English Addict eXtra - Words & Phrases for 👍 REAL + FAKE ❌ - 🚨 LIVE LESSON 🚨 / Wed 1st March 2023

Welcome, everyone.

Hoş geldiniz millet.

It is a new day.

Bu yeni bir gün.

It is a new month.

Yeni bir aydır.

It is time for us to enjoy ourselves.

Kendimizi eğlendirme zamanı.

Oh, I couldn't resist wishing you a happy New Month.

Ah, yeni ayınız kutlu olsun demekten kendimi alamadım.

Because the new month has arrived and everything is

Çünkü yeni ay geldi ve her şey

rather lovely.

çok güzel.

Welcome to today's

Bugünkü canlı yayına hoş geldiniz

live stream

Mm hmm.

Mm hmm.

Hmm hmm

Hmm hmm

hmm hmm hmm hmm hmm hmm hmm

hmm hmm hmm hmm hmm hmm hmm hmm

hmm hmm hmm.

hmm hmm.

Oh. Oh, Ian, I think we are.

Ah. Oh, Ian, sanırım öyleyiz. Aman

Oh, my goodness.

tanrım.

I can't believe it when I didn't see you there.

Seni orada görmeyince inanamıyorum.

Hi. Hi, everybody.

MERHABA. Selam millet.

This is Mr.

Duncan and also Mr. Steve.

Bu Bay

Duncan ve ayrıca Bay Steve. İşte

There he is. Look over there.

burada. Oraya bak.

Standing to my left hand side.

Sol yanımda duruyor.

How are you, Mr. Steve?

Nasılsınız, Bay Steve?

I'm very well, Mr. Duncan. Slight.

Ben çok iyiyim, Bay Duncan. Hafif.

I think I've picked up a little sort of bug from somewhere, but

Sanırım bir yerlerden küçük bir böcek kaptım , ama

hopefully I won't pass it on

umarım

to you being in such close proximity as they are.

onlar kadar yakın olduğunuz için bunu size aktarmam.

You having a correct look? It's not Corona virus.

Doğru bir görünüme sahip misin? Corona virüsü değil.

I can't have that again. It's important to me.

Buna tekrar sahip olamam. benim için önemli

Look, if you get Corona virus again, I'm going to literally find.

Bak, bir daha Corona virüsüne yakalanırsan, kelimenin tam anlamıyla bulacağım.

Find whoever gave it to you, and I'm going to punch their lights out.

Onu sana kim verdiyse bul, ben de ışıklarını söndüreceğim.

So many people have got bad, very bad colds at the moment,

Pek çok insan şu anda her yerde kötü, çok kötü soğuk algınlığı geçiriyor

just everywhere.

.

Lots of people have got they've been off for two weeks.

Pek çok insan iki haftadır izinli. Müzik topluluklarında

Lots of people have been really ill in the musical societies.

pek çok insan gerçekten hasta olmuştur .

I mean, that all coughing and spluttering away a seasonal

Demek istediğim, öksürme ve tükürme mevsimsel bir

infections, as we call them, sort of respiratory

enfeksiyon dediğimiz, bir çeşit solunum

tract infections, colds, bugs.

yolu enfeksiyonu, soğuk algınlığı, böcek.

But pretty.

Ama güzel

Yes, but these people are idiots.

Evet, ama bu insanlar aptal.

These people are complete idiots because they're feeling unwell

Bu insanlar tam bir aptal çünkü kendilerini iyi hissetmiyorlar

and they're they're they're coughing and they're sneezing.

ve öksürüyorlar ve hapşırıyorlar.

And then they're going along to your performances or your rehearsals,

Ve sonra performanslarınıza veya provalarınıza eşlik ediyorlar

and then they are coughing and sneezing over everyone else.

ve sonra herkesin üzerine öksürüyor ve hapşırıyorlar .

That's how you caught COVID a few weeks ago

Birkaç hafta önce

because of one person who decided to sing in I'm Ill,

Hastayım, Gidip

I'm going to go cough or sneeze, spread, infect and Mr.

öksüreceğim veya hapşıracağım, yayılacağım, bulaştıracağım ve Bay

Steve gets Corona virus.

Steve Corona virüsü kapacağım'da şarkı söylemeye karar veren bir kişi yüzünden COVID'e bu şekilde yakalandınız.

Fortunately, I didn't because no, to be honest with you, I might be superhuman.

Neyse ki yapmadım çünkü hayır, sana karşı dürüst olmak gerekirse, insanüstü olabilirim.

I think I might be secretly.

Sanırım gizli olabilirim. Yine de

I just kept my distance,

mesafemi korudum

though.

You normally.

.

Sen normalde

Anyway, hello to lovely viewers across the world.

Her neyse, dünyanın dört bir yanındaki sevimli izleyicilere merhaba. Bay Duncan topluluk

All saying all saying hello to each other on the the Mr.

kanalında hepsi birbirine merhaba diyor

Duncan community channel.

.

Okay, I called it now. That sounds awful.

Tamam, şimdi aradım. Kulağa korkunç geliyor.

That's the worst.

Bu en kötüsü.

That's the worst title for anything I've ever heard.

Bu şimdiye kadar duyduğum en kötü başlık.

Well, it's it's like a community that you've created here, Mr.

Burada bir topluluk oluşturmuşsunuz gibi, Bay

General.

We said before, and we have people from all over the place.

General.

Daha önce de söyledik ve her yerden insanlarımız var. Bugün yayınladığımız

I'm just taking a note of some of the people, Mr.

bazı insanları not alıyorum Bay

Duncan, that we have on today, showing how many different countries around the world are watching.

Duncan, dünya çapında kaç farklı ülkenin izlediğini gösteriyor.

We have none from Thailand.

Tayland'dan hiçbirimiz yok.

We have Ahmed from Iraq, Ahmed Baghdad from Iraq.

Irak'tan Ahmed, Irak'tan Ahmed Bağdat var.

A good name had Hadji from from Bangladesh.

İyi bir isim Bangladeş'ten Hacı'ya sahipti.

Gordana from Switzerland. Raheem from Egypt.

İsviçre konumundan Gordana. Mısır konumundan Raheem.

Not to mention our usual people from South America, France and all over.

Güney Amerika, Fransa ve her yerden gelen olağan insanlarımızdan bahsetmiyorum bile. Buraya İngilizce öğrenmek amacıyla gelen, hepsi farklı ülkelerden gelen

It's just so many different people, all from different countries,

çok sayıda farklı insan var

all getting on, coming here for the purpose of learning English. Why?

. Neden?

Why do we need a lovely chat?

Güzel bir sohbete neden ihtiyacımız var?

How come there's only 24 people watching?

Neden sadece 24 kişi izliyor?

35? It's just going to.

35? Sadece olacak.

That's awful.

Bu korkunç.

Hello, Wednesday. Hello, everybody.

Merhaba Çarşamba. Herkese merhaba.

No, it's nobody. 70 by now. On Wednesday.

Hayır, kimse değil. Şimdiye kadar 70. Çarşamba günü.

What's going on? Come on, YouTube.

Neler oluyor? Haydi YouTube.

Pull your finger out.

Parmağınızı dışarı çekin.

Stop it.

Yapma.

Stop making your algorithms bite me on the bum, please.

Algoritmalarının beni serseriye sokmasını bırak, lütfen.

Thank you for your lovely messages as well.

Güzel mesajlarınız için de teşekkür ederim.

20. Now, this is good.

20. Şimdi, bu iyi.

You go, Mr.

Duncan.

Siz gidin, Bay

Duncan. Ya

What if you're 25 before we have 20 viewers?

20 izleyicimiz olmadan önce 25 olursan?

I've spent the last 6 hours preparing this live

Son 6 saatimi bu canlı yayını hazırlamakla geçirdim

stream, and it's 21 people watching.

ve 21 kişi izliyor.

Well, don't put them off myself.

Pekala, onları kendimden uzaklaştırma.

These people leave this wealth, though.

Ancak bu insanlar bu serveti bırakıyorlar.

I'm not sure if it's me put in the mouth, but they go.

Ağzıma koyduğumdan emin değilim ama gidiyorlar.

Right.

Sağ.

So what are we talking about today, Mr. Duncan?

Peki bugün neden bahsediyoruz Bay Duncan?

Okay, then stop it.

Tamam, o zaman kes şunu.

Just so we've got introductions to make.

Sadece yapmamız gereken tanıtımlarımız var.

First, it's the start of the show.

Birincisi, gösterinin başlangıcı.

I've just realised why people are clicking away.

İnsanların neden tıkladığını şimdi anladım.

It's. It's Wednesday. It's the new month.

Onun. Çarşamba. Yeni ay.

March is here, and I couldn't resist having the the live few of.

Mart geldi ve az sayıda canlıya sahip olmaya karşı koyamadım.

Can you see all of the little birds are coming out on the trees.

Ağaçların üzerindeki tüm küçük kuşların çıktığını görebiliyor musunuz?

Isn't that lovely. Yes.

Ne güzel değil mi? Evet.

So just to show that march has now arrived.

Yani sadece yürüyüşün artık geldiğini göstermek için.

It is here. So happy march everyone.

Burada. Herkese mutlu yürüyüşler.

And here in the UK we all get excited because it means that's

Ve burada Birleşik Krallık'ta hepimiz heyecanlanıyoruz çünkü bu

spring is coming.

baharın geldiği anlamına geliyor.

Spring, Mr.

Bahar, Bay

Duncan Rebirth, renewal,

Duncan Yeniden Doğuş, yenilenme,

all that stuff, all that crap, all that crap.

bütün o zırvalar, bütün o zırvalıklar, bütün o zırvalıklar.

Yes, you're right.

Evet haklısın.

Yeah, well, I've been out in the garden, Mr.

Evet, bahçedeydim Bay

Duncan. I've been weeding.

Duncan. Ayıklıyordum.

Now, you might think there's nothing growing in February.

Şimdi, Şubat ayında büyüyen hiçbir şey olmadığını düşünebilirsiniz .

It's winter.

Kış.

Why am I reading?

Neden okuyorum?

Well, those sneaky little weeds, Mr. Duncan. Yeah.

O sinsi küçük yabani otlar, Bay Duncan. Evet.

Start growing around now,

Şimdi büyümeye başlayın,

because they get a few days of warm weather and they.

çünkü birkaç gün sıcak hava alırlar ve onlar.

They think, Oh, no one's noticing me at the moment.

Oh, şu anda kimse beni fark etmiyor diye düşünüyorlar.

There's no gardeners out there.

Orada hiç bahçıvan yok.

I can just sneakily grow away and then I'll be covered up by all the other plants and.

Sinsi bir şekilde büyüyebilirim ve sonra diğer tüm bitkiler tarafından örtüleceğim ve.

No, no, no, I'm here.

Hayır, hayır, hayır, buradayım.

Well, I'm out there with my trowel digging them all up. Mr.

Ben malamla hepsini kazıyorum. Bay

Doom Patrol. Is that.

Kıyamet Devriyesi. Bu mu.

Is that the international sign language fit for our trail?

Uluslararası işaret dili izimize uygun mu?

Yes, I'm travelling trail.

Evet, gezi parkuruyum.

I'm my garden trail.

Ben benim bahçe yolum.

I'm removing weeds now so that they don't have a chance to grow

during spring and

İlkbaharda büyümeleri ve

take over all the plants that I want to grow in the garden instead.

bunun yerine bahçede yetiştirmek istediğim tüm bitkileri almaları için yabani otları şimdi temizliyorum.

A weed, of course, is a plant that you is in a place that you don't want it.

Ot, elbette istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz bir bitkidir.

Yeah. Doesn't have to be me.

Evet. Ben olmak zorunda değil. Büyüyen

You can have a if you could have a lovely crocus bulb

güzel bir çiğdem soğanı

growing or a daffodil, but if it's in a place you don't want it, it's a weed.

ya da bir nergis olabilir, ama istemediğiniz bir yerdeyse, o bir ottur.

Nobody.

Hiç kimse.

Well, yes, well I thought weeds were just invasive plants.

Evet, yabani otların sadece istilacı bitkiler olduğunu sanıyordum.

Now a weed.

The correct definition of a weed

Şimdi bir ot.

Otun doğru tanımı,

is a plant in a place that you don't want it.

istemediğiniz bir yerde bulunan bir bitkidir.

I'm a weed. Yeah.

Ben bir otum. Evet.

So anything could be a weed if you don't want it.

Yani sen istemezsen her şey ot olabilir.

There, there aren't any. There aren't, actually.

Orada hiç yok. Aslında yok.

I mean, there are common plants that are weeds, but some people, you know, like weeds and

Demek istediğim, yabani ot olan yaygın bitkiler var, ama bazı insanlar, bilirsiniz, yabani otları sever ve

as I said, weed is a plant in a place you don't want it.

dediğim gibi, ot, istemediğiniz bir yerde bir bitkidir .

Well, that's what they used to tell me, and that was 40 years ago.

Bana böyle söylerlerdi ve bu 40 yıl önceydi.

So maybe maybe the definition has changed.

Yani belki tanım değişti.

So maybe the world of weeds may have moved on.

Yani belki yabani otların dünyası yoluna devam etmiş olabilir.

But of course, when I was little, when I was young,

Ama tabi ben küçükken, gençken

they used to call a person who was weak and very thin.

zayıf, çok zayıf birine derlerdi.

They used to call them a weed. Yes.

Onlara ot derlerdi. Evet.

So a lot of people used to describe me as a weed.

Bu yüzden birçok insan beni ot olarak tanımlardı. Hala

I still do. Well, yeah, well, I just.

yapıyorum. Şey, evet, ben sadece.

I just said that you were just joking about having time, having a laugh.

Sadece zaman geçirmek, gülmek konusunda şaka yaptığını söyledim.

So hello to my big community out there.

Dışarıdaki büyük topluluğuma merhaba.

The biggest.

En büyük.

The biggest.

En büyük.

Can you believe I am saying that?

Bunu söylediğime inanabiliyor musun?

Well, at least you've turned up.

En azından ortaya çıktın.

That's all I can say.

Tüm söyleyebileceğim bu.

So we are here.

Yani buradayız.

You are here and we are all here together.

Sen buradasın ve biz hep birlikte buradayız.

Can I say congratulations to Beatriz?

Beatriz'i tebrik edebilir miyim?

Beatriz, Guess what you are first on today's

Beatriz, bugünün canlı sohbetinde ilk olarak ne olduğunu tahmin et

live chat.

.

Yes. Intelligence.

Evet. İstihbarat.

Asking about gardening.

Bahçecilik hakkında soru sormak.

Well, of course, I'm not sure what your climate is like there.

Şey, tabii ki, ikliminizin orada nasıl olduğundan emin değilim.

Where you are intelligent is in Ukraine.

Zeki olduğun yer Ukrayna'da.

Ukraine. That's right.

Ukrayna Bu doğru.

I've got some other stuff to do very quickly.

Çok çabuk yapmam gereken başka işlerim var.

Intelligent is, of course, Lilia

Zeki tabii ki Lilia

and I say thank you very much to Lilia, because Lilia

ve ben Lilia'ya çok teşekkür ediyoruz çünkü Lilia

has actually sent us a donation during the week.

aslında hafta boyunca bize bir bağış gönderdi.

It's quite surprising.

Bu oldukça şaşırtıcı.

And also I was I was moved, to be honest with you, I was quite moved by it.

Ayrıca duygulandım, dürüst olmak gerekirse bundan oldukça etkilendim.

So thank you very much to Lilia.

Bu yüzden Lilia'ya çok teşekkür ederim.

Are the Weiner otherwise known as intelligent

Weiner,

who is here right now talking to us on the live chat?

şu anda burada bizimle canlı sohbette konuşan zeki olarak biliniyor mu?

And also thank you very much for your lovely message.

Ayrıca güzel mesajınız için çok teşekkür ederim.

This payment, this donation is for the brilliant teacher, Mr.

Bu ödeme, bu bağış harika öğretmen,

Duncan, the hidden YouTube.

gizli YouTube Bay Duncan için.

Sian That's true.

Bu doğru.

It certainly is hidden. I am very hidden.

Kesinlikle gizlidir. çok gizliyim

Who keeps lighting up the world

with his unshakeable love for the English language?

İngiliz diline olan sarsılmaz sevgisiyle dünyayı kim aydınlatıyor?

Almost.

Neredeyse.

Thank you, Lilia and I do appreciate it.

Teşekkürler, Lilia ve ben bunu takdir ediyoruz.

And I know that you've been watching us for quite a while

Ve bir süredir bizi izlediğinizi

and also your English level is very good as well.

ve İngilizce seviyenizin de çok iyi olduğunu biliyorum.

So thank you very much.

Bu yüzden çok teşekkür ederim.

Sorry.

Sorry, Steve, I was going to say we hope you are staying safe

Üzgünüm.

Üzgünüm Steve, umarım güvendesindir

and that you are in a safe part of your country far from the

ve ülkende çatışmadan uzakta, güvenli bir yerdesindir diyecektim,

the conflict I was going to say is cold, isn't it, in Ukraine at the moment?

şimdi Ukrayna'da hava soğuk değil mi?

So I would think to start putting plants out if they are, I think roses are alright.

Bu yüzden, eğer öyleyse, bitkileri söndürmeye başlamayı düşünürdüm , bence güller sorun değil.

They're quite resistant to the frost

Soğuğa karşı oldukça dirençlidirler,

but certainly they always advise in the UK,

ancak kesinlikle İngiltere'de her zaman tavsiye ederler,

don't put things out that are susceptible to the frost until probably April.

dona karşı hassas olan şeyleri muhtemelen Nisan ayına kadar dışarı çıkarmayın.

Here I probably on a similar latitude

Burada muhtemelen benzer bir enlem

and longitude, latitude.

ve boylamdayım, enlem.

I would imagine your mind that the spring probably comes.

Muhtemelen baharın geldiğini aklından geçirirdim.

Does it in March.

Mart ayında yapar.

I would think so, yes.

Ben de öyle düşünürdüm, evet.

Well Ukraine.

Peki Ukrayna.

Well at the moment they're in deep winter own deep winter.

Şu anda derin kışındalar, kendi derin kışındalar.

Well technically several way so similar latitudes, similar weather.

Pekala, teknik olarak birkaç şekilde çok benzer enlemler, benzer hava.

But I think more extremes in Ukraine because it's more inland, you get much colder

Ama bence Ukrayna'da daha aşırılıklar var çünkü orası daha iç kısımlarda, çok daha soğuk

winters and much more very warm summers I think might be right there.

kışlar ve çok daha çok çok sıcak yazlar oluyor, sanırım tam orada olabilir.

But yes, if there is,

Ama evet, varsa,

I would say wait till the frosts have gone. Yes.

donlar geçene kadar bekleyin derim. Evet.

Because it's going to be difficult to dig the ground, isn't it?

Çünkü yeri kazmak zor olacak değil mi?

I think it would be very difficult.

Bence çok zor olurdu.

A pneumatic drill, although I would imagine the least of your worries

Pnömatik bir matkap, ancak şu

at the moment in Ukraine is when to plant your roses.

anda Ukrayna'da endişelerinizin en önemsizinin güllerinizi ne zaman dikeceğiniz olduğunu tahmin ediyorum.

Well, I

must say I'm impressed.

Etkilendiğimi söylemeliyim.

But then, you know, you want to make things look nice and beautiful around you, don't you?

Ama sonra, etrafınızdaki her şeyin hoş ve güzel görünmesini istersiniz, değil mi?

It's true. Just to cheer you up.

Bu doğru. Sadece seni neşelendirmek için.

Just to cheer you up.

Talking of dramas, we have a drama taking place right here in the UK.

Sadece seni neşelendirmek için.

Dizilerden bahsetmişken, tam burada, Birleşik Krallık'ta geçen bir dizimiz var. Sebze

There is a shortage

kıtlığı var

of vegetables, a apparently

, görünüşe göre

all of those lovely vegetables that we we all know

hepimizin bildiği

and we love consuming tomatoes,

ve domates, lahana, salatalık, hıyar, brokoli,

cabbages, cucumbers, cucumbers, broccoli,

broccoli, turnips, turnips.

brokoli, şalgam, şalgam tüketmeyi sevdiğimiz o güzel sebzelerin hepsi. Görünüşe

Well, apparently turnips.

göre şalgam.

Now a turnip, you see them growing in many farms and on farm land.

Şimdi bir şalgam, birçok çiftlikte ve çiftlik arazisinde büyüdüklerini görüyorsunuz.

But normally in this country they are often used for feeding animals.

Ama normalde bu ülkede genellikle hayvanları beslemek için kullanılırlar.

They are. You're Mr. Dung. So.

Bunlar. Siz Bay Dung'sunuz. Bu yüzden.

So generally speaking, turnips

Yani genel olarak şalgam

are not given to human beings.

insanlara verilmez.

They are often used as feed for animals.

Genellikle hayvanlar için yem olarak kullanılırlar.

Pigs quite often. And and I think cows as well.

Domuzlar oldukça sık. Ve inekleri de düşünüyorum.

And sheep, particularly at this time of the year when there isn't any grass around

Ve koyunlar, özellikle yılın bu zamanında, etrafta yetişen otların olmadığı zamanlarda

that's growing, they'll feed them on these kind of root vegetables

, onları, insanların biraz nahoş bulduğu bu tür kök sebzelerle beslerler

that human beings find a bit unpalatable.

.

You can make turnip soup, but I've never I've never had turnips on a plate.

Şalgam çorbası yapabilirsin ama ben hiç bir tabakta şalgam yemedim.

I think they might be a bit bitter.

Bence biraz acıkmış olabilirler.

They're quite hard, aren't they?

Oldukça zorlar, değil mi?

They are.

Bunlar.

Well, they're just fairly they like sort of parsnips as the giant parsnips aren't that bad,

Dev yaban havucu o kadar da kötü olmadığı için yaban havucu türlerini oldukça seviyorlar,

but they're very rarely used for human cooking or human consumption.

ancak insan yemeklerinde veya insan tüketiminde çok nadiren kullanılıyorlar.

However, now, because there is a shortage of vegetables here in the UK,

Ancak şimdi, Birleşik Krallık'ta sebze kıtlığı olduğu için ,

a lot of people now are going out to buy some turnips

pek çok insan şalgam almaya gidiyor

and they're making delicious turnip stew.

ve lezzetli şalgam yahnisi yapıyorlar.

I'm sure there must be lots of things you can make with turnips,

Eminim şalgamla yapabileceğiniz pek çok şey vardır ,

but we are looking a little bit closer at that later on today.

ama bugünün ilerleyen saatlerinde buna biraz daha yakından bakacağız.

Yes, that's good. Yes.

Evet bu iyi. Evet.

Also, Coca-Cola were talking about that during today's live stream.

Ayrıca Coca-Cola bugünkü canlı yayında bundan bahsediyordu.

And the subject, the big subject is reality

Ve konu, büyük konu gerçek

or real things and fake things.

ya da gerçek şeyler ve sahte şeyler.

Things that are genuine, things that are real and things that are not real.

Gerçek olan şeyler, gerçek olan şeyler ve gerçek olmayan şeyler.

They are unreal or fake.

Gerçek değiller ya da sahteler.

So that is something we are looking at a little bit later on.

Bu, biraz sonra bakacağımız bir şey.

So lots of things to look at.

Bakılacak çok şey var.

And of course, the good news that Brexit over all the troubles have gone, haven't they?

Ve tabii ki, Brexit'in tüm sıkıntıları geride bırakması iyi bir haber, değil mi?

We secured this wonderful deal

apparently with the EU over this Northern Ireland, Whatever it is, we don't even understand the sounds.

Görünüşe göre AB ile bu Kuzey İrlanda üzerinden bu harika anlaşmayı sağladık, Her ne ise, seslerden anlamıyoruz bile.

But it's a well, I understand the Tea Party stuff.

Ama bu bir kuyu, Çay Partisi olayını anlıyorum.

You know, but I'm just saying supposedly this this wonderful deal has been struck between,

Biliyor musun, ama ben sadece sözde bu harika anlaşmanın

you know, Ursula and Rishi being getting together, haven't they, with an ink sandwiches?

Ursula ve Rishi arasında yapıldığını söylüyorum, değil mi, mürekkepli sandviçlerle bir araya geliyorlar.

Apparently.

Görünüşe göre.

What I find interesting is an anagram of Rishi is Irish.

İlginç bulduğum şey, Rishi is Irish'in bir anagramı.

That is. That is quite. Is that right? Yes, it is.

Yani. Bu oldukça. Bu doğru mu? Evet öyle.

Then surely you can work that out in your head.

O zaman kesinlikle bunu kafanızda çözebilirsiniz.

I don't know how to spell his name. Rishi.

Adını nasıl yazacağımı bilmiyorum. Rishi.

It's quite something else.

Bu çok başka bir şey.

Or I h i It's an anagram of Irish.

Veya ben h i İrlandacanın bir anagramı.

If you just move one letter, it becomes Irish.

Sadece bir harfi hareket ettirirseniz, İrlandalı olur.

And no one has picked that up on the anywhere.

Ve kimse bunu hiçbir yerde almadı.

Anyway, I might be the first person to notice that, but no one else is mentioned that the word Rishi

Her neyse, bunu ilk fark eden kişi ben olabilirim ama Rishi kelimesinin

or the name of the Prime Minister of this country is an anagram of Irish.

veya bu ülkenin Başbakanının adının İrlandaca bir anagram olduğundan başka kimse bahsetmiyor.

And that is the problem that they've just been dealing with.

Ve az önce uğraştıkları sorun da bu.

The Irish problem have just said, just before we start

İrlanda sorunu az önce dedi ki,

shooting and blowing each other up again,

tekrar ateş etmeye ve birbirimizi havaya uçurmaya başlamadan hemen önce,

we have managed to to to solve all of that overnight.

tüm bunları bir gecede çözmeyi başardık.

Which begs the question,

Hangisi şu soruyu soruyor,

why didn't we do it six years ago?

neden altı yıl önce yapmadık?

Well, no, no, it's not.

Hayır, hayır, değil.

It's a rhetorical question.

Bu retorik bir soru. Bu

I said it's a rhetorical let's not go any further than that.

bir retorik dedim daha fazla uzatmayalım.

But it is it is interesting.

Ama bu ilginç.

So world peace is returning

Yani dünya barışı

to Europe and Northern Ireland.

Avrupa ve Kuzey İrlanda'ya geri dönüyor.

Everything's going to be all right.

Her şey yoluna girecek.

Know Rich now, all our financial woes have been solved overnight.

Rich'i şimdi tanıyın, tüm mali sıkıntılarımız bir gecede çözüldü.

Uh oh. Guess who's here.

ah ah. Bil bakalım kim burada?

Who's not normally here on a Wednesday?

Kim normalde çarşamba günü burada olmaz?

I don't know. You have to tell me, Tomic.

Bilmiyorum. Bana söylemelisin, Tomic.

Tell Max here today.

Bugün burada Max'e söyle.

Hello. Is for at work, but not on a break.

Merhaba. İş için, ama tatil için değil.

So is this probably under his desk like this?

Bu muhtemelen masasının altında böyle mi?

Looking at you, Looking at as on a screen? Yes.

Sana bakmak, Ekrandaki gibi mi bakmak? Evet.

So I would imagine he is.

Yani onun olduğunu hayal ediyorum.

Unless he's using telepathy.

Telepati kullanmıyorsa.

Of course, he might be psychic.

Elbette medyum olabilir. Psişik gücün eteriyle

He might be getting in touch with us through the aether of psychic power.

bizimle temasa geçiyor olabilir .

Don't get caught. Don't get caught

yakalanma

because you don't want to lose your job because you've got to spend all that money on this.

Tüm parayı buna harcamak zorunda olduğun için işini kaybetmek istemediğin için yakalanma.

When we meet up in France. Yes.

Fransa'da buluştuğumuzda. Evet.

Talking of which.

Hangisinden bahsetmişken. Konu

Talking of which,

açılmışken, Haziran'daki büyük buluşmayla ilgili

thank you very much for your messages

mesajlarınız için çok teşekkür ederim

concerning the big meet up in June.

.

The beginning of June is when it is.

Haziran ayının başı olduğu zamandır.

I've received some messages already through email

Zaten e-posta yoluyla bazı mesajlar aldım

and if you want to get in touch and if you want to meet up at the beginning of June,

ve eğer iletişime geçmek istersen ve Haziran başında buluşmak istersen,

I know it's a very long way off, but you know what it's like.

çok uzun bir yol olduğunu biliyorum ama nasıl bir şey olduğunu biliyorsun.

Sometimes you have to make these plans early for various reasons.

Bazen çeşitli nedenlerle bu planları erken yapmak zorunda kalabilirsiniz .

So there is my email address if you want to meet up.

Yani tanışmak istersen e-posta adresim var.

We are having a little get together a meet up in Paris.

Paris'te küçük bir buluşma için bir araya geliyoruz.

I don't know. Don't ask us why Paris?

Bilmiyorum. Bize neden Paris diye sorma.

But it just it just seems like a good place to do it.

Ama sadece bunu yapmak için iyi bir yer gibi görünüyor.

Because it's Europe.

Çünkü orası Avrupa.

It's not too far

for us to travel for our first venture into this.

Bu konudaki ilk girişimimiz için seyahat etmemiz çok uzak değil.

You know, we might be doing a global hop around in the future.

Biliyorsunuz, gelecekte küresel bir sıçrama yapıyor olabiliriz.

We're going to try somewhere local.

Yerel bir yer deneyeceğiz.

But, you know, Louis is there.

Ama biliyorsun, Louis orada.

There's lots of people that can travel easily to Paris.

Paris'e kolayca seyahat edebilecek birçok insan var.

And we appreciate that not everyone will be able to go.

Ve herkesin gidemeyeceğini takdir ediyoruz.

But yes, let Mr.

Ama evet, Bay

Duncan know if you because as you explained before, we're going

Duncan'a haber verin, çünkü daha önce açıkladığınız gibi,

to arrange all this away from YouTube.

tüm bunları YouTube'dan uzakta ayarlayacağız.

But yes, so we're not giving details here.

Ama evet, bu yüzden burada ayrıntı vermiyoruz.

It's all going to be done away from YouTube through direct messaging.

Her şey doğrudan mesajlaşma yoluyla YouTube'dan uzakta yapılacak.

And and I think that's the best way of doing it, to be honest.

Ve dürüst olmak gerekirse, bunu yapmanın en iyi yolu olduğunu düşünüyorum .

Do we have Louis here? Oh, yes, we do. Hello there.

Burada Louis var mı? Evet, yapıyoruz. Selamlar.

Can I say hello to Louis?

Louis'e merhaba diyebilir miyim?

Mendez is here today.

Mendez bugün burada.

We also have Claudia. Hello, Claudia.

Claudia'mız da var. Merhaba Claudia.

Did you have a nice holiday?

İyi bir tatil geçirdin mi?

Did you not?

değil mi

Did you enjoy your time on the beach?

Sahilde geçirdiğin zamanın tadını çıkardın mı?

I am slightly jealous, to be honest.

Dürüst olmak gerekirse biraz kıskanıyorum.

Yes. And also, who else is here?

Evet. Ayrıca burada başka kim var?

We also have Rihanna also watching us today.

Bugün bizi izleyen Rihanna da var.

We have Vitesse as well.

Vitesse'miz de var.

Vitesse is here.

Vitesse burada.

Double Sash.

Çift Kanat.

Carmen. Hello, Carmen.

Carmen. Merhaba Carmen.

Hello.

Merhaba.

Also I.t vet who I believe is is in Vietnam.

Ayrıca Vietnam'da olduğuna inandığım kişiyi araştırıyorum.

If I'm wrong, please correct me.

Eğer yanılıyorsam, lütfen beni düzeltin.

Can you believe it?

Buna inanabiliyor musun?

Today it's the 1st of March

Bugün 1 Mart

and here is something I'm going to share with you.

ve burada sizinle paylaşacağım bir şey var.

And you might not believe it, but

Ve buna inanmayabilirsin, ama

oh, we still have

ah, hala

the Christmas tree up and there it is.

Noel ağacımız var ve işte orada.

So this was just a few moments ago before I started

Bu, bugünün canlı yayınına başlamadan birkaç dakika önceydi

today's livestream.

.

Is it strange

that we still have the Christmas tree up and that is it?

Hala Noel ağacımızın dik olması garip mi ve hepsi bu mu? Şu

That is it right now in the living room.

anda oturma odasında öyle. Bu

So just before I came on, I filmed it

yüzden, gelmeden hemen önce, onu filme aldım

and it is March the first and we still have

ve 1 Mart ve hala

the Christmas tree up.

Noel ağacımız var.

There are two reasons why.

Bunun iki nedeni var.

Well, one of them, of course, is because, well, Christmas trees look lovely.

Elbette bunlardan biri, çünkü Noel ağaçları çok güzel görünüyor.

And I always feel sad when we take them down, don't you?

Ve onları devirdiğimizde hep üzülüyorum, değil mi?

Yes, Mr. Duncan,

Evet Bay Duncan,

we just decided it's easy.

kolay olduğuna karar verdik.

I grew up with my parents telling me that

Ailemin bana

if you don't take the Christmas tree down

Noel ağacını

on the 12th day after Christmas, it's bad luck.

Noel'den sonraki 12. günde indirmezsen bunun uğursuzluk getireceğini söylemesiyle büyüdüm.

So this is the first year we've ever tried to see.

Yani bu, görmeye çalıştığımız ilk yıl.

So far, so good. Nothing.

Şimdiye kadar, çok iyi. Hiç bir şey.

Nothing, you know, bad as before.

Hiçbir şey, bilirsin, eskisi kadar kötü değil.

There's just the usual bad luck. Just the usual. So.

Sadece her zamanki şanssızlık var. Her zamanki gibi. Bu yüzden.

So that we haven't had any unusual bad luck.

Olağandışı bir şanssızlık yaşamayalım diye.

Just.

Sadece.

Just the.

sadece

Just the usual bad luck.

Her zamanki şanssızlık.

Beatrice has said as well that Beatrice

Beatrice, Beatrice'in

also has her Christmas tree in her apartment.

dairesinde Noel ağacının da olduğunu söyledi.

Well, that's incredible.

Bu inanılmaz. Bu

It is. We are not the only people. The.

. Tek kişi biz değiliz. .

I mentioned this to my friends in Birmingham on Saturday

Cumartesi günü

when I went to visit them and they thought that I had gone mad.

onları ziyarete gittiğimde Birmingham'daki arkadaşlarıma bundan bahsettim ve delirdiğimi düşündüler.

They couldn't understand why I'd still got the Christmas tree up.

Hala Noel ağacını neden diktiğimi anlayamadılar.

And I said, Well, it's because

Ben de, "Çünkü

winter is dull.

kış sıkıcı geçiyor," dedim.

It's so dull in in January, and February is the deadliest month, I would think. Yes.

Ocak ayı çok sıkıcı ve Şubat ayı en ölümcül aydır sanırım. Evet.

Even though it's my birthday, that's the only thing that brightens it up, of course.

Doğum günüm olmasına rağmen onu aydınlatan tek şey bu tabii ki.

But it's a very dull, dismal month.

Ama çok sıkıcı, kasvetli bir ay.

And to have the nice Christmas tree in the corner,

Ve köşede güzel bir Noel ağacı olması için,

while I'm not thinking of a Christmas tree, I'm thinking of it as just a tree with lights on.

bir Noel ağacı düşünmesem de, onu sadece ışıkları yanan bir ağaç olarak düşünüyorum.

But it is a tree. Yes.

Ama o bir ağaç. Evet.

So I'm not thinking of Christmas.

Bu yüzden Noel'i düşünmüyorum.

I'm just thinking that is a lovely, colourful, bright,

Ben sadece odanın köşesindeki sevimli, renkli, parlak,

cheerful thing in the corner of the room.

neşeli bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu

It is? I think so. I think it's lovely.

? Bence de. Bence çok güzel.

So is it unusual?

Yani olağandışı mı?

It would appear that quite a few other people.

Görünüşe göre birkaç kişi daha vardı.

Yes. Still have their Christmas trees.

Evet. Hâlâ Noel ağaçları var.

So I know a lot of people leave the lights.

Bu yüzden birçok insanın ışıkları terk ettiğini biliyorum.

Maybe they have some lights and they might leave them up because they look lovely.

Belki bazı ışıkları vardır ve güzel göründükleri için onları açık bırakabilirler.

But we have gone one step further and we still have the Christmas tree.

Ama bir adım daha ileri gittik ve hala Noel ağacımız var.

And I'm not joking.

Ve şaka yapmıyorum.

I wish there was a way of proving it, but this this Christmas tree is still up in the living room.

Keşke bunu kanıtlamanın bir yolu olsaydı ama bu Noel ağacı hala oturma odasında duruyor.

And every night we sit and we watch the Christmas tree.

Ve her gece oturup Noel ağacını izleriz.

It's amazing.

Bu harika.

Yes. I mean, we do other things.

Evet. Yani başka şeyler yapıyoruz.

We don't just sit there looking at the Christmas tree.

Orada öylece oturup Noel ağacına bakmıyoruz.

But yes, it is really nice.

Ama evet, gerçekten güzel.

I think you can't have enough light

Bence oturma odanızda yeterince ışık yok

on in your living room.

.

Well, Beatrice says that

Şey, Beatrice

she used to keep it up until Easter. Hmm.

paskalyaya kadar devam ettiğini söylüyor. Hmm.

Maybe that's what we'll do this year.

Belki de bu yıl yapacağımız şey budur.

Keep it up until eight Wednesday.

Sekiz çarşambaya kadar devam et.

So this year, it's a it's soon. It's not far, is it?

Yani bu yıl, çok yakında. Uzak değil, değil mi?

I think it's the end of March.

Mart sonu sanırım.

I think once.

Sanırım bir kez.

Once it's the light, once the clocks change.

Işık olduğunda, saatler değiştiğinde.

Okay.

Which is sometime in March isn't it.

Tamam aşkım.

Mart ayında bir ara, değil mi?

It's normally the end of March.

Normalde mart sonu.

The end of March and then the nights will get lighter.

Mart ayının sonu ve ardından geceler aydınlanacak.

I think at that point we will.

Sanırım o noktada yapacağız.

I know the mornings get lighter, don't like that, but

Sabahların daha hafif olduğunu biliyorum, bundan hoşlanmıyorum ama

light nights we don't live in the North Pole, you know.

aydınlık geceler Kuzey Kutbu'nda yaşamıyoruz, bilirsiniz.

I know if they change the clocks, then if we go we within.

Biliyorum, eğer saatleri değiştirirlerse, o zaman içeri girersek.

Yes we have.

Evet, biz sahibiz. Daha

We have longer days, more daylight and less darkness.

uzun günlerimiz, daha fazla gün ışığımız ve daha az karanlığımız var. işte

That's that's it isn't it.

bu o değil mi.

Yes. But I mean yes.

Evet. Ama evet demek istiyorum.

I mean it just means the time it gets

Demek istediğim, sadece güneşin battığı an anlamına geliyor

the sun sets and everything changes because of that anyway.

ve zaten bu yüzden her şey değişiyor .

But I think well, I'm getting to the point I'm beginning to think maybe we should take it down now.

Ama iyi düşünüyorum, belki de şimdi indirmemiz gerektiğini düşünmeye başladığım noktaya geliyorum.

No. Because yeah, when it starts to get warm, maybe Easter.

Hayır. Çünkü evet, hava ısınmaya başladığında, belki Paskalya.

I think we'll keep it up to these debates because I think I think we'll keep it up

Sanırım bu tartışmalara kadar devam edeceğiz çünkü sanırım

until Christmas, because then we don't we don't have to worry

Noel'e kadar devam edeceğiz, çünkü o zaman

about putting the Christmas tree up because it will already be there.

Noel ağacını dikme konusunda endişelenmemize gerek yok çünkü zaten orada olacak .

See, Steve thinks it's going to get covered in dust and full of spiders, but that doesn't matter.

Bak, Steve her yerin tozla kaplanacağını ve örümceklerle dolacağını düşünüyor ama bu önemli değil.

It's a little place for the spiders to live and they can think.

Örümceklerin yaşayabileceği ve düşünebileceği küçük bir yer .

They probably come out at night and enjoy all the fairy lights as well.

Muhtemelen geceleri dışarı çıkıyorlar ve tüm peri ışıklarının da tadını çıkarıyorlar.

We've got a we've got a mixed response if how Mary doesn't like it,

Mary'nin bundan hoşlanmaması,

it makes her feel depressed by the lights. Yes.

ışıklardan bunalıma girmesine neden oluyorsa, karışık bir yanıtımız var. Evet.

If I had a Christmas tree until this time

Bu zamana kadar bir Noel ağacım olsaydı,

that Tricia loves it.

Tricia onu severdi.

Intelligent. Yes.

Zeki. Evet.

It's an effort.

Yes, it's an effort. You're right.

Bu bir çaba.

Evet, bu bir çaba. Haklısın.

It's an effort to take the tree down, isn't it? Yes.

Ağacı devirmek için bir çaba, değil mi? Evet.

And put it back up.

I mean, it was such an effort to put it up and it looked so beautiful.

Ve geri koy.

Demek istediğim, onu koymak için çok çaba sarf ettim ve çok güzel görünüyordu.

I made such a fantastic job of it that you didn't want to take it down.

O kadar harika bir iş çıkardım ki, onu indirmek istemedin.

So we will at some point to make things.

Bu yüzden bir noktada bir şeyler yapacağız.

It's not strange at all.

Hiç de garip değil.

It's nothing wrong with it.

Bunda yanlış bir şey yok.

Well, yes, we wanted to do it last year, but we decided not to.

Evet, geçen yıl yapmak istedik ama yapmamaya karar verdik.

Of course, on a sad note, of course, I always like to think of

Tabii ki, üzücü bir not olarak,

when your mother came to stay with us and she always admired the Christmas tree.

annenin bizimle kalmaya geldiği ve Noel ağacına her zaman hayran olduğu zamanı düşünmek isterim.

So a little bit of me, a little part of me doesn't

Yani bir parçam, bir parçam

want to take it down because it's like that lovely memory as well.

onu ​​yazmak istemiyor çünkü o da o güzel hatıra gibi.

I still remember your mother coming round.

Annenin geldiğini hala hatırlıyorum.

She would stay just after Christmas with us and she would always say how lovely the Christmas tree.

Noel'den hemen sonra bizimle kalırdı ve her zaman Noel ağacının ne kadar güzel olduğunu söylerdi.

And of course, was.

Ve tabii ki öyleydi.

Yes, of course.

Evet elbette.

It is a silly superstition, isn't it, really?

Aptalca bir hurafe, değil mi gerçekten?

Well, putting putting the Christmas tree up in the first place.

Pekala, ilk etapta Noel ağacını dikmek.

Yes, I might be a silly superstition to some people.

Evet, bazı insanlar için aptalca bir hurafe olabilirim.

So then worrying that if you take it down, it's going to give you bad luck.

Öyleyse, onu indirirsen sana kötü şans getireceğinden endişeleniyorsun.

God will get angry if you don't take that Christmas tree down.

O Noel ağacını indirmezsen Tanrı kızacak.

Because to be honest with you, God, God,

Çünkü sana karşı dürüst olmak gerekirse, Tanrım,

he's got a lot of other things to think about.

düşünecek daha çok şeyi var.

But he doesn't like it when you leave that Christmas tree up.

Ama o Noel ağacını yukarıda bırakmandan hoşlanmıyor.

He'll be ill. Send lots of bad luck to you. Yes.

Hasta olacak. Sana bir sürü kötü şans gönder. Evet.

I mean, I'm not thinking of Christmas.

Yani, Noel'i düşünmüyorum. Şimdi

When I look at the Christmas tree now I'm just thinking of something

Noel ağacına baktığımda,

in the corner of the room that looks bright and cheerful.

odanın köşesinde parlak ve neşeli görünen bir şey düşünüyorum.

But I'm beginning to think maybe it's about time.

Ama belki de zamanı gelmiştir diye düşünmeye başlıyorum.

We certainly don't want it up.

Açılmasını kesinlikle istemiyoruz.

I don't think after Easter, it's about time it went down.

Paskalya'dan sonra aşağı inme zamanı olduğunu sanmıyorum.

It's about time We'll have to just, you know, I mean, it could be bad luck.

Zamanı geldi Sadece, bilirsin, yani, kötü şans olabilir.

Of course you could trip over it.

Elbette üzerine düşebilirsin.

That would be bad luck, wouldn't it? Yes.

Bu kötü şans olurdu, değil mi? Evet.

Well, that's another good reason for leaving it up

Bu da kendimizi incitmemek için onu bırakmamız için iyi bir neden

so that we don't injure ourselves.

. Bize

It might fall on us whilst we're told we might get electrocuted.

elektrik çarpabileceği söylendiği sırada üzerimize düşebilir.

We a lot of dust on it. You say spiders growing in it.

Üzerinde çok fazla toz var. İçinde örümcekler büyüyor diyorsun.

That's lovely.

Yeah.

Bu çok şirin.

Evet.

So yes, we've got like a little ecosystem

Yani evet, Noel ağacımızın içinde küçük bir ekosistem gibiyiz

inside our Christmas tree.

.

He doesn't believe in superstitions.

Hurafelere inanmaz.

There must be some quite a lot around dentists, I would think.

Dişçilerin çevresinde oldukça fazla olmalı, diye düşünürdüm.

What's that noise, Mr..

Bu ses nedir, Bay..

Is it one of your lights popping?

Lambalarınızdan biri mi patlıyor?

Not lovely. So,

Güzel değil.

yeah, we're keeping it up until Easter. We're going to.

Evet, Paskalya'ya kadar devam edeceğiz. Biz gidiyoruz.

We're going to do what Beatrice did years ago and keep it up until Easter.

Yıllar önce Beatrice'in yaptığını yapacağız ve Paskalya'ya kadar devam edeceğiz.

Okay?

We've got to move on or shall we keep it until we all meet up in Paris?

Tamam aşkım?

Devam etmeliyiz yoksa hepimiz Paris'te buluşana kadar devam mı edelim?

Yes, we could take it with us.

Evet, yanımıza alabilirdik.

Take it with us? Yeah, we could.

Yanımızda mı? Evet, yapabilirdik. Noel ağacımızla

We could stand under the Eiffel Tower with our Christmas tree.

Eyfel Kulesi'nin altında durabiliriz .

Did anyone see the livestream last Sunday?

Geçen Pazar canlı yayını gören var mı?

Oh, my goodness,

Aman Tanrım,

Mr. Steve.

Bay Steve.

Well, a lot of people have commented on your appearance on Sunday.

Pek çok insan Pazar günkü görünüşün hakkında yorum yaptı.

You look so cool and sophisticated and

Çok havalı ve sofistike görünüyorsun ve

we will be doing something else on Sunday.

Pazar günü başka bir şey yapacağız.

Next Sunday there will be something special that I'm going to show you involving Mr.

Gelecek Pazar, Bay Steve'in de dahil olduğu, size göstereceğim özel bir şey olacak

Steve.

So that's that's happening next week.

.

Yani önümüzdeki hafta olacak olan bu. Wenlock yarışmasında en yakışıklı erkeği

And for all those who are wondering about the most handsome man

merak edenler için

in much Wenlock contest,

we came second,

both of us.

ikimiz de ikinci olduk.

We didn't realise there was another person.

Başka biri olduğunu anlamadık.

It was. It was.

Oldu. Oldu.

It was the old guy that sells the flowers in the market square.

Pazar meydanında çiçekleri satan yaşlı adamdı.

He came first, he said, because he's local, I think.

Önce o geldi, dedi, çünkü o yerli, sanırım. Adam kayırma

Favouritism, I guess. I think it was all.

sanırım. Bence hepsi buydu.

It was all fixed.

Her şey düzelmişti.

I think so.

Bence de.

If the Christmas tree makes you well, why take it away?

Noel ağacı seni iyileştiriyorsa, neden onu uzaklaştırasın ki?

Says Handler.

İşleyici diyor.

Yeah, that's why not anything.

Evet, bu yüzden hiçbir şey değil.

Why not?

Whatever you want to do, just just do it.

Neden?

Ne yapmak istersen, sadece yap.

As long as you're not harming other people and it's nothing illegal,

Başka insanlara zarar vermediğiniz ve yasa dışı bir şey olmadığı sürece,

no one's come around to visitors.

kimse ziyaretçilere gelmez.

I think that will be the real test.

Bence asıl sınav bu olacak.

We'll have to get somebody to come around and visitors and just will say nothing.

Birinin gelip ziyaretçi bulmamız gerekecek ve hiçbir şey söylemeyeceğiz.

We'll just invite them round on a coffee or something, and then we'll take them into the into the living room

Onları bir kahve içmeye falan davet edeceğiz ve sonra onları oturma odasına götüreceğiz

and just see and see if they comment on the fact

ve kimsenin ikna edilmesinin zor olmayacağı gerçeği hakkında yorum yapıp yapmadıklarını göreceğiz.

that the thing is no one is going to be difficult to persuade anybody to come.

gelen kimse

Random visitors, though. That's a problem.

Yine de rastgele ziyaretçiler. Bu bir sorun.

No one wants to come and see us in our real life.

Kimse gelip bizi gerçek hayatımızda görmek istemiyor.

No one wants to come here and I don't know why.

Kimse buraya gelmek istemiyor ve nedenini bilmiyorum.

And you will find out why when we meet in Paris. Yes.

Nedenini Paris'te buluştuğumuzda öğreneceksin. Evet.

Joking.

Şaka

Okay, stop that for me.

Tamam, benim için bunu kes.

I'm joking.

Şaka yapıyorum. Havayı bozmamak için

I'm just trying to crack jokes, Mr.

şakalar yapmaya çalışıyorum Bay

Duncan, to keep the mood out.

Duncan.

You are certainly trying. Well, the mood is up.

Kesinlikle çabalıyorsun. Pekala, ruh hali yüksek.

Who said the mood wasn't? I didn't.

Ruh halinin olmadığını kim söyledi? yapmadım

I'm just that. You know the mood here.

Ben sadece buyum. Buradaki havayı biliyorsun.

I want to make it there. Okay? Yeah, that's it.

Orada yapmak istiyorum. Tamam aşkım? Evet işte bu.

You raised the bar.

Çıtayı yükselttin.

Got to keep raising the bar.

Çıtayı yükseltmeye devam etmeliyim.

I think any higher, though, it might become annoying to raise the bar.

Bence daha yüksek olsa da, çıtayı yükseltmek can sıkıcı olabilir.

That's something I used to hear a lot at work.

Bu, iş yerinde çok duyduğum bir şeydi. Bahse

I bet anyone that's working who lives in a sort of competitive work environment

girerim, bir tür rekabetçi çalışma ortamında yaşayan herkes

and at some point their bosses will have talked about raising the bar.

ve bir noktada patronları çıtayı yükseltmekten bahsedecektir.

Yes, you've got to here.

Evet, buraya gelmelisin.

You've done very well.

Çok iyi iş çıkardın.

Now you've got to raise the bar.

Şimdi çıtayı yükseltmelisin.

It's to drive me mad.

Beni çıldırtmak için.

When they said were also gymnasts, I used to think, well, oh, give me a break.

Jimnastikçi olduklarını söylediklerinde, ben de, ah , beni rahat bırak, diye düşünürdüm.

Really.

Gerçekten mi.

You know, I've just worked hard.

Biliyorsun, az önce çok çalıştım.

Now you keep saying you want more out of me.

Şimdi benden daha fazlasını istediğini söyleyip duruyorsun.

Yeah, well, to raise the bar is to make to increase the difficulty

Evet, çıtayı yükseltmek, zorluğu artırmak

or maybe to give a person much more work to do.

ya da belki bir kişiye yapacak çok daha fazla iş vermektir.

We can say that they raise the bar. Yes.

Çıtayı yükselttiklerini söyleyebiliriz. Evet.

If you've got to a certain standard or a certain level, then I said, Well, good, well done.

Belirli bir standarda veya belirli bir seviyeye ulaştıysanız, o zaman, "Güzel, aferin" dedim.

Now. Now see, how far can you get above that?

Şimdi. Şimdi bakın, bunun ne kadar üstüne çıkabilirsiniz?

We had a good year.

İyi bir yıl geçirdik.

We had a whole sales force meeting once

Bir kez tüm satış gücü toplantımız vardı

and the whole theme was raise the bar.

ve tüm tema çıtayı yükseltmekti.

You know, we'd had a great year, we'd smashed all our targets and everything, but that wasn't good enough.

Biliyorsunuz, harika bir yıl geçirdik, tüm hedeflerimizi ve her şeyi yerle bir ettik ama bu yeterince iyi değildi.

They all told us, Now you've got to raise the bar in January for the rest of the year.

Hepsi bize, Ocak ayında yılın geri kalanında çıtayı yükseltmeniz gerektiğini söylediler.

How can you raise the bar? What are you going to do? Hmm?

Çıtayı nasıl yükseltebilirsin? Ne yapacaksın? Hmm?

Yes, it's most

Evet, en çok

for those who have been asking about Mr.

Mr.

Steve Plans because we haven't mentioned it for a while.

Steve Plans'ı soranlara, çünkü bir süredir bundan bahsetmedik.

Steve's plant now, this is last week.

Steve'in fabrikası şimdi, bu geçen hafta.

This is what it looked like last week.

Geçen hafta böyle görünüyordu.

It was looking rather healthy and rather refreshed because.

Oldukça sağlıklı ve oldukça tazelenmiş görünüyordu çünkü.

Well, look at that. It looks amazing.

Şuna bak. Harika görünüyor.

And you can see all of the flowers have come out and it looks very beautiful.

Ve tüm çiçeklerin çıktığını görebilirsiniz ve çok güzel görünüyor.

A very lovely plant, sadly,

Çok güzel bir bitki, ne yazık ki,

as all things must come to an end,

her şeyin bir sonu olduğu için,

it doesn't look quite as good now.

şimdi o kadar iyi görünmüyor.

Unfortunately, it's it is dying off.

Ne yazık ki, ölüyor.

I think you must have breathed over it, Mr. Duncan.

Sanırım bunun üzerine nefes almışsınızdır, Bay Duncan.

Oh, okay.

Tamam.

Well.

Well, I'm joking, You strange personal attack on me.

Kuyu.

Şaka yapıyorum, bana garip kişisel saldırıyorsun.

That's what it's all you know is nothing.

Tek bildiğin şey bu, hiçbir şey.

Nothing for real.

Gerçek bir şey yok.

I am, is it?

Öyleyim, öyle mi?

I think it looks like you went over to it in rather

Bence üzerine oldukça iyi gitmişsin gibi görünüyor

well.

.

I mean, it sort of died.

Yani bir nevi öldü.

Maybe it was me, Mr. Duncan.

Belki de bendim, Bay Duncan.

I'm just joking. Maybe things.

Ben sadece şaka yapıyorum. Belki şeyler.

Maybe a heard. You're singing.

Belki bir duydum. şarkı söylüyorsun İşte

So there it is.

orada.

Mr. Steve Plant is now slowly, slowly dying away.

Bay Steve Plant şimdi yavaş yavaş ölüyor.

But we've enjoyed it.

Ama keyif aldık.

It's been fun.

Eğlenceliydi.

While it was still alive, it was very nice. Yes.

Yaşarken de çok güzeldi. Evet.

I'm excited to get back to work.

İşe geri döneceğim için heyecanlıyım.

Now is competitive world targets, deadlines, fruitless

Şimdi rekabetçi dünya hedefleri, terminler, sonuçsuz

meetings.

toplantılar.

I know how you feel.

Ben nasıl hissettiğini biliyorum.

I've been there, done that. But not anymore.

Orada bulundum, bunu yaptım. Ama artık değil. Şu

Not at the moment.

anda değil.

You're free.

Özgürsün.

Free of it all. How can we raise the bar every year?

Her şeyden özgür. Çıtayı her yıl nasıl yükseltebiliriz?

That's what we have to do.

Yapmamız gereken bu.

Every live stream is different.

Her canlı yayın farklıdır.

We have to raise the bar.

Çıtayı yükseltmeliyiz.

I'll have to say to you.

sana söylemem gerekecek

That's what we'll have to do.

Yapmamız gereken şey bu.

We'll have to have a pre live stream meeting.

Canlı yayın öncesi bir toplantı yapmamız gerekecek.

And I'll have to say to Mr.

Ve Bay Duncan'a şunu söylemem gerekecek: Her zaman bahçede olmazsan

Duncan, How are you going to raise the bar on Sunday unless you're always in the garden?

pazar günü çıtayı nasıl yükselteceksin ?

That's why there's never a meeting before we start.

Bu yüzden başlamadan önce asla bir toplantı olmaz.

People don't realise.

İnsanlar farkında değil.

I don't see Steve for most of the morning and then suddenly he appears.

Steve'i sabahın büyük bir bölümünde göremiyorum ve sonra aniden ortaya çıkıyor.

Yeah, but normally he's doing six or seven other things before it starts.

Evet, ama normalde başlamadan önce altı ya da yedi şey daha yapıyor.

I can multitask and can multitask normally.

Çoklu görev yapabilirim ve normal olarak çoklu görev yapabilirim.

Only women can multitask. Okay.

Sadece kadınlar çoklu görev yapabilir. Tamam aşkım.

But these days, you know, I think men have to get better at multitasking.

Ama bu günlerde, bilirsiniz, bence erkekler çoklu görevde daha iyi olmak zorunda.

But women are

Ancak kadınların

have a special talent at being able to do lots of different things at once.

birçok farklı şeyi aynı anda yapabilme konusunda özel bir yetenekleri vardır.

But I'm a bit of a typical man

Ama

in the respect that I like to focus on one thing at a time.

her seferinde bir şeye odaklanmayı sevdiğim için biraz tipik bir adamım.

Get that done.

Bunu yap. Ardından bir

Then move on to the next thing.

sonraki şeye geçin.

Yes, I don't like to do lots of things at once.

Evet, birçok şeyi aynı anda yapmayı sevmiyorum. Bir

I find it stressful telling of moving on to the next thing.

sonraki şeye geçmeyi söylemeyi stresli buluyorum.

Yes, we have other things to talk about today.

Evet, bugün konuşacak başka şeylerimiz var.

Now, one of the most popular drinks in the world.

Şimdi, dünyanın en popüler içeceklerinden biri.

Have you heard of the most popular drink in the world?

Dünyanın en popüler içkisini duydunuz mu?

Water? No, no.

Su? Hayır hayır.

Believe it or not, something far more

İster inanın ister inanmayın, çok daha popüler bir şey

popular.

.

Coca Cola.

Coca Cola. İşte

There it is.

burada.

There is the original.

Orijinali var.

So that's the original bottle that Coca Cola used to come in.

Demek Coca Cola'nın geldiği orijinal şişe bu.

It used to be served and sold at pharmacies.

Eskiden eczanelerde satılır ve satılırdı.

It was used as a health tonic in the early days,

İlk zamanlarda sağlık toniği olarak kullanılmış, kullanılmaya

1885 is when it started.

başlandığı yıl 1885'tir. Bu

So the manufacture of Coca Cola originally was intended

nedenle, Coca Cola'nın üretimi başlangıçta

for medicinal uses and it contained

tıbbi kullanım amaçlıydı ve eser miktarda

some very interesting ingredients, including coca leaves,

which contained also traces of cocaine.

kokain de içeren koka yaprakları da dahil olmak üzere çok ilginç bazı bileşenler içeriyordu.

So the original Coca

Yani orijinal Coca

Cola used to actually contain cocaine.

Cola aslında kokain içeriyordu.

And of course you have the colon

Ve tabii ki iki nokta üstüste de sahipsiniz, iki nokta

that as well, colon, that is a type of nut.

üst üste, bu bir tür fındık.

So it also contains that hence the name Coca Cola.

Yani aynı zamanda Coca Cola adını da içeriyor.

But yes, in the early days before they started to

Ama evet,

to get all of the the cocaine out of the leaves, because there were

kokainin tamamını yapraklardan çıkarmaya başlamadan önceki günlerde, çünkü

there was always traces of cocaine.

her zaman kokain izleri vardı.

And that's the reason why it had a small amount.

Küçük bir miktarının olmasının nedeni de buydu.

But originally it was a type of syrup that you would go

Ama aslen gidip

and you would have it given to you by by a pharmacist.

bir eczacıya verdireceğiniz bir şurup türüydü.

And then eventually they realised, wait a minute,

Ve sonunda anladılar, bir dakika,

we could sell this to everyone in plastic bottles

bunu herkese plastik şişelerde satabilir

and then destroy the planet

ve

about 120 years later.

yaklaşık 120 yıl sonra gezegeni yok edebiliriz.

So we'll do that instead.

Yani onun yerine bunu yapacağız.

And that's it.

Ve bu kadar.

That's, that's how Coca Cola came around 1885.

İşte Coca Cola 1885 civarında böyle ortaya çıktı.

It started

Başladı

and people are still

ve insanlar

drinking it right now, but sadly, no cocaine.

şu anda hala onu içiyor ama ne yazık ki kokain yok.

Very.

There is a reason why you wanted to mention that today.

Çok.

Bugün bundan bahsetmek istemenizin bir nedeni var.

No, I just thought it was an interesting thing just to add into the festivities of this show.

Hayır, sadece bu şovun şenliklerine eklemenin ilginç bir şey olduğunu düşündüm .

Okay. There isn't always a reason you see.

Tamam aşkım. Her zaman gördüğün bir sebep yoktur.

So sometimes there is a reason and sometimes it's just

Yani bazen bir sebep var ve bazen de

something I think is interesting like that.

böyle ilginç olduğunu düşündüğüm bir şey. Az

The thing I just chose a little factoid, a fact to eat.

önce seçtiğim şey biraz gerçek dışı, yenecek bir gerçek.

Okay, as a word for you, a factory.

Tamam, senin için bir kelime olarak, bir fabrika.

Okay, That's the third time. What does it mean?

Tamam, bu üçüncü kez. Bu ne anlama geliyor?

I think it just means a little fact that you think it just.

Bence sadece öyle olduğunu düşünmen küçük bir gerçek anlamına geliyor .

Which is a factory.

Hangisi bir fabrika.

It's just we're giving you a little bit of information on something.

Sadece size bir konuda biraz bilgi veriyoruz.

Bite sized, small bit of information on something.

Bir şey hakkında ısırık büyüklüğünde, küçük bilgi parçası.

Then we move on. Yes.

Sonra devam ediyoruz. Evet.

Talking of things that are available

Mevcut olan

and then sometimes not available.

ve bazen mevcut olmayan şeylerden bahsetmek.

Uh, well, I suppose I should mention this.

Şey, sanırım bundan bahsetmeliyim.

We have a crisis taking place at the moment here in the UK.

Şu anda burada, Birleşik Krallık'ta meydana gelen bir kriz var .

We have a crisis and that crisis is. Mr.

Bir krizimiz var ve bu kriz de öyle. Bay

Steve. It's vegetables.

Steve. sebze. Görünüşe

Apparently there is a shortage of vegetables at the moment in the UK.

göre İngiltere'de şu anda sebze kıtlığı var.

Yes, there are not enough vegetables.

Evet, yeterli sebze yok.

People are going to the supermarkets and all of the shelves are empty, completely empty.

İnsanlar süpermarketlere gidiyor ve tüm raflar boş, tamamen boş.

There's nothing, nothing there.

Hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok.

Maybe, maybe the occasional sprout

Belki, belki ara sıra filiz

or maybe half the turnip that no one wants.

veya kimsenin istemediği şalgamın yarısı.

But apparently there is a big shortage.

Ama görünüşe göre büyük bir eksiklik var.

It's all because of

Hepsi

climate change.

iklim değişikliği yüzünden.

Well,

apparently, and it has nothing to do

Görünüşe göre ve bunun Brexit ile hiçbir ilgisi yok

with Brexit whatsoever.

. Her

Well, although a lot of people are saying

ne kadar birçok insan

now that it has a lot to do with Brexit.

şimdi bunun Brexit ile çok ilgisi olduğunu söylese de.

So at the moment we are we are having difficulty buying our vegetables,

Yani şu anda sebzelerimizi satın almakta zorlanıyoruz ki

which of course is bad news for everyone, especially if you like to keep fit.

bu elbette herkes için kötü bir haber, özellikle formda kalmak istiyorsanız.

Exactly. Mr.

Kesinlikle. Bay

Duncan, tell me it's still hanging on.

Duncan, bana hala askıda olduğunu söyleyin.

By the way,

Bu arada,

when we went, you and you mentioned cocaine, that kept him interesting.

gittiğimizde kokainden bahsetmiştin, bu onu ilginç kıldı.

No, I haven't read any more of the book. Oh, okay. Can I.

Hayır, daha fazla kitap okumadım. Tamam. Yapabilir miyim?

Can I just do.

Yapabilir miyim? Kelimenin

I'm literally in the middle of a subject. All right, fine.

tam anlamıyla bir konunun ortasındayım. Pekala, iyi.

I thought you'd give me a break.

Bana biraz ara verirsin sanmıştım.

You say no, right? Yes.

Hayır diyorsun, değil mi? Evet.

Well, there are. I think this sort of.

Peki, var. Bence bu tür.

It's multi-factorial, isn't it?

Çok faktörlü, değil mi?

Multifactorial.

çok faktörlü.

So there are lots of reasons as to why there's a shortage of of of vegetables.

Bu nedenle, sebze kıtlığının olmasının birçok nedeni vardır.

One of them, as you say, is the fact that in Spain and places where they grow

Bunlardan biri, sizin de dediğiniz gibi, İspanya'da ve sebze yetiştirilen yerlerde

vegetables, that we can't grow here because the weather's not warm enough in the

, burada hava yeterince sıcak olmadığı için

greenhouses and things like that.

seralarda ve bunun gibi şeyler yetiştiremiyoruz.

There's been some weather issues.

Bazı hava sorunları oldu.

That's also as well,

Bu da aynı şekilde,

because we haven't been giving subsidies

çünkü

to the farmers in this country,

bu ülkede çiftçilere sübvansiyon vermiyoruz,

because we've all been getting as households, we've been getting money

çünkü hepimiz ev halkı olarak alıyoruz, maliyeti nedeniyle

given to us by the government to heat our homes because of the cost of gas and electricity going up.

devletten evlerimizi ısıtmak için bize verilen parayı alıyoruz. doğalgaz ve elektrik artıyor.

Okay. They didn't give it to the farmers either.

Tamam aşkım. Çiftçiye de vermediler.

The farmers need subsidies for their gas and electricity.

Çiftçilerin doğalgaz ve elektrik için sübvansiyona ihtiyacı var.

Well, because if they're having to pay a lot more money for their electricity

Çünkü seraları ısıtmak için elektriklerine çok daha fazla para ödemek zorunda kalıyorlarsa

to heat the greenhouses and they want to get the crops growing in order

ve

for us in this country to grow tomatoes in

bizim bu ülkede Şubat ayında domates yetiştirmemiz için ekinleri büyütmek istiyorlarsa

in February, you have to heat the greenhouses up.

, seraları ısıtmanız gerekir. .

And so they've done a calculation has said, well,

Ve öyle bir hesap yaptılar ki, peki geçen yıl yaptığım

I'm having to pay three times as much for my energy as I did last year.

enerjinin üç katını ödemek zorunda kalıyorum .

The government aren't helping me.

Devlet bana yardım etmiyor.

I won't make any money if I plant these.

Bunları dikersem para kazanamam. Bunun

So part of the reason is that we haven't been planting any of our own

nedenlerinden biri, kendi tohumlarımızı ekmemiş olmamız

and Brexit could have an effect as well

ve Brexit'in de bir etkisi olabilir

because of all to do with the farmers aren't getting subsidies from Europe

çünkü çiftçiler Avrupa'dan sübvansiyon almıyor

and it's more expensive to

ve

to import things and and shortages in countries

bir şeyleri ithal etmek daha pahalı ve ve

that have been growing them where there's a shortage they've been hanging onto them for themselves.

Onları büyüten ülkelerdeki kıtlıklar, kendilerine astıkları bir kıtlığın olduğu yerde .

Okay.

Tamam aşkım.

So yes, how long can you hang on to a tomato?

Yani evet, bir domatese ne kadar dayanabilirsin? Demek

Well, I mean, you know, if your crops are being reduced, then you need more for yourself.

istediğim, eğer ekinleriniz azalıyorsa, o zaman kendiniz için daha fazlasına ihtiyacınız var demektir.

So you sell less abroad.

Böylece yurt dışına daha az satış yaparsınız.

But yes,

Ama evet,

it's it's a bit with I don't think it's ever happened before.

daha önce hiç olduğunu sanmıyorum.

Have you heard of this before?

Bunu daha önce duydunuz mu?

But I think during the Second World War it happened

Ama bence İkinci Dünya Savaşı sırasında oldu

and I think there was there was a shortage of of everything.

ve bence her şeyde bir kıtlık vardı.

But then, of course, as some people have pointed out here,

Ama sonra, elbette, bazılarının burada işaret ettiği gibi ,

you can you know, I mean, my parents used to grow their own vegetables.

bilirsiniz, yani, ailem kendi sebzelerini yetiştirirdi.

My grandparents did.

Büyükannemler yaptı.

You had your own pigs and things like that, because during the war time, you have to look after yourself.

Kendi domuzlarınız falan vardı, çünkü savaş sırasında kendinize bakmanız gerekir.

Your parents had pigs.

Ailenin domuzları vardı. Babamın anlattığına göre,

My grandparents

büyükannem ve büyükbabam

and chickens

ve tavuklar

are They used to keep a pig and then they'd slaughter it, my father told me.

domuz beslerlerdi ve sonra onu keserlerdi.

So they had to keep buying a new pig,

Bu yüzden yeni bir domuz almaya devam etmek zorunda kaldılar,

but they just pigs eat anything, so they're just any old rubbish.

ama onlar sadece domuzlar her şeyi yerler, bu yüzden onlar sadece eski bir çöptür.

And then it turned into this lovely meat.

Ve sonra bu sevimli ete dönüştü.

And then you can eat it.

Ve sonra onu yiyebilirsin. Yahudi ya da Müslüman değilseniz

That's what people had to do during the war, unless you're a Jewish or a muslim, of course.

, tabii ki insanların savaş sırasında yapmak zorunda olduğu şey buydu .

Well, obviously, yes.

Açıkçası, evet.

So. So we are we are at the moment suffering.

Bu yüzden. Yani şu anda acı çekiyoruz.

But there is there is a bit of consolation because if you go onto eBay,

Ama biraz teselli var çünkü eBay'e girerseniz,

people are selling vegetables at the moment on eBay.

insanlar şu anda eBay'de sebze satıyorlar.

So fortunately for everyone, we can go on.

Neyse ki herkes için devam edebiliriz.

So let's have a look and see what offers there are on investments.

Öyleyse bir göz atalım ve yatırımlarda ne gibi teklifler olduğunu görelim.

The interest in this is because I need to buy some veg. Yes.

Buna olan ilgi, biraz sebze almam gerektiği için. Evet.

Here we go then. So.

İşte başlıyoruz o zaman. Bu yüzden.

Oh, we have it.

Bizde var.

So if you put vegetables in.

Yani içine sebze koyarsanız.

Oh, there is one giant green broccoli, £20, £20,

Oh, dev bir yeşil brokoli var, 20 sterlin, 20 sterlin,

that's time, that's £20 for one broccoli.

zamanı geldi, bir brokolinin fiyatı 20 sterlin.

I think that's a good price.

Bence bu iyi bir fiyat.

Yeah.

Evet.

I would pay probably twice as much as that.

Muhtemelen bunun iki katını öderdim.

Okay. Right. Yes.

Tamam aşkım. Sağ. Evet.

Underneath you can see also on eBay, they are selling peas or should I say pea?

Altında eBay'de de görebilirsiniz, bezelye satıyorlar mı yoksa bezelye mi demeliyim?

They're selling them individually.

Tek tek satıyorlar.

They're selling the peas individually on eBay because there is such a shortage.

Bezelyeyi eBay'de tek tek satıyorlar çünkü böyle bir kıtlık var.

And now they are £2.85 each for each pea.

Ve şimdi her bezelye için tanesi 2,85 sterlin.

But. Right.

Ancak. Sağ.

But there is good news because you will get 5% off

Ama iyi haberlerimiz var çünkü

if you buy more than one pea.

birden fazla bezelye alırsanız %5 indirim alacaksınız.

So I think that's a good deal.

Bence bu iyi bir anlaşma.

So Maybe if you were to spend maybe 50 or £60

Yani belki bir sonraki yemeğiniz için belki 50 veya 60 sterlin harcarsanız

on your next meal, that includes peas.

, buna bezelye de dahildir.

I think there you could have a really healthy meal.

Bence orada gerçekten sağlıklı bir yemek yiyebilirsin.

Exactly.

So I think £70 in total for those two vegetables.

Kesinlikle. Bu

yüzden bu iki sebze için toplam 70 sterlin düşünüyorum. Çok

They're lovely. Yeah. Yeah.

sevimliler. Evet. Evet.

I think that's a good price to pay.

Bence bu ödenecek iyi bir bedel.

I think so.

Bence de.

Cost of living is really going up, Mr. Duncan.

Hayat pahalılığı gerçekten artıyor, Bay Duncan.

Yes, but eBay, right? That's very true.

Evet, ama eBay, değil mi? Bu çok doğru.

I'll have to go on eBay since you come up here, Mr.

Buraya geldiğinize göre eBay'e girmem gerekecek, Bay

Duncan. And secure ourselves. Yes.

Duncan. Ve kendimizi güvenceye alalım. Evet.

Some vegetables before they go out of stock.

Tükenmeden önce bazı sebzeler.

Yes, before they run out.

Evet, tükenmeden önce.

Because.

Çünkü.

Because those peas, those peas at that price, £2, 85 each, I think.

Çünkü o bezelyeler, o fiyattaki bezelyeler, sanırım tanesi 2 sterlin, 85.

I think that's a really good price.

Bence bu gerçekten iyi bir fiyat.

And I'm pretty sure they will.

Ve yapacaklarından oldukça eminim.

They will fly out the door.

Kapıdan uçacaklar.

Good. I think so.

İyi. Bence de.

Have you got shortages of vegetables in your country?

Ülkenizde sebze kıtlığı mı var?

Anybody watching maybe from Spain or Egypt to where they tend to grow the vegetables

Belki İspanya'dan veya Mısır'dan

that get a lot of during these pre

bu bahar öncesi aylarda çok fazla sebze yetiştirme eğiliminde olduklarını izleyen biri var mı

spring months, then have you got a shortage in your country?

, o zaman ülkenizde bir kıtlık var mı?

Is there a shortage in Europe or is it just the UK?

Avrupa'da bir kıtlık mı var yoksa sadece İngiltere'de mi?

But Carmen also says watermelons,

Ama Carmen ayrıca karpuz diyor,

£2 of watermelons is now $8,

2 sterlinlik karpuz şimdi 8 dolar,

which I imagine is a lot of money for vegetables because we often think of things

ki bu da sebzeler için çok para olduğunu düşünüyorum çünkü genellikle

like fruit and vegetables as being quite

meyve ve sebze gibi şeylerin oldukça

cheap and easily affordable.

ucuz ve kolayca karşılanabilir olduğunu düşünürüz.

But these days, because there is such a shortage, there is almost rationing.

Ama bu aralar böyle bir kıtlık olduğu için adeta karne yapılıyor.

In fact, if you go to the local supermarket and you want to buy more than one cucumber,

Aslında, yerel süpermarkete giderseniz ve birden fazla salatalık almak isterseniz,

I mean, I suppose the first question would be why do you want more than one cucumber?

yani sanırım ilk soru neden birden fazla salatalık istiyorsunuz?

You can't you can't you can't do it.

Yapamazsın yapamazsın yapamazsın.

They say no, you can only have one cucumber.

Hayır diyorlar, sadece bir salatalık alabilirsin.

Yes, vegetables are rationed.

Evet, sebzeler tayınlanır.

Of course, it is difficult if you live in a country where you can't get vegetables all year round.

Tüm yıl boyunca sebze alamadığınız bir ülkede yaşıyorsanız elbette zor.

Well, we can get turnips.

Pekala, şalgam alabiliriz. Birleşik Krallık'ta

You see the things that we can grow in the winter in the UK,

kışın yetiştirebileceğimiz şeyleri görüyorsunuz ,

things like turn it's aren't they parsnips.

sıra onlar yaban havucu değil mi gibi şeyler.

I don't think carrots will grow, but

Havuç büyüyeceğini sanmıyorum ama

broccoli, you can grow, brussel sprouts, you can grow.

brokoli, brüksel lahanası, büyüyebilirsin.

They sort of keep growing all during the winter months, don't they?

Kış aylarında büyümeye devam ediyorlar, değil mi?

But that, of course, is what you used to eat in this country.

Ama bu, elbette, bu ülkede eskiden yediğiniz şeydi.

Before we had globalisation

Küreselleşmeden

and importing vegetables from all around the world.

ve dünyanın her yerinden sebze ithal etmeden önce.

Then you would only eat what was in season in your country.

O zaman sadece kendi ülkende mevsiminde olanı yerdin.

Yeah.

Evet.

So we wouldn't normally be eating tomatoes and cucumbers at this time of the year.

Yani normalde yılın bu zamanında domates ve salatalık yemiyor olurduk.

I mean, you would have to wait until sort of April time for them to be ready.

Demek istediğim, hazır olmaları için bir çeşit Nisan ayına kadar beklemeniz gerekecek .

Yeah.

We often see things like tomatoes is a spring and summer food

Evet.

Domatesin bahar ve yaz yemeği olduğu gibi şeyleri sık sık görürüz

because a lot of people will eat tomatoes during the summer months.

çünkü yaz aylarında pek çok insan domates yer .

I think so anyway.

Ben de öyle düşünüyorum.

So it's an interesting thing.

Bu yüzden ilginç bir şey.

Some people are now saying that there is a supply,

Bazı insanlar şimdi bir arz olduğunu söylüyor,

so some places are still having lots and lots of vegetables

bu nedenle bazı yerler hala süpermarketlerine bol bol sebze

delivered to their supermarkets and other people are having difficulty getting hold of them.

teslim ediyor ve diğerleri onları tutmakta zorlanıyor.

Well, I got some tomatoes the other night for Mr. Duncan.

Geçen gece Bay Duncan için biraz domates aldım.

I've got some broccoli.

Biraz brokolim var.

So it seems to be I think it's probably a short term problem.

Öyle görünüyor ki, bunun muhtemelen kısa vadeli bir sorun olduğunu düşünüyorum.

You might want to go onto eBay and see if you can sell that broccoli,

EBay'e gidip o brokoliyi satıp satamayacağınızı görmek isteyebilirsiniz,

see what the highest bid you can get for your broccoli.

brokoli için alabileceğiniz en yüksek teklifi görün.

Exactly

Kesinlikle

Uh, the

Uh,

today we are looking at things that are real and things that are fake.

bugün gerçek olan şeylere ve sahte olan şeylere bakıyoruz.

For example, this this is the Mona Lisa,

Örneğin, bu,

the most famous painting in the world.

dünyanın en ünlü tablosu olan Mona Lisa'dır.

And as you can see, it looks just like it.

Ve gördüğünüz gibi, aynen öyle görünüyor.

However, believe it or not, this is not real.

Ancak ister inanın ister inanmayın, bu gerçek değil.

This is actually fake.

Bu aslında sahte.

This is not the real Mona Lisa.

Bu gerçek Mona Lisa değil.

This is actually one that I did myself.

Bu aslında benim de yaptığım bir şey.

And that's what we're talking about today.

Ve bugün bundan bahsediyoruz.

Things that are real and things that are fake.

Gerçek olan şeyler ve sahte olan şeyler.

Right.

And quite often people say now in this day and age,

Sağ.

Ve çoğu zaman insanlar bu gün ve çağda

we live in a world where lots of things are fake.

pek çok şeyin sahte olduğu bir dünyada yaşadığımızı söylüyor.

Or maybe it is hard to tell the difference between what is real

Ya da gerçek olanla gerçek olmayan arasındaki farkı söylemek zor olabilir

and what is unreal.

.

I know a lot of people like that, and so I couldn't resist

Böyle birçok insan tanıyorum ve bu yüzden

sharing the lovely cows.

sevimli inekleri paylaşmadan edemedim.

we are with you

every Wednesday and Sunday.

her çarşamba ve pazar sizlerleyiz.

Yes, Zara.

Evet, Zara.

Yes, we have got potatoes, certain vegetables

Evet, patateslerimiz var,

we grow ourselves and can store throughout the winter.

kendi yetiştirdiğimiz ve kış boyunca saklayabildiğimiz bazı sebzeler.

So veg, potatoes, you grow them in the summer.

Yani sebze, patates, onları yazın yetiştirirsiniz.

But they store very well.

Ama çok iyi saklıyorlar.

So we haven't got a shortage of potatoes.

Yani patates sıkıntısı yaşamıyoruz.

Intelligent, of course, points out that really I live here.

Zeki, elbette burada gerçekten yaşadığıma işaret ediyor .

I live here intelligent on here.

Burada akıllı yaşıyorum.

Says there's no shortage of vegetables in Ukraine, but they are expensive.

Ukrayna'da sebze kıtlığı olmadığını, ancak pahalı olduklarını söylüyor.

And of course, a points out to us reminds us and uses a very good word here

Ve tabii ki burada bir işaret bize Ukrayna'nın bir tarım ülkesi olduğunu hatırlatıyor ve çok güzel bir söz kullanıyor

that Ukraine is an agrarian country.

.

Agriculture grow lots of vegetables, fruits, grain.

Tarım çok fazla sebze, meyve, tahıl yetiştirir. Bence

I think your well, certainly Ukraine is one of the largest,

iyisin, kesinlikle Ukrayna, dünya buğday üretiminde muhtemelen

if not the largest, probably the second after the US

ABD'den sonra en büyük, hatta en büyüklerinden biri

in world production of wheat. Yes.

. Evet.

Which is why it's such a vitally important country. So.

Bu yüzden hayati derecede önemli bir ülke. Bu yüzden. Ukrayna savaşı başladığında

Well, that's one of the first things that happened when the Ukraine war began.

olan ilk şeylerden biri buydu .

Suddenly there was a drop

Aniden

in the amount of grain being exported around the world.

dünya çapında ihraç edilen tahıl miktarında bir düşüş oldu.

And so they don't they call it the

Ve bu yüzden ona

the bread basket of the world.

dünyanın ekmek sepeti demiyorlar.

Yes, I believe they do.

Evet, yaptıklarına inanıyorum.

Yes, exactly.

Evet kesinlikle.

So, yeah, nice, fertile soil.

Yani, evet, güzel, verimli toprak.

And I can't believe you don't know how to grow vegetables, but they would have thought

Ve sebze yetiştirmeyi bilmediğine inanamıyorum, ama

that coming from the Ukraine, everyone would have been taught at school.

Ukrayna'dan gelen herkesin okulda öğretileceğini düşünürlerdi.

But maybe it's all left to the farmers to to do the grabbing.

Ama belki de kapmak için çiftçilere bırakılmıştır.

Yes. Well, I always remember when we arrived, one of our first trips to Turkey,

Evet. Türkiye'ye ilk seyahatlerimizden biri olan geldiğimizde,

we were driving around the mountain areas and lots of mountainous areas.

dağlık bölgelerden ve birçok dağlık bölgeden geçtiğimizi hep hatırlıyorum.

But also we we were quite surprised and amazed

Ama aynı zamanda

to see how much agricultural land that was.

ne kadar tarım arazisi olduğunu görünce oldukça şaşırdık ve şaşırdık.

And lots of places, huge areas just covered

Ve pek çok yer, devasa alanlar

with these large plastic domes.

bu büyük plastik kubbelerle kaplandı.

As far as the eye could see.

Göz alabildiğince.

And I was amazed. So I asked what it was.

Ve şaşırdım. Ben de ne olduğunu sordum.

And it's all farmland and they're growing

Ve hepsi tarım arazisi ve

a lot of the vegetables for the country.

ülke için pek çok sebze yetiştiriyorlar.

And I thought it was amazing.

Ve bunun harika olduğunu düşündüm.

So, yes, I was I was I was quite blown away.

Yani, evet, öyleydim, oldukça şaşkına dönmüştüm.

Colombia is grabbing lots of fruits and vegetables like mangoes and avocados.

Kolombiya, mango ve avokado gibi çok sayıda meyve ve sebze alıyor .

You see.

That said, every country has got a different climate and can grow different things.

Anlıyorsun.

Bununla birlikte, her ülkenin farklı bir iklimi vardır ve farklı şeyler yetiştirebilir.

And living in the world that we do now, we can

Ve şu anda yaşadığımız dünyada yaşarken,

we can import all these these wonderful vegetables and

tüm bu harika sebzeleri ithal edebilir ve

enjoy them.

tadını çıkarabiliriz. Acaba ülke olarak

I wonder if we export many vegetable vegetables as a country, you know,

pek çok sebze sebze ihraç mı ediyoruz , hani

many, many turnips coming to your country.

ülkenize çok çok şalgam geliyor.

Are they anybody watching the UK? Turnips?

İngiltere'yi izleyen var mı? Şalgam?

I would imagine, when you think about it, a lot of the things that we eat

Düşündüğünüzde, yediğimiz pek çok şeyin

are not actually grown in this country or traditionally they weren't.

aslında bu ülkede yetiştirilmediğini veya geleneksel olarak yetiştirilmediğini hayal ediyorum. Bu

So it's quite interesting, especially tropical fruit when you think about it.

yüzden oldukça ilginç, özellikle de düşündüğünüzde tropik meyveler.

I remember my mother saying, you think of bananas.

Annemin "Muzları düşünüyorsun" dediğini hatırlıyorum. Bir muz almak için büyürken

It was like something just so special and exotic when she was growing up to get a banana.

çok özel ve egzotik bir şey gibiydi .

But my father was in the merchant navy and he used to try to

Ama babam ticaret donanmasındaydı ve ben

to sail all around the world just before I was born,

doğmadan hemen önce tüm dünyayı dolaşmaya çalışırdı, greyfurt ve portakal gibi

collecting and actually

picking up all this exotic fruit like grapefruits and oranges

tüm bu egzotik meyveleri [ __ ] ve gerçekten [ __ ]

and bringing them all over from hot, warm countries and bringing them back to the UK.

ve onları sıcak, ılık ülkelerden ve her yerinden getirirdi. onları İngiltere'ye geri getirmek.

So that used to be his his job

Yani bu onun

many years ago.

yıllar önce işiydi.

So yes, the merchant navy anyway so. Yeah, right.

Yani evet, ticaret donanması zaten öyle. Evet, doğru.

Okay.

Leaving on moving on is much as I like to hear

Tamam aşkım. Yola

devam etmek,

about your father's adventures on the high seas.

babanızın açık denizlerdeki maceralarını duymaktan çok hoşlandığım bir şey.

We did notice, by the way, with Claudia, even though she was on holiday,

Bu arada, Claudia'nın tatilde olmasına rağmen

she was still coming on the live stream.

canlı yayına devam ettiğini fark ettik.

Of course. Every day.

Elbette. Her gün.

Yes. On the beach, listening to the waves

Evet. Sahilde,

crashing on the sand and also watching us at the time.

kumlara çarpan dalgaları dinlemek ve aynı zamanda bizi izlemek.

Anyway, Steve, moving home, real or fake things

Her neyse, Steve, eve taşınıyor, gerçek ya da sahte olan gerçek

that are either real or fake and.

ya da sahte şeyler ve. Bununla bağlantılı

We're going to quickly look at some words and phrases connected to this, because I think it's interesting

bazı kelimelere ve deyimlere hızlıca bakacağız , çünkü bence

that we live in an age where quite often it is hard to tell

whether something is real or fake.

bir şeyin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu söylemenin oldukça zor olduğu bir çağda yaşıyor olmamız ilginç.

I suppose

Sanırım onu

another way of describing it is to say genuine and fake.

tanımlamanın başka bir yolu da gerçek ve sahte demek.

So something that is genuine is real.

Yani gerçek olan bir şey gerçektir.

It is the real thing and something fake.

Bu gerçek bir şey ve sahte bir şey.

Now I always think the word fake is an interesting word

Şimdi her zaman sahte kelimesinin ilginç bir kelime olduğunu düşünüyorum

because it can be used in many ways, as we will find later on.

çünkü daha sonra göreceğimiz gibi birçok şekilde kullanılabilir.

Then have the word genuine.

O zaman gerçek kelime var.

The words genuine and fake relate to what is real

Gerçek ve sahte sözcükler, neyin gerçek neyin gerçek olmadığını ifade eder

and what is not.

.

Something that can be verified or proved

Doğrulanabilecek veya doğruluğu kanıtlanabilecek bir şey

correct is genuine.

gerçektir.

So verify something that is verified.

Yani doğrulanmış bir şeyi doğrulayın.

You often hear this on the news, don't you? Yes.

Bunu haberlerde sık sık duyuyorsunuz değil mi? Evet.

When they're showing maybe a video clip

Belki bir video klip

or something like that, and they will say, we are waiting for this this video to be verified

veya buna benzer bir şey gösterirken, " Bu videonun doğrulanmasını bekliyoruz,

so someone else will have to prove that the video that they are showing

böylece başka birinin gösterdikleri videonun

was filmed at that moment in that place.

o anda çekildiğini kanıtlaması gerekecek" derler. yer.

So when you verify something, it means you are checking

Yani bir şeyi doğruladığınızda,

to make sure it is real.

bunun gerçek olduğundan emin olmak için kontrol ettiğiniz anlamına gelir.

You verify something.

Bir şeyi doğruluyorsun.

It happens these days on social media as well.

Bu günlerde sosyal medyada da oluyor.

You might notice on my Facebook next to my name, it has a little blue tick.

Facebook'umda adımın yanında küçük bir mavi tik olduğunu fark etmişsinizdir.

And that's so you know that

Ve böylece

when you follow me on Facebook, you are following the real Mr.

beni Facebook'ta takip ettiğinizde gerçek Bay Duncan'ı takip ettiğinizi bilirsiniz

Duncan. Have you got one on YouTube? Yvonne? Yes, I have.

. YouTube'da var mı? Yvonne? Evet bende var.

I have a verification now.

Şimdi bir doğrulamam var. Çok şükür

They've given it back, thank goodness, although I don't have one on Twitter.

geri verdiler ama Twitter'da hesabım yok. Görünüşe

Apparently nowadays you have to buy it.

göre bugünlerde onu satın almak zorundasın. Twitter'da mavi tik sahibi olmak için

You have to you have to spend £7 a month

ayda 7 sterlin harcamanız gerekiyor

to have your blue tick on Twitter.

.

Well, let's see.

İyi, görelim bakalım.

I want Twitter on you guys and also Facebook.

Sizde Twitter'ı ve ayrıca Facebook'u istiyorum.

Facebook are thinking of doing the same thing as well.

Facebook da aynı şeyi yapmayı düşünüyor. Orijinal olarak

How annoying a unique thing that is confirmed

adlandırılan benzersiz bir şeyin orijinal olarak da adlandırılabilmesi ne kadar sinir bozucu

named as original can also be called genuine.

.

So is there an example of that, Steve?

Peki bunun bir örneği var mı, Steve?

The unique thing that is genuine, yes.

Gerçek olan eşsiz şey, evet.

Like the Mona Lisa.

Mona Lisa gibi.

Yes. For example.

Evet. Örneğin.

So is it genuine or is it the real thing?

Yani gerçek mi yoksa gerçek bir şey mi?

Well, obviously, this one here is the real thing.

Açıkçası, buradaki gerçek şey.

It's the genuine Mona Lisa. Now, of course it isn't.

Gerçek Mona Lisa. Şimdi, elbette değil.

It's this isn't genuine.

Bu gerçek değil.

This is although it is my genuine Mona Lisa.

Bu benim gerçek Mona Lisa'm olmasına rağmen.

So you might say that it is genuine because it's

Yani gerçek olduğunu söyleyebilirsin çünkü bu

the original version that I, I drew.

benim çizdiğim orijinal versiyon.

So you can see you see if it works.

Böylece işe yarayıp yaramadığını görebilirsin.

Is that a genuine Renoir painting?

Bu gerçek bir Renoir tablosu mu?

That's, you know, is it?

Bu, bilirsin, öyle mi?

And can it be verified and somebody confirm or is there a certificate

Ve doğrulanabilir mi ve birisi onaylayabilir mi veya

or some kind of proof that it's the real thing?

bunun gerçek olduğuna dair bir sertifika veya bir tür kanıt var mı?

Is it the real article, the genuine thing? Yes.

Gerçek makale mi, orijinal şey mi? Evet.

I find it interesting with especially with art,

Bunu özellikle sanatta ilginç buluyorum,

because over the years, many people have been very good

çünkü yıllar boyunca pek çok insan

at recreating the artistic style

of famous paintings and famous painters.

ünlü tabloların ve ünlü ressamların sanatsal tarzlarını yeniden yaratmakta çok başarılı oldu.

Of course, a lot of things that get fakes these days is is fashion.

Tabii ki, bu günlerde sahte olan pek çok şey moda.

People like to have handbags.

İnsanlar el çantalarına sahip olmayı sever.

Ladies like to have handbags, Louis Vuitton handbags, for example.

Bayanlar el çantalarına sahip olmayı sever, örneğin Louis Vuitton el çantaları.

But is it genuine?

Ama gerçek mi?

It's in a genuine Louis Vuitton

Gerçek bir Louis Vuitton

article or is it a fake?

makalesinde mi yoksa sahte mi?

Well, how can you tell? I don't know.

Peki, nasıl söyleyebilirsin? Bilmiyorum.

But I suppose China is a place that most people think of when they think of fake products.

Ama sanırım Çin çoğu insanın sahte ürünler düşündüğünde aklına gelen bir yer.

And over the years I suppose that it has been labelled.

Ve yıllar geçtikçe sanırım etiketlendi.

The only thing that is genuine is the label,

Gerçek olan tek şey etikettir,

the label of China being maybe the capital of fake things,

Çin'in etiketi belki de sahte şeylerin başkentidir,

even though over the past ten or 15 years I would say that China is now

gerçi son on veya 15 yılda Çin'in

also doing very well at making their own

de artık kendi ürünlerini, orijinallerini yapmakta çok başarılı olduğunu söyleyebilirim.

products, their original products as well.

ürünler de.

So a unique thing that is confirmed as original

Yani orijinal olduğu teyit edilen benzersiz bir şey,

can be described as genuine.

orijinal olarak tanımlanabilir.

It is real.

Bu gerçek.

The thing question is the genuine article.

Şey soru gerçek makale.

So that's a phrase we might use. Yeah.

Yani bu kullanabileceğimiz bir ifade. Evet.

Where we are describing something that is real, it is the real thing, it is the genuine

Gerçek olan bir şeyi tarif ettiğimiz yerde, o gerçektir, gerçek

article and paper can be you can describe people as well, can't you.

makale ve kağıt olabilir, insanları da tarif edebilirsiniz, değil mi?

Is being genuine.

samimi olmaktır.

I would genuine you genuine when you say that

other words are you, are you meaning what you say.

Diğer kelimelerin sen olduğunu söylediğinde, söylediklerini kastediyor musun?

So a person might be described as genuine.

Yani bir kişi samimi olarak tanımlanabilir.

Oh what is that.

Ah bu nedir?

Yeah.

A a person might be described

Evet.

as genuine if the character is true

Karakter doğru

and sincere, a nice person.

ve samimiyse, iyi bir insansa, bir kişi samimi olarak tanımlanabilir.

So when you are talking to someone, they appear to be real.

Yani biriyle konuşurken, gerçekmiş gibi görünürler.

They are genuine.

Onlar gerçek.

Like Lewis, for example.

Örneğin Lewis gibi.

Yes, they are a genuine person, honest, sincere.

Evet, samimi, dürüst, samimi bir insandırlar.

Of course, that might be shattered when we meet him.

Elbette, onunla tanıştığımızda paramparça olabilir.

And of course everyone can I just say everyone, everyone on the live chat is genuine.

Ve tabii ki herkes canlı sohbetteki herkesin samimi olduğunu söyleyebilirim.

Of course. Yes.

Elbette. Evet.

No, not just Lu.

Hayır, sadece Lu değil.

Maybe not quite everybody. Okay, then.

Belki de herkes değil. Tamam o zaman.

If you say that I'm joking, I'm to be. I'm joking.

Şaka yapıyorum dersen, şaka yaparım. Şaka yapıyorum.

Okay, Steve, To be to be viewed as trustworthy

Tamam, Steve, Güvenilir

and of true character is genuine, a genuine person.

ve gerçek karakterli biri olarak görülmek, gerçek, gerçek bir insandır. Bu

So I think this is a very good way of expressing

yüzden, güvenilir ve gerçek karakterli olarak görülen bir kişinin kalitesini ifade etmenin çok iyi bir yolu olduğunu düşünüyorum

that quality of a person to be viewed

as trustworthy and of true character.

.

They could be described as genuine.

Gerçek olarak tanımlanabilirler.

And the original piece of art made by the actual creator,

Ve orijinal sanat eseri, gerçek yaratıcı tarafından, orijinali

the person who actually made

gerçekten yapan kişi tarafından yapılmıştır

the original, and of course, quite often when a painter paints

ve tabii ki, çoğu zaman bir ressam bir

something, that particular thing is the original,

şey çizdiğinde, o şey orijinaldir

and then you will find that many people copy,

ve o zaman birçok insanın kopyaladığını görürsünüz. o

they will copy other versions of that particular thing.

belirli şeyin diğer sürümlerini kopyalayacaktır.

Somebody shows you something and it's like expensive piece of art.

Birisi size bir şey gösteriyor ve bu pahalı bir sanat eseri gibi.

Hmm. A painting,

Hmm. Bir tablo,

a piece of fashion where you can say,

bir moda parçası diyebileceğiniz,

is that the genuine article is a phrase

gerçek makalenin

you can use as a question

that looks like a Louis Vuitton bag.

bir Louis Vuitton çantası gibi görünen bir soru olarak kullanabileceğiniz bir cümle olduğudur.

Is that the genuine article? Hmm.

Bu gerçek makale mi? Hmm.

Of course it won't be unless you've got very rich friends, because,

Tabii çok zengin arkadaşların yoksa olmaz, çünkü

you know.

There you go. Yes.

biliyorsun.

İşte gidiyorsun. Evet.

A genuine Picasso.

Gerçek bir Picasso.

Picasso.

Picasso.

I would have loved to have seen his passport photo.

Pasaport fotoğrafını görmeyi çok isterdim. Acaba

I wonder if I wonder if his passport photo was a picture of him

pasaport fotoğrafı onun hem

from the front and also the side at the same time.

önden hem de yandan çekilmiş bir fotoğrafı mıydı acaba?

That would be amazing.

Bu harika olurdu.

A genuine Picasso.

Gerçek bir Picasso.

Beatrice uses an interesting phrase here as well, uses the word genuine.

Beatrice burada da ilginç bir tabir kullanıyor, hakiki kelimesini kullanıyor.

My admiration and love for you is genuine.

Sana olan hayranlığım ve sevgim gerçek.

Yes, and no doubt that is exactly

Evet ve şüphesiz

what Claudia was trying to say earlier on as well.

Claudia'nın daha önce söylemeye çalıştığı da buydu.

An emotion that is conveyed with it,

Onunla iletilen bir duygu,

with genuine feeling.

gerçek bir duygu.

Genuine is authentic, real, true,

Orijinal, otantik, gerçek, gerçek,

trusted, actual bona fides.

güvenilir, gerçek gerçeklerdir.

Oh, I like that one.

Bunu beğendim.

Perhaps that's a good one.

Belki de bu iyi bir tanesidir.

Or of course, the real deal.

Ya da tabii ki, gerçek anlaşma.

You can describe something as real as being the real deal.

Bir şeyi gerçek anlaşma kadar gerçek olarak tanımlayabilirsiniz.

It is something that is genuine,

Bu hakiki bir şeydir,

it is original, it is authentic.

orijinaldir, otantiktir.

Often when we come to documents, we use the word authentic.

Belgelere geldiğimizde genellikle otantik kelimesini kullanırız.

When it comes to documents, don't we?

Belgelere gelince, değil mi?

Often that word is associated with documents.

Genellikle bu kelime belgelerle ilişkilendirilir.

Is that will is that authentic?

Bu vasiyet gerçek mi?

You could say genuine, but quite often when it comes to documents,

Orijinal diyebilirsiniz, ancak belgeler söz konusu olduğunda,

you tend to use the word authentic quite often, I think.

otantik kelimesini oldukça sık kullanma eğilimindesiniz sanırım.

Yes, I think so, yes. Yeah.

Evet, öyle düşünüyorum, evet. Evet.

Sometimes the words are used slightly genuine and authentic

Bazen kelimeler biraz gerçek olarak kullanılır ve otantik,

are used slightly differently depending on the thing that you're describing.

tarif ettiğiniz şeye bağlı olarak biraz farklı şekilde kullanılır.

But yeah, there we go.

Ama evet, işte başlıyoruz.

The real deal.

Gerçek anlaşma.

Are you the real deal, Mr. Duncan?

Gerçek anlaşma siz misiniz, Bay Duncan?

Well, I'm definitely the real deal. Yes. That's it.

Şey, kesinlikle gerçek anlaşma benim. Evet. Bu kadar.

There are many people impersonating me now using my name are on YouTube channel.

Artık YouTube kanalında adımı kullanarak beni taklit eden birçok kişi var .

So there are many YouTube channels that have Mr.

Yani, başlığı Bay Duncan olan birçok YouTube kanalı var

Duncan as the title, but they are not me.

ama onlar ben değilim.

And, well, that's been going on now for 17 years.

Ve bu 17 yıldır devam ediyor.

The real deal.

Gerçek anlaşma.

Are you

Siz siz

are you, as you are describing yourself

misiniz, kendinizi tanımladığınız gibi mi yoksa

or as you appear to be, quite often people might say you might see somebody

göründüğünüz gibi mi, insanlar sıklıkla tanımadığım birini,

I don't know, a boss talking to you in a meeting and somebody hasn't met him before.

bir toplantıda sizinle konuşan bir patronu ve onunla daha önce tanışmamış birini görebileceğinizi söyleyebilir.

They might say, is he the real deal and otherwise?

Diyebilirler ki, o gerçek anlaşma mı yoksa başka türlü mü?

Is he really mean what he's saying or what is she is saying?

Gerçekten ne söylediğini mi yoksa onun ne söylediğini mi kastediyor?

I think really mean that they're saying all those things.

Bence gerçekten tüm bunları söyledikleri anlamına geliyor.

But are they the real deal or is it all just a bit bit of bluff?

Ama bunlar gerçek anlaşma mı yoksa hepsi biraz blöf mü?

Yes, I think also with people who say

Evet, aynı zamanda bir şeyler yapabileceklerini söyleyen insanlarla da düşünüyorum

that they are able to do things as well.

.

So a genuine person might be a person who can prove

Dolayısıyla gerçek bir insan,

that their talent or their ability is real.

yeteneğinin veya yeteneklerinin gerçek olduğunu kanıtlayabilen bir kişi olabilir.

And of course, there are many people around these days who say they can do things, but they can't. Yes.

Ve tabii ki, bu günlerde bir şeyler yapabileceğini söyleyen ama yapamayan birçok insan var. Evet.

So you could you say that you can help people learn English and you the real deal?

Yani insanların İngilizce öğrenmesine yardım edebileceğinizi söyleyebilir misiniz ?

Yes, I think I think I've proved it 17 years.

Evet, sanırım 17 yıldır bunu kanıtladığımı düşünüyorum.

I've been doing it here on YouTube.

Bunu burada, YouTube'da yapıyorum.

So we have the opposite now, Steve.

Yani şimdi tam tersi var, Steve.

The opposite of genuine is fake.

Gerçek kelimesinin zıt anlamlısı sahtedir.

And people do worry these days,

Ve insanlar bugünlerde endişeleniyor,

especially with, well, I suppose artificial intelligence.

özellikle de sanırım yapay zeka konusunda.

We have A.I., we have computers now that can write and communicate on their own.

Yapay zekamız var, artık kendi kendine yazıp iletişim kurabilen bilgisayarlarımız var.

You can ask a computer to write an essay about a certain subject, and it will do it.

Bir bilgisayardan belirli bir konu hakkında bir makale yazmasını isteyebilirsiniz ve o bunu yapar.

And of course, we have something called Deep fake,

Ve tabii ki, Deep fake denen bir şeyimiz var,

which is where you can actually have a person

burada gerçekten bir kişinin

appearing in a video and it looks as if it's them.

videoda görünmesini sağlayabilirsiniz ve sanki onlarmış gibi görünür.

And they can even artificially generate

Hatta yapay olarak

that person's voice as well.

o kişinin sesini de üretebilirler.

So there is a famous video at the moment going around of Joe

Yani şu anda ortalıkta dolaşan Joe

Biden calling everyone up for conscription

Biden'ın herkesi zorunlu askerlik için

to go to Ukraine.

Ukrayna'ya gitmeye çağırdığı ünlü bir video var.

Have you have you seen that?

Bunu gördün mü?

I haven't, yes.

Yapmadım, evet.

And it's incredibly realistic.

Ve inanılmaz derecede gerçekçi.

It's incredible.

İnanılmaz.

So you've got Joe Biden there on the screen.

Yani ekranda Joe Biden var. Ona

It looks like him, he's talking it's his voice

benziyor, kendi sesiyle konuşuyor

and he's he's talking about the stages of conscription

ve

for getting all young people to join the army and to be enrolled in the military.

tüm gençlerin askere gitmesi ve askere yazılması için zorunlu askerlik aşamalarından bahsediyor.

But it's all fake.

Ama hepsi sahte.

But it's incredible.

Ama bu inanılmaz.

In fact, the only thing that gives it away is the fact that in the video,

Aslında onu ele veren tek şey videoda

Joe Biden does not make any mistakes.

Joe Biden'ın hiç hata yapmaması.

So he doesn't stumble over any of the words.

Bu yüzden kelimelerin hiçbirinde tökezlemiyor.

So that's the only thing that gives it away as being fake.

Yani onu sahte olarak ele veren tek şey bu .

But it's amazing what they can do now with with modern technology.

Ama şimdi modern teknolojiyle yapabilecekleri inanılmaz.

Make things that are not real, appear very real indeed.

Gerçek olmayan şeylerin gerçekten çok gerçek görünmesini sağlayın.

So the opposite of genuine is fake

Yani gerçek kelimesinin zıttı sahtedir

because

çünkü

fake news became Are you going to talk about that is a fake

sahte haber haline geldi Bunun sahte bir

is something, of course, that Donald Trump made quite famous that phrase fake news.

şey olduğundan bahsedecek misiniz, tabii ki Donald Trump'ın sahte haber deyimini oldukça meşhur etti.

Because if somebody ever said anything that puts him in a bad light

Çünkü biri onu kötü gösterecek bir şey söylese,

made him look bad, he would say it was fake news.

onu kötü gösterse, bunun sahte haber olduğunu söylerdi.

And of course, unless you can prove it, verify it.

Ve elbette, kanıtlayamazsanız, doğrulayın.

How many of us can verify news stories on our own?

Kaçımız haberleri kendi başımıza doğrulayabiliriz?

We can't.

Yapamayız.

So you never know whether it's the truth or not.

Yani gerçek olup olmadığını asla bilemezsiniz.

You may be the BBC says that you might trust them,

BBC onlara güvenebileceğinizi söylüyor olabilir,

but you know, somebody can just say it's fake.

ama bilirsiniz, birisi bunun sahte olduğunu söyleyebilir.

And how do you know now?

Ve şimdi nereden biliyorsun?

How can you verify something somebody is saying yourself.

Birinin kendi kendine söylediği bir şeyi nasıl doğrulayabilirsin?

Yeah.

And you know, as you say, that said, that's Mr.

Evet.

Ve bildiğiniz gibi, söylediğiniz gibi, Bay

Biden really trying to get people to to go to war

Biden gerçekten insanları savaşa gitmeye

and and sign up.

ve kaydolmaya çalışıyor.

So it's very difficult in today's world, often particularly on television, on social media,

Bu nedenle, günümüz dünyasında, özellikle televizyonda, sosyal medyada,

to actually be able to find out if it's fake or not. Yes.

sahte olup olmadığını gerçekten anlayabilmek çok zor. Evet.

And I think this is why it's it's you have more and more news

Ve bence bu yüzden

agencies now appearing who are saying that they are the real news.

artık gerçek haber olduklarını söyleyen daha fazla haber ajansı ortaya çıkıyor.

And all of the big news companies are the fake ones.

Ve tüm büyük haber şirketleri sahte olanlardır.

But I think as I always say

Ama bence her zaman söylediğim ve

and I say I've said it before and I'll say it again, don't get your news from one place.

dediğim gibi daha önce de söyledim ve yine söyleyeceğim, haberinizi bir yerden almayın.

Read lots of different newspapers, go on the Internet,

Pek çok farklı gazete okuyun, internete girin,

so don't just go to one website, go to lots of websites.

bu yüzden sadece bir web sitesine gitmeyin, birçok web sitesine gidin.

So that's how you you decide on what is real and what isn't.

Böylece neyin gerçek neyin gerçek olmadığına siz karar verirsiniz.

Because you look around, you listen, don't just listen to one person

Çünkü etrafına bakıyorsun, dinliyorsun, sadece bir kişiyi dinlemeyin

and don't just listen to one person's opinion.

ve sadece bir kişinin fikrini dinlemeyin.

Beatrice is a genuine painting, according to Louis.

Louis'e göre Beatrice gerçek bir tablo.

Yes, I believe I'm sure we've mentioned this in the past.

Evet, bundan geçmişte bahsettiğimize eminim.

Well, maybe Beatrice is going off to do some painting now because she's off.

Şey, belki de Beatrice izinli olduğu için resim yapmaya gidiyordur.

She's going now.

Şimdi gidiyor.

I must go now.

Ben şimdi gitmeliyim.

So. Yes.

Do you have a lovely rest your day as well?

Bu yüzden. Evet.

Sizin de gününüz güzel bir şekilde dinleniyor mu?

Claudia mentions the Waxworks Museum.

Claudia Balmumu Eserleri Müzesi'nden bahseder.

Oh, yes.

Oh evet.

They. They aren't real.

Onlar. Gerçek değiller.

They're made of wax.

Balmumundan yapılmıştır.

How would you describe them?

Onları nasıl tarif edersiniz?

They're reproductions.

Onlar reprodüksiyon.

Would you say? Well, they're mannequins, ma'am.

Söyler misin? Onlar manken hanımefendi.

They are.

They are something that's in the form of a person.

Bunlar.

Onlar bir insan şeklinde olan bir şeydir.

But I'm pretty sure you would never be fooled

Ama

by by a waxwork.

bir mumyaya asla aldanmayacağınızdan oldukça eminim.

You wouldn't call them fakes because everyone knows

Onlara sahte demezsin çünkü herkes

they're just waxworks.

onların sadece balmumu işi olduğunu bilir.

So they they are.

Yani onlar.

The genuine article in terms of that is that is a waxworks

Bu açıdan gerçek makale,

representation by the Waxworks Museum.

Balmumu Eserleri Müzesi tarafından yapılan bir balmumu eseri temsilidir.

Madame Tussauds is somebody else made a separate

Madame Tussauds,

wax copy of that wax model.

o balmumu modelin ayrı bir balmumu kopyasını yapan başka biri.

That would be a fake.

Bu sahte olurdu.

But that's a bit confusing.

Ama bu biraz kafa karıştırıcı.

It's very confusing.

Bu çok kafa karıştırıcı.

Something an original, something an original.

Orijinal bir şey, orijinal bir şey.

So we are saying that it is not real.

Yani gerçek olmadığını söylüyoruz. Orijinal

Something unoriginal can be described as fake or fraudulent or

olmayan bir şey, sahte veya hileli veya

something fraudulent.

hileli bir şey olarak tanımlanabilir.

A thing that is being done in a dishonest way

Dürüst olmayan bir şekilde yapılan

or something that is being done to mislead another person.

veya başka birini yanıltmak için yapılan bir şey.

Something is fraudulent.

Bir şey sahtekarlıktır.

Maybe you sign your name on the bottom of a cheque when you are paying for something.

Belki bir şey için ödeme yaparken bir çekin altına adınızı yazarsınız.

Maybe another person tries to use your signature somewhere else

Belki başka bir kişi sizin imzanızı başka bir yerde kullanmaya çalışır

and that that signature will be fraudulent

ve o imza sahtekarlık olur

because you are trying to obtain money or do something illegal

çünkü siz sadece o kişinin imzasını kopyalayarak para kazanmaya veya yasa dışı bir şey yapmaya çalışıyorsunuzdur

only by copying that other person's signature.

.

Yes, quite often people like with the Mona Lisa, for example,

Evet, çoğu zaman insanlar Mona Lisa'dan hoşlanırlar, örneğin,

there would be a painting and there would be copies made of it, prints made of it.

bir tablo olur ve onun kopyaları, baskıları yapılırdı. Mona Lisa'nın

Lots of people, thousands, millions of prints have been made of the Mona Lisa,

pek çok insan, binlerce, milyonlarca baskısı yapıldı

but they're not the original.

ama bunlar orijinal değil.

That's not the original.

Orijinali bu değil.

The original is the one hanging in the Louvre.

Orijinali Louvre'da asılı olandır.

I presume it's still on the loose.

Sanırım hala serbest durumda.

Yes, In that we can go and see it in a and we can.

Evet, gidip onu görebiliriz ve görebiliriz.

Haven't been to the Louvre for years.

Yıllardır Louvre'a gitmedim.

No, I've never been there.

Hayır, orada hiç bulunmadım.

I mean, you know, I would love to go and look at the Mona Lisa.

Yani, bilirsin, gidip Mona Lisa'ya bakmayı çok isterim.

Yeah.

Maybe we could do a protest and throw some throw some stuff over it.

Evet.

Belki bir protesto yapıp üzerine bir şeyler atabiliriz.

Do it climate protest like they do in the UK.

Birleşik Krallık'ta yaptıkları gibi iklim protestosu yapın.

I don't think we get anywhere near it, quite frankly.

Açıkçası ona yaklaşabileceğimizi sanmıyorum.

Mr. Duncan.

Bay Duncan.

But yes, the original.

Ama evet, orijinal.

Well, not now.

We've just told everyone we're going to do it at the original.

Şimdi değil.

Az önce herkese orijinalinde yapacağımızı söyledik.

That means there's only one

Bu, dünyada var olan tek bir nesne olduğu anlamına gelir

object of that that exists in the world.

.

Yes, an original article

Evet,

like the Mona Lisa. Just one thing.

Mona Lisa gibi özgün bir makale. Sadece bir şey.

That's all there is.

Hepsi bu kadar.

Like. Like

Beğenmek.

the Eiffel Tower.

Eyfel Kulesi gibi.

That's the original.

Orijinali bu.

The Eiffel Tower.

Eyfel Kulesi.

But there are other Eiffel Tower, as you pointed out,

Ama başka Eyfel Kulesi de var, sizin de belirttiğiniz gibi,

copies Facsimiles a good word.

kopyalar güzel bir kelime.

That's a good word.

Bu iyi bir kelime.

A facsimile, a reproduction of it somewhere else.

Bir kopyası, başka bir yerde kopyası.

The original is in Paris.

Orijinali Paris'te.

Yes, but there is one in Las Vegas.

Evet, ama Las Vegas'ta bir tane var.

Yes, there's also one in China.

Evet, Çin'de de bir tane var.

That's not the original. That's at that site.

Orijinali bu değil. O sitede var.

You wouldn't describe it as a fake.

Bunu sahte olarak tanımlamazsınız.

You would just describe it as a reproduction. Yes.

Bunu sadece bir reprodüksiyon olarak tanımlarsınız. Evet.

As as quite often you have houses

Oldukça sık olduğu gibi,

of reproduction furniture.

reprodüksiyon mobilya evleriniz var. Uzun zaman öncesine ait

It's furniture that's made to look like something from a long time ago.

bir şeye benzemek için yapılmış mobilyalar .

You could have reproduction furniture from the French.

Fransızlardan reprodüksiyon mobilyalara sahip olabilirsiniz. 17. yüzyıldan kalma Fransa'dan

I don't have some some kind of style of furniture

bir tür mobilyam yok

from France, from the 17th century.

.

And somebody it now it's the same style, but it's it's a reproduction of something.

Ve birileri şimdi aynı tarzda, ama bu bir şeyin reprodüksiyonu.

It's reproduced from some other original article.

Başka bir orijinal makaleden çoğaltılmıştır.

I'm very partial to a baroque puff.

Barok bir nefese çok düşkünüm.

Really? You can put your feet on them.

Gerçekten mi? Ayaklarını üzerlerine koyabilirsin.

I think you put in front of you when you're watching TV. So.

Sanırım televizyon izlerken önünüze koyuyorsunuz. Bu yüzden.

So yes I.

Yani evet ben.

That's something unoriginal can be described as fake or fraud.

Bu orijinal olmayan bir şey sahte veya sahtekarlık olarak tanımlanabilir.

You learnt to copy something and try to pass it off

Bir şeyi kopyalamayı öğrendiniz ve

as one's own work is to fake something.

kendi işi bir şeyi taklit etmekmiş gibi onu başkalarına aktarmaya çalışıyorsunuz.

This has happened over the years, even though I think it's much harder now.

Bu, şimdi çok daha zor olduğunu düşünmeme rağmen, yıllar içinde oldu.

It's much more difficult to to fake art

Sahte sanat yapmak çok daha zordur

because there are many types of technology that can easily

çünkü gerçek olup olmadığını kolayca görebilen birçok teknoloji türü vardır,

see if it's real or not fake can be

used as a noun verb and also an adjective as well.

isim fiil ve aynı zamanda sıfat olarak da kullanılabilir.

So a fake thing

Yani sahte bir şey

is fake,

sahtedir

and you can also fake something as an action.

ve bir şeyi eylem olarak da taklit edebilirsiniz.

So you are faking something.

Yani bir şey uyduruyorsun.

Maybe a person who who doesn't want to live anymore.

Belki de artık yaşamak istemeyen bir insan.

Or maybe they are sick of life and they decide to change their identity.

Ya da belki hayattan bıkmışlardır ve kimliklerini değiştirmeye karar verirler.

But first of all, they have to fake their death so they might go to the beach

Ama her şeyden önce, sahile gidip

and leave all their clothes at the edge of the beach,

tüm kıyafetlerini sahilin kenarında bırakmak için ölü taklidi yapmaları gerekiyor

and then everyone will think, Oh, oh, no, Mr.

ve sonra herkes, Oh, oh, hayır, Bay

Duncan, he's killed himself. Oh, no.

Duncan, kendini öldürdü diye düşünecek. Oh hayır.

And then I can go and live my life in peace and quiet as another person.

Ve sonra başka bir insan olarak gidip hayatımı huzur ve sessizlik içinde yaşayabilirim.

Why would you go to France?

Neden Fransa'ya gittin?

I would go to the French hills.

Fransız tepelerine giderdim.

I would go to the DU doing Boucher.

Boucher yaparak DU'ya giderdim.

Wouldn't you be better off in South America? You could hide away. There.

Güney Amerika'da daha iyi olmaz mıydı? Saklanabilirdin. Orada.

No one's going to come to South America to look for you. It's too hot.

Kimse seni aramaya Güney Amerika'ya gelmeyecek . Çok sıcak.

Whereas I would go to they would go to France to look for you.

Ben giderdim, onlar ise sizi aramak için Fransa'ya giderlerdi.

Hide away in the indigenous populations of the of the Amazon rainforest.

Amazon yağmur ormanlarının yerli halklarında saklanın.

They might notice me though.

Yine de beni fark edebilirler.

I mean, I'm six foot tall.

Demek istediğim, 1,80 boyundayım.

Oh, here's a good one from the vaccine.

Oh, işte aşıdan güzel bir tane.

Yabuki counterfeit.

Yabuki sahte.

Oh, Oh, yes. Counterfeit. Counterfeit.

Ah, evet. Sahte. Sahte.

Like in money. Counterfeit money.

Parada olduğu gibi. Sahte para.

It just means it's not real money, Not being produced by the government.

Bu sadece gerçek para olmadığı, hükümet tarafından üretilmediği anlamına gelir.

And it's and it's printing machines.

Ve bu ve bu baskı makineleri.

Counterfeit.

Sahte.

Yes, it's often used to describe,

Evet, genellikle tarif etmek için kullanılır,

but it can be used to describe paint in the counterfeit painting.

ancak sahte tablolardaki boyayı tarif etmek için kullanılabilir .

But money is often used to describe money.

Ancak para genellikle parayı tanımlamak için kullanılır. Devletin ürettiği

That is is not the real money that was produced by the government.

gerçek para bu değil .

Yeah.

Counterfeit coins, counterfeit paper.

Evet.

Sahte madeni paralar, sahte kağıtlar.

There's not much paper.

Fazla kağıt yok.

Not much paper money anymore.

Artık çok fazla kağıt para yok. Yok

It's disappearing, isn't it?

oluyor değil mi?

Rapidly.

It's all being replaced with with cards and chip and pin.

Hızlıca.

Hepsi kartlar, çip ve pin ile değiştiriliyor.

But yes, that used to be a big business, doesn't it?

Ama evet, bu eskiden büyük bir işti, değil mi? Demek

I mean, if you were a criminal and you wanted to produce counterfeit money, that was big business

istediğim, eğer bir suçluysanız ve sahte para üretmek istiyorsanız, bu

for counterfeiters.

kalpazanlar için büyük bir işti.

If you are somebody that that makes fake

Sahte şeyler yapan biriyseniz

things, you're a counterfeiter,

, kalpazansınız demektir

then.

Thank you very much for that word.

.

Bu söz için çok teşekkür ederim.

Yassine

Yasin

Yes, Counterfeit.

Evet, Sahte.

It's a great word.

French It's a counterfeit, yes.

Bu harika bir kelime.

Fransızca Sahte, evet.

Or a fake. It is not real.

Ya da sahte. Bu gerçek değil.

Something fake as a Now,

Şimdi olarak sahte bir şey,

to fake something as a verb is pretend.

fiil olarak sahte bir şey yapmak, taklit etmektir.

Of course you pretend you fake something.

Tabii ki bir şey uyduruyormuş gibi yapıyorsun. Ölü

You fake your death maybe you use,

taklidi yaparsın belki kullanırsın,

you fake your laughter,

sahte kahkahalar atarsın,

maybe you hear a joke but you don't like it.

belki bir fıkra duyarsın ama hoşuna gitmez.

But you still laugh.

Ama yine de gülüyorsun.

You fake your laughter, a fake item as an adjective.

Sahte gülüyorsun, sıfat olarak sahte bir eşya.

So something that is not the real thing and and is not genuine and insincere person.

Yani gerçek olmayan bir şey ve samimi ve samimiyetsiz bir insan değil.

So the opposite of what we said earlier, an insincere person

Yani daha önce söylediğimizin aksine, samimiyetsiz bir insan

might be described as fake or behaving in a fake way.

sahtekar veya sahte davranan biri olarak tanımlanabilir.

And I think this happens a lot nowadays.

Ve bence bu günümüzde çok oluyor.

A lot of people are fake in their in their attitude and their appearance.

Pek çok insan tavırlarında ve görünüşlerinde sahtedir.

Social media, you only have to go on to

Sosyal medya, sadece

some of the websites like Instagram and you see a lot of fake people

Instagram gibi bazı web sitelerine girmeniz gerekiyor ve

with their fake life

sahte hayatlarıyla

pretending to have the life that they don't really have.

gerçekte sahip olmadıkları bir hayata sahipmiş gibi davranan birçok sahte insan görüyorsunuz.

Yes, they are fake.

Evet, onlar sahte.

A genuine thing is real.

Gerçek bir şey gerçektir.

A fake thing is unreal or an original.

Sahte bir şey gerçek değildir veya orijinaldir.

That's another interesting word, something unoriginal,

Bu başka bir ilginç kelime, orijinal olmayan bir şey,

maybe something that's been done before.

belki daha önce yapılmış bir şey.

And now you are doing it again.

Ve şimdi tekrar yapıyorsun.

But you are pretending that

Ama sen

you created it.

onu kendi yarattığını iddia ediyorsun. "

You're saying, Oh, this, this type of humour.

Oh, bu, bu tür bir mizah" diyorsunuz. ben

I created it.

yarattım

But then someone says, Oh no, your idea is unoriginal, it's been done before.

Ama sonra biri, Ah hayır, senin fikrin orijinal değil, daha önce yapıldı, diyor.

You're basically copying somebody else's style.

Temel olarak başka birinin stilini kopyalıyorsunuz.

So yes, you could be described as unoriginal

Yani evet, hareketiniz bir başkasınınkine benziyorsa, orijinal olmayan olarak tanımlanabilirsiniz

if your act is is similar to somebody else's,

,

but you've decided that you try yourself.

ancak siz kendiniz denemeye karar verdiniz.

Yeah.

Evet.

Whereas if you come up with a and comedy's a good

Oysa bir ve komedi ile gelirseniz,

a good way of describing that. Hmm.

bunu tanımlamanın iyi bir yolu. Hmm.

So something that is not original

Yani orijinal olmayan bir şey,

stealing a person's idea

bir kişinin fikrini çalmak

or copying something and passing it off

veya bir şeyi kopyalayıp

as your own work produces, a fake item.

kendi eserinizmiş gibi dağıtmak, sahte bir eşya.

However, we can often use different terms

Ancak çalınan fikirleri tanımlarken sıklıkla farklı terimler kullanabiliriz

when describing stolen ideas.

.

We often call this Plager, and this is a big subject,

Buna sık sık Plager deriz ve bu büyük bir konudur

and it's something that that often comes around

ve müzik gibi şeylerde sık sık ortaya çıkan bir şeydir

with things like music. A lot.

. Çok fazla.

A lot of people will say, Oh, that piece of music sounds very much like another piece of music.

Pek çok insan, Oh, bu müzik parçası başka bir müzik parçasına çok benziyor diyecektir.

And maybe you will assume that that person has copied or stolen

Ve belki de o kişinin

some of that music and made it their own.

o müziğin bir kısmını kopyaladığını veya çaldığını ve kendisinin yaptığını varsayarsınız.

I remember many years ago a lot of people

Yıllar önce pek çok kişinin

accused Andrew Lloyd Webber of stealing

Andrew Lloyd Webber'ı

famous composers music and making it into his own.

ünlü bestecilerin müziğini çalıp kendi müziğine dönüştürmekle suçladığını hatırlıyorum.

So so it can happen.

Böylece gerçekleşebilir.

But sometimes you will take action against someone.

Ama bazen birine karşı harekete geçeceksin.

Very recently there was

Çok yakın bir zamanda,

a court case that was thrown out of court

mahkemeden atılan bir dava vardı

and came along and says, Oh, that that song has two notes that sound like my song.

ve ortaya çıkıp, Ah, bu şarkının benim şarkıma benzeyen iki notası var.

I know it didn't happen.

Bunun olmadığını biliyorum.

It didn't happen.

So plagiarism, especially these days

Olmadı.

Yani intihal, özellikle

where you can write an essay or an article and maybe you just copy it

bir deneme veya makale yazabildiğiniz ve belki de

from another person, it's often used for literature, isn't it?

başka bir kişiden kopyaladığınız bu günlerde, genellikle edebiyat için kullanılıyor, değil mi?

Plagiarism?

İntihal?

Yeah.

Copying somebody else's work and passing it off as your own.

Evet.

Başkasının çalışmasını kopyalayıp kendinizinmiş gibi göstermek.

Normally something that's written or created

Normalde müzik gibi sanatsal olarak yazılmış veya yaratılmış bir şey

artistically, such as music.

.

The act of plagiarism is when a person uses

İntihal eylemi, bir kişinin

another person's intellectual property.

başka bir kişinin fikri mülkiyetini kullanmasıdır.

So these days we often say IP.

Yani bu günlerde sık sık IP diyoruz.

So if you hear a person talk about IP, what they're actually talking about

Dolayısıyla, bir kişinin IP hakkında konuştuğunu duyarsanız, aslında bahsettiği şey

is intellectual property, that thing that came

fikri mülkiyettir,

from that person's brain.

o kişinin beyninden çıkan o şeydir.

So I love this word.

O yüzden bu kelimeyi seviyorum. Kelimenin

It literally means something that the person produced with their own brain.

tam anlamıyla kişinin kendi beyni ile ürettiği bir şey demektir .

They made that thing reality.

O şeyi gerçeğe dönüştürdüler.

It is their intellectual property and certain countries will plagiarise

Bu onların fikri mülkiyetidir ve bazı ülkeler

particularly

technology from other countries and pass it off as their own

özellikle

diğer ülkelerden teknolojiyi çalacak ve kendilerininmiş gibi dağıtacak

and create their own like cars as well, things like that.

ve kendi benzer arabalarını da yaratacak, bunun gibi şeyler.

They're often copied and and the ideas behind how to produce

Genellikle kopyalanırlar ve bu teknolojinin nasıl üretileceğinin arkasındaki fikirler

that technology is often plagiarised by other countries.

genellikle başka ülkeler tarafından çalınır.

Yeah, it's to produce it cheaper and then sell it back to everybody else. Yes.

Evet, daha ucuza üretip sonra herkese geri satmak. Evet.

Designs of things.

Şeylerin tasarımları.

So maybe a person designs something or invents something

Yani belki bir kişi bir şey tasarlar veya bir şey icat eder

and then another person steals their idea like Thomas Edison.

ve sonra başka biri Thomas Edison gibi fikirlerini çalar.

Apparently that's what he used to do quite often.

Anlaşılan, sık sık yaptığı şey buydu.

He would often steal other people's ideas and, make them his own

Sıklıkla diğer insanların fikirlerini çalar ve onları kendi

thing, thought of and then used artistically

işi haline getirir, düşünür ve sonra sanatsal

or in practice is intellectual property.

veya pratikte fikri mülkiyet hakkı olarak kullanırdı.

So I think that's a good way of describing that, something

Bence bu, sanatsal olarak yaratılmış bir şeyi tanımlamanın iyi bir yolu

that is created artistically.

.

It comes from the brain, it comes from a person's head.

Beyinden gelir, kişinin kafasından gelir.

They created it using their mind.

Akıllarını kullanarak yarattılar.

For example, the character of Harry Potter

Örneğin, Harry Potter karakteri

is the intellectual property of J.K.

J.K.'nin fikri mülkiyetidir.

Rowling,

Rowling,

even though these days

bugünlerde

she often doesn't admit to it.

bunu çoğu kez kabul etmese de.

Something fake is unreal.

Sahte olan bir şey gerçek değildir.

Counterfeit. So there it is.

Sahte. İşte orada.

There is the word we had earlier.

Daha önce kullandığımız bir kelime var.

Counterfeit, Forged O Forge.

Sahte, Sahte O Sahte. Bir

If you forged something, you create a copy of another thing.

şeyin sahtesini yaptıysanız, başka bir şeyin kopyasını yaratırsınız.

Bogus.

Sahte.

Oh, something not real, something not true.

Oh, gerçek olmayan bir şey, doğru olmayan bir şey.

You are pretending to do it.

Yapıyormuş gibi yapıyorsun. Başarıyormuş gibi

You are pretending to make it.

yapıyorsun.

You are producing something that isn't real.

Gerçek olmayan bir şey üretiyorsunuz.

It is bogus.

Bu sahte.

A replica, as you said earlier,

Daha önce söylediğin gibi bir kopya,

a replica of a piece of furniture.

bir mobilya parçasının kopyası.

Something that looks the same as the original.

Orijinaliyle aynı görünen bir şey.

But it's a replica.

Ama bu bir kopya.

But that's not necessarily.

Ama bu zorunlu değil.

See, we've used counterfeit, forged, bogus, knocked off, pirated.

Bakın, sahte, düzmece, düzmece, nakavt, korsan kullandık.

They're all suggestions of criminality taking place,

Bunların hepsi işlenen suçlara ilişkin önerilerdir,

whereas a replica could be

oysa bir kopya,

as long as you've advertised it as a replica

reklamını bir kopya olarak yaptığınız sürece olabilir,

then that necessarily mean it's a criminal act.

o zaman bu mutlaka bunun bir suç eylemi olduğu anlamına gelir.

So you're going to have replica furniture, can't you?

Yani kopya mobilyalarınız olacak, değil mi?

That's it.

And as long as you.

Bu kadar.

Ve senin kadar.

That's how you sell it. Yes.

Böyle satarsın. Evet.

Then this is a replica,

O zaman bu bir replika,

something from 200 years ago.

200 yıl öncesinden bir şey.

Well, what we normally use is, is it is an authorised.

Normalde kullandığımız şey, yetkili olup olmadığıdır.

So you've allowed that thing to be copied.

Demek o şeyin kopyalanmasına izin verdin.

Yes. It is a replica of. Yes.

Evet. nin bir kopyasıdır. Evet.

And quite often you need to get permission.

Ve çoğu zaman izin almanız gerekir.

So if you make something that looks like another thing that a person has created,

Dolayısıyla, bir kişinin yarattığı başka bir şeye benzeyen bir şey yaparsanız,

you can say that it is a replica by Claudia.

bunun Claudia'nın bir kopyası olduğunu söyleyebilirsiniz.

Something is false chicken and sorry.

Bir şey yanlış tavuk ve üzgünüm.

Yes. No.

Evet. Hayır.

Belushi is a genuinely cooking chicken and charred a pie, whatever that is.

Belushi gerçekten tavuk pişiriyor ve kömürleşmiş turta, her ne ise. Kulağa

That sounds nice. I'm sure it's delicious.

hoş geliyor. Eminim lezzetlidir.

Also also knocked off. Yes.

Ayrıca bayıldı. Evet.

As you said, knocked off.

Dediğin gibi, yıkıldı.

If something is knocked off, it means it has been copied illegally.

Bir şey çalınmışsa, yasadışı olarak kopyalanmış demektir.

It is not something that's real or genuine.

Gerçek ya da özgün bir şey değil.

That looks like a knock off.

Bu bir nakavt gibi görünüyor.

You can say.

Söyleyebilirsin.

And finally, we have pirated.

Ve son olarak, korsan olduk.

If something has been pirated, it's been copied.

Bir şey korsansa, kopyalanmıştır.

I remember growing up in the eighties, we had video,

Seksenlerde büyüdüğümü hatırlıyorum, videolarımız,

videocassettes, video movies.

video kasetlerimiz, video filmlerimiz vardı.

You could watch a movie at home on your little video recorder or player,

Evde küçük video kayıt cihazınızda veya oynatıcınızda bir film izleyebilir

and a lot of people would copy the films and sell them illegally, sometimes

ve birçok insan filmleri kopyalar ve bazen

without any real copies existing.

gerçek kopyaları olmadan yasadışı olarak satar.

I remember 1982 when everyone was watching it

1982'yi hatırlıyorum, herkes onu

on their video recorders and you could buy a copy of it.

video kayıt cihazından izliyordu ve bir kopyasını satın alıyordunuz.

And we did.

Ve yaptık. 1980'lerde sinemadayken

We actually saw it

aslında evde izlemiştik

at home

when it was in the cinema in the 1980s, but it was terrible quality.

ama kalitesizdi.

You couldn't hear the sound and it was just a person holding

Sesi duyamıyordunuz ve bu sadece tiyatroda kamera tutan bir insandı

a camera in it in the theatre.

.

And sometimes you would see a person walk

Bazen de yanından geçen birini görürdün

by or somebody would start coughing.

ya da biri öksürmeye başlardı.

Yeah.

So pirated is often used when you're describing

Evet.

Bu nedenle korsan, genellikle korsan olan bir şeyin,

music or films that has been ripped off

or knocked off or copied that's illegally

something pirated has been copied illegally,

such as a movie or a piece of music, just to make it clear.

örneğin bir film veya bir müzik parçası gibi yasa dışı olarak kopyalanmış, kopyalanmış veya kopyalanmış müzik veya filmleri açıklığa kavuşturmak için kullanılır.

And we often talk about copyright as well.

Ve sık sık telif hakkı hakkında da konuşuruz.

So copyright is an interesting word

Dolayısıyla telif hakkı ilginç bir kelimedir

because it relates to a person's ability to copy

çünkü bir kişinin

someone else's property or someone else's creation.

başka birinin mülkünü veya başka birinin yaratımını kopyalama yeteneği ile ilgilidir.

So I think that's quite an interesting subject, especially nowadays

Bence bu oldukça ilginç bir konu, özellikle de bugünlerde

because everyone is talking about it.

herkes bunun hakkında konuşuyor.

What is real, What is fake?

Gerçek nedir, Sahte nedir?

Maybe we are not real, maybe we are just

Belki gerçek değiliz, belki de

something that a computer facsimiles.

bilgisayarın kopyaladığı bir şeyiz.

Maybe someone has created this on a computer.

Belki birisi bunu bir bilgisayarda oluşturmuştur.

Maybe we're not even real it all.

Belki de gerçek bile değiliz.

Maybe there is no real Mr. Steve or Mr.

Belki gerçek bir Bay Steve ya da Bay

Mr. Duncan.

Bay Duncan yoktur.

Maybe we are just created here on a computer.

Belki de burada bir bilgisayarda yaratıldık.

We don't exist.

Biz yokuz.

You'll find out when we go to Paris.

Paris'e gittiğimizde öğreneceksin.

But just a lot of and zeros.

Ama sadece bir sürü ve sıfırlar.

I think that is almost right, Mr.

Sanırım bu neredeyse doğru, Bay

Duncan. I'm going to put the kettle on. I need to sit down my legs aching.

Duncan. Su ısıtıcısını koyacağım. Bacaklarım ağrıdığı için oturmam gerekiyor.

I can tell you you're very. You're very.

çok olduğunu söyleyebilirim. Sen çok.

Yes. You're fidgeting to the achy Mr.

Evet. Ağrılı Bay Duncan'a karşı kıpırdanıyorsun

Duncan.

So I'm going to say goodbye now and to everybody out there who's watched today,

.

Bu yüzden şimdi veda edeceğim ve bugün izleyen herkese hoşçakal diyeceğim,

I hope you've learnt something that we've enjoyed it and I look forward to seeing you again on Sunday.

umarım eğlendiğimiz bir şey öğrenmişsinizdir ve sizi Pazar günü tekrar görmeyi dört gözle bekliyorum.

Yes. Good.

Evet. İyi.

Keep that smile on your face and enjoy.

Yüzünüzdeki gülümsemeyi koruyun ve keyfini çıkarın.

Is that a fake smile? No, that's good.

Bu sahte bir gülümseme mi? Hayır, bu iyi.

A fake smile that some people often say that, don't they?

Bazı insanların sık sık söylediği sahte bir gülümseme değil mi?

If you smile, somebody

Eğer gülümsersen,

a fake smile is when you don't use your eyes.

gözlerini kullanmadığın zaman birinin sahte gülüşüdür.

You sort of just go, Hmm, There it is.

Hmm, işte orada.

As Mr.

Bay

Stills, Fake smile is a fake smile.

Stills olarak, Sahte gülümseme sahte bir gülümsemedir.

So you your eyes are not saying what your mouth is doing.

Yani gözlerin ağzının ne yaptığını söylemiyorsun.

You're pretending to smile. A fake smile.

Gülüyormuş gibi yapıyorsun. Sahte bir gülümseme.

Right.

Sağ.

On that note, as we say,

Bu notta, dediğimiz gibi,

I say goodbye and see you on Sunday.

vedalaşıyorum ve Pazar günü görüşürüz.

See you later, Mr. Steve.

Sonra görüşürüz, Bay Steve.

Mr. Steve is back on Sunday.

Bay Steve Pazar günü geri döndü.

We have a big one on Sunday.

Pazar günü büyük bir etkinliğimiz var.

Of course.

It's 2 hours on Sunday, not just one hour

Elbette.

Pazar günü 2 saat, sadece bir saat

or one and a half hours, but 2 hours on Sunday.

veya bir buçuk saat değil, Pazar günü 2 saat.

So we will be back with you.

Bu yüzden sizinle geri döneceğiz.

Looking forward to seeing seeing you.

Seni görmeyi dört gözle bekliyorum.

And we will be with Mr.

Ve biz de Bay Steve ile birlikte olacağız

Steve as well.

.

We will see you on Sunday.

Pazar günü görüşürüz. Bugün

Thank you very much for watching today. It's been lovely.

izlediğiniz için çok teşekkür ederim . Çok güzeldi.

Very nice having you here.

Burada olman çok güzel.

And We will see you on Sunday.

Ve Pazar günü görüşürüz.

Enjoy the rest of your Wednesday.

Çarşamba gününüzün geri kalanının tadını çıkarın.

Enjoy the rest of your week and I will see you soon.

Haftanın geri kalanının tadını çıkar, yakında görüşürüz.

This is Mr.

Ben

Duncan in England saying thanks for watching

İngiltere'den Bay Duncan izlediğiniz için teşekkür ediyor

and I hope you stay happy.

ve umarım mutlu kalırsınız.

Keep that smile on your face as walk amongst the human race.

İnsan ırkının arasında yürürken o gülümsemeyi yüzünüzden eksik etmeyin.

And of course, you know what's coming next.

Ve tabii ki, sırada ne olduğunu biliyorsun.

Yes, you do...

Evet, yapıyorsun...

ta ta for now

şimdilik ta ta