I say it is.

Yani öyle diyorum.

Although just this once, just for Pedro, it's flanks of the world.

Her ne kadar sadece bu seferlik, sadece Pedro için, dünyanın iki yanında.

And. You.

Ve. Sen.

You. You.

Sen. Sen.

You. You.

Sen. Sen.

Mm hmm, hmm, hmm, hmm, hmm, hmm, hmm.

Hmm, hmm, hmm. Hmm, hmm, hmm. Hmm, hmm. Hmm. Hmm, hmm. Hmm. Hmm hmm. Hmm.

Mm hmm, hmm, hmm, hmm, hmm, hmm, hmm.

Hımm, hmm, hmm. Hımm, hmm, hmm. Hımm, hımm. Hmm. Hımm, hımm. Hmm. Hım hımm. Hmm.

Hmm hmm. Hmm. Hmm hmm.

Hmm. Hmm hmm.

Hım hımm. Hmm. Hım hımm.

Hmm. Hım hımm.

Did you enjoy that? The flags of the world?

Bundan zevk aldın mı? Dünyanın bayrakları? ben

I wasn't watching. It's been a long time.

izlemiyordum Uzun zaman oldu.

We haven't had the flags of the world for a very long time.

Çok uzun zamandır dünya bayraklarımız yoktu.

So I hope you enjoyed it.

Umarım beğenmişsinizdir.

Pedro, just for you,

Pedro, bu arada sadece senin için

by the way.

.

Send us a picture. We want to know what you look like now.

Bize bir resim gönderin. Şimdi nasıl göründüğünü bilmek istiyoruz.

If you still get the long hair we want to know, are you still in?

Hala bilmek istediğimiz uzun saçlara sahipseniz, hala burada mısınız?

Are you still in the handcuffs?

Hala kelepçeli misin?

Uh, tell.

Söyle.

Mike says, don't go to Sweden

Mike İsveç'e gitmeyin

because I think he wants us to go to France.

çünkü bence o Fransa'ya gitmemizi istiyor diyor.

Oh, so that we can all meet up. I think that's what.

Oh, böylece hepimiz buluşabiliriz. Bence bu ne

Well, you know.

Biliyorsun.

Well, Tomic is in the Netherlands, I know, but I think what we want

Tomic Hollanda'da biliyorum ama

is large, oversized objects for Mr.

Bay Duncan'ın yakınlarda fotoğrafının çekilmesini istediğimiz büyük, büyük boyutlu nesneler olduğunu düşünüyorum

Duncan to be photographed near.

.

So do you have any sort of oversized objects

Peki, yanında fotoğraf çekilebileceğimiz herhangi bir büyük boy nesneniz var mı

that we could be photographed next to?

?

Nothing rude.

Kaba bir şey yok.

And then, you know, that might sway

Ve sonra, bilirsiniz, bu,

or might influence our decision on whether to meet up.

buluşup buluşmama kararımızı etkileyebilir veya etkileyebilir.

Because if anyone's watching that doesn't know, we are

Çünkü izleyen olup olmadığını bilmeyen varsa,

seriously thinking about a meetup sometime this year

bu yıl bir ara sevimli YouTube takipçilerimiz için bir buluşma yapmayı ciddi ciddi düşünüyoruz

for some of our lovely YouTube

followers, and we're going to pick a destination

ve

at probably France and probably Paris.

muhtemelen Fransa ve muhtemelen Paris'te bir yer seçeceğiz.

Yes, it is.

Evet öyle.

I think I think it's probably where we're probably going to actually say

Sanırım muhtemelen muhtemelen

it probably will be Paris in France.

Fransa'daki Paris olacağını söyleyeceğimiz yer orası.

Why do they say that?

Bunu neden söylüyorlar?

They always say, I've noticed Americans always say Paris, France,

Her zaman derler ki, Amerikalıların sanki başka bir ülkedeki başka bir Parismiş gibi hep Paris, Fransa dediklerini fark ettim

as if it's another Paris in another country.

.

There is, of course, yes.

Elbette var, evet. Amerika

I think there's a Paris in the United States.

Birleşik Devletleri'nde bir Paris olduğunu düşünüyorum.

So I was in Paris, France.

Bu yüzden Paris, Fransa'daydım.

Yes, I think most people know that Paris is

Evet, sanırım çoğu insan Paris'in

is in France, and it is that what with the Eiffel Tower?

Fransa'da olduğunu biliyor ve Eyfel Kulesi'nin nesi var?

However, there are Eiffel Tower is everywhere now.

Ancak artık her yerde Eyfel Kulesi var.

Did you know that?

Bunu biliyor muydun?

Yes, they're not quite as spectacular.

Evet, o kadar muhteşem değiller.

So there are full towers all over the place.

Yani her yerde dolu kuleler var.

There's one in been copied. There's one in Las Vegas.

Kopyalanmış bir tane var. Las Vegas'ta bir tane var.

A lot of people like to be photographed in front of it, and then they pretend that they've been to Paris.

Pek çok insan onun önünde fotoğraflanmaktan hoşlanır ve sonra Paris'e gitmiş gibi davranırlar.

There's there's one in China.

Çin'de bir tane var.

I'm not joking.

Şaka yapmıyorum.

There is an eyeful tower.

Göz alıcı bir kule var. Eyfel Kulesi'nin oturduğu

There is a recreation of the whole area

tüm alanın rekreasyonu var

where the Eiffel Tower sits.

.

And it's in China and a lot of people go there

Ve orası Çin'de ve birçok insan oraya gidiyor

and they have their photograph taken in front of the Chinese Eiffel Tower.

ve Çin'deki Eyfel Kulesi'nin önünde fotoğraflarını çektiriyor.

And then they tell their friends that they went to Paris.

Sonra arkadaşlarına Paris'e gittiklerini söylerler.

Pierre,

a vaccine, has moved to Normandy, apparently this year last year.

Bir aşı olan Pierre, görünüşe göre geçen yıl bu yıl Normandiya'ya taşındı.

Yes, very interesting part of the

Evet, Avrupa'nın bir kısmının çok ilginç bir parçası

part of Europe.

.

Isn't that where your family were from?

Ailen nereli değil mi?

No, that's Brittany, Brittany.

Hayır, o Brittany, Brittany.

But anyway, that means there's somebody else.

Ama her neyse, bu başka biri var demektir.

You know, Pierre, we will be, you know, if we ever do decide to go to Paris, you're not very far away.

Biliyorsun Pierre, biz, bilirsin, eğer bir gün Paris'e gitmeye karar verirsek, çok uzakta değilsin.

So you could be you could come a meter's as well along with whoever else wants to come.

Yani siz de gelmek isteyenle birlikte bir metre öteden gelebilirsiniz .

But we'll

Ancak yıl ilerledikçe

we'll plan and talk about that more

bunu daha fazla planlayıp konuşacağız

and more as we go on as the year progresses.

.

Mm-Hmm.

Mm-Hmm.

So Mr.

Bay

Duncan Nassau asks, what is the difference between

Duncan Nassau, akraba ve kardeş kelimeleri arasındaki farkın ne olduğunu soruyor.

the words kin and sibling?

Well, kin is just you.

Akraba sadece sensin.

Your relatives.

Akrabaların.

Would I be fair in saying that?

Bunu söylerken adil olur muydum?

Yes, you can say your kith and kin. Yes.

Evet, akraban diyebilirsin. Evet.

So your kin, generally speaking,

Yani akrabanız, genel olarak konuşursak,

is is the people in your family.

ailenizdeki insanlardır.

But siblings refers to your brothers or sisters,

Ancak kardeşler, erkek veya kız kardeşlerinizi ifade eder,

so your siblings are the other children in your family.

bu nedenle kardeşleriniz ailenizdeki diğer çocuklardır.

So, for example, I have I have two siblings,

Yani mesela benim iki kardeşim var,

I have two sisters, I have a young sister and an elder sister.

iki kız kardeşim var, küçük bir kız kardeşim ve bir ablam var.

Mr. Steve, Mr.

Bay Steve, Bay

Steve only has one sibling as far as he knows,

Steve'in bildiği kadarıyla sadece bir kardeşi var,

as far as I know, because his father did go to see a lot.

bildiğim kadarıyla, çünkü babası çok görmeye gitti.

That's right, he was a sailor, so I have a feeling around the world.

Bu doğru, o bir denizciydi, bu yüzden dünyanın her yerinde bir his var.

If you see anyone in your country who looks like

Ülkenizde Bay Steve'e benzeyen birini görürseniz

Mr Steve, it might be one of Mr Steve's secret

, bu Bay Steve'in

brothers looks like me, but about ten years, 20 years younger than normal.

bana benzeyen gizli kardeşlerinden biri olabilir, ancak normalden yaklaşık on yaş, 20 yaş genç.

Now they look the same age as me because obviously I don't go anywhere near my age.

Şimdi benimle aynı yaşta görünüyorlar çünkü belli ki yaşıma yaklaşmıyorum.

But yes, you know what they say about people that go to see

Ama evet, görmeye giden insanlar hakkında ne derler bilirsin,

they often have a woman in every port

put up bullet hole,

kurşun deliği açılan her limanda,

every port,

her limanda bir kadın vardır, her

although I could have been right.

ne kadar haklı da olsam.

That's a rude

Bu kaba bir

colonel says that the flags video flags of the world VIDEO

albay bayrakların video dünyanın bayrakları olduğunu söylüyor VİDEO

She gave that to her students as a pronunciation exercise.

Bunu öğrencilerine telaffuz alıştırması olarak verdi.

Pronunciation exercises a strange

Telaffuz,

irony there that you can't pronounce pronunciation of her name.

adının telaffuzunu telaffuz edemediğiniz garip bir ironi yapıyor.

Pronounce the names of the countries correctly. Yes.

Ülke isimlerini doğru telaffuz edin. Evet.

Well, that's yeah, you did that once.

Evet, bunu bir kez yaptın.

What did I?

ben ne yaptım

You had to try and pronounce all of the flags of the world.

Dünyadaki tüm bayrakları denemek ve telaffuz etmek zorundaydınız.

Oh, yes, that's right. It was hilarious. I was hilarious.

Evet, doğru. Komik oldu. Çok komiktim.

I must find that and repeat it because it was one of the funniest things I've ever seen over.

Bunu bulmalı ve tekrar etmeliyim çünkü hayatımda gördüğüm en komik şeylerden biriydi.

Yes. Tomic, my father was at sea for many, many years,

Evet. Tomic, babam uzun yıllar denizdeydi

and we have no idea what he got up to. No.

ve neler çevirdiği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Hayır.

He was away a lot.

Çok uzaktaydı.

Yes. Well, it was before I was born.

Evet. Şey, ben doğmadan önceydi.

So I think my parents got married.

Sanırım ailem evlendi.

And then it was about ten years before I was born.

Ve ben doğmadan yaklaşık on yıl önceydi.

But my father spent most of that time.

Ama o zamanın çoğunu babam geçirdi.

I think he was at sea for about 20 years.

Sanırım yaklaşık 20 yıldır denizdeydi.

He was a sailor for about 20 years.

Yaklaşık 20 yıl denizcilik yaptı.

That's a lot, and that's a lot of little, Mr Steve.

Bu çok fazla ve bu çok az, Bay Steve.

Maybe it wasn't. Yeah.

Belki de değildi. Evet.

So you know

what they say about sailors? Yes,

Denizciler hakkında ne derler biliyor musun? Evet,

it's probably

muhtemelen

the main reason that people go into that profession

insanların bu mesleğe girmesinin ana nedeni,

is it's probably it's well, you might say it's one of the perks.

muhtemelen iyi olması, bunun avantajlardan biri olduğunu söyleyebilirsiniz.

I'm joking, of course.

Tabii ki şaka yapıyorum.

But yes, who knows?

Ama evet, kim bilir?

I could have brothers and sisters.

Erkek ve kız kardeşlerim olabilirdi.

Yeah, my father has.

Evet, babam var.

Did you two keep a diary?

Siz ikiniz günlük tuttunuz mu?

When he died, it vanished.

Öldüğünde ortadan kayboldu.

It wasn't.

It wasn't a phone book, was it?

değildi.

Bu bir telefon rehberi değildi, değil mi?

We've just numbers.

Elimizde sadece rakamlar var.

Well, I'm wondering whether my mother found it and got rid of it.

Acaba annem onu ​​bulup ondan kurtulmuş mu merak ediyorum.

I don't know.

Bilmiyorum.

But maybe it's hidden somewhere at home and I might buy

Ama belki evde bir yerlerde saklıdır ve

my parents home and then I will find it one day.

ailemi eve satın alabilirim ve sonra bir gün onu bulurum.

And there will be all these details about what my father used to do

Ve babamın

when he was sailing around the world and

dünyayı dolaşırken ne yaptığına ve

in what he used to do.

ne yaptığına dair tüm bu ayrıntılar olacak.

He loved it. Did you have a position?

Onu sevdi. Pozisyonunuz var mıydı?

What was his rank?

Rütbesi neydi?

He was our first mate. Wow.

O bizim ilk arkadaşımızdı. Vay.

He got two first mate and he was going to be a captain.

İki birinci kaptanı vardı ve kaptan olacaktı.

I don't know about me.

Benim hakkımda bir şey bilmiyorum.

So we were.

Biz de öyleydik.

It's it's it's the one down from the captain.

Kaptandan aşağı olan bu.

So he was very clever.

Bu yüzden çok zekiydi.

My father, he worked his way up.

Babam, o kadar çalıştı. 'a

I think he went to. See, when he was 16,

gittiğini düşünüyorum. Bakın, 16 yaşındayken

joined the merchant navy

ticaret donanmasına katıldı

and then worked his way through the ranks to become.

ve sonra saflarda ilerledi.

He was a navigator, is very good at navigation.

Bir denizciydi, navigasyonda çok iyidir.

And but he worked his way up to first mate

Ama ikinci kaptanlığa kadar çalıştı

and he was taking his captain's

ve kaptanının

birds eye exams.

kuş bakışı sınavlarına giriyordu.

Captain Birdsong can't remember what you call it now.

Kaptan Birdsong şimdi ona ne dediğini hatırlamıyor.

There's a name for it now is I think it's masked

Artık bunun bir adı var, sanırım

as you take your master's in seamanship and then you can become a captain.

denizcilikte ustalaşıp kaptan olunduğu için maskeleniyor.

But for some reason,

Ama nedense

my parents decided to start a family.

ailem bir aile kurmaya karar verdi.

So he gave it all up for me.

Bu yüzden benim için her şeyden vazgeçti.

And I think he bitterly regretted it.

Ve bence çok pişman oldu.

My mother said that he was never happy.

Annem onun asla mutlu olmadığını söyledi.

Well, that's not true.

Bu doğru değil.

I think he missed it because that he loved it.

Sanırım onu ​​sevdiği için özlemişti.

So all he wanted to do.

Yani tüm yapmak istediği.

And I mean, you know, missed.

Ve demek istediğim, bilirsin, kaçırdım.

He missed all of the gut stopping off at the ports, thinking about it.

Limanlarda durup bunu düşünmeyi özlemişti.

I mean, if you if you give up something to have a family, you know,

Yani, eğer bir aile sahibi olmak için bir şeylerden vazgeçersen, bilirsin,

that's a pretty high expectation for the children, isn't it?

bu çocuklar için oldukça yüksek bir beklenti , değil mi?

They've got to.

Yapmak zorundalar.

I mean, I never felt any pressure, but I never I always thought it was a bit disappointed,

Yani, hiç baskı hissetmedim ama bunun biraz hayal kırıklığı yarattığını da hiç düşünmedim,

you know, because I didn't well, I didn't like all the things that he liked.

çünkü ben iyi değildim, onun sevdiği her şeyi beğenmedim.

I was the total opposite to my father.

Ben babamın tam tersiydim.

He had, you know, my father was a real man's man.

O vardı, bilirsiniz, babam gerçek bir erkek erkeğiydi.

Yes. And that means he will never told he was in the navy.

Evet. Bu da donanmada olduğunu asla söylemeyeceği anlamına geliyor .

He looked a lot of men in the Navy.

Donanmada pek çok adama benziyordu.

We were a man's man.

Biz bir adamın adamıydık.

He loved football, cricket, all sports, and I didn't like any of them.

O futbolu, kriketi, tüm sporları severdi ve ben hiçbirini sevmezdim.

You know,

Biliyorsun,

I just, you know, we were total opposite.

ben sadece, bilirsin, biz tamamen zıttık.

I think he was overcompensating.

Bence fazla telafi ediyordu.

So I think that I was a bit of a disappointment.

Bu yüzden biraz hayal kırıklığı yaşadığımı düşünüyorum.

I felt sorry for his friend, though.

Yine de arkadaşına üzüldüm.

I felt sorry for your dad's friend.

Babanın arkadaşı için üzüldüm.

I don't. The semen stains.

Yapmıyorum. Sperm lekesi.

I was so sorry for him.

Onun için çok üzüldüm.

That's very rude.

Bu çok kaba.

But this is a huge who brings you to bring his name is name was not

Ama bu ismi getiren koca bir isimdi,

appropriate to his name was Robert Staines. Yes.

ismi Robert Staines'in ismine uygun değildi. Evet.

And he was in the Navy with you, dad.

Ve seninle donanmadaydı, baba.

You're making it.

Başarıyorsun.

Mr. Duncan's making this so much about my.

Bay Duncan bunu benim hakkımda çok yapıyor.

My father used to tell me all these wonderful stories about when he was on

Babam bana

on ships and they would sink and things like that.

gemilerdeyken batacakları ve bunun gibi şeylerle ilgili harika hikayeler anlatırdı.

And he wasn't one.

Ve o değildi.

He was rescued.

Kurtarıldı.

It was a very good was.

Çok iyiydi.

He was it wasn't your dad crashing them into icebergs?

Onları buzdağlarına çarpan baban değil miydi?

I don't know.

Bilmiyorum.

I mean, you know, in those days, they didn't have all the electronic

Demek istediğim, o günlerde,

wizardry would like ships like AIS.

AIS gibi gemilerin istediği tüm elektronik sihirbazlara sahip değillerdi.

But yeah, he had fantastic eyes.

Ama evet, harika gözleri vardı.

My father, even when he was old, OK, he could spot things.

Babam yaşlıyken bile, tamam, bir şeyleri fark edebiliyordu.

You know, you have these because he'd have to, you know, watching out.

Biliyorsun, bunlara sahipsin çünkü o, bilirsin, kollamak zorunda kalacak.

All right.

Elbette.

All right.

It was the only part you got it.

Elbette.

Aldığın tek parça buydu.

Work properly.

Düzgün çalışın.

Pedro, he must have gone to another world.

Pedro, başka bir dünyaya gitmiş olmalı.

He must have been 250 years old and not sure what that means.

250 yaşında olmalı ve bunun ne anlama geldiğinden emin değil.

But I think I think probably people are talking about something else. Hmm.

Ama bence muhtemelen insanlar başka bir şeyden bahsediyor. Hmm.

Right, Mr.

Pekala Bay

Duncan, we haven't got that much time left to talk about our subject

Duncan, 45 dakika boyunca konumuz hakkında konuşmak için fazla zamanımız kalmadı, sanki boş boş

to the 45 minutes I feel as I'm just babbling about nothing.

gevezelik ediyormuşum gibi hissediyorum.

You all babbling today.

Bugün hepiniz gevezelik ediyorsunuz.

You've got a bit of a babble. You're like, you're like the local brother.

Biraz gevezelik var. Sen sanki, yerel kardeş gibisin.

You need to take over Mr. Duncan.

Bay Duncan'ı devralmalısın.

I'm direct this live stream in the direction that you wanted to go in.

Bu canlı yayını senin gitmek istediğin yöne yönlendiriyorum.

Actually, it's funny you just mentioned your father giving up his his work

Aslında biraz önce babanın

on the ocean sailing the ocean waves to to have a family.

bir aile kurmak için okyanus dalgalarında yelken açmaktan okyanustaki işinden vazgeçmesinden bahsetmen komik.

A lot of people nowadays, apparently a lot of people now are choosing

Bugünlerde pek çok insan, görünüşe göre pek çok insan

not to have children.

çocuk sahibi olmamayı seçiyor.

So they're married in a relationship, for example,

Yani, örneğin bir ilişki içinde evliler

and they are making the choice not to have children,

ve çocuk sahibi olmamayı tercih ediyorlar,

which I find quite interesting

ki bunu oldukça ilginç buluyorum

because you would often assume and I think this is it, it's a little

çünkü sık sık varsayarsınız ve bence bu böyle, biraz

maybe it's a little bit old fashioned

belki biraz eski moda.

in some ways, but you would always assume that a couple would get married

bazı yönlerden, ama her zaman bir çiftin evleneceğini

and then maybe after to two years or three years, they would decide to start a family.

ve sonra belki iki veya üç yıl sonra bir aile kurmaya karar vereceklerini varsayarsınız.

But nowadays, a lot of young people are waiting

Ancak günümüzde pek çok genç bekliyor

or they are deciding now not to have any children.

ya da artık çocuk sahibi olmamaya karar veriyor. Çocuk yetiştirmenin tüm güçlükleri ve kabusları olmadan,

They just want to enjoy their company, each other's company,

sadece kendi şirketlerinin, birbirlerinin şirketlerinin tadını çıkarmak istiyorlar

without all of the hassle and the nightmare of raising children.

.

Some some couples are also deciding

Bazı çiftler de

to start a family much later, so women are now

bir aile kurmaya çok daha sonra karar veriyorlar, bu nedenle kadınlar artık

getting qualifications and getting a career

before they actually start having children.

çocuk sahibi olmaya başlamadan önce nitelikler alıyor ve kariyer sahibi oluyorlar.

So in the past, of course, I suppose we are talking

Yani geçmişte, elbette, sanırım

well the time of your your father.

babanızın zamanından iyi bahsediyoruz.

I suppose that people would get married

Sanırım insanlar evlenir

and within a couple of years they'd start a family.

ve birkaç yıl içinde bir aile kurarlar.

But of course, women, now I think the modern woman,

Ama tabii ki kadınlar, bence artık modern kadın ki bu

which is a great idea, by the way,

harika bir fikir,

they see the priority as being much

önceliği çok daha

different career, getting a career qualifications career.

farklı bir kariyer olarak görüyorlar, kariyer yeterlilikleri olan bir kariyer elde etmek.

You get a job, you get something that you can fall back onto after

Bir iş bulursun, çocuklar büyüdükten sonra tekrar başvurabileceğin bir şey bulursun

the children have got older, so they will wait now.

, yani şimdi bekleyecekler.

So the average age that a woman would have a child would be about 21 early twenties,

Yani bir kadının ortalama çocuk sahibi olma yaşı yaklaşık 21, yirmili yaşların başıydı,

but now it's much older. Is this in the UK?

ama şimdi çok daha yaşlı. Bu İngiltere'de mi?

I think this is in the UK, but also it's a trend that's happening in the western world.

Bence bu İngiltere'de, ama aynı zamanda batı dünyasında da olan bir trend.

Apparently, they are saying within the next couple of years there was going to be a crisis.

Görünüşe göre önümüzdeki birkaç yıl içinde bir kriz olacağını söylüyorlar.

Where the population will tip with the age,

Nüfusun yaşla birlikte değişeceği yerde,

so there will be far fewer younger people in the world

yani dünyada on veya 15 yıl öncesine göre çok daha az genç insan olacak

than there was ten or 15 years ago,

and they think it's going to be they're going to call it the population implosion.

ve buna nüfus patlaması diyeceklerini düşünüyorlar.

Apparently, it's where suddenly the

Görünüşe göre, dengenin birdenbire bozulduğu yer burası

the scale, the balance is tipped

because of course, people are living longer, longer

çünkü elbette insanlar daha uzun, daha uzun

and longer, particularly in developed countries.

ve daha uzun yaşıyor, özellikle gelişmiş ülkelerde.

And so the average age of the population,

Ve böylece nüfusun ortalama yaşı,

the mean age is going up and up and up.

ortalama yaş artıyor, artıyor ve artıyor.

And of course, it takes a lot of money and resources

Ve elbette,

to keep older people alive for longer.

yaşlı insanları daha uzun süre hayatta tutmak çok fazla para ve kaynak gerektirir.

And so you need to have lots of young people

Ve bu nedenle,

coming along to carry on working and paying taxes to pay

çalışmaya devam etmek ve

for the health care on older people.

yaşlı insanların sağlık hizmetlerini ödemek için vergi ödemek için bir sürü gencin gelmesi gerekiyor.

I mean, we all so yes, what is going to happen?

Yani, hepimiz çok evet, ne olacak? Görünüşe

Apparently in China, there's quite a going

göre Çin'de

to be quite a crisis because of course, for many years

büyük bir kriz olacak çünkü tabii ki Çin'de uzun yıllar

in China, there were restrictions on how many children you could have.

kaç çocuk sahibi olabileceğiniz konusunda kısıtlamalar vardı .

Well, you could only have one. That's right.

Sadece bir tane alabilirsin. Bu doğru.

So and quite often they would have girls.

Bu yüzden ve oldukça sık olarak kızları olurdu.

And if you had one girl, that's it.

Ve eğer bir kız arkadaşın varsa, o kadar.

You had to have one girl.

Bir kızın olması gerekiyordu.

But but many Chinese people favoured having a son.

Ama birçok Çinli bir erkek çocuk sahibi olmayı tercih ediyordu.

They wanted to have a son and heir.

Bir oğulları ve varisleri olsun istiyorlardı.

And what's happened over the years is when it's very similar to

Ve yıllar içinde olan şey, Batı'da olana çok benzerken,

what's happening in the West is is the the balance has tipped.

denge bozuldu.

And now there are not enough young people

Ve şimdi yeterince genç yok

and there are not enough young females.

ve yeterince genç kadın yok.

So apparently when males or men are trying to find a female partner,

Görünüşe göre erkekler veya erkekler bir kadın eş bulmaya çalışırken,

apparently that it's much harder because there are more males than females.

görünüşe göre bu çok daha zor çünkü kadınlardan daha fazla erkek var.

I'm sure the same thing happened in Japan as well.

Eminim Japonya'da da aynı şey olmuştur.

I think there was there was a sort of population crisis in Japan.

Sanırım Japonya'da bir tür nüfus krizi vardı.

Imbalance? Yes.

Dengesizlik? Evet.

So yes, it'll be very interesting to see what happens in, you know, in the decades to come.

Yani evet, önümüzdeki on yıllarda neler olacağını görmek çok ilginç olacak .

It is interesting.

Bu ilginç. Demek istediğim

I mean, we all want to live as long as we can,

, hepimiz yaşayabildiğimiz kadar uzun yaşamak istiyoruz,

but maybe we will have to pay for it when we do

ama belki de yaşlandığımızda bunun bedelini ödemek zorunda kalacağız

get older, rather than rely on younger people to pay the taxes

, vergileri

and pay for the NHS that we have here that keeps us all alive for longer.

ve burada sahip olduğumuz NHS'yi ödemeleri için genç insanlara güvenmek yerine. hepimiz daha uzun süre hayattayız. Şu anda

It is interesting to think that a lot of people now are holding off,

pek çok insanın ertelediğini

or some people are just choosing not to have kids at all.

veya bazı insanların hiç çocuk sahibi olmamayı seçtiğini düşünmek ilginç.

Instead, they might have a dog instead.

Bunun yerine, bir köpekleri olabilir.

I have.

I've got a friend.

Sahibim.

Bir arkadaşım var.

Thank you, Miles, for your comment, by the way.

Bu arada yorumun için teşekkürler Miles.

No, I don't think, you know, my father never gave me.

Hayır, sanmıyorum, bilirsin, babam bana hiç vermedi.

He's not here any more, but he never gave me the impression he was ever disappointed in me.

Artık burada değil, ama bende hiç hayal kırıklığına uğradığı izlenimini vermedi.

Never. Not once.

Asla. Bir kez değil.

So that I think he was quite proud of me

Sanırım satış işine girdiğim için benimle oldukça gurur duyuyordu

because I went into sales, and

ve bence

I think he saw that as as something good because

bunu iyi bir şey olarak gördü çünkü gençken benim için

it's, you know, something quite difficult to do was for me when I was younger.

yapılması oldukça zor bir şeydi .

So I think he saw that I was trying to overcome my sort of shyness.

Bu yüzden sanırım benim bir tür utangaçlığımı yenmeye çalıştığımı gördü .

And so yet, oh no, I never felt that.

Ve yine de, oh hayır, bunu hiç hissetmedim.

So I think I think you're right.

Bu yüzden bence haklısın.

I was going to say something.

Bir şey söyleyecektim.

I asked them to remember.

hatırlamalarını rica ettim.

Mr. Dang good.

Bay Dang iyi.

That's good, that lots of people don't have children.

Bu iyi, birçok insanın çocuğu yok.

I've got a friend. I've got a couple of friends who

Bir arkadaşım var.

who have decided not to have children.

Çocuk sahibi olmamaya karar veren birkaç arkadaşım var.

I mean, she can't have children now. It's too.

Yani, artık çocuğu olamaz. Bu çok.

She's too old now, even if she wanted to,

Artık istese de çok yaşlandı

and they spend all their money

ve tüm paralarını

on hotel, on holidays and things like that.

otellere, tatillere ve bunun gibi şeylere harcıyorlar.

I don't think they've ever regretted it.

Hiç pişman olduklarını sanmıyorum.

In fact, a few weeks ago,

Aslında, birkaç hafta önce

they were thinking of getting a dog.

bir köpek almayı düşünüyorlardı.

And I thought at the time it was interesting.

Ve o zamanlar bunun ilginç olduğunu düşündüm.

It's near. Yes.

Yakında. Evet.

There were a lot of similarities between a dog and a baby.

Bir köpek ve bir bebek arasında pek çok benzerlik vardı.

They make a mess.

Ortalığı karıştırırlar.

They take a lot of attention.

Çok dikkat çekiyorlar.

They keep you up at night because of their noise.

Gürültülerinden dolayı sizi geceleri uyutmazlar.

It's yeah, there are a lot of you just have a baby.

Evet, çoğunuz yeni bebek sahibi oldunuz.

You're so close.

çok yakınsın

You're so close. Why not just have a baby?

çok yakınsın Neden sadece bir bebek sahibi olmuyorsun?

You're so near.

çok yakınsın

You're so close. Well, I said to her,

çok yakınsın Ona dedim ki,

I spoke to her

last week and I said, Oh, have you decided to get a dog?

geçen hafta onunla konuştum ve dedim ki, Ah, bir köpek almaya karar verdin mi?

And she said, No, we've changed our mind.

Ve dedi ki, Hayır, fikrimizi değiştirdik.

She said we're not getting a dog for the same reasons.

Aynı sebeplerden dolayı köpek alamadığımızı söyledi.

We didn't have a baby.

Bebeğimiz olmadı.

Oh, I see.

Ah anlıyorum.

So some people would disagree.

Yani bazı insanlar aynı fikirde olmayacak.

Described that as selfish behaviour, but I think there's enough people in the world.

Bunu bencilce bir davranış olarak tanımladım ama bence dünyada yeterince insan var.

Well, some people, but some people might say having five or six children is selfish.

Pekala, bazı insanlar, ama bazıları beş ya da altı çocuk sahibi olmanın bencilce olduğunu söyleyebilir.

Yes. You.

Evet. Sen.

So there are always ways of looking at these things from from different angles.

Dolayısıyla, bu şeylere farklı açılardan bakmanın her zaman yolları vardır .

So if you if you choose not to have children, then then

Yani eğer çocuk sahibi olmamayı seçerseniz, o zaman

OK, OK, if you want to have children, OK, fine.

tamam, tamam, eğer çocuk sahibi olmak istiyorsanız, tamam, peki.

I think it's I think it's an individual choice.

Bence bu bireysel bir seçim.

Well, I think the thing is, nobody, nobody

Bence olay şu ki, kimse, hiç kimse

feels that

they probably need to have children because I think it's a natural

çocuk sahibi olmaya ihtiyaç duyduğunu düşünmüyor çünkü bence bu,

thing that happens when populations get very large.

nüfus çok arttığında olan doğal bir şey. Bebek sahibi olma aciliyetini

I think it's it's natural that you would you don't feel the urgency

hissetmemenizin doğal olduğunu düşünüyorum

to have a baby because

çünkü

from an evolutionary point of view, you don't feel as though

evrimsel bir bakış açısından,

you feel as though the species is doing quite well.

türün pek iyi durumda olduğunu hissetmiyorsunuz.

I don't think it does.

Sanmıyorum.

I don't need to have a children

Çocuğa ihtiyacım yok

because I don't need to have any because there's lots and lots of people around.

çünkü çocuk sahibi olmaya da ihtiyacım yok çünkü etrafta bir sürü insan var.

Maybe if there was a big anyway, Steve.

Belki de büyük olsaydı, Steve.

Yeah, but I think, well, Bob just comes, just take these anyway.

Evet, ama bence Bob geliyor, yine de bunları al.

Oh, it's a good point.

Bu iyi bir nokta.

Fine for carry on.

Devam etmek için iyi.

Then it just becomes a TED talk.

O zaman sadece bir TED konuşmasına dönüşür.

Maybe I should do that. Yes, maybe you should.

Belki de bunu yapmalıyım. Evet, belki de yapmalısın. Hemen

It's just over there.

şurada.

I was going to say I'm trying

to make some point to see so we can get into today's subject.

Bugünün konusuna geçebilmemiz için bir noktaya değinmeye çalıştığımı söyleyecektim.

It's like I'm trying to sort of push the door open and I forgot I was judging.

Sanki kapıyı iterek açmaya çalışıyorum ve yargıladığımı unutmuşum.

We're not judging, we're not judging either way.

Yargılamıyoruz, her iki şekilde de yargılamıyoruz.

I children don't have children. Yes.

Benim çocuklarım çocuğum yok. Evet.

We're not judging judging anybody.

Kimseyi yargılamıyoruz.

We're not making comment.

Yorum yapmıyoruz.

No one's judging on this making.

Kimse bu yapımı yargılamıyor. Herhangi bir

There's no judging taking place. Yes.

yargılama yapılmıyor. Evet.

But I think people that don't have kids just don't want to have them

Ama bence çocuğu olmayan insanlar çocuk sahibi olmak istemiyorlar

because they just don't want the hassle and the trouble and the screaming

çünkü uğraşmayı, belayı, bağırmayı,

and the shouting and the tantrums and the constant tears.

bağırmayı, öfke nöbetlerini ve sürekli gözyaşlarını istemiyorlar.

And and that's just the parents.

Ve bu sadece ebeveynler.

That's not even the children.

Bu çocuklar bile değil.

That's just the parents.

Bu sadece ebeveynler.

Some people want children. Some people don't.

Bazı insanlar çocuk ister. Bazı insanlar yapmaz.

Did I? Yes, I

Ben mi? Evet,

think I think we've made that point.

sanırım bu noktaya değindik.

I think I think we are very clear on that point.

Bu noktada çok net olduğumuzu düşünüyorum. Sahip olmak

If you want to have them, have them, if you don't want to have them, don't have them.

istiyorsan sahip ol, istemiyorsan sahip olma.

I mean, there are people in same-sex relationships

Demek istediğim, aynı cinsiyetten ilişkileri olan ve

having kids adopting them.

onları evlat edinen çocukları olan insanlar var.

Well, you know, that's it.

İşte bu kadar.

I mean, if people give up children for adoption, then why ruin a good thing

Demek istediğim, eğer insanlar evlatlık vermek için çocuklarından vazgeçiyorsa, o zaman neden iyi bir şeyi mahvedelim ki

anyway? Right.

? Sağ.

Carry on, Mr Duncan.

Devam edin, Bay Duncan.

Why spoil a good thing?

Neden iyi bir şeyi mahvedelim?

We're talking about different words

and phrases that you can use

as they all refer to, to something that I suppose is is.

Hepsinin atıfta bulunduğu şekliyle, öyle olduğunu düşündüğüm bir şey için kullanabileceğiniz farklı kelimeler ve ifadelerden bahsediyoruz.

Well, I was going to say personal, but I suppose it isn't personal.

Kişisel diyecektim ama sanırım kişisel değil.

But we are talking about age words and phrases.

Ama yaş kelimeleri ve deyimlerinden bahsediyoruz.

So I suppose we're talking about different stages of age,

Sanırım çocukluktan yetişkinliğe kadar farklı yaş evrelerinden,

the stages of your ages,

yaşlarınızın evrelerinden bahsediyoruz

from childhood to adulthood.

.

So there are many words, maybe more words than you realise.

Yani birçok kelime var, belki de sandığınızdan daha fazla kelime.

So we are going to look at some of the words, Steve, right now.

Bu yüzden şu anda bazı kelimelere bakacağız Steve.

So we start off at the beginning.

Böylece en baştan başlıyoruz.

Well, not at the beginning, because that's

Eh, başlangıçta değil, çünkü bu

some thinking something else entirely.

tamamen başka bir şeyi düşünmek.

But we have birth birth.

Ama doğum doğumumuz var.

Now this is a word that is used quite a lot.

Şimdi bu oldukça fazla kullanılan bir kelime.

Yeah. Carry on, Mr Juncker.

Evet. Devam edin Bay Juncker.

I went to what you were laughing at.

Güldüğün yere gittim.

We use it quite a lot to say that that new life

Yeni hayatın üretildiğini söylemek için çok kullanırız

has been produced, so birth can be something you do,

, bu yüzden doğum yaptığınız bir şey olabilir,

something you actually do, or it is the state of being born.

gerçekten yaptığınız bir şey olabilir veya doğma halidir.

So we can use this as a verb and also a noun as well.

Yani bunu bir fiil ve aynı zamanda bir isim olarak da kullanabiliriz.

So you will give birth,

Yani doğuracaksın,

you are born.

doğdun.

So to be born is to be the person

Yani doğmak,

who is born, to be born.

dünyaya gelen kişi olmaktır, doğmaktır.

You are born, you are pushed out.

Doğuyorsun, dışarı itiliyorsun.

I can say safely, Mr Steve,

Rahatlıkla söyleyebilirim Bay Steve,

I am glad that I don't have to do that.

bunu yapmak zorunda olmadığım için mutluyum.

You mean you wouldn't be a very good midwife?

Çok iyi bir ebe olamayacağını mı söylüyorsun?

No, I wouldn't be a very good person pushing the baby out.

Hayır, bebeği dışarı iterek pek iyi bir insan olmazdım .

Yes. So somebody that that assists in the birth process

Evet. Yani doğum sürecinde yardımcı olan

and nurse is called a midwife.

ve hemşire olan kişiye ebe denir.

That's the name we give them.

Onlara verdiğimiz isim bu.

Push. You push harder, Mr Duncan.

İtmek. Daha sıkı bastırın, Bay Duncan. Daha

Push harder so we can just say that somebody has popped out.

fazla bastırın ki, birinin dışarı fırladığını söyleyebilelim.

If you want to be fun, if you want to have a bit of a humorous

Eğlenmek istiyorsan, biraz esprili bir

phrase, you can say that you popped out,

cümle olsun istersen, sen çıktın,

your baby popped out, it

bebeğin çıktı,

popped out.

çıktı diyebilirsin.

Is that we need this?

Buna ihtiyacımız var mı?

We need the sound. Thanks, Mr.

Sese ihtiyacımız var. Teşekkürler Bay,

I like the sound effects.

ses efektlerini beğendim.

I like them.

Onları seviyorum.

I like them all.

Hepsini beğendim. Her

Every single one of them.

biri.

So a baby is born.

Böylece bir bebek doğar.

We often describe a baby as newborn.

Genellikle bir bebeği yeni doğmuş olarak tanımlarız.

Are you looking at me now because you got very quiet?

Şimdi bana çok sessiz olduğun için mi bakıyorsun?

Newborn baby?

Yeni doğmuş bebek?

A newborn baby, so baby, that is born, a newborn baby,

Yeni doğmuş bir bebek, yani dünyaya gelen bebek, yeni doğmuş bir bebek

or of course, you can describe your baby as a little bundle of joy.

ya da tabi ki bebeğinizi küçük bir neşe yumağı olarak tanımlayabilirsiniz.

That's what they normally say, isn't it?

Normalde öyle derler, değil mi?

Well, not for you there didn't, but not for me.

Senin için değil, ama benim için değil.

Yes. Yes.

Evet. Evet.

A newborn, a newborn baby. Yes,

Yeni doğmuş, yeni doğmuş bir bebek. Evet,

you can give birth to an idea, can't you, as well?

bir fikir doğurabilirsin, değil mi?

Well, that's a good one, Steve.

Bu iyi bir şey, Steve.

You can a new company can be born from

Yeni bir şirket doğabilir

and you affirm an idea. Hmm.

ve bir fikri onaylarsınız. Hmm.

You know, you can say that.

Bilirsin, bunu söyleyebilirsin.

Yeah, you can say that an idea gave birth to

Evet, bir fikir

maybe a new religion or a new company.

belki yeni bir din ya da yeni bir şirket doğurdu diyebilirsiniz.

So you can use that in you can use the phrase in that way,

Yani bir sektör olarak ifadeyi şu şekilde kullanabilirsiniz,

the word in that way as an industry.

kelimeyi şu şekilde kullanabilirsiniz.

Maybe a new way of producing things.

Belki bir şeyler üretmenin yeni bir yolu.

You can have the birth of a new industry.

Yeni bir sektörün doğuşunu yaşayabilirsiniz. Dünyanın dört bir yanında yaşadığımız

We often talk about the birth of the industrial revolution

that actually started here in this area where we live around the world.

bu alanda, aslında burada başlayan sanayi devriminin doğuşundan sık sık bahsederiz .

So what happened here in this area?

Peki bu bölgede ne oldu?

Steve affected everything you did around the world. Yes.

Steve, dünya çapında yaptığınız her şeyi etkiledi. Evet.

So you might talk about the start of the creation of something, Ironbridge.

Yani bir şeyin yaratılmasının başlangıcından bahsedebilirsin, Ironbridge.

Yes, you can look that up.

Evet, buna bakabilirsiniz.

The start of the industrial revolution happened in Ironbridge.

Sanayi devriminin başlangıcı Ironbridge'de gerçekleşti.

I think it was also simultaneously happening

Sanıyorum aynı anda

in other parts of the world as well.

dünyanın başka yerlerinde de oluyordu.

But we like to attribute

Ancak

all the success to I am rich in the UK,

tüm başarıyı Birleşik Krallık'ta zengin olmama bağlamayı seviyoruz,

but I think it was happening in other parts of the world as well.

ama bence bu dünyanın başka yerlerinde de oluyordu.

I am.

Ben.

Which, of course, is the place, not not just the bridge.

Hangisi, elbette, sadece köprü değil, yer.

Louie Louie, the 17th it says birth of a nation.

Louie Louie, 17'nci bir ulusun doğuşunu söylüyor.

Yes. Birth of a nation.

Evet. Bir ulusun doğuşu.

Something new starting a new beginning. A new life.

Yeni bir başlangıç, yeni bir şey. Yeni bir hayat.

A new idea.

Yeni bir fikir.

Hmm. You can have the birth of a new nation.

Hmm. Yeni bir ulusun doğuşuna sahip olabilirsiniz.

Yeah.

Evet.

So as a young person growing up, you are, first of all, a baby.

Yani büyüyen bir genç olarak, her şeyden önce bir bebeksiniz.

So a person who is with a child

Yani henüz doğmamış bir çocuğu olan bir kişinin

that hasn't been born yet, we might say that they are pregnant.

hamile olduğunu söyleyebiliriz.

They have a bun in the oven.

Fırında bir çörek var.

Well, Louis, the 17th is just put that on the live chat.

Pekala, Louis, ayın 17'si bunu canlı sohbete ekle.

That's it.

Bu kadar.

So to be pregnant is before you have the baby.

Yani hamile olmak, bebek sahibi olmadan öncedir.

And then afterwards you, you push the baby out and it says, Hello world.

Ve sonra siz, bebeği dışarı itersiniz ve o "Merhaba dünya" der.

Nice to see you all.

Hepinizi gördüğüme sevindim.

And then after that, after you have been through your your baby heard

Ve ondan sonra, siz bebeğinizi geçirdikten sonra

we have infant had too late to make.

bebeğiniz olduğunu duyunca bebek yapmak için çok geç kaldık.

I saw the comment, but it is safe.

Yorumu gördüm, ama güvenli.

I'm not going to repeat it, but carry on, Mr.

Tekrar etmeyeceğim ama devam edin Bay.

Was it rude?

Kaba mıydı?

Yes. Oh, OK. Well, brood.

Evet. Ah tamam. Pekala, damızlık.

Yeah, I don't how you want to look at it.

Evet, nasıl bakmak istediğini bilmiyorum.

But yeah, infant had. So this is still

Ama evet, bebek vardı. Yani bu hala

someone who is very young, a young person.

çok genç biri, genç bir insan.

We often describe this person as an infant infant.

Bu kişiyi genellikle bebek bir bebek olarak tanımlarız.

I love that word infant or toddler,

Bebek veya yürümeye başlayan çocuk kelimesini seviyorum,

because quite often when you see a very young child, they they sort of do this.

çünkü çok küçük bir çocuk gördüğünüzde, bunu bir şekilde yaparlar.

They know that when they're walking, they they total toddler.

Yürüdüklerinde yürümeye başlayan çocuk olduklarını biliyorlar.

So to walk in an unsteady way is total.

Yani dengesiz bir şekilde yürümek tamdır.

So what age would you say for an infant infant?

Peki bir bebek için kaç yaş söylersiniz?

Normally, we're told.

Normalde bize söylenir.

We're talking from, I would say, from 33 years

33

old to to maybe six.

yaşından belki altı yaşına kadar konuşuyoruz diyebilirim.

Is it until you can walk properly?

Düzgün yürüyebilene kadar mı?

Yes, I think I think it's after the baby has has has started to grow.

Evet, sanırım bebek büyümeye başladıktan sonra.

So infant herd is the early development

Yani bebek sürüsü,

into, I don't know, becoming able to walk.

yürüyebilir hale gelmenin erken gelişimi, bilmiyorum.

And when you start to talk.

Ve konuşmaya başladığında.

Expecting there's another word.

Başka bir kelime olmasını bekliyorum.

Oh, yes.

Oh evet.

If you are expecting a baby, it means you are now pregnant

Bir bebek bekliyorsanız, artık hamilesiniz

and you are waiting to give birth, you are expecting a baby.

ve doğum yapmayı bekliyorsunuz, bir bebek bekliyorsunuz demektir.

I like that one.

Bunu beğendim.

That's a good one.

Yes, Victoria says.

Bu iyi bir tanesi.

Evet, diyor Victoria.

Never heard of the word tot little tot.

Tot little tot kelimesini hiç duymadım.

Yes, it's quite a common word, certainly in the UK.

Evet, kesinlikle Birleşik Krallık'ta oldukça yaygın bir kelime.

Yeah, it's something small is tot.

Evet, çok küçük bir şey.

Something tiny is tucked.

Küçük bir şey sıkışmış.

So you will say a small child, you will describe them

Yani küçük bir çocuk diyeceksiniz, onları

as a tot tucked two to four, says

iki ila dörde sıkışmış bir tot olarak tanımlayacaksınız, diyor

Louis.

Louis.

The 17th is what you would describe.

17'si, tarif edeceğiniz şeydir.

Yeah, I would agree.

Evet, kabul ederdim.

Yes, up until you can walk properly.

Evet, düzgün yürüyebilene kadar.

An infant, a toddler.

Bir bebek, bir yürümeye başlayan çocuk.

Yeah, topped until they are able to amble.

Evet, zıplayabilene kadar zirvede.

So we often talk about preamble.

Bu yüzden genellikle önsöz hakkında konuşuruz.

The preamble stage is when a child can not walk and then afterwards they can walk.

Giriş aşaması, bir çocuğun yürüyemediği ve daha sonra yürüyebildiği zamandır.

They they they can start walking and then they start to develop speech as well.

Yürümeye başlayabilirler ve ardından konuşmayı da geliştirmeye başlarlar.

When did you start talking, Mr Steve?

Ne zaman konuşmaya başladınız Bay Steve?

I don't know.

Bilmiyorum.

I think it's easy.

Bence bu kolay.

I think once you get

Bence

beyond that stage of three, then you.

o üç aşamayı geçtiğinizde, o zaman sizsiniz.

Well, people often say, when is your first memory?

Pekala, insanlar genellikle, ilk anının ne zaman olduğunu sorarlar.

And what age people don't.

Ve hangi yaştaki insanlar yapmaz.

I think on average people don't remember because the brain hasn't developed properly.

Bence ortalama olarak insanlar beyinleri düzgün gelişmediği için hatırlamıyor.

You don't really, really remember anything

below the age of sort of two or three.

İki ya da üç yaşın altındakileri gerçekten ama gerçekten hatırlamıyorsunuz.

I think my first memory,

Sanırım ilk anım,

my first memory actually was yesterday.

ilk anım aslında dündü.

Going for a walk into town was

Kasabaya doğru yürüyüşe çıktığımda

I was falling into my father's rose bushes.

babamın gül çalılarına düşüyordum.

When I was about, I was probably two and a half or three, something like that.

Ben yaklaşıkken, muhtemelen iki buçuk ya da üç yaşındaydım, onun gibi bir şey. Görmek için geri dönmeyi düşünmenizin

I would imagine that that's one of the reasons why you thought about going back to see

nedenlerinden birinin bu olduğunu tahmin ediyorum

and probably and also

ve muhtemelen ve

I was also probably wasn't quite three.

ben de muhtemelen tam olarak üç değildim.

And I remember a song on the radio that for some reason

Ve radyoda bir şarkı hatırlıyorum, nedense

I still remember to this day downtown.

bugün hala şehir merkezinde hatırlıyorum.

What an incredible

Ne inanılmaz bir

downtown Disneyland and sandy shore, wasn't it?

Disneyland şehir merkezi ve kumlu sahil, değil mi?

Or Petula Clark is Petula Clark.

Veya Petula Clark, Petula Clark'tır.

And for some bizarre reason, that's one of my first,

Ve tuhaf bir nedenden dolayı, bu benim ilk

if not the first, memory because my mother always had the radio one.

değilse de ilk anımdan biri çünkü annemin radyosu her zaman yanındaydı.

She always loved having the Radio one for company.

Arkadaşlık için Radyo'ya sahip olmayı her zaman severdi.

And I just remember that song.

Ve sadece o şarkıyı hatırlıyorum.

I think Steve's first word was Carl.

Sanırım Steve'in ilk kelimesi Carl'dı.

I think so.

Bence de.

And going into my father's rosebushes is all about memories.

Ve babamın gül fidanlarına girmek anılarla ilgili.

Car, car, car.

Araba, araba, araba. O

So I was around three at the time, and most people,

zamanlar üç yaşlarındaydım ve çoğu insanın

I think their first memories are around the age of three.

ilk anılarının üç yaş civarında olduğunu düşünüyorum .

Mm-Hmm.

Mm-Hmm.

So actually, if you're if you have a baby and has a lot of pain and distress

Yani aslında, eğer bir bebeğiniz varsa ve çok fazla acı ve sıkıntı çekiyorsanız, bu

when it's very maybe even if it's, you know, one or two years old or just being born,

çok belki, bilirsiniz, bir veya iki yaşında olsa veya yeni doğmuş olsa bile,

whatever that pain and distress that they have, they're not going to remember it.

sahip oldukları bu acı ve sıkıntı ne olursa olsun, onu hatırlamayacaklar.

So it probably isn't something to worry.

Yani muhtemelen endişelenecek bir şey değil. Demek

I mean, you're always going to worry if your baby's in distress,

istediğim, eğer bebeğiniz tehlikedeyse her zaman endişeleneceksiniz

but they're not going to remember it.

ama onlar bunu hatırlamayacaklar.

So maybe it's not so bad. Hmm.

Yani belki o kadar da kötü değildir. Hmm.

So, so you're saying Petula Clark's

Yani, Petula Clark'ın

downtown is a distressing thing to listen to?

şehir merkezinin dinlemesi üzücü bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz?

Well, I just remember it.

Şey, sadece hatırlıyorum.

I just remember that song.

Sadece o şarkıyı hatırlıyorum.

I don't remember any other song.

Başka şarkı hatırlamıyorum.

It must have connected somehow.

Bir şekilde bağlantılı olmalı.

Good. Okay.

İyi. Tamam aşkım.

Anyway, we've got to move on. We are.

Her neyse, devam etmeliyiz. Biz.

We are rapidly running out of time.

Zamanımız hızla tükeniyor. Seni

Not shutting you down, Steve.

kapatmıyorum, Steve.

And I'm not telling you not to.

Ve sana yapma demiyorum.

Valentine said that the word of my first son was Tractor Tractor.

Valentine ilk oğlumun sözünün Traktör Traktör olduğunu söyledi.

There you go.

İşte gidiyorsun.

Is your husband the farmer?

Kocanız çiftçi mi?

He might grow up to be a farmer.

Büyüyünce çiftçi olabilir.

Well, I should have grown up to be

a singer or a horticulturalist,

Şarkıcı ya da bahçıvan olmak için büyümeliydim,

but neither of that, mind you, I like being in the garden , but anyway, yes, but

ama bunların hiçbiri, dikkat edin, bahçede olmayı seviyorum ama her neyse, evet, ama izin verin

let me the 17th

17'si

says the cake from my third birthday is one of my earliest memories.

üçüncü doğum günümdeki pastanın biri olduğunu söylesin. en eski anılarım

Do you still have it?

Hala sende mi?

The candles are still burning.

Mumlar hala yanıyor.

I don't remember having birthday parties as a child.

Çocukken doğum günü partileri verdiğimi hatırlamıyorum.

I don't think I did.

Yaptığımı sanmıyorum.

I don't think our family did because we were so poor.

Ailemizin çok fakir olduğumuz için yaptığını sanmıyorum.

We couldn't afford birthday cakes

Doğum günü pastası,

or candles or matches to light the candles with.

mum ya da mumları yakmak için kibrit alacak paramız yoktu.

It's interesting to know what

from the people watching us.

Bizi izleyen insanlardan ne olduğunu bilmek ilginç.

What are your first memories?

İlk anılarınız nelerdir?

Yes, we've had one or two, but it would be

Evet, bir ya da iki tane yaşadık, ama

it would be very nice to know, you know, whether

what those early memories are be interesting to.

o ilk anıların ne için ilginç olup olmadığını bilmek çok güzel olurdu.

What are they?

Onlar neler?

Are they things that happened that hurt you?

Seni üzen şeyler mi oldu?

Are they things that happened that you liked?

Bunlar hoşunuza giden şeyler mi?

Yeah, please, please let us know. We've got time.

Evet, lütfen, lütfen bize bildirin. Zamanımız var.

Nothing too distressful, though I don't want to get all sad

Çok üzücü bir şey yok, ama çocukluğumun tümünü üzgün

and unhappy childhood childhood.

ve mutsuz geçirmek istemiyorum.

This is it.

Budur. İşte

This is the one. This is the big part of your life.

bu o. Bu, hayatınızın büyük bir parçası.

This is the part of your life that decides

Bu, hayatınızın hayatta başarılı olup olmayacağınıza karar veren kısmıdır,

whether you are going to be a success in life or or as

ya da

many people, of

pek çok insan,

course, really never leave childhood, even when they're adults.

elbette, yetişkin olsalar bile çocukluktan asla ayrılmazlar.

That's true.

Bu doğru. Bence

I think you I think, yeah, they often say it's good to try and remember

sen, evet,

how to be like a child when you're an adult.

yetişkinken nasıl bir çocuk gibi olunacağını hatırlamaya çalışmanın iyi olduğunu söylerler.

It's nice to have a bit of fun.

Biraz eğlenmek güzel.

Just let yourself go and not worry, because when you're when you're a child, you don't.

Kendinizi bırakın ve endişelenmeyin, çünkü çocukken öyle değilsiniz.

You don't worry about what people think of you.

İnsanların senin hakkında ne düşündüğü umrunda değil.

You haven't developed that self-awareness yet.

Henüz o farkındalığı geliştirmedin.

You haven't developed that worry of what people think of you.

İnsanların senin hakkında ne düşündüğüne dair o endişeyi geliştirmedin.

That awareness.

O farkındalık.

So that's why children can play and they just do

İşte bu yüzden çocuklar oynayabilir ve

what comes naturally because they're not worrying about all.

doğal olarak geleni yaparlar çünkü her şey için endişelenmezler.

Should I do that or not?

Bunu yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım?

Anyway, people think, Steve,

Her neyse, insanlar

that's what to do with brain development.

bunun beyin gelişimiyle ilgili olduğunu düşünüyor Steve.

But yeah, so here we go. Childhood to be a child.

Ama evet, işte başlıyoruz. Çocuk olmak için çocukluk.

We often describe childhood as your early years.

Çocukluğu genellikle ilk yıllarınız olarak tanımlarız.

Often we use the word formative.

Genellikle biçimlendirici kelimesini kullanırız.

I like that word.

Bu kelime hoşuma gitti.

Your formative years, your development

Biçimlendirici yıllarınız, gelişme

years, your shaping years.

yıllarınız, biçimlendirici yıllarınız.

So your childhood.

Yani çocukluğun.

It is amazing how many things that happen in your childhood,

Çocukluğunuzda meydana gelen ne kadar çok şeyin,

even if they seem like simple things can can resonate throughout your life.

basit gibi görünseler bile, hayatınız boyunca yankılanabilmesi şaşırtıcı.

And one of my memories that has affected me

Ve

to this very moment in time as we stand here in front of that camera,

burada o kameranın önünde dururken beni bu ana kadar etkileyen anılarımdan biri,

I remember the first time I heard my voice,

sesimi ilk duyduğum anı hatırlıyorum,

my voice played back on a tape recorder and I was it.

sesim bir kayıt cihazında çalındı ​​ve o bendim.

My Uncle Vic's and my uncle Vic had this amazing stereo system,

Vic Amcam ve Vic amcamın harika bir stereo sistemi vardı

and he had a microphone plugged into it and you could record your voice.

ve ona takılı bir mikrofon vardı ve sesinizi kaydedebiliyordunuz.

And I was 18, very young. I was about maybe five or six

Ve 18 yaşındaydım, çok gençtim. Yaklaşık beş ya da altı yaşındaydım

and we were all.

ve hepimiz öyleydik.

We were all playing around recording our voices, and

Hepimiz sesimizi kaydetmekle oynuyorduk ve

he gave me the microphone and he recorded my voice and I just said something.

bana mikrofonu verdi ve sesimi kaydetti ve ben de bir şey söyledim. Ne

I can't remember what I said.

dediğimi hatırlayamıyorum.

How old were you?

Kaç yaşındasın?

About five, five, nine, five or six.

Yaklaşık beş, beş, dokuz, beş veya altı.

And I recorded it, and then he played it back.

Ve ben kaydettim ve sonra tekrar oynattı.

And I still remember the feeling

Ve

of absolute amazement

hearing my own voice played back.

kendi sesimin çalındığını duyunca duyduğum mutlak şaşkınlık hissini hâlâ hatırlıyorum.

And that moment of time affected me for the rest of my life

Ve o an beni hayatımın geri kalanında etkiledi

because I always knew that I wanted to do something where I was using my voice.

çünkü her zaman sesimi kullandığım bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum .

I was using it in some way, whether it was in radio.

Bir şekilde kullanıyordum, radyoda olsun. Çocukken

That was one of my dreams as a child to be a radio presenter.

hayallerimden biri radyo sunucusu olmaktı.

But look, here we are now.

Ama bak, şimdi buradayız.

I'm still doing it now.

Şimdi hala yapıyorum.

Yes. Still doing years.

Evet. Hala yıllar yapıyor.

So from that one moment of time as a child,

Çocukken

hearing my own voice for the first time,

kendi sesimi ilk kez duyduğum o andan itibaren,

it gave me that that feeling

of wanting to do something using my voice.

sesimi kullanarak bir şeyler yapma isteği uyandırdı bana.

True.

Doğru. Bu

So we often think of childhood as being your

nedenle, genellikle çocukluğu

your formative years, that years when you are developing,

sizin biçimlendirici yıllarınız olarak düşünürüz, o yıllarda gelişmekte olan

we might describe a child as a kid.

bir çocuğu çocuk olarak tanımlayabiliriz.

A lot of people don't like that word.

Çoğu insan bu kelimeyi sevmez.

They say it's disrespectful to children,

Bunun çocuklara saygısızlık olduğunu söylüyorlar

but you might say a child, a kid

ama bir çocuk diyebilirsiniz,

here in the UK, British English, we often say Spragg.

burada Birleşik Krallık'ta bir çocuk, İngiliz İngilizcesi, biz sık sık Spragg deriz.

I love that word. Yes,

Bu kelimeyi seviyorum. Evet,

sometimes that means just that can mean baby is welcome to anything.

bazen bu, bebeğin her şeye açık olduğu anlamına gelebilir.

Anything? Well, a child. Our child?

Herhangi bir şey? Peki, bir çocuk. Bizim çocuğumuz?

Yes. Yes.

Evet. Evet.

Well, a child is just anything you give birth to you.

Pekala, bir çocuk sizi doğurduğunuz her şeydir.

Give birth to a child, a kid. A Spragg.

Bir çocuk doğur, bir çocuk. Bir Spragg.

I love that.

Bunu sevdim.

Or a youngster as well, youngster.

Ya da bir genç, genç.

I suppose there are other ones you can use as well.

Sanırım kullanabileceğiniz başkaları da var.

Then we have oh, dear Steve.

O zaman ah, sevgili Steve'imiz var.

A troublesome year is not a good time for me.

Sorunlu bir yıl benim için iyi bir zaman değil.

I will be honest with you, I hated my teenage years.

Sana karşı dürüst olacağım, gençlik yıllarımdan nefret ettim.

I hated everything, everything

Her şeyden, onunla ilgili her şeyden nefret ettim

about it.

I know if I could go back in time to a part of my life.

.

Hayatımın bir kısmına zamanda geri dönebilir miyim biliyorum.

The one time I would not go back to is my teenage years.

Geri dönmeyeceğim tek zaman gençlik yıllarım.

Maybe, maybe after that, maybe my twenties.

Belki, belki ondan sonra, belki yirmili yaşlarım.

I would like to go back to my twenties because I realise now looking back how much,

Yirmili yaşlarıma geri dönmek istiyorum çünkü şimdi geriye dönüp baktığımda yirmili yaşlarında

how much power you have as a young person in your twenties because you've learnt a lot.

genç bir insan olarak ne kadar çok güce sahip olduğunu anlıyorum çünkü çok şey öğrenmişsin.

You have. You have some confidence.

Var. Biraz güvenin var.

You are able to communicate, but you don't realise just how much power you have

İletişim kurabiliyorsun ama o kadar gençken, yirmili yaşlarındayken ne kadar güçlü olduğunun farkında değilsin

when you are, when you are that young, when you are in your twenties.

.

It's like, it's all there. All this, this

Sanki hepsi orada. Bütün bunlar, bu

potential is there,

potansiyel oradadır,

but quite often you waste it because you don't realise you only realise it when you were about, well.

ancak çoğu zaman onu boşa harcarsınız çünkü farkına varmazsınız, ancak yakınken farkına varırsınız.

All right. That's when you realise it.

Elbette. İşte o zaman anlarsın.

But to be the 17 says a kid is a goat. Yes.

Ama 17 yaşında olmak, bir çocuğun bir keçi olduğunu söylüyor. Evet.

Yes, a goat can be called a kid as well.

Evet, bir keçiye oğlak da denilebilir.

Yes, that presumably it is a baby goat.

Evet, muhtemelen o bir yavru keçi.

A kid? Yes, a kid.

Bir çocuk? Evet, bir çocuk.

But yes, that's you know, the words.

Ama evet, bildiğin kelimeler bu.

The word can be used to describe

Kelime,

a small human child as well.

küçük bir insan çocuğunu tanımlamak için de kullanılabilir.

Teenage years to be a teenager,

Genç olmak için ergenlik yılları,

we often describe a teenager as an adolescent adolescent.

genellikle bir ergeni ergen ergen olarak tanımlarız.

It's that difficult time when everything is happening to you.

Her şeyin senin başına geldiği o zor zaman.

Your emotions are going all over the place.

Duygularınız her yere yayılıyor.

Quite often when you are a teenager, you will find it very hard to communicate

Ergenlik çağındayken, ebeveynlerinizle iyi geçinmek için ebeveynlerinizle iletişim kurmanın oldukça zor olduğunu göreceksiniz

with your parents to get along with your parents.

.

You will often want your own time to yourself.

Sık sık kendi zamanınızı kendinize ayırmak isteyeceksiniz.

So we often talk about teenage angst.

Bu yüzden sık sık ergenlik kaygısı hakkında konuşuruz.

We often see your teenage years as being difficult.

Gençlik yıllarınızı genellikle zor olarak görüyoruz.

Emotional things are happening to your body.

Vücuduna duygusal şeyler oluyor.

You're getting urges.

Dürtüler alıyorsun.

I don't know anything about that, Mr.

Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum, Bay

Duncan.

Duncan.

You are going through puberty, so everything, all your hormones

Ergenlik çağına giriyorsun, yani her şey, tüm hormonların

are getting mixed up inside your brain and through your body.

beyninde ve vücudunda birbirine karışıyor. Bu

So we often talk about teenage years, quite often in a negative way.

nedenle, genellikle gençlik yılları hakkında olumsuz bir şekilde konuşuruz.

They are often difficult years, and I know for me

Bunlar genellikle zor yıllardır ve benim için

they were they were the worst years of my life because I was completely

hayatımın en kötü yılları olduğunu biliyorum çünkü

completely self-conscious of everything, myself, everything.

her şeyin, kendimin, her şeyin tamamen bilincindeydim.

I hate myself so much as as a teenager, I was too thin.

Gençken kendimden o kadar nefret ediyorum ki, çok zayıftım. Bana

I was told.

söylendi.

I had a strange squeaky voice

Tuhaf, gıcırtılı bir sesim vardı

and all the things I did not like it.

ve hoşuma gitmeyen her şey vardı.

It's a difficult time, very difficult time for a lot of people who go through.

Zor bir dönem, içinden geçen birçok insan için çok zor bir dönem.

When people go through puberty, it can be very difficult.

İnsanlar ergenlik çağına girdiğinde, bu çok zor olabilir.

And of course, people react in different ways.

Ve elbette, insanlar farklı şekillerde tepki verirler.

I mean, I know friends that have had children where it's a nightmare for the parents

Demek istediğim, ebeveynleri için bir kabus olan çocukları olan arkadaşlar tanıyorum

because their teenagers are being very,

çünkü ergenlik çağındaki çocukları

very difficult to live with misbehaving,

yaramazlıklarla yaşamak çok ama çok zor, ki bu

which of course, is all to do

elbette

with the adjustments of going into adulthood

yetişkinliğe geçişteki ayarlamalarla ilgili

. And it can be a very difficult time for parents

. Ve ebeveynler için olduğu kadar ergenler için de çok zor bir dönem olabilir

as well as the as the adolescents as well.

. Ergenliğe girdiğimi

I don't even remember

bile hatırlamıyorum

going through

puberty at all.

.

It was just it was very my voice was very late

Sesim çok geç geliyordu

because obviously what happens with men, of course, is that voices break.

çünkü belli ki erkeklere olan şey, tabii ki seslerin kırılması.

It goes very, very

deep due to hormonal changes.

Hormonal değişikliklerden dolayı çok ama çok derine iner.

And mine was I was the latest one of the fact

Ve benimki,

I think I was the latest in my year.

sanırım yılımın en sonuncusuydum.

I was well into 16 before my voice broke. OK?

Sesim kırılmadan önce 16 yaşındaydım. TAMAM?

And this used to create a few problems for me because the other boys at school,

Ve bu benim için birkaç sorun yaratırdı çünkü okuldaki diğer çocuklar,

some of which their voices had broken and they've gone

bazılarının sesleri bozuktu ve

through puberty two years earlier than me.

benden iki yıl önce ergenliğe girdiler.

So it was like I was in the wrong class.

Yani yanlış sınıfa girmiş gibiydim. Asla

I never thought I was going to ever, ever, ever.

, asla, asla gideceğimi düşünmemiştim.

My voice was never going to break.

Sesim asla kırılmayacaktı.

I was sort of very slow developer.

Çok yavaş bir geliştiriciydim.

I always felt.

hep hissettim

I always felt sad after my voice broke because I used to have this beautiful, beautiful.

Sesim kırıldıktan sonra hep üzülmüşümdür çünkü eskiden böyle güzelim vardı, güzelim.

You hear a choir boy singing.

Bir koro çocuğunun şarkı söylediğini duyarsın. Gerçekten çocukken bir şarkıcı olarak

I used to have the best, the sweetest voice as a singer, really when I was a child.

en iyi, en tatlı sese sahiptim .

And then my voice broke and then it sounded like this.

Sonra sesim kısıldı ve sonra şöyle bir şey çıktı.

I was I was very disappointed.

Ben çok hayal kırıklığına uğradım.

I had to leave the choir because of it.

Onun yüzünden korodan ayrılmak zorunda kaldım.

They want to.

Onlar ister.

Oh hello, Louis.

Merhaba, Louis.

Louis, the 17th.

Luis, 17.

Thank you very much.

Çok teşekkür ederim.

Giving you a lovely donation.

Sana güzel bir bağış yapıyorum.

Thank you very much.

Çok teşekkür ederim. Bay Duncan'ın yaptıklarını

It's nice to know that you appreciate

takdir ettiğinizi bilmek güzel

what Mr. Duncan is doing.

.

Teenagers are the rebels without a cause.

Gençler sebepsiz asilerdir.

I think that's good, as also a very good film starring James Dean

Bence bu iyi, ayrıca James Dean'in

as well with his leather jacket.

deri ceketiyle oynadığı çok iyi bir film.

And he would always wear his collar up like this.

Ve yakasını hep böyle yukarıya takardı.

This is James Dean.

Bu James Dean'di.

You say, Hi, I'm James Dean.

Merhaba, ben James Dean diyorsunuz.

I'm a cool guy.

Ben havalı bir adamım.

He was. He was very cool. Yes.

Öyleydi. O çok havalıydı. Evet.

Sadly, his life was cut short in a motorcycle accident.

Ne yazık ki bir motosiklet kazasında hayatı kısaldı.

Well, we saw something on television last night.

Dün gece televizyonda bir şey gördük.

I know yesterday we were watching a playback of

Dün,

a show that we like to see, sometimes from America.

bazen Amerika'dan izlemekten hoşlandığımız bir şovun oynatımını izlediğimizi biliyorum.

What's it called?

Ne deniyordu?

I don't know.

Bilmiyorum.

Sunday morning we watch it. Don't worry.

Pazar sabahı izliyoruz. Merak etme. Cumartesi sabahı

You know that that talk show host

o talk show sunucusu

American talk show host Saturday

Amerikan talk show sunucusu

morning almost seemed like

neredeyse benim gibi görünüyordu

I was.

.

This is this is so off topic. Yeah.

Bu çok konu dışı. Evet.

Well, it's not off topic.

Konu dışı değil.

I'm just bill mama.

Ben sadece Bill Mama'yım.

That said Bill Maher when HBO, I think.

HBO'da Bill Maher dedi sanırım.

And he had somebody on who was in their eighties and

Ve seksenlerinde biri vardı ve

they were talking about their adolescent years

ergenlik yıllarından

or their childhood years that

ya da

their parents used to.

ebeveynlerinin kullandığı çocukluk yıllarından bahsediyorlardı.

They used to leave the house to go to school or wherever.

Okula ya da herhangi bir yere gitmek için evden çıkarlardı.

And then the parents never knew what they got up to, but they were doing all sorts of crazy stuff.

Ve sonra ebeveynler ne çevirdiklerini asla bilemediler, ama her türlü çılgınca şeyi yapıyorlardı.

We were the same. Yeah.

Biz aynıydık. Evet.

When you think about it, when you were a child, you do all sorts of crazy stuff

Bunu düşündüğünüzde, çocukken, bir şeyler ters gitmedikçe anne babanızın asla öğrenemeyeceği bir sürü çılgınca şey yaparsınız

that your parents never find out about unless something goes wrong.

.

So you're climbing up on buildings

Yani binalara tırmanıyorsunuz

and you're doing all sorts, you're finding out what the world is like and how it works

ve her türlü şeyi yapıyorsunuz, dünyanın nasıl bir yer olduğunu ve nasıl çalıştığını ve

and what you can do and what you can't do and getting the limits of your physicality.

neleri yapıp neleri yapamayacağınızı keşfediyor ve fizikselliğinizin sınırlarını alıyorsunuz.

Okay. Okay.

Tamam aşkım. Tamam aşkım.

Yes, I'm trying to move on, Steve.

Evet, hayatıma devam etmeye çalışıyorum Steve.

Yeah, I know.

Evet biliyorum.

But I'm just just trying to make that point.

Ama ben sadece bu noktaya değinmeye çalışıyorum.

It's got

well made that, you know, you have to go through that.

İyi yapılmış, bilirsin, bundan geçmek zorundasın.

Anyway, right, carry on, Mr Don't.

Her neyse, tamam, devam edin Bay Don't.

It's all right.

Her şey yolunda.

I was going to make a point, but I mean, carry on.

Bir noktaya değinecektim ama demek istediğim, devam et.

Now can't remember now. Oh OK.

Şimdi hatırlayamıyorum. Ah tamam.

Tomic said he used to sing in a choir before his voice broke.

Tomic, sesi kesilmeden önce bir koroda şarkı söylediğini söyledi .

Yeah, well, that's good to know

Evet,

what sort of a choir was it? Yes.

nasıl bir koro olduğunu bilmek güzel. Evet.

Tell us about it. Yeah. Okay, right?

It was a choir Judith Beach is watching is from Cheshire in England.

Bize bundan bahset. Evet. Tamam, değil mi?

Judith Beach'in izlediği, İngiltere'deki Cheshire'dan bir koroydu.

Oh, we have. We have a Judith Beach. Hello, Judith.

Ah, bizde. Bir Judith Sahilimiz var. Merhaba Judith.

Are you new to Mr Duncan's channel

Bay Duncan'ın kanalında yeni misiniz

or have you watched before and you are just now taking part in the live chat?

veya daha önce izlediğiniz ve şimdi canlı sohbete katıldığınız oldu mu?

Or maybe, maybe

Ya da belki, belki de

you're

just a person who lives in the UK who speaks English

İngiltere'de yaşayan ve İngilizce konuşan bir insansınız

and you've decided to click on my face

ve dürüst olmak gerekirse, yüzüme tıklamaya karar verdiniz,

for which I thank you a lot, to be honest.

bunun için size çok teşekkür ediyorum.

So we're talking about your teenage years.

Demek gençlik yıllarından bahsediyoruz.

I didn't enjoy my teenage years

just just because I was self-conscious.

Sırf çekingen olduğum için gençlik yıllarımdan zevk almadım.

That's it.

Bu kadar.

I don't really.

Gerçekten bilmiyorum.

I don't really remember. No, I think we.

Gerçekten hatırlamıyorum. Hayır, bence biz.

But anyway, we've already done that one schooling.

Ama her neyse, o eğitimi zaten yaptık.

So now this this only applies to here in the UK.

Yani şimdi bu sadece burada, Birleşik Krallık'ta geçerli.

So I know different countries have different names.

Bu yüzden farklı ülkelerin farklı isimleri olduğunu biliyorum.

For example, you can have kindergarten

Örneğin kreş sahibi olabilirsiniz

and kindergarten has become very popular.

ve kreş çok popüler hale geldi.

When I was a kid, we we had something called nursery school.

Ben çocukken bizim anaokulu diye bir şeyimiz vardı.

So nursery school was where very young kids would go

Yani kreş, çok küçük çocukların gittiği

and they would mix together

ve kaynaştıkları yerdi

and they would just they it was like babysitting, really, wasn't it?

ve tam da onlar bebek bakıcılığı gibiydi, değil mi?

Yes, babysitting for mothers who who just thought

Evet,

I can get rid of that kid all morning and I can do something else.

bütün sabah o çocuktan kurtulabileceğimi ve başka bir şey yapabileceğimi düşünen anneler için bebek bakıcılığı.

I can have some wine and smoke.

Biraz şarap ve sigara alabilirim.

Nice cigarette.

Güzel sigara.

It's a nursery school.

Bu bir anaokulu.

I didn't go to nursery school, did you? Yes.

Ben anaokuluna gitmedim, değil mi? Evet.

Oh, oh, I did fancy pants.

Oh, oh, süslü pantolonlar yaptım.

Well, I don't think it's fancy. Why not?

Pekala, bunun süslü olduğunu düşünmüyorum. Neden?

Why didn't you go to nursery?

Neden kreşe gitmedin?

Why didn't your mother send you to nurse?

Annen neden seni hemşireye göndermedi?

I was just I was clinging on too tightly to my mum.

Sadece anneme çok sıkı sarılıyordum.

I loved my mum so much and I wouldn't let her go.

Ben annemi çok severdim ve gitmesine izin vermezdim.

So I didn't go to nursery school like you seen as monkeys clinging on to their mothers,

Bu yüzden, annelerine yapışan,

swinging through the trees and and wildlife programme.

ağaçların arasında sallanan maymunlar ve vahşi yaşam programı olarak gördüğünüz gibi anaokuluna gitmedim. Senin

I have to be honest that you was it.

o olduğun konusunda dürüst olmalıyım. Kendi

I have to be on my own.

başıma olmalıyım.

I have to be honest, I wasn't

Dürüst olmam gerekirse,

expecting to be likened to a clinging monkey.

yapışan bir maymuna benzetilmeyi beklemiyordum.

It's lovely and it's lovely when you see that in nature, isn't it

Doğada bunu gördüğünüzde çok güzel ve çok güzel,

the baby hanging on to their mothers like that?

annelerine böyle asılan bebek değil mi?

Yeah, that was you. I'm picturing you.

Evet, o sendin. seni hayal ediyorum

I don't like being in that situation.

Bu durumda olmaktan hoşlanmıyorum.

I don't like monkeys, bums.

Maymunları sevmiyorum, serseriler.

There are certain monkeys and they have that horrible sort of bright orange bum.

Bazı maymunlar var ve o korkunç türden parlak turuncu serseriye sahipler.

I don't want to be reminded of that.

Bunu hatırlatmak istemiyorum.

It looks like it looks like it's melted.

Erimiş gibi görünüyor.

And so they look lovely from the front and then they turn around

Ve böylece önden çok güzel görünüyorlar ve sonra döndüklerinde

and they've got that big orange backside.

büyük turuncu arka tarafları var.

And it's sort of really scary that like it? Yes.

Ve bundan hoşlanmak gerçekten korkutucu mu? Evet.

Louie Louie, the 17th, has pointed out that kindergarten is a German word

17'nci Louie Louie, anaokulunun Almanca bir kelime olduğunu

or derived from a German word that means children's garden.

veya Almanca çocuk bahçesi anlamına gelen bir kelimeden türetildiğini belirtti.

Oh yes, that's right.

Ah evet, bu doğru.

That's right.

Yeah, that's it.

Bu doğru.

Evet işte bu.

Kinda Child Garden Garden. Yeah.

Bir Tür Çocuk Bahçesi Bahçesi. Evet.

Kin to eggs.

Yumurtalara akraba.

We have Kinder Eggs here, don't we? That children eat?

Burada Kinder Eggs var, değil mi? Çocukların yediği?

They're designed to choke young children. Yes.

Küçük çocukları boğmak için tasarlandılar. Evet.

If you want to get rid of your child, just give them a kinder egg

Çocuğunuzdan kurtulmak istiyorsanız, ona daha nazik bir yumurta verin

and tell them to put the whole thing in their mouth.

ve her şeyi ağzına götürmesini söyleyin.

And then they will.

Ve sonra yapacaklar.

That will eventually choke on a toy that's hidden inside.

Bu, sonunda içinde gizlenmiş bir oyuncağı boğacaktır .

Due to that, says the English was her favourite lesson at school.

Bu nedenle okulda en sevdiği dersin İngilizce olduğunu söylüyor.

Oh, good luck.

İyi Şanslar.

Mine, too. I love it.

Benim de. Bayıldım.

I loved learning English.

İngilizce öğrenmeyi seviyordum.

So after nursery Steve, you will go to Infants School, which I did.

Kreş Steve'den sonra, benim yaptığım Bebek Okuluna gideceksin.

I started infants at five,

Beş yaşında bebeklere başladım,

so I started going to school at five.

bu yüzden beşte okula gitmeye başladım.

A lot of people might say, Mr. Duncan, that was very late.

Pek çok insan bunun çok geç olduğunu söyleyebilir, Bay Duncan .

That might that might explain why you are, you know, a bit, you know.

Bu senin neden böyle olduğunu açıklayabilir, bilirsin, biraz, bilirsin.

Thanks a lot.

Çok teşekkürler.

Infant school.

Anaokulu.

And then of course, after that you go to primary school,

Ve tabii ondan sonra,

which I believe nowadays is called middle school.

bugünlerde ortaokul olarak adlandırıldığına inandığım ilkokula gidiyorsunuz.

OK, so as I understand it, primary school

Tamam, anladığım kadarıyla

that I went to is now called middle school.

benim gittiğim ilkokula artık ortaokul deniyor.

So they don't call it primary school anymore.

Yani artık ilkokul demiyorlar.

I might be wrong, but there are some people that say it's middle school

Yanılıyor olabilirim ama ortaokul diyenler var, eskiden olmadığım

and other people say it's primary school nurseries I didn't used to be.

ilkokul kreşleri diyenler de var .

They're more popular now nurseries, aren't they, because they're basically

Artık kreşler daha popüler, değil mi, çünkü temelde

for mothers who want to go back to work or the both parents of going to work,

işe geri dönmek isteyen anneler veya her iki ebeveyn de işe gitmek istiyor

and they want someone to look after the child, the baby,

ve birilerinin çocuğa, bebeğe,

don't they? Mm-Hmm.

dona bakmasını istiyorlar. değil mi? Mm-Hmm.

So nursery school is nursery.

Yani anaokulu anaokuludur.

I would say up to the age of five is a nursery.

Beş yaşına kadar kreş diyebilirim.

I don't know.

Yes, the nursery is when they're walking, before they go to primary school.

Bilmiyorum.

Evet, kreş, ilkokula gitmeden önce yürüdükleri zamandır.

Senator is right up to primary school, well, nursery is now in nurseries to infants.

Senatör ilkokula kadar doğru, peki kreş artık bebekler için kreşlerde.

Yes, that's what I mean just before you go to primary school.

Evet, ilkokula gitmeden hemen önce demek istediğim buydu.

Yeah, so.

Evet, yani.

And they've become very popular.

Ve çok popüler oldular.

It's big business.

Bu büyük bir iş.

A nursery in the UK,

İngiltere'de bir kreş,

I don't think I went to nursery because my mother wasn't working.

annem çalışmıyor diye kreşe gittiğimi sanmıyorum.

So if your mother's not working, you probably wouldn't go to nursery, would you?

Yani annen çalışmıyorsa, muhtemelen kreşe gitmezsin, değil mi?

Because you don't need to.

Çünkü buna ihtiyacın yok.

Yeah, but you need a nursery if you're both your parents are working

Evet, ama annen baban çalışıyorsa

and there's no one to look after you and you haven't got a relative to look after you.

ve sana bakacak kimse yoksa ve sana bakacak bir akraban yoksa bir kreşe ihtiyacın var.

So maybe you have a baby

Belki bir bebeğiniz olur

and then after a couple of years, you decide you want to go back to work.

ve birkaç yıl sonra işe geri dönmek istediğinize karar verirsiniz.

So you put your child in nursery

Yani çocuğunuzu kreşe koyuyorsunuz

and you organise your work around that

ve işinizi buna göre organize ediyorsunuz

and then you pick up your baby on the way back from work.

ve sonra işten dönüşte bebeğinizi alıyorsunuz.

Maybe. Of course.

Belki. Elbette.

What also happens nowadays, you normally have a relative to look after the kids.

Bugünlerde de olduğu gibi, normalde çocuklara bakacak bir akrabanız var.

So if you have a baby or an infant, so quite often

Dolayısıyla, bir bebeğiniz veya küçük çocuğunuz varsa, genellikle

they will bring the baby or the young child to their to their own parents.

bebeği veya küçük çocuğu kendi ebeveynlerine getirirler. Büyükanne ve

So we're talking about grandparents, so the grandparents quite often

büyükbabalardan bahsediyoruz, bu nedenle çocuklara genellikle büyükanne ve büyükbabalar

will look after the children.

bakar.

These days, it does happen quite a lot, actually.

Bu günlerde, aslında oldukça fazla oluyor.

And then, of course, after primary school, we have high school,

Ve tabii ki ilkokuldan sonra lise var,

another period of my life that I hated.

hayatımın nefret ettiğim bir başka dönemi.

And that's one of the reasons why I don't like my teenage years

Ve gençlik yıllarımı sevmememin nedenlerinden biri de bu

because I had to go to high school and I was forced to mix with some of the worst people,

çünkü liseye gitmek zorunda kaldım ve gerçekten yapmayı hayal edebileceğiniz en kötü insanlarla,

the most unruly,

en asi,

spiteful people

kinci insanlarla karışmak zorunda kaldım.

that you could possibly imagine having to actually be near.

yakın ol.

So that was great.

Bu harikaydı. On

From the age of eleven to 16, I was at high school

bir yaşımdan 16 yaşıma kadar lisedeydim

and I hated every moment of it.

ve her anından nefret ettim.

There were moments where I loved it, but there were many moments

Onu sevdiğim anlar oldu ama

where I really did want to jump off the roof of the school.

gerçekten okulun çatısından atlamak istediğim birçok an oldu.

Lovely. Happy memories.

Sevimli. Mutlu anılar.

That's it.

Bu kadar.

And then after that

Ve o

college, when you were eleven or twelve, you going to high school?

üniversiteden sonra, on bir ya da on iki yaşındayken liseye mi gidiyorsun?

Or that can be called as people have pointed at elementary school as well.

Ya da ilkokulda da insanların işaret ettiği gibi denilebilir.

That's another name for high school that we didn't.

Bu, lise için yapmadığımız başka bir isim. Ben

We didn't call it high school when I was growing up.

büyürken buna lise demedik.

And typically, that's yeah,

Ve tipik olarak, evet,

you in the UK, you could have gone to two types of high school

Birleşik Krallık'ta siz iki tür liseye gidebilirdiniz

and you could have if you were posh and you were clever.

ve havalı ve zeki olsaydınız gidebilirdiniz.

Elementary school is primary school.

İlkokul ilkokuldur.

Right. Okay.

Sağ. Tamam aşkım.

So if you were posh and clever,

Yani havalı ve zeki olsaydınız,

you would have gone to

what what is

posh people get and they are their brains gone today.

insanların havalı olduğu şeye giderdiniz ve bugün onların beyinleri gitti.

You keep telling me to think, how can I know what you're thinking

Bana sürekli düşünmemi söylüyorsun, senin ne düşündüğünü

and not psychic grammar school, grammar school?

psişik dilbilgisi okulu, gramer okulu değil de nasıl bilebilirim?

That's it.

Bu kadar.

If you were posh, you went to a grammar school in the UK

Havalıysanız, Birleşik Krallık'ta bir dilbilgisi okuluna gittiniz

and which you had to be,

ve olmak zorundaydınız, gitmek için on bir artı

you had to pass a certain exam,

belirli bir sınavı geçmeniz gerekiyordu

the eleven plus in order to go to, they called it the eleven Plus and I.

, buna eleven Plus ve I diyorlardı.

I failed miserably.

.

My eleven plus I just turned my eleven

Onbir artı

plus exam into a little paper aeroplane and threw it around.

sınavımı küçük bir kağıt uçağa dönüştürdüm ve etrafa fırlattım.

And that was a fail.

Ve bu bir başarısızlıktı.

Apparently, although I was very good at making paper

Görünen o ki, kağıttan uçak yapmakta çok iyi olmama rağmen

aeroplanes, I could have been my my profession in life.

hayatta mesleğim olabilirdi.

But it wasn't Mr Steve, you passed yours, didn't you?

Ama Bay Steve değildi, seninkini geçtin, değil mi?

No, I didn't. Oh, OK, I didn't.

Hayır, yapmadım. Tamam, yapmadım.

There wasn't a grammar school near where I was.

Bulunduğum yerin yakınında gramer okulu yoktu.

So you could. You took the eleven plus.

Yani yapabilirsin. On bir artı aldın.

I don't think obviously the eleven refers to the year means what you're going to do after year eleven.

Açıkça on birin yılı ifade ettiğini düşünmüyorum, on birinci yıldan sonra ne yapacağınız anlamına geliyor.

I didn't pass it.

geçmedim

No, actually, no.

Hayır, aslında hayır.

You're right, I did so because they thought I was going to fail.

Haklısın, başarısız olacağımı düşündükleri için öyle yaptım.

They already put me in a lower grade in high school,

Beni zaten lisede bir alt sınıfa yerleştirdiler,

which was what was if you didn't get to a grammar school, why did you go?

yani bir gramer okuluna gitmediysen, neden gittin?

There wasn't another name for it. Wasn't there was sir.

Bunun başka bir adı yoktu. Yoktu hocam

Yeah, for a high school that wasn't a grammar school, I comprehensive.

Evet, gramer okulu olmayan bir lise için kapsamlıyım.

That's it.

Bu kadar.

You went to a comprehensive school.

Kapsamlı bir okula gittiniz.

I'm glad. I'm glad that you're here.

Memnun oldum. Burada olduğun için memnunum.

I just love the fact that Steve didn't remember that passages eleven plus.

Steve'in on bir artı pasajları hatırlamadığı gerçeğini seviyorum.

Well, because what they put me into a low grade and then afterwards, I'd actually passed it.

Şey, çünkü beni düşük bir nota koydular ve sonrasında onu gerçekten geçtim.

So I had to go to another grade after six months because again, I was a slave developer.

Bu yüzden altı ay sonra başka bir sınıfa geçmek zorunda kaldım çünkü yine köle geliştiriciydim.

I think

Sanırım

you're still developing the but there wasn't a grammar school near where I live,

hala geliştiriyorsun ama yaşadığım yerin yakınında bir gramer okulu yoktu, bu

so you had to go to the comprehensive school that that used to be a grammar school, but it was good.

yüzden eskiden bir gramer okulu olan kapsamlı okula gitmek zorundaydın, ama iyiydi.

It was okay, Steve.

Sorun yoktu, Steve.

But yeah, just, you know, this is this doesn't sound like a conversation anymore.

Ama evet, sadece, bilirsin, bu artık kulağa bir sohbet gibi gelmiyor.

So yes, you can call it comprehensive school.

Yani evet, kapsamlı okul diyebilirsiniz.

Grammar school is where you sent the the intelligent kids.

Dilbilgisi okulu, zeki çocukları gönderdiğiniz yerdir.

Yes, I didn't go to grammar school.

Evet, gramer okuluna gitmedim.

As you can tell, because I was really stupid.

Anlayabileceğiniz gibi, çünkü gerçekten aptaldım.

I was an idiot at school.

Okulda bir aptaldım.

I'm going to say no.

hayır diyeceğim

No way that Steve and I was going to agree.

Steve ve benim aynı fikirde olmamıza imkan yoktu. "

I was put in one of the classes

with all of the people who were seen as,

What's the word we can use nowadays?

Bugünlerde kullanabileceğimiz kelime nedir?" diye görülen herkesin olduğu sınıflardan birine konuldum. Bu mu

Is it?

?

We can't say.

diyemeyiz.

We can't say that word anymore.

Artık o kelimeyi söyleyemeyiz.

Can we put remedial?

çare koyabilirmiyiz

I was put in one of the thick glasses

because I was so shy.

Çok utangaç olduğum için kalın gözlüklerden birini taktırdım.

I was actually shy, incredibly self-conscious and introverted

Aslında utangaçtım, inanılmaz derecede utangaçtım ve içe dönüktüm,

that I was really afraid ever to speak or say or answer questions.

konuşmaktan, söylemekten veya soruları yanıtlamaktan gerçekten korkuyordum.

So they just assumed I was an idiot. I was thick.

Yani benim bir aptal olduğumu varsaydılar. şişmandım

They thought now is thick.

Şimdi kalın olduğunu düşündüler.

Put him in there with the rest of them.

Onu diğerlerinin yanına koyun.

But I wasn't.

I was inside. I was.

Ama değildim.

içerideydim. Ben ... idim.

I wanted to explore the world.

Dünyayı keşfetmek istiyordum.

And so it's not all about you, Mr. Duncan.

Yani her şey sizinle ilgili değil, Bay Duncan.

What it is, it's my show.

Bu ne, benim şovum.

Fortunately, because in this country,

Neyse ki, çünkü bu ülkede,

probably like in other parts of the world, we have faith schools as well,

muhtemelen dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi, bizim de inanç okullarımız var,

where you send your child to a school that is of your religious faith

çocuğunuzu dini inancınıza göre bir okula gönderiyorsunuz,

so you can have Catholic schools,

böylece Katolik okulları,

Church of England schools, schools for Muslims.

İngiltere Kilisesi okulları, okullar açabiliyorsunuz. Müslümanlar için.

You know, there are lots of faith schools, Hindus, yeah, what you name it.

Biliyorsun, bir sürü inanç okulu var, Hindular, evet, adını ne koyarsan koy.

Whatever the religion, there will be a there will be a school

Hangi dinden olursa olsun, bir okul olacak

that if your parents want you just to go to that and not mix with other faiths,

ki, annen baban başka inançlara karışmaman için sadece ona gitmeni istiyorsa,

you can send your children to those you know in a mix with other faiths.

çocuklarını başka inançlarla karışık bildiğin dinlere gönderebileceğin bir okul olacak.

Isn't that lovely? Well, it is effectively what you're saying.

Bu çok hoş değil mi? Eh, etkili bir şekilde söylediğin şey bu.

Yes, I'm trying to say something, Steve.

Evet, bir şey söylemeye çalışıyorum, Steve.

Okay, I'm not arguing with you.

Tamam, seninle tartışmıyorum.

I'm not arguing with what you say.

Söylediklerini tartışmıyorum.

Yes, it's very interesting. What about the Jewish people?

Evet, çok ilginç. Yahudi halkı ne olacak?

Well, you have to have the Jewish people.

Yahudi halkına sahip olmalısınız.

Well, I can't mention every religion.

Her dinden bahsedemem.

What's wrong with you? I can't mention.

Senin derdin ne? bahsedemem

You know, there's a time for that.

Biliyorsun, bunun için bir zaman var.

Is this a bit of anti-Semitism? Correct?

Bu biraz antisemitizm mi? Doğru?

Yes. A crash is like a nursery. That's the same word.

Evet. Kaza çocuk odası gibidir. Bu aynı kelime.

What's the difference?

Fark ne?

Somebody asked between college and university?

Biri kolej ve üniversite arasında mı sordu?

They can be interchanged. But no.

Değiştirilebilirler. Ama hayır.

I mean, when I was growing up, a college was somewhere

Demek istediğim, ben büyürken kolej,

between the school and the university.

okul ile üniversite arasında bir yerdeydi.

Yes. Well, I called it further education. Yes.

Evet. Ben buna ileri eğitim dedim. Evet.

So a college can be for anybody.

Yani bir kolej herkes için olabilir.

A college can be for adults as well as going to university.

Kolej, üniversiteye gitmek kadar yetişkinler için de olabilir.

But doing a college used to be just a place of learning for older people, really.

Ama bir kolej yapmak, gerçekten yaşlı insanlar için sadece bir öğrenme yeriydi.

But I went to college because I didn't pass my or the A-levels

Ama üniversiteye gittim çünkü

I wanted at school, at high school.

okulda, lisede istediğim A-seviyelerini geçemedim.

So I went to college for a year

Bu yüzden onları tekrar almak için bir yıl üniversiteye gittim

to retake them, and then I went to university.

ve sonra üniversiteye gittim.

So there were, you know, a college. But you could.

Yani, bilirsiniz, bir kolej vardı. Ama yapabilirsin.

When I was at the college,

Kolejdeyken,

there were people of, you know, I was still there, just learning all sorts of courses.

insanlar vardı, bilirsiniz, ben hala oradaydım, sadece her türlü dersi öğreniyordum.

Well, college is for everyone.

Üniversite herkes içindir.

Colleges forever.

Sonsuza dek kolejler.

You can go when you're 16, 18, 105, it doesn't matter.

16, 18, 105 yaşında gidebilirsin, fark etmez.

You can go to college to learn something at any time.

İstediğiniz zaman bir şeyler öğrenmek için üniversiteye gidebilirsiniz.

Of course, a lot of colleges now here in the UK have become universities,

Tabii ki, şu anda Birleşik Krallık'ta birçok kolej üniversite haline geldi,

so it's very interesting how that's changed.

bu yüzden bunun nasıl değiştiği çok ilginç.

They're also also used to be something called polytechnic.

Aynı zamanda politeknik denen bir şey olarak da kullanılırlar .

Yes, Polytechnic

Evet, Politeknik

was always seen as the poor person's university.

her zaman yoksulların üniversitesi olarak görülmüştür.

There was always that joke wasn't there.

O şaka her zaman orada değildi.

Like in Stafford, we had Stafford Polytechnic,

Stafford'da olduğu gibi, Stafford Polytechnic'imiz vardı

and it was never really taken seriously because it wasn't Stanford University.

ve Stanford Üniversitesi olmadığı için hiçbir zaman gerçekten ciddiye alınmadı .

But now, of course it is.

Ama şimdi, tabii ki öyle.

It became a university quite a few years ago,

Birkaç yıl önce bir üniversite oldu,

but it's it's interesting that there was a bit of snobbery.

ama biraz züppelik olması ilginç.

If you went to polytechnic, it wasn't quite that is correct.

Politeknik'e gittiyseniz, bu tam olarak doğru değildi.

And that was at a time when there were lots, lots

Ve bu,

more people going

for higher education wanting to take degrees,

derece almak isteyen yüksek öğrenime giden çok ama çok daha fazla insanın olduğu

and there weren't enough universities to take everybody.

ve herkesi alacak kadar üniversitenin olmadığı bir zamandı .

So they introduced polytechnics.

Böylece politeknikleri tanıttılar. Nasıl oluştukları

I think I'm correct in in how that how they were formed.

konusunda haklı olduğumu düşünüyorum .

And but yes, you went to a polytechnic.

Ve evet, bir teknik okula gittiniz.

If you're to take a degree, if you couldn't quite get a high

Eğer bir derece alacaksanız,

enough grade to go to one of the universities.

üniversitelerden birine gidecek kadar yüksek bir not alamadıysanız.

I didn't go to university.

Üniversiteye gitmedim.

Well, okay, I know that.

Tamam, bunu biliyorum.

No, but yeah, but I know, you know, that there are lots of things you know about me, Steve.

Hayır, ama evet, ama benim hakkımda bildiğin birçok şey olduğunu biliyorum, Steve.

But but there are other people watching us on the internet at the moment.

Ama şu anda internette bizi izleyen başkaları da var.

So I didn't go to university because because of all of all of the stupid stuff

Bu yüzden üniversiteye gitmedim çünkü okulda olan tüm aptalca şeyler

that happened at school, stop me from from going anywhere else.

beni başka bir yere gitmekten alıkoydu.

It's great, isn't it?

Harika, değil mi?

I was offered a scholarship at art college as well.

Sanat kolejinde de bana burs teklif edildi.

Do you know that? I bet you didn't know that, did you?

Bunu biliyor musun? Bahse girerim bunu bilmiyordun, değil mi?

I was offered a scholarship at art college

Sanat kolejinde bana burs teklif edildi

and my parents would not let me do it.

ve ailem bunu yapmama izin vermedi.

Yes, it did.

Evet yaptı.

And that what your parents do, the influence your parents have is very important, isn't it?

Ve anne babanın yaptığı şey, anne babanın sahip olduğu etki çok önemli, değil mi?

So if your parents don't support you, then it can have a devastating effect

Bu nedenle, ebeveynleriniz sizi desteklemiyorsa, bu, hayatta nereye varacağınız üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olabilir

on where you end up in life. Yes.

. Evet.

The first years of my life, from being a teenager to early

Hayatımın ilk yılları, gençliğimden

twenties was really all messed

yirmili yaşlarımın başına kadar gerçekten

up, messed up about by the education system,

berbattı,

making the wrong decisions and choices and pushing me in the wrong direction .

yanlış kararlar ve seçimler yaparak beni yanlış yöne iten eğitim sistemi tarafından alt üst edilmişti.

Horrible. Yes and yes. Anyway, yeah. Yeah.

Berbat. Evet ve evet. Her neyse, evet. Evet.

I think one of the biggest responsibility, I mean, I'm saying this

Bence en büyük sorumluluklardan biri, yani bunu söylüyorum

and I don't know anything about parenting at all.

ve ebeveynlik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

But I, you know, my belief is that one of the

Ama ben, bilirsiniz,

the main responsibilities of a parent

bir ebeveynin temel sorumluluklarından birinin,

is to realise what talents that you have,

sizin sahip olduğunuz, çocuklarının sahip olduğu yeteneklerin farkına varmak

what their children have and to encourage them in that.

ve onları bu konuda teşvik etmek olduğuna inanıyorum.

Because if parents don't do that, children get lost

Çünkü ebeveynler bunu yapmazsa çocuklar kaybolur

and then it can have a serious effect on

ve bu onların

what kind of adults they are and how successful they can become.

ne tür yetişkinler oldukları ve ne kadar başarılı olabilecekleri üzerinde ciddi bir etkiye sahip olabilir.

Well, parents are the biggest influences of a child's life.

Eh, ebeveynler bir çocuğun hayatındaki en büyük etkilerdir.

I mean, I think nowadays parents seem to

Demek istediğim, sanırım bugünlerde ebeveynler

to want to to push the responsibility onto the teachers.

sorumluluğu öğretmenlere yüklemek istiyor gibi görünüyor.

So anything that goes wrong nowadays in their child's life, they will automatically blame

Dolayısıyla, bugünlerde çocuklarının hayatında ters giden herhangi bir şey olursa , otomatik olarak

the teachers and the school and say it's the school.

öğretmenleri ve okulu suçlayacaklar ve bunun okul olduğunu söyleyecekler.

But in fact, the responsibility is also

Ama aslında sorumluluk da

the parents, the first responsibility parents.

anne babayadır, birinci sorumluluk anne babayadır.

The second responsibility are those who are teaching your children.

İkinci sorumluluk, çocuklarınıza öğretenlerdir.

I think I think that's the order parents, first school and teachers second.

Sanırım bu sıralama anne babalar, önce okul ve sonra öğretmenler.

But do you turn that OK?

Ama tamam mı?

Says Bamboo, you're not a serial killer.

Bamboo, sen bir seri katil değilsin diyor.

Yeah.

Evet.

Trust me, I still to this day, Steve, I know I've said this probably before.

Güven bana, bugün hala Steve, bunu muhtemelen daha önce söylediğimi biliyorum.

I don't know how I've actually got to this point.

Aslında bu noktaya nasıl geldiğimi bilmiyorum.

I really don't.

Gerçekten bilmiyorum.

I don't know how I've done it.

Nasıl yaptığımı bilmiyorum.

I've done it because I can say that no one helped me.

Yaptım çünkü kimsenin bana yardım etmediğini söyleyebilirim.

I received zero help.

Sıfır yardım aldım.

Was there anyone in your life that maybe did give you support and,

Hayatında sana destek verebilecek ve,

you know, might have helped you on your way?

bilirsin, yolunda sana yardımcı olabilecek birileri oldu mu?

Anyone you know you can think of?

Düşünebileceğini bildiğin biri var mı?

Not really quite nearby.

Gerçekten çok yakın değil.

Maybe not in my formative years.

Belki biçimlendirici yıllarımda değil. Ben

We didn't know each other when I was a child.

çocukken birbirimizi tanımıyorduk.

They know what it feels like.

Nasıl bir his olduğunu biliyorlar.

The other interesting thing about your brain the way your brain develops,

Beyninizin gelişimiyle ilgili diğer ilginç şey,

there are certain things that

your brain is hard wired, gets hard wired into your brain.

beyninizin tüm kablolarının beyninize bağlı olduğu bazı şeyler vardır.

So that means that your brain is quite plastic.

Bu, beyninizin oldukça esnek olduğu anlamına gelir.

When you're when you're a young baby, a young child, an infant

Küçük bir bebekken, küçük bir çocukken, bir bebekken

and your brain becomes

ve

more fixed, apparently after the age of seven.

görünüşe göre yedi yaşından sonra beyniniz daha sabit hale gelir.

So if you really put some strong ideas

Bu nedenle,

into somebody into a child's head before they're seven, it becomes

yedi yaşından önce bir çocuğun kafasına gerçekten güçlü fikirler sokarsanız, yetişkin olduklarında bu

almost fixed and unable to change when they become adults.

neredeyse sabitlenir ve değişmez hale gelir .

So which is where religions come in because religions are very

Dinlerin devreye girdiği yer burası çünkü dinler çok

they know that if you put these habits

biliyorlar ki,

in these ideas into a child's head when they're very young, it's

bu fikirlerdeki bu alışkanlıkları çok küçükken bir çocuğun kafasına sokarsanız ,

going to stay there forever because it gets hardwired into the brain

sonsuza kadar orada kalacak çünkü

after that.

So that's that's one thing I've always.

ondan sonra beyine bağlanıyor.

Yani bu her zaman sahip olduğum bir şey.

one thing I can say about my parents, particularly my father, is

Ailem, özellikle de babam hakkında söyleyebileceğim tek şey ,

he let me find out what the world was all about myself.

dünyanın kendimle ilgili ne olduğunu öğrenmeme izin vermesi.

He never got any fixed ideas into my head,

Kafama hiçbir zaman sabit fikirler sokmadı,

never tried to impose his ideas or his beliefs.

fikirlerini veya inançlarını asla empoze etmeye çalışmadı.

I always remember.

He always used to say, you know,

Her zaman hatırlarım.

Hep derdi ki, bilirsin,

explore the world yourself.

dünyayı kendin keşfet.

Find out what you thought you never never said to the world like this.

Dünyaya asla böyle söylemediğinizi düşündüğünüz şeyi öğrenin.

This is what you've got to know. This is what you've got to believe in.

Bilmen gereken bu. İnanmak zorunda olduğun şey bu.

You never tried to impose beliefs on to me,

Bana hiçbir zaman inançları empoze etmeye çalışmadın,

and neither did my mother.

annem de öyle.

So I mean, you can say that helps you or hinders you.

Yani, bunun size yardımcı olduğunu veya size engel olduğunu söyleyebilirsiniz.

But anyway.

Ama yine de.

Well, my parents didn't tell me what to think.

Ailem bana ne düşüneceğimi söylemedi.

They just they just didn't allow me to explore my my talents and possibilities.

Sadece yeteneklerimi ve olasılıklarımı keşfetmeme izin vermediler.

No, they sent you to work on a building site.

Hayır, seni bir şantiyede çalışmaya gönderdiler.

Well, they didn't, actually.

Aslında yapmadılar.

They didn't.

They didn't say me to work on a building site at first,

Yapmadılar.

İlk başta şantiyede çalış demediler

but they said that I had to learn the building trade.

ama inşaat ticaretini öğrenmem gerektiğini söylediler. diye

They thought the.

düşündüler.

It was much better to have a trade.

Ticaret yapmak çok daha iyiydi.

And yet you had all this talent.

Ve yine de tüm bu yeteneğe sahiptin.

Can you imagine Mr. Duncan?

Bay Duncan'ı hayal edebiliyor musunuz?

five How tall are you? 5:11?

beş Boyunuz kaç? 5:11?

No, I'm not. 5:11. Thanks.

Hayır, değilim. 5:11. Teşekkürler.

No, I'm just over six foot, just over six foot.

Hayır, 1.80'in biraz üzerindeyim, 1,80'in biraz üzerindeyim.

And you only weighed about eight stone.

Ve sen sadece sekiz kilo ağırlığındaydın. Ben ...

I was.

I was eight and a half stone at that age eight and a half stone.

idim. O

yaşta sekiz buçuk kiloydum.

And I was on a boat and he was shy and withdrawn.

Ve ben bir teknedeydim ve o utangaç ve içine kapanıktı.

And OK, you know, everyone beat him up at school.

Ve tamam, okulda herkes onu dövdü.

OK, I'm just, you know, that's to get that black people get that impression and

Tamam, ben sadece, bilirsin, bu siyahların o izlenimi edinmesini sağlamak ve

sending you onto a building site.

seni bir şantiyeye göndermek için.

And yet you had this talent for art and for radio, and they didn't encourage you at all.

Yine de sanata ve radyoya bu yeteneğin vardı ve seni hiç teşvik etmediler.

That's disgraceful that you were totally let down.

Tamamen hayal kırıklığına uğramanız utanç verici.

This is you.

Bu sensin.

This is turning into.

Bu dönüşüyor.

Mr. Duncan criticises his parents, but it isn't.

Bay Duncan ailesini eleştiriyor ama öyle değil. öyle

It isn't.

But they they sometimes did did let me down.

değil

Ama bazen beni hayal kırıklığına uğrattılar. Boş

Tabula rasa.

levha.

Yes, Christina, that is correct.

Evet Christina, bu doğru.

A blank sheet. Hmm.

Boş bir sayfa. Hmm. İşte

Uh, that's it.

bu kadar.

And what goes in? You know, that is very important.

Ve ne giriyor? Biliyorsun, bu çok önemli.

So your parents are so important because they give you, they give you the confidence to do things.

Yani anne baban çok önemli çünkü sana bir şeyler yapman için güven veriyorlar.

Yeah.

Evet.

You know, my parents used to always encourage me to do things.

Biliyor musun, ailem beni her zaman bir şeyler yapmam için teşvik ederdi.

And it's so important, so important.

Ve bu çok önemli, çok önemli.

Well, it was lucky that I was able to push myself and give myself

Kendimi zorlayabildiğim ve kendime

those opportunities, so I created my own opportunities.

bu fırsatları verebildiğim için şanslıydım, bu yüzden kendi fırsatlarımı yarattım.

No opportunities came to my front door and said, Hello, this is opportunity.

Ön kapıma hiçbir fırsat gelmedi ve 'Merhaba, bu fırsat' dedi.

Hello. Would you like to have all of these things

Merhaba. Hiç yaşanmamış tüm bu şeylere sahip olmak ister miydiniz

that never happened?

? Bu

So I had to find my own opportunity, for example, going

yüzden kendi fırsatımı bulmalıydım, örneğin

to China with something that wasn't offered to me.

bana sunulmayan bir şeyle Çin'e gitmek.

I pursued it.

peşine düştüm

I pushed myself.

Kendimi zorladım.

I got on a plane and I flew all the way to China,

Bir uçağa bindim ve ta Çin'e kadar uçtum

and then I spent a large part of my life there teaching.

ve sonra hayatımın büyük bir bölümünü orada öğretmenlik yaparak geçirdim.

And it changed my life completely.

Ve hayatımı tamamen değiştirdi.

And it also allowed me to gain a lot of confidence.

Ve ayrıca çok fazla güven kazanmamı sağladı.

See that Judith says that her dad supported me, saying,

Judith, babasının beni desteklediğini söylüyor,

because obviously due to his being a woman,

çünkü belli ki onun kadın olmasından dolayı,

because, you know, in England, I don't know how old you are, Judith.

çünkü, bilirsin, İngiltere'de kaç yaşında olduğunu bilmiyorum, Judith.

But certainly the when I was growing up,

Ama kesinlikle ben büyürken, evet, şey

it was, yeah, well, probably not so much that it was beginning to change then,

, muhtemelen o zamanlar değişmeye başlayacak kadar fazla değildi,

but it didn't really start changing in England to the sixties and the seventies,

ama İngiltere'de altmışlar ve yetmişler arasında değişmeye gerçekten başlamadı,

whereby the perception was the woman stayed at home and the man went out to work.

bu sayede algı şuydu: kadın evde kaldı ve adam işe gitti.

That's all changed now, obviously for the better.

Şimdi her şey değişti, tabii ki daha iyisi için.

And Judith said her father was saying, You know,

Ve Judith, babasının, "

maybe I don't know how old you are, Judith,

Belki kaç yaşında olduğunu bilmiyorum, Judith,

but you got that support to say that you can do anything as as a woman.

ama bir kadın olarak her şeyi yapabileceğini söyleyecek kadar desteğin var," dediğini söyledi.

Yeah, of course.

Evet tabiki.

And well, I don't see why Judith's father could have said is,

Ve Judith'in babasının neden

you know, get married, have children,

evlenmek, çocuk sahibi olmak diyebileceğini anlamıyorum, ki

which probably won't be.

bu muhtemelen olmayacak.

Certainly when my mother grew up was growing up in the 1930s and forties.

Kesinlikle annem büyüdüğünde 1930'larda ve kırklarda büyüyordu.

That was very much what she was told.

Ona söylenen bu kadardı.

You know, your place is you get married, you have kids, you do the housework.

Hani senin yerin evlenirsin, çocukların olur, ev işlerini yaparsın.

That's it.

Bu kadar.

And my, my mother, my

Ve annem, anneannem,

grandmother

was very bitter, according to my mother, because she was very talented.

anneme göre çok acıydı çünkü çok yetenekliydi.

She could have gone to university,

Üniversiteye gidebilirdi

but her father wouldn't let her go

ama babası gitmesine izin vermedi

because he said, no, you know, she passed to go, but she wasn't allowed to go

çünkü, hayır, bilirsin, gitmek için geçti ama gitmesine izin verilmedi

because you couldn't in those days, you know, and she was.

çünkü o günlerde gidemezdin, bilirsin, ve o.

So she was really clever. My grandmother

Yani gerçekten zekiydi. Büyükannem

and she could have done it.

ve o yapabilirdi.

She could have done anything,

Her şeyi yapabilirdi

but she was held back and she was bitter about it when she got older.

ama geri çekildi ve yaşlanınca bu konuda acı çekti.

Understand that this is this is what happens nowadays.

Anlayın ki, günümüzde olan budur.

People have the choice.

İnsanların seçeneği var.

So you don't have to conform.

Yani uymak zorunda değilsin.

You don't have to go down a certain path in your life if you want to get married and have kids, yes,

Evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorsanız, evet,

if you want to stay independent and have your own job and career. Yes.

bağımsız kalmak ve kendi işinize ve kariyerinize sahip olmak istiyorsanız, hayatınızda belirli bir yoldan gitmek zorunda değilsiniz. Evet.

So there are more opportunities,

Yani ister

more avenues to pursue, whether you're male or female.

erkek ister kadın olun, daha fazla fırsat, takip edilecek daha fazla yol var.

Judith is a year younger than me. OK.

Judith benden bir yaş küçük. TAMAM.

So I reckon you were born

Sanırım

in 19, around 1962, I'm guessing.

19'da, 1962 civarında doğdun, tahmin ediyorum.

So yes, we are a similar age.

Yani evet, benzer bir yaştayız.

So yes, I deleted somebody, then Mr.

Yani evet, o canlı sohbette birini, ardından Bay

Duncan on that live chat.

Duncan'ı sildim.

So yes, we are the same generation.

Yani evet, biz aynı jenerasyonuz.

So, yeah, you will now have stories

Yani, evet, şimdi

probably of of your parents or grandma or your grandparents that probably wanted to do things

muhtemelen ebeveynleriniz veya büyükanneniz veya büyükanne ve büyükbabanızın muhtemelen bir şeyler yapmak isteyip

and weren't allowed to because of society's constraints.

de toplumun kısıtlamaları nedeniyle yapmasına izin verilmeyen hikayelerine sahip olacaksınız.

And of course, this is still prevalent and in large parts of the world

Ve tabii ki, bu hala yaygın ve çeşitli nedenlerle dünyanın büyük bir bölümünde

for various reasons.

.

But yes,

Ama evet,

it's all very interesting, isn't it?

hepsi çok ilginç, değil mi?

Well, life is interesting and that's that's the point

Pekala, hayat ilginç ve

I'm making today, I suppose, is we all go through stages in life.

bugün değinmek istediğim nokta da bu, sanırım, hepimiz hayatta çeşitli aşamalardan geçiyoruz.

Some some of those stages, some of those times,

Bazıları o aşamalardan bazıları, bazıları o zamanlar,

some of those periods are difficult and some of them not so difficult.

bazıları o dönemler zor ve bazıları çok zor değil.

But I think everyone develops in their own way.

Ama herkesin kendine göre geliştiğini düşünüyorum.

So you can't be Einstein at school.

Yani okulda Einstein olamazsın.

However, you might have the occasional situation where a child is

Bununla birlikte, bir çocuğun

exceptionally gifted or incredibly clever,

olağanüstü yetenekli veya inanılmaz derecede zeki olduğu

and they have some gift that they are able to to use.

ve kullanabilecekleri bazı yetenekleri olduğu ara sıra bir durumla karşılaşabilirsiniz.

And hopefully they will be people around them

Ve umarım çevrelerinde

who will be able to recognise it and encourage them to do that.

bunu fark edebilecek ve onları bunu yapmaya teşvik edebilecek insanlar olurlar.

So it does happen in different ways.

Yani farklı şekillerde oluyor.

Everyone is individual and all of our experiences

Herkes bireyseldir ve tüm deneyimlerimiz

are different and varied.

farklı ve çeşitlidir.

So, yeah, I'm a I was always quite envious of people

Yani, evet, hayatta ne yapmak istediğini bilen insanları her zaman çok kıskanmışımdır

who knew what they wanted to do in life.

.

I never sort of really knew I was good at what I was.

Olduğum şeyde iyi olduğumu asla gerçekten bilmiyordum.

I'm the sort of person that's good at a lot of things, but not not brilliant at anything,

Pek çok şeyde iyi olan ama hiçbir şeyde parlak olmayan bir insanım, ki bu

which is which is fine.

iyi.

That's, you know, I've got my place in society,

Bu, bilirsiniz, sosyetede bir yerim var

but to be supremely talented in one thing I know that has its downsides as well.

ama bir konuda fevkalade yetenekli olmanın dezavantajları da olduğunu biliyorum.

But, you know,

Ama, bilirsin,

to have that amazing talent in one area and then you know what you want to do.

bir alanda o inanılmaz yeteneğe sahip olmak ve sonra ne yapmak istediğini biliyorsun.

My father always knew what he wanted to do when he was young.

Babam gençken ne yapmak istediğini her zaman biliyordu .

He wanted to go to see. He wanted to be a sailor.

gidip görmek istedi. Denizci olmak istiyordu.

He knew that from a very young age, and that's what he did when he was 15.

Bunu çok küçük yaşlardan beri biliyordu ve 15 yaşındayken yaptığı da buydu.

But I sort of I did not want to be there.

Ama ben orada olmak istemedim.

I wouldn't want to work in horticulture.

Bahçecilikte çalışmak istemezdim.

Did I want the science?

Bilimi istiyor muydum?

I love biology and science.

Biyoloji ve bilimi seviyorum.

I wanted to be a chemist, but I wasn't clever enough at lots of things.

Kimyager olmak istiyordum ama pek çok şeyde yeterince zeki değildim.

And I never really

Ve hiçbir zaman gerçekten

settled on anything.

hiçbir şeye karar vermedim.

I liked lab work.

Laboratuar çalışmalarını severdim.

I ended up doing that.

Sonunda bunu yaptım.

But anyway, that's all about me now.

Ama her neyse, artık hepsi benimle ilgili.

This is the this is Mr.

Bu, Bay

Steve's new autobiography.

Steve'in yeni otobiyografisi.

But I'm just saying I always envy people who read, I do

Ama ben sadece okuyan insanları her zaman kıskandığımı söylüyorum,

really know what they want to do from a young age,

gerçekten genç yaşlardan beri ne yapmak istediklerini biliyorum,

you know, because you don't have to worry, Oh, what shall I do to do that?

bilirsiniz, çünkü endişelenmenize gerek yok, Oh, bunu yapmak için ne yapmalıyım? Ona

I just said to him, Okay, you lose.

dedim ki, Tamam, sen kaybettin.

The only energy is wasted. So it's a Steve.

Tek enerji boşa gidiyor. Yani o bir Steve.

Steve has made the same point there that ends up being in sales.

Steve, satışta sona eren aynı noktaya değindi .

Most Americans having a wasted tablet.

Çoğu Amerikalı boşa giden bir tablete sahip.

Yes. Well, at least you can have a little bit of my glamour.

Evet. En azından benim çekiciliğimden biraz alabilirsin. Sana

I like to give you a little bit of my glamour, Steve.

ihtişamımdan biraz vermek istiyorum, Steve. My with my super show ile internette,

Thank you for being here in show business, on the internet,

şov dünyasında yer aldığınız için teşekkür ederiz

with my with my super show.

.

So, so I will let you have a little bit

Bu yüzden yıldız ışığımdan biraz almanıza izin vereceğim

of my my star light.

.

If it's already says I'm still trying to understand what is Mr.

Hala Bay

Steve do?

Steve'in ne yaptığını anlamaya çalıştığımı söylüyorsa?

Yes, I look at people wonder that Mr.

Evet, Bay

Steve is still trying to work out what he does.

Steve'in hala ne yaptığını çözmeye çalıştığını merak eden insanlara bakıyorum.

I have Mr.

Bay

Duncan. No sales. Sales is my job.

Duncan'ım var. Satış yok. Satış benim işim.

Sales are

Satış,

a very interesting area of sales. Yes.

satışın çok ilginç bir alanıdır. Evet.

We can't go into that.

Buna giremeyiz.

I know I wasn't going to.

Gitmeyeceğimi biliyorum.

Do you want me just to say it?

Sadece söylememi ister misin?

No, no, I wasn't going to.

Hayır, hayır, gitmeyecektim.

No. But it's very interesting.

Hayır. Ama çok ilginç.

I think your work

İşinizin

seems mundane,

sıradan göründüğünü düşünüyorum

but I think the area that you're in is is very interesting.

ama içinde bulunduğunuz alanın çok ilginç olduğunu düşünüyorum.

I must admit, I am good at it.

İtiraf etmeliyim, bunda iyiyim.

So I suppose I've fallen on.

Yani sanırım düştüm.

I've been doing it for 33 years, so I must be good at it.

33 yıldır bu işi yapıyorum, bu yüzden bu işte iyi olmalıyım.

So I've got to accept that that is my lot in life.

Bu yüzden hayattaki kaderimin bu olduğunu kabul etmeliyim.

The thing is going to be a famous singer.

Olay ünlü bir şarkıcı olacak.

No. Well, what I wanted to be here was he wasn't nearly 61, so.

Hayýr. Burada olmak istediđim 61 yaţýnda deđil, yani.

So you have to accept your lot in life and be grateful for what you have

Öyleyse hayattaki kaderinizi kabul etmeli ve sahip olduklarınıza minnettar olmalısınız

because we haven't got a bad life, have we , Mr.

çünkü kötü bir hayatımız yok, değil mi Bay

Duncan? It's all right.

Duncan? Her şey yolunda.

I mean, my life is pretty crap.

Yani, hayatım oldukça boktan.

He's joking, right? It's time.

Şaka yapıyor, değil mi? Zamanı geldi.

Is it not for a cup of tea? Yes.

Bir bardak çay için değil mi? Evet.

And to settle down and watch a Columbo episode that we've seen umpteen times before.

Ve yerleşip daha önce pek çok kez gördüğümüz bir Columbo bölümünü izlemek için.

If you say umpteen times to even,

Defalarca çift dersen,

I can't pronounce my words today

kelimelerimi telaffuz edemem bugün

I'm 18.

18 yaşındayım.

But what's the word? I can't pronounce it? Go on.

Ama kelime ne? telaffuz edemiyorum? Devam et.

I don't know what's wrong.

Neyin yanlış olduğunu bilmiyorum.

I something wrong.

Ben yanlış bir şey.

I've been in the garden.

Bahçede bulundum.

I've exhausted umpteen that said umpteen times.

Defalarca söylenen sayısız şeyi tükettim.

It just means uncountable.

Sadece sayılamayan anlamına gelir.

Yes, lots and lots of time.

Evet, çok ama çok zaman. O

So many times I can't count them. It's a good job.

kadar çok kez onları sayamam. Bu iyi bir iş.

This isn't my English teaching channel. It is a good job.

Bu benim İngilizce öğretme kanalım değil. Bu iyi bir iş.

It is as good. I'm so glad.

Bu kadar iyi. Çok memnun oldum.

Lovely to be here as ever

Her zamanki gibi burada olmak çok güzel

and hope to see you all next Sunday,

ve hepinizi gelecek Pazar,

next Sunday, Saturday, which you can come here next Saturday, if you will.

gelecek Pazar, Cumartesi , dilerseniz gelecek Cumartesi buraya gelebilmeniz için görmeyi umuyorum.

We won't be on. You might be.

Açık olmayacağız. Olabilirsin.

You could stand here next Saturday.

Gelecek cumartesi burada durabilirsin.

Are you doing a live stream in the week?

Hafta içi canlı yayın yapıyor musunuz?

I will be here on Wednesday.

Çarşamba günü burada olacağım.

I will be here. You know that?

Burada olacağım. Bunu biliyorsun?

Can I just

Sadece

give the view?

görünümü verebilir miyim?

You are really in a crazy mood today?

Bugün gerçekten çılgın bir ruh halinde misin?

I think why can't you be like this on Saturdays? Why?

Cumartesi günleri neden böyle olamıyorsun diye düşünüyorum. Neden?

Why would you like this?

Bunu neden istersin? Dün

Just miserable yesterday?

mutsuz muydun?

It was such a remote community is so miserable on Saturdays.

Öyle uzak bir topluluktu ki cumartesi günleri çok perişandı.

I don't know why, and on Sundays, he's like, It's like he's taken some sort of sort of sort of drug

Nedenini bilmiyorum ve Pazar günleri, Sanki bir tür ilaç falan almış

or something and drugs just half term life, Steve.

ve uyuşturucular ömrünün yarısında, Steve.

OK. T

TAMAM. T

Colombo.

Colombo.

I hope it's a good episode.

Umarım güzel bir bölüm olur.

I hope they don't show that awful Leonard Nimoy episode again.

Umarım o korkunç Leonard Nimoy bölümünü bir daha göstermezler.

They keep showing that one too many times.

Bunu defalarca göstermeye devam ediyorlar.

I hope it's ransom for a dead man.

Umarım ölü bir adam için fidyedir.

Our favourite Colombo episode.

En sevdiğimiz Colombo bölümü.

We love it.

Onu seviyoruz.

What channel is it on?

Hangi kanal yayında?

Just, you know, we might interest you within watching Colombo.

Sadece, bilirsin, Colombo'yu izlemen ilgini çekebilir.

It is on five

Beşte bitti

finished.

.

It's on five. USA

Beşte. ABD,

is the Channel five USA.

Kanal beş ABD'dir.

Every Sunday, they show lots of Colombo for some bizarre reason.

Her Pazar, tuhaf bir nedenden ötürü çok sayıda Colombo gösteriyorlar.

We just like to sit down and watch it, even though.

Yine de oturup izlemeyi seviyoruz.

But the crazy thing is we have the DVDs.

Ama çılgınca olan şey şu ki DVD'lerimiz var.

Yes, we have all of the DVDs of every single Colombo episode,

Evet, her bir Colombo bölümünün tüm DVD'lerine sahibiz,

but we're so lazy we can't even be bothered

ancak o kadar tembeliz ki,

to put the the DVD into the VCR watching it when the programmes

programlar

actually on the time it's on, but it has stupid adverts all the way through.

tam zamanında açıkken DVD'yi VCR'a koyma zahmetine bile giremiyoruz. baştan sona saçma sapan reklamlar.

It seems more real if you watch it at the time it's broadcast.

Yayınlandığı sırada izlerseniz daha gerçekçi geliyor.

If you recorded and watch it later, it doesn't seem the same to me.

Kaydedip sonra izlerseniz bana aynı gelmiyor.

When I record it, it's on DVD talking about programmes in general.

Kaydettiğimde, DVD'de genel olarak programlardan bahsediyor.

Oh okay, certain programmes.

Oh tamam, bazı programlar.

It's like watching the Queen at Christmas, is it?

Noel'de Kraliçe'yi izlemek gibi, değil mi?

You watch the The Queen at 3:00.

Saat 3:00'te Kraliçe'yi izliyorsun.

If you record it and watch it later, it doesn't.

Kaydeder ve sonra izlerseniz, olmaz.

Doesn't seem the same.

Aynı görünmüyor.

Steve, I don't want to break this to you, Brianna, but it is Ricky's dad.

Steve, bunu sana söylemek istemiyorum Brianna ama o Ricky'nin babası.

The Queen's Speech is recorded anyways when it's broadcast, but that's what I'm talking about.

Kraliçe'nin Konuşması yayınlandığında zaten kaydediliyor , ama ben bundan bahsediyorum.

She's not doing it line. I know she's not doing it live.

Çizgiyi yapmıyor. Canlı yayın yapmadığını biliyorum.

You know, it's broadcast.

Biliyorsun, yayında.

Tell the only import. That's all that matters.

Tek ithalatı söyle. Tüm önemli olan bu.

I was worried.

Then I was worried that Steve thought that the Queen's Speech was live

Endişelendim.

Sonra Steve'in Kraliçe'nin Konuşması'nın sırf

just to be silly, right?

aptallık olsun diye canlı yayında olduğunu düşündüğünden endişelendim, değil mi?

Love you.

Seni seviyorum.

See you again next week.

Haftaya tekrar görüşmek üzere.

Good person.

İyi insan.

And hopefully you will learn some English of Mr Jenkins wonderful lesson.

Ve umarım Bay Jenkins'in harika dersinden biraz İngilizce öğrenirsiniz .

Next week, you're a bit more.

Gelecek hafta, biraz daha fazlasın.

I don't know.

Bilmiyorum.

Not so. Well, I don't have to come on here, Mr. Duncan.

Öyle değil. Buraya gelmeme gerek yok Bay Duncan.

You know, I've got better things to do.

Biliyorsun, yapacak daha iyi işlerim var.

OK, I'm only joking.

Tamam, sadece şaka yapıyorum.

There's nothing more enjoyable than spending time with friends across the world.

Dünyanın her yerinden arkadaşlarla vakit geçirmekten daha keyifli bir şey yoktur.

Okay,

Tamam,

we'll see you next.

sonra görüşürüz.

We'll see you next.

Sonra görüşürüz.

Sunday can have a light on Steve.

Pazar günü Steve'i aydınlatabilir. Bence

I think you've deserved.

Are you fading me away?

hak ettin.

Beni gözden mi kaçırıyorsun?

I can't keep up this smile forever.

Bu gülümsemeyi sonsuza kadar sürdüremem.

Goodbye, Mr Steve.

Güle güle, Bay Steve.

Do you want to go to the beach?

Sahile gitmek ister misin?

Oh, I'll just go George.

Oh, sadece gideceğim George.

Go to the beach.

Sahile git.

What beach? The beach do you want to go there?

Hangi plaj? Plaj oraya gitmek ister misin?

Just say yes. Yes.

Sadece evet de. Evet.

I'm a big boy now.

Ben artık büyük bir çocuğum.

Oh, dear, Mr Steve didn't want to go.

Ah canım, Bay Steve gitmek istemedi.

He was saying, I want to stay here.

Ben burada kalmak istiyorum diyordu.

Can I stay?

Kalabilirmiyim?

Steve will be back next Sunday.

Steve gelecek Pazar geri dönecek.

I don't know why he was so excited today, but one point

Bugün neden bu kadar heyecanlıydı bilmiyorum ama bir ara

I thought I was going to have to get my special

özel

sticky tape to put over his mouth.

yapışkan bandımı alıp ağzını kapatmam gerektiğini düşündüm.

Anyway, we will be back with you and next Sunday, I will be back with you on Wednesday.

Her neyse, geri döneceğiz ve önümüzdeki Pazar, Çarşamba günü tekrar sizlerle olacağım.

I am with you on Wednesday from 2:00 p.m.

Çarşamba 14:00'ten itibaren sizlerleyim.

UK time if you love learning English.

İngilizce öğrenmeyi seviyorsanız İngiltere zamanı. Benim ağzımdan

If you love listening to English being spoken like this

bu şekilde konuşulan İngilizceyi dinlemeyi seviyorsan

from my mouth, then please join me on Wednesday from 2:00 p.m.

, lütfen Çarşamba günü saat 14:00'te bana katıl.

UK time.

İngiltere saati.

Thanks for your company. Thank you to Mr Steve.

Şirketiniz için teşekkürler. Bay Steve'e teşekkür ederim.

Can I just tell you now I had many words

Şimdi size hayatınızın evreleriyle bağlantılı pek çok kelime ve deyim olduğunu söyleyebilir miyim

and phrases connected to your your stages of life,

and we didn't even get through half of them

ve bunların yarısını bile anlayamadık

because Mr Steve just kept giving it lots of that.

çünkü Bay Steve ona çoğunu vermeye devam etti.

So I might do some of them on Wednesday.

Bu yüzden bazılarını Çarşamba günü yapabilirim.

We will see what happens. Thanks for your company.

Ne olacağını göreceğiz. Şirketiniz için teşekkürler.

It is going dark outside, starting to go dark.

Dışarısı kararıyor, kararmaya başlıyor.

22 minutes past 4:00, I've been with you

4:00'ü 22 dakika geçiyor,

for around about two hours and twelve minutes.

yaklaşık iki saat on iki dakikadır seninleyim.

I hope you've enjoyed this.

Umarım bundan zevk almışsındır.

I hope you will join me on Wednesday.

Umarım çarşamba günü bana katılırsın.

Or, of course, next Sunday, I'm back with you from 2:00 p.m.

Ya da tabii ki gelecek Pazar saat 14:00'ten sonra sizinleyim.

UK time. Thanks for your company.

İngiltere saati. Şirketiniz için teşekkürler.

See you soon.

Yakında görüşürüz.

Take care of yourselves wherever you are in the world.

Dünyanın neresinde olursanız olun kendinize iyi bakın.

Have a super duper week and I will see you

Süper bir hafta geçirin ve sizi

very soon right here on YouTube.

çok yakında YouTube'da burada göreceğim.

And of course, until the next time we meet, you know what's coming next?

Ve tabii ki, bir dahaki görüşmemize kadar, sırada ne var biliyor musun?

Yes, you do.

Evet yaparsın.

Stay safe.

Güvende kal. Kendinize

Take care and keep that smile upon your face, and of course.

iyi bakın ve o gülümsemeyi yüzünüzde tutun ve tabii ki.

ta ta for now.

Şimdilik ta ta.