SWEATING COB-NUTS - IT'S A HOT ONE! / English Addict - 207 - live learning / Sunday 10th JULY 2022

And there it is.

The view outside looking rather nice.

Ve işte burada.

Dışarıdaki manzara oldukça hoş görünüyor.

It is a hot day.

Sıcak bir gün.

How hot is it? Well,

Ne kadar sıcak?

everything around me is melting.

Etrafımdaki her şey eriyor.

I can't even go outside with my ice cream

Dondurmamla dışarı bile çıkamıyorum

because it will melt in seconds.

çünkü saniyeler içinde eriyecek.

Here we go, then. Yes, we are back.

İşte başlıyoruz o zaman. Evet, geri döndük.

And it is English addicts coming to you live and direct

Ve İngiliz dilinin çok sıcak ve terli bir doğum yerinden canlı ve doğrudan size gelen İngiliz bağımlıları

from a very hot and sweaty

birthplace of the English language, which just happens to be,

, ki bu da,

Oh my goodness, it's England.

Aman Tanrım, burası İngiltere. O

It's so hard.

kadar zor.

It is absolutely boiling hot.

Kesinlikle çok sıcak.

Hi, everybody.

Selam millet.

This is Mr. Duncan in England. How are you today?

Ben İngiltere'den Bay Duncan. Bugün nasılsın? İyi misin

Are you okay?

?

I hope so.

Umarım. Mutlu

Are you happy?

musun?

I hope you are feeling happy today.

Umarım bugün kendini mutlu hissediyorsundur.

I'm okay, but I'm very hot.

İyiyim ama çok ateşliyim.

Now, I did have two things planned today.

Şimdi, bugün planladığım iki şey vardı.

I was going to do my live

Canlı

stream outside, but unfortunately it is so hot

yayınımı dışarıda yapacaktım ama ne yazık ki çardağımı kurarken hava çok sıcak

whilst setting up

my gazebo outside.

.

And let's be honest, I haven't used my gazebo

Ve dürüst olalım, çardağımı

for a very long time, so I thought today I would use it.

çok uzun zamandır kullanmıyorum, bu yüzden bugün kullanayım dedim.

But unfortunately, because it's so hot outside,

Ama ne yazık ki dışarısı çok sıcak olduğu için

I've decided to stay in the studio.

stüdyoda kalmaya karar verdim.

That's how hot it is.

İşte bu kadar sıcak.

Not only that, but we also have lots of insects

Sadece bu da değil, aynı zamanda

buzzing around outside as well, getting everywhere,

dışarıda vızıldayan, her yere giren,

getting under my clothing and

kıyafetlerimin altına ve hatta

dare I say, into my shorts, which is not a good idea, really.

şortuma girmeye cüret eden birçok böcek var ki bu gerçekten iyi bir fikir değil.

It's very distracting when something is buzzing around inside your shorts.

Şortunun içinde bir şeylerin vızıldaması çok dikkat dağıtıcı.

So instead, I decided to stay in the studio.

Bunun yerine stüdyoda kalmaya karar verdim.

Although it is supposed to be cool in here, but it isn't.

Buranın havalı olması gerekmesine rağmen, öyle değil.

It's probably hotter in here than it is outside.

Muhtemelen burası dışarıdan daha sıcak.

But the good thing is, we don't have the insects in here.

Ama iyi olan şey, burada böcekler yok.

We have no annoying creatures buzzing around.

Etrafta vızıldayan rahatsız edici yaratıklarımız yok.

However,

Ancak,

we do have one

creature that will be coming into the studio and buzzing around Mr.

stüdyoya gelecek ve Bay Steve'in etrafında vızıldayacak olan bir yaratığımız var.

Steve is actually here today.

Aslında bugün burada.

Can you believe it? He's here.

Buna inanabiliyor musun? O burada.

Mr. Steve will be here.

Bay Steve burada olacak.

Okay, that's enough.

Tamam, bu kadar yeter.

Mr. Steve will be here at.

Bay Steve burada olacak.

Around about 2:30.

2:30 civarı.

He hasn't got a rehearsal today.

Bugün provası yok.

I thought he was away, but he isn't.

Uzakta olduğunu sanıyordum ama değil.

He's here today.

Bugün burada.

Live from 2:30.

2:30'dan itibaren canlı yayında.

For those who don't know who I am.

Kim olduğumu bilmeyenler için.

My name is Duncan.

Benim adım Duncan.

Normally I am cool and laid back, but today I am not cool.

Normalde havalı ve rahatım ama bugün havalı değilim.

I am hot everywhere.

Her yerim yanıyor.

Certain parts of my body have become so hot

Vücudumun bazı bölgeleri o kadar ısındı ki

I've had to stick them out of the window.

onları pencereden dışarı atmak zorunda kaldım.

I had to open the window earlier

Pencereyi daha önce açmam gerekti

and I had to put something out of the window to cool it down.

ve soğutmak için pencereden dışarı bir şey koymam gerekti .

Don't worry, though, before anyone complains.

Yine de kimse şikayet etmeden endişelenmeyin.

Don't worry. It's all right.

Merak etme. Her şey yolunda.

It's only my feet.

Sadece ayaklarım.

My big feet.

Koca ayaklarım.

We're getting rather hot in the studio.

Stüdyoda oldukça ısınıyoruz.

Anyway, enough of that.

Her neyse, bu kadar yeter.

My name is Duncan.

Benim adım Duncan.

I talk about English.

İngilizce hakkında konuşuyorum.

Sometimes I'm cool and sometimes I'm hot.

Bazen havalıyım bazen de ateşliyim.

Today I am hot.

Bugün ateşliyim.

So now we have the introductions out of the way.

Yani şimdi tanıtımları yoldan çıkardık.

You can see the scenery behind me.

Arkamdaki manzarayı görebilirsiniz.

That is the view out of the window.

Pencereden görünen manzara budur.

And you can see how hot it is.

Ve ne kadar sıcak olduğunu görebilirsiniz.

You can actually see the heat vapour.

Aslında ısı buharını görebilirsiniz.

That is how hot it is today.

Bugün hava bu kadar sıcak.

It's a very hot one today.

Bugün çok sıcak.

I do have my electric fan in the studio.

Stüdyoda elektrikli vantilatörüm var.

I might have to put that on in a minute, especially when Steve arrives.

Bunu bir dakika içinde takmam gerekebilir, özellikle Steve geldiğinde.

Steve is very sensitive to hot things.

Steve sıcak şeylere karşı çok hassastır.

We had a lovely day yesterday, by the way.

Bu arada dün çok güzel bir gün geçirdik.

By the way, can I just say we had a lovely day.

Bu arada güzel bir gün geçirdiğimizi söyleyebilirim.

We went to see Mr.

Steve's mother, who was not very well last week.

Geçen hafta pek iyi olmayan Bay Steve'in annesini görmeye gittik. Biz de

So we went there, we had a lovely meal and we even went outside

oraya gittik, güzel bir yemek yedik ve hatta dışarı çıkıp

and had a lovely walk in the sunshine because it was also a hot day yesterday.

gün ışığında güzel bir yürüyüş yaptık çünkü dün de hava sıcaktı. Hava

It was really hot and Mr.

çok sıcaktı ve Bay

Steve's mum was outdoors.

Steve'in annesi dışarıdaydı.

I will be showing a photograph in a few moments of Mr.

Steve and his mother yesterday

Dün

when we were out having a lovely meal. So.

güzel bir yemek yerken Bay Steve ve annesinin bir fotoğrafını göstereceğim. Bu yüzden.

So I hope you are okay.

Umarım iyisindir.

I am absolutely exhausted already.

Ben zaten çok yoruldum.

I was outside trying to build my gazebo and I gave up.

Dışarıda çardağımı yapmaya çalışıyordum ve pes ettim.

It was too hot.

Fazla sıcaktı.

So instead of being outside

Bu yüzden dışarıda olmak yerine

I decided to do my live stream in the studio.

canlı yayınımı stüdyoda yapmaya karar verdim.

Even though now I'm thinking maybe we should have gone outside, I'm not sure.

Şimdi belki de dışarı çıkmalıydık diye düşünüyorum ama emin değilim.

Sometimes it's very hard to make decisions, don't you think?

Bazen karar vermek çok zor değil mi ?

Anyway, here we are.

Her neyse, işte buradayız.

We've made it all the way to the end of another weekend

Bir haftasonunun daha sonuna geldik

and we are coming up to the middle of July.

ve temmuzun ortasına geliyoruz.

Can you believe it already?

Şimdiden inanabiliyor musun?

This time next week we will already be halfway through July.

Gelecek hafta bu zamanlar, şimdiden Temmuz ayının yarısını geçmiş olacağız.

This year is going by so quickly.

Bu yıl çok hızlı geçiyor.

Yes, it's Sunday, baby.

Evet, bugün Pazar bebeğim.

Beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep, beep.

Bip, bip, bip, bip, bip, bip, bip, bip, bip, bip, bip.

It is a hot one.

Bu sıcak bir tanesi.

I'm so hot.

Ben çok seksiyim.

How hot is it?

Ne kadar sıcak?

I will tell you in a moment.

Birazdan söyleyeceğim.

It is scorching who, as we like to say here, scorching.

Burada söylemekten hoşlandığımız gibi kavurucu kim kavurucu.

I love that word.

Bu kelimeyi seviyorum.

The word scorcher ing means to be so heart, to be so hot.

Kavurucu kelimesi çok yürekli olmak, çok sıcak olmak demektir.

It almost or the thing in question is almost burning.

Neredeyse ya da söz konusu şey neredeyse yanıyor.

Almost, not quite, but it is scorching.

Neredeyse, tam olarak değil, ama kavurucu.

Maybe the sunshine today.

Belki bugün güneş ışığı.

The brightness of the sun is hot enough

Güneşin parlaklığı,

to actually burn things.

nesneleri gerçekten yakacak kadar sıcaktır.

Well, I know for a fact your skin will burn.

Derinin yanacağını kesin olarak biliyorum.

Definitely.

Kesinlikle.

If you go outside today in the sun because it is very hot scorching.

Bugün dışarı çıkarsanız güneş çok sıcak olduğu için kavurucu.

So in fact, what's it like where you are?

Yani aslında, bulunduğunuz yer nasıl bir yer?

Are you hot?

Ateşli misin?

I am absolutely baking here at the moment.

Şu anda kesinlikle burada pişiriyorum.

I hope you are okay where you are.

Umarım olduğun yerde iyisindir.

Another look outside the window.

Pencereden dışarı başka bir bakış.

Oh, I. I

Oh, ben.

can I survive today?

Bugün hayatta kalabilir miyim?

I'm just wondering if I'm going to survive today's live stream because it's so hot already.

Bugünkü canlı yayından sağ çıkıp çıkamayacağımı merak ediyorum çünkü şimdiden çok sıcak.

I'm getting dizzy spells.

Başım dönüyor.

Very strange.

Çok ilginç. İşte

So there it is.

orada.

Looking outside right now, blue sky, everything is hot.

Şu anda dışarıya bakıyorum, mavi gökyüzü, her şey sıcak.

And apparently next week

Ve görünüşe göre önümüzdeki hafta daha

it's going to get even hotter.

da sıcak olacak. Dünyanın çok ısındığını söyleyen

I'm starting to believe all of those scientists

bilim adamlarının hepsine inanmaya başlıyorum

who are saying that the earth is getting too hot.

. Kelimenin

It's literally too hot for human beings.

tam anlamıyla insanlar için çok sıcak.

And I'm starting to think maybe, yeah,

Ve belki, evet,

they might have a point, to be honest.

dürüst olmak gerekirse, haklı olabileceklerini düşünmeye başlıyorum.

So it is a hot one.

Bu yüzden sıcak bir tanesidir.

And next week, apparently it is it is going to be in the mid-thirties

Ve gelecek hafta, görünüşe göre burası otuzların ortalarında

here, maybe even

, hatta belki

40 degrees.

40 derece olacak.

Surely that that can't be right.

Elbette bu doğru olamaz.

It can't be 40 degrees here next week.

Gelecek hafta burada 40 derece olamaz.

That's impossible.

Bu imkansız.

It's never been so 40 degrees.

Hiç bu kadar 40 derece olmamıştı.

I'm a little

shocked and slightly worried about that because everything is dry already

Bu konuda biraz şok oldum ve biraz endişeliyim çünkü zaten her şey kuru

and I'm not sure what will happen if we have 40 degree heat.

ve 40 derecelik bir sıcaklığa sahip olursak ne olacağından emin değilim.

I think it might everything might start

Sanırım

bursting into flames, including me.

ben de dahil olmak üzere her şey alev almaya başlayabilir.

Anyway, we've made it towards the end of another weekend.

Her neyse, bir haftasonunun daha sonuna doğru geldik.

I hope your week has been good.

Umarım haftanız iyi geçmiştir.

We had a lovely time yesterday with Mr.

Bay Steve'in annesiyle dün çok güzel zaman geçirdik

Steves mother.

.

Would you like to see a photograph?

Bir fotoğraf görmek ister misiniz?

I'm losing my voice already.

Zaten sesimi kaybediyorum.

That's not a good start. Sit.

Bu iyi bir başlangıç ​​değil. Oturmak.

Here is Mr.

Steve and his mother yesterday.

Dün Bay Steve ve annesi burada.

Oh, don't they look lovely? They're having a lovely time.

Ah, çok hoş görünmüyorlar mı? Çok güzel vakit geçiriyorlar. Dün

There they are yesterday.

oradalar.

Out in the hot sunshine.

Sıcak güneş ışığında.

I will show that picture a little bit later on.

Bu resmi biraz sonra göstereceğim.

Again, don't worry.

Yine merak etmeyin.

I'm not holding it back from you.

Senden saklamıyorum.

I can't give you too much, though, because you might not stick around.

Yine de sana fazla bir şey veremem, çünkü ortalıkta dolaşamayabilirsin.

And I need you.

Ve sana ihtiyacım var.

I need your support, to be honest.

Dürüst olmak gerekirse desteğinize ihtiyacım var.

Here we go, then. Yes.

İşte başlıyoruz o zaman. Evet.

Just to prove how hot it is today.

Sadece bugünün ne kadar sıcak olduğunu kanıtlamak için.

Look, it is very hot, apparently here at the moment.

Bak, görünüşe göre şu anda burası çok sıcak. Benim bulunduğum yerde hava

It is around 28 Celsius here

28 santigrat civarında

where I am, but towards London

, ama Londra'ya doğru

it is 30.

30.

It might even be as high as 31

degrees in London today,

Bugün Londra'da 31 derece bile olabilir,

but here it's only around 28.

ama burada sadece 28 santigrat civarında.

It does sound as if I'm saying that everything here is cool and relaxed, but it isn't.

serin ve rahat, ama değil.

It's boiling hot.

Sıcak kaynıyor.

And that's the reason why I'm in the studio and not outside.

İşte bu yüzden dışarıda değil de stüdyodayım.

Hello to the live chat.

Canlı sohbete merhaba.

Don't worry, I haven't forgotten you.

Merak etme seni unutmadım.

Hello to you.

Merhaba sana.

Oh, hello, Beatrice. Congratulations, Beatrice.

Merhaba Beatrice. Tebrikler, Beatrice.

Guess what.

You are first on today's live chat.

Ne oldu.

Bugünkü canlı sohbette birincisiniz.

It's too hot.

Çok sıcak.

It's too hot for claps.

Alkışlar için çok sıcak.

I haven't got the energy to show my applause.

Alkışlarımı gösterecek enerjim yok.

I'm already exhausted here in the studio.

Burada, stüdyoda çoktan yoruldum.

Congratulate is Beatrice. Also Valentine.

Tebrikler Beatrice. Ayrıca Sevgililer.

We have Claudia.

Claudia'mız var.

Of course.

Today we will be asking what is cooking?

Elbette.

Bugün yemek pişirmek nedir diye soracağız.

Claudia, I know what's cooking here and that's me.

Claudia, burada neyin piştiğini biliyorum ve bu benim.

I am cooking in the studio

Stüdyoda yemek yapıyorum

because it's so hot I might start to melt.

çünkü o kadar sıcak ki erimeye başlayabilirim.

So what's cooking?

Peki ne pişiriyor?

Claudia We will find out a little bit later on.

Claudia Biraz sonra öğreneceğiz.

And also we have who else is here?

Ayrıca burada başka kim var?

Zeekr Hello to you as well.

Zeekr Sana da merhaba.

Very nice to see you here,

Seni burada görmek çok güzel

Maria.

Maria.

We also have Vitesse. Hello, Vitesse.

Vitesse'miz de var. Merhaba, Vitesse.

Buenos dias to you and everyone watching today.

Size ve bugün izleyen herkese iyi günler.

Also, we have

Ayrıca,

can I say hello to Hugh?

Hugh'a merhaba diyebilir miyiz?

Rahm. Hello?

Rahm. Merhaba?

Hey, Rahm. Watching in Mexico?

Selam, Rahm. Meksika'da mı izliyorsunuz?

I have a feeling. Maybe.

Ben bir şey hissediyorum. Belki.

Maybe it is as hot here as it is in Mexico.

Belki burası da Meksika'daki kadar sıcaktır.

Is it right?

Doğru mu?

Am I am I right there?

Orada mıyım?

So we have a round of round 30, 31 degrees today

Yani bugün 30, 31 derecelik bir turumuz var

and maybe higher tomorrow.

ve yarın belki daha yüksek.

Unbelievable.

Inanılmaz.

Global warming is definitely starting.

Küresel ısınma kesinlikle başlıyor.

Olga, hello to Olga.

Olga, Olga'ya merhaba.

Hello to you.

Merhaba sana.

Miguel is also here.

Miguel de burada.

Rosa, we have lots of people joining us today and I hope you will stay with us.

Rosa, bugün bize katılan birçok insan var ve umarım bizimle kalırsın.

We are looking at hot and cold idioms today.

Bugün sıcak ve soğuk deyimlere bakıyoruz.

Things connected to being hot

like this and also being cool and cold,

Bunun gibi sıcak olmakla ve aynı zamanda serin ve soğuk olmakla bağlantılı şeyler,

which is how I wish I was feeling right now.

keşke şu anda böyle hissediyor olsaydım.

But unfortunately, I am not 100.

Ama ne yazık ki 100 yaşında değilim.

Debi has just joined us. Hello to you.

Debi aramıza yeni katıldı. Merhaba sana.

Thank you very much for entering my hot room.

Sıcak odama girdiğiniz için çok teşekkür ederim.

It is hot and steamy here today.

Bugün burası sıcak ve buharlı. Size

I can tell you also we have a whole Luis

ayrıca bir bütün olduğumuzu söyleyebilirim Luis

Mendez is here today.

Mendez bugün burada.

Hello, Louis.

Merhaba Louis.

Nice to see you.

Sizi görmek güzel.

I hope you are staying cool as well because

Umarım siz de sakin kalıyorsunuzdur çünkü

I would imagine where you are.

nerede olduğunuzu hayal edebiliyorum.

It is also hot.

Ayrıca sıcak.

A lot of heat around at the moment.

Şu anda etrafta çok fazla ısı var.

Of course, here in the UK

Elbette, Birleşik Krallık'ta bu hafta

we've had a little bit of drama this week, political drama.

biraz drama yaşadık , politik drama.

We had to say good bye, bye bye, Boris.

Güle güle, güle güle Boris demek zorundaydık.

Bye bye.

Güle güle.

But in fact, we haven't said goodbye because he's still there.

Ama aslında, o hâlâ orada olduğu için vedalaşmadık.

It's very confusing. I know.

Bu çok kafa karıştırıcı. Biliyorum.

So how can someone resign from their job

Öyleyse biri nasıl olur da işinden istifa edebilir

but still be there doing the job?

ama yine de orada işini yapıyor olabilir?

It's very confusing.

Bu çok kafa karıştırıcı.

Politics can be a little confusing sometimes.

Politika bazen biraz kafa karıştırıcı olabilir.

So Boris has left, but he's still there

Yani Boris ayrıldı, ancak

until around October.

Ekim ayına kadar hala orada.

And by that time, hopefully we will have a new Prime Minister.

Ve o zamana kadar, umarım yeni bir Başbakanımız olur.

But at the moment he is still there.

Ama şu anda hala orada.

But I don't think he's doing much.

Ama pek bir şey yaptığını düşünmüyorum.

I would imagine today Boris Johnson is sitting in the garden

Bugün Boris Johnson'ın

at the back of number ten Downing Street

Downing Caddesi on numaranın arkasındaki bahçede

in a deckchair with his trousers

bir şezlongda pantolonunu

rolled up, revealing his knees.

kıvırıp dizlerini ortaya çıkararak oturduğunu hayal edebiliyorum.

And I bet he is sucking on the largest

Ve bahse girerim

ice cream or ice lollipop ever.

şimdiye kadarki en büyük dondurmayı veya buzlu lolipopu emiyordur.

I think so.

Bence de.

All I know is that's what I want to do at the moment.

Tek bildiğim, şu anda yapmak istediğim şeyin bu olduğu.

I wish I was outside at the moment cooling myself down, but I'm not.

Keşke o an dışarıda olup kendimi serinletebilseydim ama değilim.

I'm here in the studio getting very hot.

Burada, stüdyodayım, çok sıcak oluyorum.

Yes, you're right. Mr.

Evet haklısın. Bay

Steve is here today. We have Mr.

Steve bugün burada.

Steve in the studio.

Stüdyoda Bay Steve var.

I suppose the big question is how long will Mr.

Sanırım asıl soru, Bay

Steve actually last today?

Steve'in bugün gerçekten ne kadar dayanacağı?

Because to be honest with you, it's hot.

Çünkü sana karşı dürüst olmak gerekirse, hava çok sıcak.

I think even my computer is struggling today to stay cool.

Sanırım bilgisayarım bile bugün serin kalmak için mücadele ediyor.

And there is one thing I do not want.

Ve istemediğim bir şey var.

I do not want my computer to overheat.

Bilgisayarımın aşırı ısınmasını istemiyorum.

That would not be good.

Bu iyi olmaz.

So I suppose I should ask the question.

Bu yüzden soruyu sormam gerektiğini düşünüyorum.

Shall we ask it now? Okay, then I will ask the question

Şimdi soralım mı? Tamam, o zaman bulabilirsem soruyu soracağım

if I can find it.

.

I can't always find these things, you see.

Bu şeyleri her zaman bulamıyorum, anlıyor musun?

I don't know why.

Neden bilmiyorum.

Sometimes I can't find them.

Bazen onları bulamıyorum.

Okay, here we go.

Tamam, başlıyoruz.

The question is what?

Soru ne?

What us conclude here? What have you got in the pot?

Burada ne sonuca varıyoruz? Tencerede ne var?

What's cooking, Claudia?

Ne pişiriyorsun, Claudia?

Is it something spicy and hot?

Baharatlı ve sıcak bir şey mi?

Is it something salty or not?

Tuzlu bir şey mi, değil mi?

What? Claudia, what is in the pot? Pot?

Ne? Claudia, tencerede ne var? Tencere?

What is in the pot today?

Bugün tencerede ne var?

Claudia, let's have a look, shall we?

Claudia, bir bakalım, olur mu?

Today we are having cake with cream and meringue.

Bugün kremalı ve bezeli pasta yiyoruz.

We are celebrating my father's birthday with my brother.

Abim ile babamın doğum gününü kutluyoruz.

So Claudia is in the party mood with her father.

Demek Claudia babasıyla parti havasında.

I did see some lovely photographs, by the way, on your Facebook page with your dad.

Bu arada Facebook sayfanda babanla çok güzel fotoğraflar gördüm.

So it was very nice to see you both.

Bu yüzden ikinizi de görmek çok güzeldi.

And I hope you will have a nice party today with your father.

Ve umarım bugün babanla güzel bir parti verirsin.

Thank you very much.

Çok teşekkür ederim.

Magdalena is here. Hello, Magdalena.

Magdalena burada. Merhaba Magdalena.

Nice to see you here as well.

Seni burada görmek de güzel. Sıcak olmasına rağmen

Very good to see so many people joining in even though it's hot.

bu kadar çok insanın katıldığını görmek çok güzel .

I would imagine a lot of people are staying in to be honest.

Dürüst olmak gerekirse birçok insanın kaldığını hayal ediyorum.

I think a lot of people are staying in the house.

Sanırım evde çok kişi kalıyor.

They're not even going outside.

Dışarı bile çıkmıyorlar.

I did notice this morning it's very quiet outside.

Bu sabah dışarının çok sessiz olduğunu fark ettim.

I can't hear anyone moving around.

Kimsenin hareket ettiğini duyamıyorum.

So I would imagine that a lot of people are just staying in the house as well.

Bu yüzden birçok insanın da evde kaldığını hayal ediyorum.

Another reason probably is also because

Muhtemelen başka bir sebep de,

it's too expensive to drive around.

etrafta dolaşmanın çok pahalı olması.

We noticed yesterday, I'm sure Steve will talk about this in a few moments.

Dün fark ettik, eminim Steve birazdan bundan bahsedecektir.

But yesterday we did notice that

Ama dün

there were very few cars driving around.

etrafta dolaşan çok az araba olduğunu fark ettik.

There was a lot less traffic than normal.

Normalden çok daha az trafik vardı.

Fewer cars were driving around.

Etrafta daha az araba dolaşıyordu.

And I think the reason is because a lot of people are finding it

Bence bunun nedeni, birçok insanın

very expensive to fill

their cars with petrol or diesel.

arabalarına benzin veya dizel doldurmayı çok pahalı bulması.

So I think that's the reason why a lot of people

Bence birçok insanın

are now choosing to stay at home and not drive around.

artık evde kalmayı ve etrafta araba kullanmamayı seçmesinin nedeni bu.

They want to save their petrol and keep it.

Petrollerini biriktirmek ve ellerinde tutmak istiyorlar.

It's almost become

Neredeyse

as valuable as gold, I would imagine.

altın kadar değerli hale geldi, tahmin ediyorum.

There are people hiding, hiding their cars.

Saklanan, arabasını saklayan insanlar var.

So other people can't steal their petrol.

Böylece başkaları benzinlerini çalamaz.

That used to happen.

Eskiden böyle olurdu. Arabalarımıza

I remember when that used to happen

before we got all of these sophisticated

tüm bu gelişmiş

locking devices on our cars.

kilitleme cihazlarını takmadan önce bunun ne zaman olduğunu hatırlıyorum.

I know that people used to sneak into other people's

İnsanların başkalarının

houses or garages or even outside their house.

evlerine veya garajlarına ve hatta evlerinin dışına gizlice girdiğini biliyorum.

They would steal other people's petrol from their car.

Arabalarından başkalarının benzinini çalarlardı.

So we might see that happening again.

Yani bunun tekrar olduğunu görebiliriz.

Who knows?

Kim bilir?

Anyway, Mr.

Neyse, Bay

Steve will be here in a few moments.

Steve birazdan burada olacak.

Don't worry. I know we have a lot of friends here.

Merak etme. Burada çok arkadaşımız olduğunu biliyorum.

Steve will be talking all about his show that he's in next week.

Steve gelecek haftaki şovu hakkında konuşacak .

So he's actually performing next week.

Yani aslında önümüzdeki hafta performans sergiliyor.

I think it's Thursday, Friday and Saturday.

Sanırım perşembe, cuma ve cumartesi.

Steve will be performing in his show.

Steve şovunda sahne alacak.

So I hope

Bu yüzden umarım

that will go well.

iyi gider.

Steve, coming up, we also have tennis today.

Steve, geliyorum, bugün tenisimiz de var.

Tennis is taking place.

Tenis oynanıyor.

We're talking about the reason why there are

so few cars driving around on the road

Yolda dolaşan arabaların neden bu kadar az olduğu hakkında konuşuyoruz

and we are looking at hot and cold idioms.

ve sıcak ve soğuk deyimlere bakıyoruz.

All of that coming up.

Bunların hepsi geliyor.

But first of all, a little memory,

Ama her şeyden önce, küçük bir hatıra,

a memory of one of my past walks.

geçmiş yürüyüşlerimden birinin hatırası.

And then after this, Mr.

Ve bundan sonra, Bay

Steve will be right here in the studio,

Steve tam burada stüdyoda olacak,

hot and sticky.

ateşli ve yapışkan.

Don't go away.

Gitme.

A few days ago,

Birkaç gün önce

I was actually walking through this very field here

burada tam da bu tarlada yürüyordum

and if you remember, I promised that I would show you

ve hatırlarsanız size

the bloom of the wild garlic.

yabani sarımsağın çiçeklerini göstereceğime söz vermiştim.

So as you can see, all of the wild garlic has now

Gördüğünüz gibi, yabani sarımsakların tamamı

come into bloom and.

çiçek açmaya başladı ve.

Hmm, I really do wish you could smell the aroma in the air.

Hmm, gerçekten havadaki aromayı koklayabilmeni isterdim.

It smells very

Çok

garlicky.

sarımsak kokuyor.

Now, filming in the woods on a summer's

Şimdi, bir yaz günü ormanda çekim yapmak, vakit geçirmek için

day might look like a very enjoyable way to pass the time.

çok keyifli bir yol gibi görünebilir .

It might look like something that is very pleasurable and relaxing.

Çok zevkli ve rahatlatıcı bir şey gibi görünebilir.

However, there are some things you have to be aware of,

Ancak,

such as small obstacles hidden in the undergrowth.

çalıların arasına gizlenmiş küçük engeller gibi dikkat etmeniz gereken bazı şeyler vardır.

For example, this tiny piece of wood look,

Mesela bu küçücük tahta parçası,

this little piece of wood, it looks so innocent, doesn't it?

bu küçük tahta parçası ne kadar masum görünüyor değil mi?

However, if I were to step on this piece of wood,

Ancak bu tahta parçasına basarsam

and if it were to roll underneath my foot

ve üzerine bastığımda ayağımın altında yuvarlanırsa

as I step onto it, I could fall over.

düşebilirim.

I might break an arm or a leg, or even worse,

Bir kolumu ya da bacağımı, hatta daha kötüsü

my neck.

boynumu kırabilirim.

If you are watching at the start of today's live stream,

Bugünkü canlı yayının başında izliyorsanız

you would have seen me standing in front of this lovely field.

beni bu güzel sahanın önünde dururken görmüşsünüzdür. çok

Isn't it beautiful?

güzel değil mi

I must say, it really does feel as if summer is in the air.

Söylemeliyim ki, gerçekten yaz geliyormuş gibi hissettiriyor.

And because

Ve

of this, this particular field is full of rapeseed.

bu nedenle, bu özel alan kolza tohumu ile doludur.

Now, this is something that I've been showing you over the past couple of weeks

Bu, son birkaç haftadır

during my live streams, and now we can see it up

canlı yayınlarım sırasında size gösterdiğim bir şey ve şimdi bunu

close and personal.

yakından ve kişisel olarak görebiliriz.

As I've mentioned before, rapeseed is used for making food oils

Daha önce de belirttiğim gibi, kolza tohumu gıda yağları yapımında

and also for making biofuels as well.

ve ayrıca biyoyakıt yapımında da kullanılıyor. Yenilenebilir şeylerden

Modern fuels, which are made

yapılan modern yakıtlar

from things that are renewable.

.

So these plants every year will grow

Böylece bu bitkiler her yıl büyüyecek

and they can be harvested to make biofuels.

ve biyoyakıt yapmak için hasat edilebilecekler.

It is something that has become very popular

just to show how popular biofuels are nowadays.

Sırf biyoyakıtların günümüzde ne kadar popüler olduğunu göstermek için çok popüler hale gelen bir şey.

Many of the fields in this area are full of rapeseed, which is good for the environment,

Bu bölgedeki tarlaların çoğu çevre için iyi olan kolza tohumuyla dolu

but not very good news for me because I suffer from

ama benim için pek iyi bir haber değil çünkü

hay fever every single year.

her yıl saman nezlesi çekiyorum.

I get terrible hay fever which causes me to sneeze.

Hapşırmama neden olan korkunç bir saman nezlesi alıyorum.

It makes my eyes very itchy.

Gözlerimi çok kaşındırıyor.

In fact, as I'm standing here now, I can feel my nose becoming very itchy.

Aslında, şimdi burada dururken burnumun çok kaşındığını hissedebiliyorum.

I feel as if I want to sneeze.

Hapşırmak istiyormuşum gibi hissediyorum.

So there you can see it.

Yani orada görebilirsin.

The beauty feel rapeseed.

Güzellik kolza tohumu hissediyor. Yaşadığım

Growing around the area in which I live, many people asking Mr.

bölgede büyüyen birçok insan Bay

Duncan, where do you live?

Duncan'a nerede yaşıyorsunuz diye soruyor.

Where do you normally broadcast your live streams from?

Canlı yayınlarınızı normalde nereden yayınlıyorsunuz?

Normally I broadcast from my little studio

Normalde, Shropshire ilçesinde bulunan Wenlock'taki küçük stüdyomdan yayın yaparım

in much Wenlock, which is situated in the county

of Shropshire.

.

You know, there's nothing I enjoy more on a day like this

Biliyor musun, böyle bir günde

than going for a wander.

yürüyüşe çıkmak kadar keyif aldığım başka bir şey yok.

The word wander can have more than one meaning.

Gezinmek kelimesinin birden fazla anlamı olabilir.

It can also be spelt in different ways.

Farklı şekillerde de yazılabilir.

There is wonder with A and wonder with O

A ile merak ve O ile merak vardır,

wonder with A means to roam around.

A ile merak dolaşmak demektir.

You roam around in a casual way

Rahat bir şekilde dolaşıyorsun.

You wander, you wander around the field.

Dolaşıyorsun, tarlada dolaşıyorsun.

You wander around the town

Kasabada dolaşıyorsunuz

and then there is wonder spelt with an O,

ve sonra bir O ile hecelenen bir mucize var,

that particular wonder means to be amazed by something.

bu özel mucize, bir şeye hayret etmek anlamına geliyor.

Something that is amazing to think about is a wonder.

Düşünmesi şaşırtıcı olan bir şey bir harikadır.

You might say wonders of the universe

Evrenin harikaları

or wonders of nature.

veya doğanın harikaları diyebilirsiniz.

So there are two different types of wonder.

Yani iki farklı merak türü vardır.

Now I am going for a wander

Şimdi oraları gezmeye gidiyorum

over there.

.

Okay? It's got so hot in here.

Tamam aşkım? Burası çok sıcak.

We've we've had to open the windows, the doors.

Pencereleri, kapıları açmak zorunda kaldık.

In fact, we've had to open everything.

Aslında, her şeyi açmak zorunda kaldık.

Hello, everyone. Welcome.

Herkese merhaba. Hoş geldin.

This is English addict coming to you live hot and direct

Bu, İngiltere'den canlı ve doğrudan size gelen İngiliz bağımlısı

from England, isn't it?

, değil mi? Bu

It is.

. Çok

It's a hot one, baby.

sıcak bebeğim.

Hello? Surprise!

Merhaba? Sürpriz!

No, I wasn't supposed to be here today.

Hayır, bugün burada olmamam gerekiyordu.

Well, I think I said I wasn't going to be here today, but in fact, I am.

Sanırım bugün burada olmayacağımı söylemiştim ama aslında buradayım.

Yes, we haven't got a rehearsal today, thankfully,

Evet, çok şükür bugün bir provamız yok

because I didn't want to leave our lovely area and go into a hot rehearsal room,

çünkü güzel alanımızdan ayrılıp sıcak bir prova odasına gitmek istemedim,

although next week, every night I shall be in a hot rehearsal room.

ancak gelecek hafta her gece sıcak bir prova odasında olacağım.

So. Yeah, right.

Bu yüzden. Evet, doğru. Bana

Wish me luck.

şans Dile.

You've got a you've got a busy week ahead of you.

Önünüzde yoğun bir hafta var.

Hello, everyone. Welcome. Hello, Mr. Duncan.

Herkese merhaba. Hoş geldin. Merhaba, Bay Duncan.

So just to explain, I did say last week that Steve would not be here, but he is here. So.

Yani sadece açıklamak için, geçen hafta Steve'in burada olmayacağını söylemiştim ama o burada. Bu yüzden.

So that's the reason why Mr. Steve is standing next to me.

Demek Bay Steve'in yanımda durmasının nedeni bu.

Because he is actually here.

Çünkü o aslında burada.

It's not a figment of your imagination.

Bu senin hayal gücünün bir ürünü değil.

You're not having heat stroke or anything like that.

Sıcak çarpması ya da onun gibi bir şey yaşamıyorsun.

You're not you're not having hallucinations.

Halüsinasyon görmüyorsun.

That is really. Mr. Steve.

Bu gerçek. Bay Steve.

How hot is it, Mr.

Ne kadar sıcak, Bay

Steve? Here we go.

Steve? İşte başlıyoruz.

I've got a thermometer.

Bir termometrem var.

Yeah, a thermometer. Thermometer.

Evet, bir termometre. Termometre.

This one is very old.

Bu çok eski. Öyle

It's not. It's analogue.

değil. Bu analog.

non-Digital. Okay, just tell us what the temperature is.

Dijital olmayan. Tamam, bize sıcaklığın ne olduğunu söyle.

It's 80 at the moment

Şu anda 80

or 80

veya 80

degrees Fahrenheit, or if you want it in centigrade, it's

Fahrenheit derece veya santigrat olarak istiyorsanız,

26 and a half, 27 degrees centigrade.

26 buçuk, 27 santigrat derece.

Celsius.

Santigrat.

Centigrade or Celsius.

Santigrat veya Santigrat.

Yeah. I don't think anyone says centigrade anymore.

Evet. Artık kimsenin santigrat dediğini sanmıyorum.

Why do you think.

Neden düşünüyorsun.

Well. Well, that does not surprise me.

Kuyu. Bu beni şaşırtmadı.

Well, this isn't all I have.

Sahip olduğum tek şey bu değil.

This when I was a child, it used to be in my father's greenhouse memories.

Ben çocukken bu, babamın sera anılarında yer alırdı.

And I've kept it all those years later.

Ve yıllar sonra onu sakladım.

And it's what you would call a mercury thermometer, even though I don't think it's got mercury in it.

Ve içinde cıva olduğunu düşünmememe rağmen, cıvalı termometre diyeceğiniz şey bu.

Well, you you will find you will find nowadays, though,

Pekala, bugünlerde bulacağınızı göreceksiniz, ancak

even even professional

profesyonel

meteorologists will still use the old fashioned

meteorologlar bile hala az miktarda cıva kullanan eski moda

the old fashioned thermometer using the little level of mercury.

eski moda termometreyi kullanacaklar .

And then apparently it's more precise.

Ve sonra görünüşe göre daha kesin.

So here in the studio, it's about 26, 27 degrees,

Yani burada, stüdyoda, yaklaşık 26, 27 derece,

but it feels a lot hotter than that, even though now we've opened the way to keep going.

ama şimdi devam etmenin yolunu açmış olsak da, bundan çok daha sıcak geliyor.

Steve, you keep vanishing off and then coming back.

Steve, kaybolup duruyorsun ve sonra geri geliyorsun.

I'm looking at the thermometer. Oh, don't worry about that.

Termometreye bakıyorum. Bunun için endişelenme.

We know it's hot. I know it's hot. You know it's hot.

Sıcak olduğunu biliyoruz. Sıcak olduğunu biliyorum. Sıcak olduğunu biliyorsun.

We were going to be outside today,

Bugün dışarıda olacaktık

but I changed my mind when I realised

ama sıcaktan bitkin düştüğümü fark ettiğimde fikrimi değiştirdim

that I was actually collapsing on the floor with heat exhaustion.

.

So I decided not to do that.

Ben de bunu yapmamaya karar verdim.

You see, it's hot to us because relatively so.

Görüyorsunuz, bizim için sıcak çünkü nispeten öyle.

The difference between what it was say last week

Geçen hafta

or the week before and now is a big difference.

veya önceki hafta söylenenle şimdi arasındaki fark çok büyük.

But you wouldn't want to be in Portugal right now.

Ama şu anda Portekiz'de olmak istemezdin.

Luis said that in his home town in Portugal, it's 42 degrees at the moment.

Luis, memleketi Portekiz'de şu anda 42 derece olduğunu söyledi.

How is that even possible?

Bu nasıl mümkün olabilir?

I'm amazed how casually

a lot of people are accepting these high temperatures, because I don't remember

it ever being over 40 degrees in Europe, but now it is.

Avrupa'da 40 derecenin üzerine çıktığını hiç hatırlamıyorum ama şimdi öyle.

And apparently we are going to get high temperatures next week here in England.

Ve görünüşe göre önümüzdeki hafta burada, İngiltere'de yüksek sıcaklıklar alacağız.

So we are not going to escape those extreme temperatures.

Yani bu aşırı sıcaklıklardan kaçmayacağız.

It looks as if we might be getting 36 or maybe 37.

36 ya da belki 37 olacakmış gibi görünüyor.

But the weather men are getting very excited because they actually want it to get to 40.

Ama hava durumu görevlileri çok heyecanlanıyor çünkü aslında 40'a çıkmasını istiyorlar.

They get really excited by these things because then it will break all records

so that wishing it to get to 40, of course, that's very,

40'a gelmek tabii ki

very bad for elderly people, for heat.

yaşlılar için, ısı için çok ama çok kötü.

Well, for everyone, humanity, particularly elderly people, because they're more vulnerable,

Herkes için, insanlık için, özellikle yaşlılar için, çünkü daha savunmasızlar,

you know, they don't

bilirsiniz, onlar

cool down in the same way that we do, don't they?

bizim gibi soğumazlar, değil mi?

No, I don't think I don't think they get

Hayır,

the same signals, you know, that they will keep all their clothes on.

aynı sinyalleri aldıklarını sanmıyorum, bilirsin, tüm kıyafetlerini üzerlerinde tutacaklar.

If you notice, elderly people, they well, they they go outside in hot

Dikkat ederseniz yaşlı insanlar, sıcak

weather with with, you know, jackets on and coats.

havalarda hani ceket ve montla dışarı çıkarlar.

But then somehow something happens when you get older, your brain

Ama sonra bir şekilde yaşlandığınızda bir şey olur, beyniniz size

doesn't tell you that you're overheating

in the same way it does when you're younger.

gençken olduğu gibi aşırı ısındığınızı söylemez.

So if you know any elderly people, get them naked.

Bu nedenle, herhangi bir yaşlı insan tanıyorsanız, onları soyun.

Now, just take all the clothes off, hands on.

Şimdi, tüm kıyafetlerini çıkar, eller üzerinde.

Take all the clothes off right now.

Hemen tüm kıyafetlerini çıkar.

Unless, of course, it's Mr. Steve's mother.

Tabii bu Bay Steve'in annesi değilse.

And of course they can people can get dehydrated, as we well know.

Ve tabii ki çok iyi bildiğimiz gibi insanlar susuz kalabilirler.

In fact, my mother full of happy stories. Yes.

Aslında annem mutlu hikayelerle dolu. Evet.

As my mother.

annem olarak

And thank you, Louis, for for saying giving giving his

Ve Louis,

your wish is that my mother is is better, but she is a lot better.

dileğini yerine getirmenin annemin daha iyi olduğunu söylediğin için teşekkürler, ama o çok daha iyi.

We see yesterday she is

Dün onun alıngan olduğunu gördük

feisty.

.

She has a lot of she has more energy.

Daha çok enerjisi var.

She has more energy than we do.

Bizden daha fazla enerjisi var.

Do you like my glass?

bardağımı beğendin mi

I've got my water here. Yes.

Burada suyum var. Evet.

Put it in this glass. There's.

Bu bardağa koyun. var. Dün yemek yediğimiz

I definitely did not steal yesterday from the place where we ate.

yerden kesinlikle çalmadım .

I did not steal this glass from the lovely place

Bu bardağı

where we had a delicious meal and some refreshing drinks.

lezzetli bir yemek ve serinletici içecekler içtiğimiz güzel yerden çalmadım. Ben

I did not steal it.

çalmadım.

You were enabled by somebody that.

Öyle biri tarafından etkinleştirildin.

Oh, oh, I didn't steal it.

Oh, oh, onu çalmadım.

Nothing happened.

Hiçbir şey olmadı.

I'm just saying. Now, this is evidence.

Ben sadece söylüyorum. Şimdi, bu kanıt.

If I have to appear in court, this is.

Mahkemeye çıkmam gerekirse, bu.

This is evidence.

Bu kanıt.

It was funny.

Yesterday, we went to visit my mother and

Komikti.

Dün annemi ziyarete gittik ve

we were exhausted when we came back in the afternoon

öğleden sonra

from going out for which was a lovely man.

dışarı çıktığımızda çok yorgunduk ki bu sevimli bir adamdı.

I fell asleep for an hour and a half.

Bir buçuk saat uyuyakaldım.

I fell asleep, but my mother stayed awake continuously.

Uyuyakaldım ama annem sürekli uyanık kaldı.

That's how much she'd worn us out. Yeah.

Bizi bu kadar yıpratmıştı. Evet.

Shall we have a look at the photograph?

Fotoğrafa bir göz atalım mı?

This is Mr.

Steve and his mother yesterday. Here they come.

Bu

dün Bay Steve ve annesi. İşte geliyorlar.

Oh, look at that.

Şuna bak.

Your mother does look quite happy there.

Annen orada oldukça mutlu görünüyor.

And yes, I don't know what you're doing.

Ve evet, ne yaptığını bilmiyorum.

It looks like you're you're wiping your bum on the bush.

Görünüşe göre kıçını çalılara siliyorsun.

That's a very arty looking photograph.

Çok iddialı görünen bir fotoğraf.

Well, I took it.

Ben aldım. Fotoğrafı ben

You can you can always guarantee if I take the photograph, they are always really, really good.

çekersem her zaman garanti edebilirsiniz , her zaman gerçekten çok iyiler.

She doesn't look 92, I've got to say.

92 yaşında görünmüyor, söylemeliyim.

I have to say no in order, you know.

Sırayla hayır demeliyim, biliyorsun.

Actually, you do.

Aslında biliyorsun.

Steve looks 92, but your mother definitely doesn't because it's very rare in looking after my mother.

Steve 92 yaşında görünüyor, ama annen kesinlikle öyle değil çünkü benim anneme bakması çok nadirdir.

She looks amazing.

Harika görünüyor.

I think your mother looks incredible for a very good recovery, I must say.

Bence annen çok iyi bir iyileşme için inanılmaz görünüyor, söylemeliyim. Birkaç gün önce

Where when you took your mother to the hospital a few days ago,

annenizi hastaneye götürdüğünüzde

you actually had a very nice comment from one of the nurses

hemşirelerden birinden

that she couldn't believe that your mother was 92 or is 92 not was is

annenizin 92 yaşında olduğuna ya da 92 yaşında olmadığına inanamadığına dair çok güzel bir yorum almışsınız.

should never say the past tense is 92.

92.

Well, she's 92 in December.

Aralık ayında 92 yaşında.

Yes, she will will be 92.

Evet, 92 olacak.

Yes. Yes, sir.

Evet. Evet efendim.

Thank you for your good wishes.

İyi dileklerin için çok teşekkür ederim.

Not just Louis, but other people have also sent good wishes

Sadece Louis değil, diğer insanlar da iyi dilekler gönderdi

and which is very welcome indeed.

ve bu gerçekten çok hoş.

Yes, we've got the fan on, by the way, if you can hear a humming sound, it's not Mr.

Evet, fanı çalıştırdık, bu arada, bir uğultu duyabiliyorsanız, bu Bay

Steve, it's not Mr. Steve overheating.

Steve değil, aşırı ısınan Bay Steve değil.

You see, we've we've got the fan, we've got the Little Electric Fan

Görüyorsunuz, fanımız var,

blowing the cool air, although it doesn't feel cool.

soğuk hissetmese de soğuk havayı üfleyen Küçük Elektrikli Fanımız var.

We've got the windows open. We've got everything going on.

Pencereleri açtık. Devam eden her şeyimiz var.

Where are you going, Stevie?

Nereye gidiyorsun?

Going up again. It's going up. It's now.

Tekrar yukarı çıkıyorum. Yükseliyor. Kar.

This might be a new dance.

Bu yeni bir dans olabilir.

We'll call it the Steve.

Biz ona Steve diyeceğiz.

Where you do this, you go, oh, 27 and a half.

Bunu yaptığın yere gidersin, oh, 27 buçuk.

We're doing the Mr.

Steve 82 doing that. He's just reaching down for this.

Bunu yapan Bay Steve 82'yi yapıyoruz. Sadece bunun için uzanıyor.

Mr.. Duncan I know it's all right. It's just having fun.

Bay Duncan, sorun olmadığını biliyorum. Sadece eğleniyor.

Having fun. Steve I'm not in the mood for fun.

Eğlenmek. Steve, eğlenecek havamda değilim.

Definitely not. I've noticed that

Kesinlikle hayır.

everything else happening on the live chat.

Diğer her şeyin canlı sohbette olduğunu fark ettim.

Ros, I heard you talking, Claudia and what she's cooking, and you mentioned the cake.

Ros, Claudia ve onun ne pişirdiğinden bahsettiğini duydum ve pastadan bahsettin.

But what you didn't mention what you missed. Overlooked?

Ama neyi kaçırdığından bahsetmedin. Gözden kaçmış?

Oh, in the live chat was sauerkraut with sausages.

Oh, canlı sohbette sosisli lahana turşusu vardı.

Oh, sausages.

Ah, sosisler.

Which I think you would like.

Ki bence sen de istersin.

Well, I made some delicious sausages while your mum was staying with us and she loved them.

Annen bizde kalırken lezzetli sosisler yaptım ve onları çok sevdi.

We even had a little song that we were singing together.

Hatta birlikte söylediğimiz küçük bir şarkımız bile vardı .

Do you remember the sausage thing?

Sosis olayını hatırlıyor musun?

Sausages, sausages, sausages, sausages,

Sosisler, sosisler, sosisler, sosisler,

sausages, sausages, sausage.

sosisler, sosisler, sosisler.

And your mother was singing the song as well,

Ve annen de

which I thought was brilliant.

harika olduğunu düşündüğüm şarkıyı söylüyordu.

You've also been talking about the price of fuel, haven't you?

Akaryakıt fiyatlarından da bahsediyorsunuz değil mi?

Price of fuel?

Yakıt fiyatı?

Well that sort of thing.

Peki bu tür şeyler.

Well, we talked about fuel yesterday when we were driving around in the car

Dün arabada dolaşırken yakıt hakkında konuştuk

because we noticed that there weren't many people on the road.

çünkü yolda çok fazla insan olmadığını fark ettik.

I know.

Biliyorum.

And and it almost felt as if lockdown had returned.

Ve neredeyse kilitlenme geri dönmüş gibi geldi.

I would say there was half as many cars on the road.

Yolda yarısı kadar araba olduğunu söyleyebilirim.

So quite usual on, you know, Saturday, you normally on Saturday,

Cumartesi günü oldukça normal, bilirsiniz, normalde Cumartesi

when we travel down to visit my mother in the morning, there's usually a lot of traffic.

sabahları annemi ziyarete gittiğimizde, genellikle çok fazla trafik olur.

It's like a weekday and I've noticed during the week as well, very little traffic on the road.

Hafta içi gibi ve hafta boyunca da yolda çok az trafik olduğunu fark ettim.

People are saving money because of the price of fuel.

İnsanlar yakıt fiyatları nedeniyle para biriktiriyor.

Yeah.

Slattery No said it's €2.1

Evet.

Slattery Hayır, litre başına 2,1 € olduğunu söyledi

per litre and I can't remember where you are sat now.

ve şu anda nerede oturduğunuzu hatırlayamıyorum.

€2.1. Yes.

2,1 € Evet.

Well, two it's a bit like if it's a bit like saying £2.10

Pekala, iki biraz sanki 2,10 sterlin demek gibi

but it's two whatever.

ama iki her neyse.

What, what is the small change in euro is because we don't have the euro here.

Ne, eurodaki küçük değişiklik nedir, çünkü burada euro yok.

We're awkward because we're British 2.1 that'll be a 10th.

Tuhafız çünkü İngiliziz 2.1 bu 10'uncu olacak.

4.1 will be a ten.

4.1 on olacak.

I mean what, what you call it, what you call it?

Demek istediğim, ne diyorsun, ne diyorsun?

I don't know.

Bilmiyorum.

So we have we have pounds and pennies and pence.

Yani bizde pound, kuruş ve peni var.

But what is this? Is it sent?

Ama bu nedir? Gönderildi mi?

I think it might be sent.

Bence gönderilebilir.

You know, could be. Is it?

Biliyorsun, olabilir. Bu mu?

Please tell us.

Lütfen bize bildirin.

So the small chain. Small, yes.

Yani küçük zincir. Küçük, evet.

Bits of a you know, say a 10th of a euro or what do you as it cents what you call it,

Bildiğiniz gibi, bir avronun onda biri diyelim ya da ne diyorsunuz,

because we didn't really use euros, to be honest, because we're British and we're awkward.

çünkü biz gerçekten avro kullanmadık, dürüst olmak gerekirse, çünkü biz İngiliziz ve beceriksiziz.

Don't forget that whenever people say

Unutmayın, insanlar ne zaman

British, they say awkward at the same time.

İngiliz deseler, aynı zamanda garip de derler.

We'll certainly never have Euros now.

Artık kesinlikle Euro'muz olmayacak.

And there's a point in time where we came very close to adopting the euro, but we never did.

Ve avroyu benimsemeye çok yaklaştığımız bir zaman noktası var ama asla olmadık.

I think it is. Oh, I'm right.

Sanirim oyle. Ah, haklıyım.

Very bloody hell. Yes, sir.

Çok fena cehennem Evet efendim.

Thank you for that. I'm right.

Bunun için teşekkür ederim. Haklıyım.

I've got it right, Mr. Steele.

Doğru anladım, Bay Steele.

Okay. Okay.

Tamam aşkım. Tamam aşkım.

I deserve some sort of prise or reward.

Bir tür ödülü veya mükâfatı hak ediyorum.

Maybe this this lovely glass.

Belki bu güzel bardaktır.

Isn't this beautiful?

Bu güzel değil mi?

This glass?

This might be the nicest class I've ever seen.

Bu bardak?

Gördüğüm en güzel sınıf olabilir.

And can I just repeat, I did not steal this yesterday.

Ve tekrarlayabilir miyim, bunu dün ben çalmadım.

I definitely didn't deny Steve.

Steve'i kesinlikle inkar etmedim.

Now, you mean the fact that I have to go 90 miles an hour to escape?

Şimdi, kaçmak için saatte 90 mil gitmem gerektiği gerçeğini mi kastediyorsun?

The police has.

Polis var.

I definitely did not steal this yesterday from anywhere, but it is the most amazing glass.

Bunu dün kesinlikle hiçbir yerden çalmadım ama en muhteşem camdır.

I am never going to put this glass down. It's wonderful.

Bu bardağı asla bırakmayacağım. Bu harika. çok

It's lovely.

güzel

Well, the price of fuel here is is 196

Buradaki yakıtın fiyatı benzin için 196

£1.96

£ 1.96

for petrol and £2 for diesel.

ve dizel için 2 £.

Yeah. So why?

Evet. Peki neden?

So that's actually you're the expert.

Yani aslında uzman sensin.

Why diesel. Why is diesel more expensive?

neden dizel. Dizel neden daha pahalı?

Because apparently a lot of the diesel,

Çünkü görünüşe göre dizelin çoğunun

I think, has to do with the Russia Ukraine war.

Rusya Ukrayna savaşıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Oh, okay.

Tamam.

So although the prices have gone up because of that,

Dolayısıyla fiyatlar bu nedenle yükselmiş olsa da,

diesel is

particularly in short supply because a lot of diesel comes from Russia, apparently.

görünüşe göre Rusya'dan çok fazla dizel geldiği için dizel özellikle arz sıkıntısı yaşıyor.

I think it's or it's more difficult to make diesel from the oil,

Bence yağdan mazot yapmak daha zor

but the difference between diesel and petrol has gone up.

ama mazot ile benzin arasındaki fark arttı.

They used to be sort of very similar in price,

Eskiden fiyat olarak çok benzerdi,

but now there's quite a big difference between diesel and petrol now.

ama şimdi dizel ve benzin arasında oldukça büyük bir fark var .

Yeah.

So in this country anyway. Yes. So, yes.

Evet.

Yani bu ülkede nasılsa. Evet. Yani evet.

So to fill up my car, Mr.

Arabamı doldurmak için, Bay

Duncan, I filled my car up yesterday which was it still had some in it

Duncan, dün arabamı doldurdum, ki içinde hala biraz vardı, bu

so I put just over 50 litres and I think about 53 litres

yüzden 50 litreden biraz fazla koydum ve sanırım 53 litre

and it costs me £101.

ve bana 101 sterline mal oldu.

That's crazy.

Çılgınca.

£101 to fill up my car with petrol.

Arabamı benzinle doldurmak için 101 sterlin.

So that's just thinking about that for a moment.

Yani bu sadece bir an için bunu düşünmek.

You're going to the forecourt, the place where you fill your car,

Avluya gidiyorsunuz, arabanızı doldurduğunuz yere,

you put petrol in there, and then you have to spend £101.

oraya benzin koyuyorsunuz ve sonra 101 sterlin harcamanız gerekiyor.

I know what what kind of craziness is this?

Bu nasıl bir çılgınlık biliyorum?

So that's about that's about €120, something like that.

Yani bu yaklaşık 120 €, bunun gibi bir şey.

Not quite sure exactly what the exchange rate is now

Döviz kurunun şu anda tam olarak ne olduğundan tam olarak emin değilim,

because the

pound and the euro are both been dropping against the dollar quite significantly.

çünkü

pound ve euro, dolar karşısında önemli ölçüde düşüyor.

Can you believe that?

Buna inanabiliyor musun?

I know.

Biliyorum.

I honestly, it takes a lot to stun me, but I'm so stunned.

Dürüst olmak gerekirse, beni şaşırtmak çok zaman alıyor ama çok şaşkınım.

Well, that means now, because my car does about 45 to the gallon.

Bu şu an demek, çünkü arabam litre başına yaklaşık 45 yapıyor.

I know that because I monitor it very regularly.

Bunu biliyorum çünkü çok düzenli olarak takip ediyorum.

You do?

Siz yapıyorsunuz?

I know he does.

Biliyorum.

So that means it's costing me in old money.

Bu da bana eski paraya mal olduğu anlamına geliyor.

Probably £8.

Muhtemelen £8.

Yeah, every time I travel 45 miles.

Evet, her 45 mil seyahat ettiğimde.

So that's when I'm going to my rehearsals to Wolverhampton and back.

İşte o zaman provalarıma Wolverhampton'a gidip döneceğim.

That's about a 50 mile round trip, so it's costing me around

Bu yaklaşık 50 millik bir gidiş-dönüş, bu yüzden bana

seven or £8 every rehearsal.

her prova için yedi ya da 8 sterline mal oluyor.

Yeah.

Evet.

So that's quite and I don't remember it wasn't, I remember it wasn't that long ago

Yani bu oldukça yeterli ve öyle olmadığını hatırlamıyorum,

when we were all moaning about it costing £50. Yes.

hepimizin 50 sterline mal olduğu konusunda inlediğimiz o kadar uzun zaman önce olmadığını hatırlıyorum. Evet.

To fill the car.

Arabayı doldurmak için.

Well that's it.

That's what I'm saying. It's crazy.

İşte bu kadar.

Benim dediğim de o. Bu delilik.

And also remember during the pandemic when oil companies

Ayrıca salgın sırasında petrol şirketlerinin

were trying to give us the oil for free,

petrolü bize bedava vermeye çalıştıklarını, ellerinden almamız için

they want they wanted to pay us

bize para ödemek istediklerini de hatırlayın

to take to take it off their hands because they had too much money now.

çünkü artık çok fazla paraları vardı.

And now it's like gold.

Ve şimdi altın gibi.

Yeah, well, you see, you put into that the price of fuel has gone up,

Evet, bakın, yakıt fiyatının arttığını,

the price of electricity has doubled,

elektriğin fiyatının iki katına çıktığını,

the price of gas has probably gone up more than that.

benzinin fiyatının muhtemelen bundan daha fazla arttığını yazıyorsunuz.

So these sort of everyday bills that people have

Yani insanların sahip olduğu bu tür günlük faturalar,

is causing a huge impact on everybody's

herkesin dengesi üzerinde büyük bir etkiye neden oluyor

balance, you know,

, bilirsiniz,

balance sheet, how much money you've got coming in, going out.

bilanço, giren ve çıkan paranız.

So if you had, you know, a couple of hundred

Yani,

pounds left over at the end of every month, which thing I wish

her ayın sonunda birkaç yüz sterlininiz kalmış olsaydı, keşke

now you're going to be that money's been it's

şimdi o para olsaydınız, bu

a big makes a big difference

to two people's disposable income disposable income

iki kişinin harcanabilir geliri için büyük bir fark yaratır. tüm faturalarınızı ödedikten

how much money you've got left over after

sonra geriye kalan para miktarına harcanabilir gelir

you have paid all your bills

is what we call disposable income.

diyoruz.

I think it's becoming much harder to make ends meet.

Sanırım iki yakayı bir araya getirmek çok daha zor hale geliyor.

So people are having to make choices.

Dolayısıyla insanlar seçim yapmak zorunda kalıyor.

Are they going to stay at home?

Evde mi kalacaklar?

Are they going to go out in the car? Yeah.

Arabayla mı çıkacaklar? Evet.

And spend money on fuel when they've already seen their electricity bills go up significantly.

Ve elektrik faturalarının önemli ölçüde arttığını gördüklerinde yakıta para harcarlar.

Everything. Yeah.

Her şey. Evet.

I mean, the cost of electricity, for example, has gone up from

Demek istediğim, örneğin elektriğin maliyeti,

I was paying

around only about two years ago, around $0.30 a kilowatt.

yaklaşık iki yıl önce ödediğimden, kilovat başına yaklaşık 0,30 dolar arttı .

Okay. I don't I have no idea what it is.

Tamam aşkım. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.

Well, I pay the bills, you see, so I know.

Faturaları ben ödüyorum, yani biliyorum.

No, I mean what a kilowatt is, is it.

Hayır, kilovatın ne olduğunu kastediyorum, değil mi?

What kilowatt? Kilowatt is it really?

Ne kilovatı? Kilovat gerçekten mi?

Imagine a bar fire.

Bir bar yangını hayal edin.

Imagine a fire with, you know, those those traditional

Bir yangın hayal edin, bilirsiniz,

old fashioned electric fires with a glowing red bar.

parlayan kırmızı çubuklu geleneksel eski moda elektrikli şömineler.

Okay, that's one kilowatt there.

Tamam, orada bir kilovat var.

One kilowatt each.

Her biri bir kilovat.

So that if you switch that on for one hour, electricity is involved.

Öyle ki, bunu bir saatliğine açarsanız, devreye elektrik giriyor.

It is in the UK, it's measured in kilowatt hours. Okay.

İngiltere'de, kilovat saat cinsinden ölçülür. Tamam aşkım.

So it's how many kilowatts you use per hour.

Yani saatte kaç kilovat kullandığınızdır.

So the cost of that kilowatt

Yani o kilovatın maliyeti

used to be $0.13 for one hour.

bir saat için 0,13 dolardı.

Okay. It's now $0.26

Tamam aşkım. Şimdi

in two years.

iki yıl içinde 0,26 dolar.

I still I still there.

Hala oradayım.

Understand how

just say is expensive.

Sadece söylemenin ne kadar pahalı olduğunu anlayın.

Well that means very, very expensive.

Bu çok, çok pahalı demek.

Well, what that means is the bi monthly electricity bill.

Bunun anlamı iki ayda bir elektrik faturası.

Okay. Okay.

Tamam aşkım. Tamam aşkım. Eskiden

Used to cost around

40, £50 a month.

ayda 40, 50 sterline mal oluyordu.

It's now £110 a month.

Şimdi ayda 110 sterlin.

So it's doubled.

Yani iki katına çıktı.

So over the year, that's another £500 on my on my fuse, which is

Yani yıl boyunca, bu benim sigortam için 500 sterlin daha, ki

this is very strange that you're divulging all this information by the way.

bu arada tüm bu bilgileri ifşa etmeniz çok garip.

This is the sort of stuff you would normally.

Bu normalde yapacağın türden şeyler.

It's just general bills.

Sadece genel faturalar.

It's just Bill, bill everyone's bills around the same.

Sadece Bill, herkesin faturasını aynı şekilde kes.

We all have bills to pay. The other thing. Mr..

Hepimizin ödemesi gereken faturaları var. Diğer şey. Bey..

Because of the of oil going up so much. Yes.

Petrolün bu kadar yükselmesinden dolayı. Evet.

And we here have to heat our house with oil.

Ve burada evimizi yağ ile ısıtmak zorundayız.

We do. Right?

Yaparız. Sağ?

We don't use gas here because we don't have gas pipes where we live.

Yaşadığımız yerde gaz boruları olmadığı için burada gaz kullanmıyoruz.

We don't and we don't heat with electricity because that would be stupid.

Elektrikle ısıtmayız ve ısıtmayız çünkü bu aptalca olur.

It's too expensive. Stupid. So

Çok pahalı. Aptal. Bu nedenle,

lots of rural houses in many parts of the world,

dünyanın birçok yerinde, özellikle Birleşik Krallık'ta, pek çok kırsal ev,

certainly in the UK, use oil, which is actually kerosene.

aslında kerosen olan petrol kullanıyor.

It's a bit like the same. Okay.

Biraz aynı gibi. Tamam aşkım.

And these please get to the point.

Ve bunlar lütfen konuya gelin.

Yeah, well, that's doubled in price and people are stealing the oil out of people's

Evet, bunun fiyatı iki katına çıktı ve insanlar

oil tanks at night, sneaking around, siphoning it out, siphoning.

geceleri insanların petrol tanklarından petrol çalıyorlar, etrafta dolaşıyorlar, sifon çekiyorlar, sifon çekiyorlar.

Is that the is that the sign.

İşaret bu mu?

Is it for siphoning.

Sifonlama için mi?

If you are siphoning.

Eğer sifon yapıyorsanız.

Siphoning, I don't know what but what is that what are you doing there

Sifonlama, ne olduğunu bilmiyorum ama nedir

when you're doing this siphoning.

bu sifonlamayı yaparken orada ne yapıyorsun.

So you're saying I'm boring.

Yani sıkıcı olduğumu söylüyorsun.

Some people are finding it quite interesting.

Bazı insanlar bunu oldukça ilginç buluyor.

Siphoning has the cost of electricity and gas sort of doubled in your country?

Sifonlama, ülkenizde elektrik ve gazın maliyetini ikiye katladı mı?

We're interested to know and what are you doing?

Bilmek istiyoruz ve ne yapıyorsun?

You see, what we're doing is Mr.

Görüyorsunuz, Bay Duncan'a yaptığımız şey

Duncan, it's we're not using the what are the things that use the most energy in the home.

, evde en çok enerji tüketen şeyleri kullanmıyoruz. Isı

Anything that uses

kullanan her şey

heat, anything that produces heat deep means it burns a lot of energy.

, derin ısı üreten her şey, çok fazla enerji yaktığı anlamına gelir.

So we have we have too much heat at the moment.

Yani şu anda çok fazla ısımız var.

So the oven probably four or five kilowatts to heat the Arctic.

Yani fırın Kuzey Kutbu'nu ısıtmak için muhtemelen dört veya beş kilovat.

So we've got a slow cooker.

Yavaş bir pişiricimiz var.

We've mentioned this before.

Bundan daha önce bahsetmiştik.

Yes, it's only a hundred watts, 100th of a kilowatt.

Evet, sadece yüz watt, kilovatın 100'de biri.

So we're saving electricity that way.

Yani bu şekilde elektrik tasarrufu yapıyoruz.

I know you don't have to pay the bills, too.

Faturaları da ödemek zorunda olmadığını biliyorum.

I know I'm not saying it. I have to pay the bills.

Söylemediğimi biliyorum. Faturaları ödemek zorundayım.

It's just it's just not the most interesting topic.

Sadece en ilginç konu değil.

You just switched it all on what? Afterwards.

Her şeyi neye göre değiştirdin? Daha sonrasında.

You don't care? Yeah.

Umurunda değil mi? Evet.

I don't know how many kilowatts my studio uses.

Stüdyomun kaç kilovat kullandığını bilmiyorum.

Yeah, well, I would like to shut this down.

Evet, bunu kapatmak istiyorum.

Would save a fortune.

Bir servet kurtarırdı.

It might be it might actually be gigawatts.

Aslında gigawatt olabilir.

But of course, since you've

Ama elbette,

been switching all your lights over to LEDs and you've got a more efficient compute in there. Yes.

tüm ışıklarınızı LED'lere çevirdiğiniz ve orada daha verimli bir bilgi işlem yaptığınız için. Evet.

Well, not today it isn't.

Bugün değil, değil.

It's my poor computer is sweating if you want it. Yeah.

İsterseniz zavallı bilgisayarım terliyor. Evet. Evimde

If you ever want to think what's using electricity in my home, it's anything that produces heat.

elektriği neyin kullandığını hiç düşünmek isterseniz , ısı üreten her şeydir.

Yeah.

It really is going to be the thing that uses the most electric.

Evet.

Gerçekten elektriği en çok kullanan şey olacak.

And that includes lights because lights produce heat.

Ve buna ışıklar da dahildir çünkü ışıklar ısı üretir.

So not the LCD, so not anymore.

Yani LCD değil, artık değil.

And that's what we're going to say.

Ve söyleyeceğimiz şey bu.

I was going to say that in the past.

Bunu geçenlerde söyleyecektim.

So people don't worry so much about lighting, but certainly heating because you still have

Yani insanlar aydınlatma konusunda çok fazla endişelenmiyorlar, ama kesinlikle ısıtma çünkü hala

to generate heat.

ısı üretmeniz gerekiyor.

I'm probably boring to many people, but all this

Muhtemelen birçok insan için sıkıcıyım ama tüm bu

talk about energy thinking, including me.

konuşmalar enerji odaklı düşünme hakkında, ben de dahil.

But some people might be interested.

Ama bazı insanlar ilgilenebilir.

Yes, one maybe one person. And I think that's you.

Evet, belki bir kişi. Ve bence bu sensin.

Yeah. Yeah, right. Okay.

Evet. Evet, doğru. Tamam aşkım.

When they block somebody, their Khan says, interesting.

Birini engellediklerinde, Khan'ları ilginç diyor.

Mr. C Thank you.

Bay C Teşekkür ederim.

It isn't oh can I just say I'm saying, I mean, I think I think I pronounce your name Khan.

Oh değil, sadece şunu söyleyebilirim ki, yani, sanırım senin adını telaffuz ettiğimi düşünüyorum Khan.

Is that right?

Bu doğru mu?

It looks like to me an orange circles.

Bana turuncu daireler gibi görünüyor.

It looks it looks

Görünüşe göre

like actually it might be Cyrillic

aslında Kiril olabilir,

it looks like Khan maybe two.

Khan belki iki gibi görünüyor.

Is it Khan?

Han mı?

Yes. Say yes.

Evet. Evet de.

Please tell us if it is.

Varsa lütfen bize bildirin.

It's a very cool name to put on our minds.

Aklımıza koymak için çok havalı bir isim.

At rest reminds us very much of a certain science fiction.

Dinlenme bize belirli bir bilim kurguyu çok fazla hatırlatıyor.

If you've just What body are you?

Eğer sadece sahipsen Hangi vücutsun?

Okay, you delirious.

Tamam, seni çılgın.

If the heat.

Eğer ısı.

I was going to say something that I keep trying to produce the programme here

Bir şey söyleyecektim ki burada programı yapmaya çalışıyorum

and you get completely started talking about Star Trek.

ve siz tamamen Star Trek hakkında konuşmaya başlıyorsunuz.

You were watching English Addict on a very hot day.

Çok sıcak bir günde English Addict izliyordunuz.

I'm in the studio with Mr. Steve and it's boiling hot.

Bay Steve ile stüdyodayım ve çok sıcak. Birazdan

We are looking at some hot phrases and words in a few moments.

bazı sıcak ifadelere ve kelimelere bakacağız.

So if you want to say hello in the live chat, you are more than welcome to do so.

Bu nedenle, canlı sohbette merhaba demek istiyorsanız, bunu yapmaktan memnuniyet duyarız.

It's a very strange one today because I, I feel slightly overcome

Bugün çok garip çünkü ben,

with heat exhaustion because I've been so busy.

çok meşgul olduğum için sıcak bitkinliğiyle biraz üstesinden geldiğimi hissediyorum.

We were going to be outside, but I decided not to.

Dışarı çıkacaktık ama gitmeye karar verdim.

It's just, it's hot

Sadece,

outside.

dışarısı sıcak.

Too hot.

Çok sıcak.

I think we would have got sunstroke if we were outside.

Sanırım dışarıda olsaydık güneş çarpabilirdik.

I'm struggling a bit today because I've got a blister on the inside of my lower lip.

Bugün biraz zorlanıyorum çünkü alt dudağımın iç kısmında bir su toplaması var .

Okay.

Tamam aşkım.

Do you ever get that when you're eating

Bunu yemek yerken

and you bite the inside of your lip?

dudağının içini ısırdığında hiç alıyor musun?

It's a it's an ulcer. An ulcer.

Bu bir ülser. Bir ülser.

You are c e r r.

Sen c e r r'sin.

No, you're right.

Hayır, haklısın.

The first time ulcer, you, you just know don't you, if you bite ooh.

İlk kez ülser, sen, sadece bilirsin, eğer ısırırsan ooh.

And you crunch into your neck, I'm getting one of those in my stomach.

Ve sen boynunu çıtırdatırsan, mideme onlardan bir tane alırım.

You just know it will turn into a painful blister

Sadece birkaç gün sürecek acı verici bir kabarcığa dönüşeceğini biliyorsunuz

which will last several days.

.

And I'm in the process of this.

Ve ben bu süreçteyim.

And the other day I accidentally bit for the second time in the same place.

Ve geçen gün yanlışlıkla aynı yerden ikinci kez ısırdım.

Yeah.

Because they said of course a bit of swelling and then you're more likely to bite them twice.

Evet.

Çünkü tabii ki biraz şişlik dediler ve sonra onları iki kez ısırma ihtimalin daha yüksek. Bahse varım

So bet it.

.

And then two days later I bit into again

Ve iki gün sonra tekrar ısırdım,

I screamed like a girl.

bir kız gibi çığlık attım.

He did. He cried for an hour.

O yaptı. Bir saat ağladı.

I had to.

Yapmak zorundaydım.

I had to kiss him better.

Onu daha iyi öpmem gerekiyordu.

I had to kiss his lip better.

Dudağını daha iyi öpmeliydim.

It was very messy.

Çok dağınıktı.

He was salivating all over the place.

Her yerinden salya akıyordu.

Oh, well, canal, it's pronounced o canal.

Oh, peki, kanal, o kanal olarak telaffuz ediliyor.

Like.

Beğenmek.

Like the the place where the little narrowboat along means a channel.

Küçük dar teknenin bir kanal anlamına geldiği yer gibi.

A channel? Yes, canal. Canal.

Bir kanal? Evet, kanal. Kanal.

So like a channel. Yeah. So what are you channel.

Yani bir kanal gibi. Evet. Peki sen ne kanalısın Şimdi

What you challenging that you channelling

yönlendirdiğiniz şeye meydan okuyorsunuz

now. What do you channelling.

. Neye kanallık ediyorsun?

Is it positive energy.

Pozitif enerji mi?

I'm just wondering what you're channelling.

Sadece neye kanallık ettiğinizi merak ediyorum.

Is it what are you channelling towards.

Yönlendirdiğiniz şey bu mu?

Channelling positive energy.

Pozitif enerjiyi kanalize etmek.

That's what everyone say.

Herkesin söylediği bu.

Channelling, channelling.

Kanallık, kanallık.

I can't say it because of my blister.

Üzüntümden dolayı söyleyemem.

Oh, that's a shame.

Bu çok yazık.

Well, if that's the only problem you've got in your life, you're doing pretty well.

Hayatında sahip olduğun tek sorun buysa, gayet iyi gidiyorsun.

I that's, that's a starter anyway.

Ben bu, bu zaten bir başlangıç.

Yes. Yeah. We.

Evet. Evet. Biz.

Right. Okay. So yes I've dealt with that.

Sağ. Tamam aşkım. Yani evet bununla ilgilendim.

Yes. Few cars on the road I can cross off my to do list here.

Evet. Yolda çok az araba yapılacaklar listemin üstünü çizebilirim.

That's it. I've got nothing left. Okay.

Bu kadar. Hiçbir şeyim kalmadı. Tamam aşkım.

So over to you, Mr. Juncker.

Size kalmış, Bay Juncker.

You didn't have much to start with, to be honest.

Dürüst olmak gerekirse, başlamak için fazla bir şeyin yoktu.

Those indeed did comment on the tragic events in Japan.

Bunlar gerçekten de Japonya'daki trajik olaylar hakkında yorum yaptılar.

So we're hoping that people like me who might be watching this later on,

Bu yüzden, benim gibi bunu daha sonra izleyebilecek insanların,

we send you all our best wishes for what was a very shocking

çok şok edici

and tragic event.

ve trajik bir olay olduğu için size en iyi dileklerimizi gönderiyoruz.

It was really shocking because you just didn't see that sort of thing in Japan.

Gerçekten şok ediciydi çünkü Japonya'da böyle bir şey görmediniz.

Well, very rarely, no.

Şey, çok nadiren, hayır.

And also well, we've had similar events here last year.

Ayrıca geçen yıl burada benzer olaylar yaşadık.

One of our members of parliament was killed. Yes.

Bir milletvekilimiz şehit oldu. Evet.

Whilst giving a meeting or holding a meeting with some of the people.

İnsanlardan bazılarıyla toplantı yaparken veya toplantı yaparken.

He serves and someone decided to stop him because they didn't like him.

Hizmet ediyor ve biri onu sevmediği için onu durdurmaya karar verdi .

And for another politician,

Ve başka bir politikacı için

lady died a number of years, a few years ago as well.

hanımefendi birkaç yıl önce öldü.

In America, of course, it's happening all that all the time.

Amerika'da, elbette, her zaman bu oluyor.

Well, politicians aren't being killed all the time.

Politikacılar her zaman öldürülmez.

Shootings, I mean, shooting.

Atışlar, yani atışlar.

Yeah, there's a mass shooting in south South Africa.

Evet, Güney Güney Afrika'da toplu katliam var.

And I saw this morning as well.

Ve bu sabah da gördüm.

Just a cheer. Everyone up.

Sadece bir tezahürat. Herkes yukarı.

Okay, Steve, it's catching on.

Tamam, Steve, yayılıyor.

So I don't mind you mentioning sad stories, but you say it's such a happy, jolly way

Bu yüzden üzücü hikayelerden bahsetmene aldırmıyorum ama çok mutlu ve neşeli

you seem.

göründüğünü söylüyorsun.

You seem to be breezing with with enthusiasm.

Coşkuyla esiyor gibisin.

So if you are going to talk about sad things, at least keep it a bit sombre.

Yani üzücü şeylerden bahsedeceksen, en azından biraz kasvetli olsun.

Canal, canal.

kanal, kanal.

But the world is a bit messed up.

Ama dünya biraz karışık. Sana

I will I will be honest with you, Steve.

karşı dürüst olacağım, Steve.

Just wait there a minute.

Orada bir dakika bekle.

Just random thoughts of Mr.

Bay Steve'in rastgele düşünceleri

Steve just popping out.

birdenbire ortaya çıkıyor.

I mean, I'm just

Demek istediğim,

I'm just saying the world is a bit messed up.

sadece dünyanın biraz karışık olduğunu söylüyorum.

Can we just all agree on that?

Hepimiz bu konuda hemfikir olabilir miyiz?

It's all a bit messed up.

Her şey biraz karışık.

We've got chaos here.

Burada kaos var.

We've got chaos around the world.

Dünyanın her yerinde kaos var.

We've got wars, famine in Africa.

Afrika'da savaşlar, kıtlık var.

13 million people affected,

13 milyon insan etkilendi,

13 million people affected by famine.

13 milyon insan kıtlıktan etkilendi.

So that's to do with the grain.

Yani bu tahılla ilgili.

It is absolutely crazy.

Kesinlikle çılgınca.

Absolutely crazy.

Kesinlikle çılgın.

The world is a little bit messed up.

Dünya biraz karıştı.

Is it canal or do we?

Kanal mı yoksa biz mi?

Which syllable do we emphasise?

Hangi heceyi vurgularız?

Is it K now canal?

Şimdi K kanalı mı?

Do we emphasise the K or is it K?

K'yi mi vurguluyoruz yoksa K mi?

You know, I don't know.

Biliyorsun, bilmiyorum.

It could be.

Olabilir.

That sounds very rude.

Kulağa çok kaba geliyor.

Mr. Duncan,

Bay Duncan,

over to you.

size kalmış.

Hello. Says Tom. Hello, Tom.

Merhaba. Tom diyor. Merhaba Tom.

Hello, Tom. Rocks.

Merhaba Tom. kayalar.

Do you really?

Gerçekten mi?

I think so.

Bence de.

It is 3:00.

saat 3:00.

Guess what it is 3:00.

Bil bakalım saat 3:00.

3:00 here in England on a very hot day.

3:00 burada İngiltere'de çok sıcak bir günde.

And apparently next week it's going to get even hotter.

Ve görünüşe göre önümüzdeki hafta daha da sıcak olacak.

I oh,

Ah,

how can it get hotter than this?

bundan daha sıcak nasıl olabilir?

37 degrees next week, apparently.

Görünüşe göre önümüzdeki hafta 37 derece.

And we've never had that.

Ve biz buna hiç sahip olmadık.

I don't know what will happen.

Ne olacağını bilmiyorum.

I think the fields behind us can you can see this is all live, by the way,

Sanırım arkamızdaki tarlaların hepsi canlı, bu arada, 37 derecemiz varsa

that will all be on fire next week

önümüzdeki hafta hepsi yanacak

if if we have 37 degrees.

.

So it's only a matter of time before this water shortages

Yani bu su kıtlığı

and rationing of the water, because that always happens in the UK.

ve suyun tayınlanması an meselesi, çünkü bu İngiltere'de her zaman olur.

Even though we've had months of rain,

Aylarca yağmur yağdırmış olmamıza rağmen

we will still be getting shortages.

yine de kıtlıklar yaşayacağız.

In fact, I was surprised because I went out to water the plants in the garden this morning.

Aslında şaşırdım çünkü bu sabah bahçedeki bitkileri sulamaya çıktım.

Okay.

And I expected the water pressure to be reduced because everyone had their hose pipes on.

Tamam aşkım.

Ve su basıncının düşmesini bekliyordum çünkü herkesin hortumu açıktı.

But it hasn't.

Ama olmadı.

But that won't take long before that happens. Hmm.

Ancak bunun gerçekleşmesi çok uzun sürmeyecek. Hmm.

Remember 1976?

1976'yı hatırlıyor musun?

I do remember.

Hatırlıyorum.

Remember everyone was suffering here

Unutmayın, burada herkes

with the drought of 1976.

1976'daki kuraklıktan muzdaripti. Görünüşe

Apparently ladybirds were everywhere.

göre uğur böcekleri her yerdeydi.

People

İnsanlar

they were ladybirds, just people were having to put their windscreen wipers on

uğur böceğiydi, sadece insanlar ön cam sileceklerini çalıştırmak zorunda kalıyorlardı

because there were so many ladybirds they couldn't drive without their car being covered

çünkü o kadar çok uğur böceği vardı ki arabaları

with Ladybird ladies, I always remember 1976 as well as when

Uğur Böceği hanımlarıyla kaplanmadan araba kullanamazlardı, 1976'yı ve

I was actually quite in love with a French teacher.

aslında oldukça aşık olduğum zamanları hep hatırlıyorum. Fransızca öğretmeni.

Yeah.

You've told us so many that I know this story is that story.

Evet.

Bize o kadar çok şey anlattın ki, bu hikayenin o hikaye olduğunu biliyorum.

This story.

Bu hikaye.

It's like it's like being with him yesterday.

Dün onunla birlikte olmak gibi.

I still got a photograph of him as well.

Bende onun da bir fotoğrafı var.

Well, you know, the French teacher, the French says, well, why?

Peki, bilirsiniz, Fransızca öğretmeni, Fransızlar der ki, peki, neden?

Why were you so in love with him now?

Neden şimdi ona bu kadar aşık oldun?

Why were you so in love with your French? Take no idea.

Fransızcanıza neden bu kadar aşıktınız? Hiçbir fikrim yok.

You know, I was I was a teenager. I must have been.

Biliyorsun, ben bir gençtim. Öyle olmalıyım.

I would have been how? I would have been

Nasıl olurdum?

15. So there you go.

15 yaşında olacaktım. İşte böyle.

Fancy anything at 15?

15 yaşında bir şey ister misin?

Of course. 15.

Elbette. 15.

Everything was starting to drop

Her şey düşmeye başlıyordu

and and things were happening to your body.

ve vücudunuza bir şeyler oluyordu.

You were all

Hepinizdiniz

and I still I still think I still think you are confused.

ve ben hala düşünüyorum, hala kafanızın karıştığını düşünüyorum.

I mean, I must have been confused to be attracted to a female French teacher.

Yani, bir kadın Fransızca öğretmeninden etkilendiğime göre kafam karışmış olmalı. Kafam

I must have been very confused. Time. That's it.

çok karışmış olmalı. Zaman. Bu kadar.

But there you go.

Ama işte gidiyorsun.

I don't remember ever having a crush on my teachers.

Öğretmenlerime aşık olduğumu hiç hatırlamıyorum.

I might get that picture out one day and show you he has a our fabra.

Bir gün o resmi çıkarabilir ve size onun bizim bir kumaşımız olduğunu gösterebilirim.

What's her name?

Onun adı ne?

Yes, I'm you know, I'm pretty neat.

Evet, biliyorsun, oldukça temizim.

Brigitte Fabric was her name.

Adı Brigitte Fabric'ti.

If you are watching and you are still teaching,

İzliyorsan ve hala öğretiyorsan,

do you remember me in Chipping Campden or still or still alive?

beni Chipping Campden'da hatırlıyor musun yoksa hala hayatta mı?

Though she'd

probably only be about ten years older than me, I would think at the time.

Muhtemelen benden sadece on yaş büyük olmasına rağmen, o zaman düşünürdüm.

Maybe something like that.

Belki böyle bir şey.

So yes, probably not quite as attractive now as she was then,

Yani evet, muhtemelen şimdi o zamanki kadar çekici değil ,

but actually looking at the photograph, she actually wasn't that attractive.

ama aslında fotoğrafa bakınca aslında o kadar da çekici değildi.

So I don't know what was going on at the time was just, Are you okay?

Yani o sırada neler olup bittiğini bilmiyorum, sadece, İyi misin?

All the teenage boys were in love with her.

Bütün genç erkekler ona aşıktı.

I mean, blimey, who wouldn't pay what?

Yani, vay canına, kim neyi ödemez ki?

What English teenager would not be in love

Hangi İngiliz genç,

with a 23 year old French lady

trying to teach them French and speaking French who would not be attracted to that?

onlara Fransızca öğretmeye çalışan ve Fransızca konuşan 23 yaşındaki bir Fransız hanıma aşık olmaz ki bundan etkilenmez?

I think the girls were all attracted to her as well.

Sanırım tüm kızlar da ondan etkilenmişti.

I should think it's just the accent because we our the company that I work for,

Bunun sadece aksan olduğunu düşünmeliyim çünkü çalıştığım şirket biziz,

we had a boss who was French and all the men were in love with that.

Fransız bir patronumuz vardı ve bütün erkekler buna aşıktı.

She had to stand up and start speaking English in that French accent so she could have said anything.

Bir şey söyleyebilmek için ayağa kalkıp o Fransız aksanıyla İngilizce konuşmaya başlaması gerekiyordu.

So what was it that?

Peki o neydi?

Was it just the accent then?

O zaman sadece aksan mıydı?

It was the accent, yes. Yes.

Bu aksandı, evet. Evet.

It's a bit like British people, though.

Yine de biraz İngilizlere benziyor. Amerika

If you go to the United States and you speak with a British accent, they think you're royalty.

Birleşik Devletleri'ne gidersen ve İngiliz aksanıyla konuşursan, senin asilzade olduğunu düşünürler.

You can actually go there and say that you are a member of the royal family

Gerçekten oraya gidip kraliyet ailesinin bir üyesi olduğunuzu söyleyebilirsiniz

and they will actually believe you.

ve size gerçekten inanacaklardır.

They will invite you around for supper or tea or a Big Mac.

Sizi akşam yemeğine , çaya ya da Big Mac'e davet edecekler.

I think it's mainly Big Macs

Bence esas olarak Big Mac'ler

and they will say, oh, we've got a member of the Royal family here today.

ve onlar, ah, bugün burada Kraliyet ailesinin bir üyesi var diyecekler.

And I'll go, Oh, hello, my name is Mr.

Ben de, Oh, merhaba, benim adım Bay

Duncan.

I am 25th in line

Duncan.

to the throne of England, and they will believe you

İngiltere tahtının 25. sırasındayım ve sana inanacaklar

because you have a British accent and

çünkü sende İngiliz aksanı var ve

my eyes are quite close together.

gözlerim birbirine oldukça yakın.

So people are likely to believe I could be royalty

Yani insanlar muhtemelen benim kraliyet ailesi üyesi olabileceğime inanıyor

because all the royalty, their eyes are all close together.

çünkü tüm kraliyet ailesi, gözleri birbirine yakın.

It's not it's not the only thing that's close together.

Birbirine yakın olan tek şey bu değil.

And their eyes are very close together.

Ve gözleri birbirine çok yakın. Bir

You look at that next time the queen, even Prince Philip as well,

dahaki sefere kraliçeye, hatta Prens Philip'e baktığınızda,

they all have eyes very close together that must show some kind of royal

hepsinin bir tür kraliyet eğilimi göstermesi gereken birbirine çok yakın gözleri var

leaning.

.

Oh, you certainly have a leaning towards something.

Oh, kesinlikle bir şeylere eğilimin var.

I'm not sure what it is.

Ne olduğundan emin değilim.

So welcome, everyone.

Herkese hoş geldiniz.

It is Sunday, the 10th of July.

Bugün 10 Temmuz Pazar.

We are almost halfway through July.

Temmuz ayının neredeyse yarısına geldik.

Don't forget, by the way, I haven't mentioned this yet.

Bu arada unutma, bundan henüz bahsetmedim.

I'm going to mention it today, next month.

Bugün, önümüzdeki ay bahsedeceğim.

It is my birthday.

Bugün doğum günüm.

So I am giving you one month notice.

Bu yüzden size bir ay önceden haber veriyorum.

So I am giving you plenty of time to buy your lovely gifts.

Bu yüzden size güzel hediyelerinizi almanız için bolca zaman veriyorum.

By the way, I'm talking to Steve here, so you have plenty of time to buy your lovely gifts.

Bu arada, burada Steve'le konuşuyorum, bu yüzden güzel hediyelerinizi almak için bolca vaktiniz var.

Some of your thoughtful presents, maybe a beautiful car, plural?

Düşünceli hediyelerinizden bazıları, belki güzel bir araba, çoğul?

Yes. Not singular. Yes.

Evet. Tekil değil. Evet.

So I'm expecting that.

Yani bunu bekliyorum.

And you, of course, you're welcome as well.

Ve sen, elbette, sen de rica ederim.

If you want to send something to me, I don't know how it's going to get here

Bana bir şey göndermek istersen, buraya nasıl geleceğini bilmiyorum

because I would never give

çünkü asla

my real address.

gerçek adresimi vermem.

Mr. Duncan, what are we going to talk about today?

Bay Duncan, bugün ne hakkında konuşacağız?

We're talking about hot and cold.

Sıcak ve soğuktan bahsediyoruz.

Have you noticed?

It's quite hot today, although I feel a lot cooler now.

Fark ettin mi?

Bugün çok sıcak olsa da şimdi çok daha serin hissediyorum.

We actually have the fan.

Aslında taraftarımız var. Orada üfleyen

There's a little electric fan that is blowing down there.

küçük bir elektrikli vantilatör var .

There was something blowing under the desk, but up to 28 degrees Celsius or centigrade. Yes,

Masanın altından bir şey esiyordu ama sıcaklık 28 santigrat derece veya santigrat dereceydi. Evet,

nearly 82 Fahrenheit, 82 Fahrenheit.

yaklaşık 82 Fahrenheit, 82 Fahrenheit.

Everyone anybody use Fahrenheit to measure temperature in their country.

Herkes kendi ülkesindeki sıcaklığı ölçmek için Fahrenheit kullanır. Hiçbir

I have no idea. But tell us if you do.

fikrim yok. Ama eğer yaparsan bize söyle.

I like Fahrenheit.

Fahrenheit'i severim.

I hate I hate measurements.

Nefret ediyorum ölçülerden nefret ediyorum.

I hate them.

Onları sevmem.

The only measurements I understand, Steve, are feet

Anladığım tek ölçü Steve, fit

and inches.

ve inç.

Steady. No, steady.

Sabit durmak. Hayır, sabit.

I know what you're doing out there.

Orada ne yaptığını biliyorum.

You're thinking feet in inches.

Ayakları inç olarak düşünüyorsun.

That's all I understand. Anything else?

Tüm anladığım bu. Başka bir şey?

I have no metres.

Metrem yok.

People say 20 metres.

İnsanlar 20 metre diyor.

I have no idea what that is.

Bunun ne olduğu hakkında fikrim yok.

I'm all right with me just because it's very close to yards.

Avlulara çok yakın olduğu için benim için sorun yok.

That's even worse.

Bu daha da kötü.

You must know what a yard is.

Avlunun ne olduğunu bilmelisin.

I'm not that old and not as old as you.

O kadar yaşlı değilim ve senin kadar yaşlı değilim.

But yeah.

Ama evet.

Your birth certificate is in Latin.

Doğum belgeniz Latincedir.

No, not.

Hayır değil.

That's how old you were. Metres and yards away.

İşte o yaştaydın. Metrelerce uzakta.

A metre is.

Just a little bigger than a yard? Yes.

Bir metre.

Bir avludan biraz daha mı büyük? Evet.

I never have problems with metres.

Metre sorunum hiç yok.

Give me a foot.

Bana yardım et.

Give me one foot and 12 inches and I'll be happy.

Bana bir ayak ve 12 inç ver, mutlu olayım.

What are you talking about there, Mr.

Orada neden bahsediyorsunuz, Bay

Duncan? Measurements,

Duncan?

of course.

Tabii ki ölçüler.

Inaki. Mr.

Inaki. Bay

Seaver's trip the thermometer. No, I haven't.

Seaver'ın termometre gezisi. Hayır, yapmadım.

This is real live temperature.

Bu gerçek canlı sıcaklıktır.

So he put it down his underwear.

Bu yüzden iç çamaşırının altına koydu.

I can show you.

Sana gösterebilirim.

Maybe go.

Belki git

That's out of focus, Steve.

Bu odak dışı, Steve.

Why should I put it there? No, the near. That's it.

Neden oraya koyayım? Hayır, yakın. Bu kadar.

Leave it there.

I see you see the red line.

Orada bırakın.

Kırmızı çizgiyi gördüğünü görüyorum.

The camera you see is fixed.

Gördüğünüz kamera sabittir.

Focus.

Odak.

We can say you can zoom in on that.

Bunu yakınlaştırabileceğinizi söyleyebiliriz.

Can we get it to 30, by the way?

Bu arada 30 yapabilir miyiz?

We need to shut all the doors and windows.

Tüm kapıları ve pencereleri kapatmamız gerekiyor.

Please don't do that, which we don't want to do that.

Lütfen bunu yapmayın, ki biz bunu yapmak istemiyoruz.

I think it's good to acclimatise yourself to the heat.

Bence kendini sıcağa alıştırmak iyi olur. Bu yazın başlarında

That's what I do in the car in the early part of this summer.

arabada yaptığım şey bu .

I will not switch the aircon on

so that the temperature inside the car gets very hot

Arabanın içi çok ısınmasın diye klimayı açmayacağım

and I'm trying to acclimatise my body to the heat.

ve vücudumu sıcağa alıştırmaya çalışıyorum. Kulağa

I know it sounds ridiculous, but that's what I like to do with it.

saçma geldiğini biliyorum ama onunla yapmayı sevdiğim şey bu.

It definitely sounds ridiculous.

Kesinlikle saçma geliyor.

Yes. I think if I if I can see, how long can I stand it?

Evet. Sanırım eğer görebilirsem, buna ne kadar dayanabilirim?

Well, that that sort of get you used to the high temperatures, doesn't it?

Bu sizi yüksek sıcaklıklara alıştırıyor, değil mi?

You've got to sort of make your body climb.

Vücudunu bir şekilde tırmandırmalısın.

You really shouldn't have said that because you've just reminded me of something.

Bunu söylememeliydin çünkü bana bir şeyi hatırlattın.

Can I just say yesterday we were driving to Mr.

Dün arabada Bay Steve'in annesine gittiğimizi söyleyebilir miyim

Steve's mother in the car, and I suddenly realised

ve aniden

that Steve was driving with with the air conditioning.

Steve'in klima ile birlikte gittiğini fark ettim.

The air conditioning was switched off

Klima kapalıydı

and I was passing out.

ve bayılıyordum.

And I said to Steve, I said, Why is it so hot in this car?

Ve Steve'e dedim ki, Bu araba neden bu kadar sıcak?

Right. You see, I'm used to it. Yes, but that's it.

Sağ. Bak ben alıştım. Evet, ama bu kadar.

But the thing is, why don't you just put the air conditioning on anyway?

Ama mesele şu ki, neden yine de klimayı açmıyorsun?

Because for your life, do you think, Mr.

Bay Duncan, hayatınız için

Duncan, because you're trying to save energy or fuel?

enerjiden mi yoksa yakıttan mı tasarruf etmeye çalıştığınızı düşünüyorsunuz?

I will use about 3% more petrol.

Yaklaşık %3 daha fazla benzin kullanacağım.

So you draw in the truth.

Yani gerçeği çiziyorsun.

So you would rather

Yani

me suffer,

benim acı çekmemi,

maybe even pass out in the car with heatstroke,

hatta arabada sıcak çarpmasıyla bayılmamı,

then just put the air conditioning on.

sonra da klimayı açmamı tercih ediyorsun.

Well, I thought I'll wait for Mr.

Duncan to say something before I switch it up.

Değiştirmeden önce Bay Duncan'ın bir şeyler söylemesini bekleyeceğimi düşündüm.

Oh, I said something.

Ah, bir şey söyledim.

And it actually, to be fair, we were halfway to our destination, so we,

Ve aslında, adil olmak gerekirse, hedefimize giden yolu yarılamıştık, bu yüzden

we probably travelled about 35 miles before Mr.

Bay

Duncan said it's too hot in here.

Duncan buranın çok sıcak olduğunu söylemeden önce muhtemelen yaklaşık 50 km yol katettik.

So I got 35 miles in without losing 3% fuel economy by having the air conditioning.

Böylece klimayı takarak %3 yakıt ekonomisi kaybetmeden 35 mil yol aldım .

It was just unbelievable.

İnanılmazdı.

I think you see it's all about how I think it was.

Sanırım her şeyin nasıl olduğunu düşündüğümle ilgili olduğunu görüyorsun.

It was unbelievable.

İnanılmazdı.

I was just baking in the car and I couldn't work out what was going on.

Arabada yemek pişiriyordum ve neler olduğunu çözemedim.

And I said, if you have you turn the air conditioning off?

Ben de klimayı kapattıysan dedim.

No, I never switched it on.

Hayır, hiç açmadım.

You never switch switches. Sounds that set off, you know, from home.

Anahtarları asla değiştirmiyorsunuz. Evden çıkan sesler, bilirsiniz.

It was all cars covered up so it wasn't too hot.

Tüm arabalar kapalıydı, bu yüzden çok sıcak değildi.

You didn't do that with your mother, did you? Oh, no.

Bunu annenle yapmadın, değil mi? Oh hayır.

That's not the reason why she fell ill.

Hastalanmasının nedeni bu değil.

You weren't making your mother suffocate in the car

Anneni arabada

with your with your tight fisted ness.

sımsıkı yumurtlamanla boğmuyordun. Eli

A person who is tight fisted, they don't like to spend money

sıkı olan insan parasını eli

tight fisted.

sıkı harcamaktan hoşlanmaz.

You carry around. Actually, Mr. Steve is very generous.

Sen taşıyorsun. Aslında, Bay Steve çok cömerttir.

I will be honest with you.

sana karşı dürüst olacağım

Now, I know we're not brothers.

Artık kardeş olmadığımızı biliyorum.

Someone asked earlier. Are we brothers? We often get that question.

Daha önce birisi sormuştu. Biz kardeş miyiz? Bu soruyu sık sık alıyoruz.

We are not forget that we are not brothers and something that rhymes with brothers,

Kardeş olmadığımızı ve kardeş,

brothers, mothers.

kardeş, anne kafiyeli bir şey olduğumuzu unutmayız.

Think of another anyway. Yes, Smothers.

Yine de bir başkasını düşün. Evet, Smothers.

I feel as if I'm being smothered today.

Bugün boğuluyormuş gibi hissediyorum.

We. Yes. There we go. Yes.

Biz. Evet. Oraya gidiyoruz. Evet.

100. DOB, I saw you.

100. DOB, seni gördüm.

You've stated this again. You've rained.

Bunu yine belirtmişsin. Yağmur yağdırdın.

UV rays are dangerous and these we have an ozone layer for free.

UV ışınları tehlikelidir ve bunlar bedavaya ozon tabakasına sahip olmamızdır.

The ozone layer filters out the UV rays because without that, we will be dead.

Ozon tabakası UV ışınlarını filtreler, çünkü o olmadan ölmüş olacağız.

No one ever talks about the ozone layer.

Kimse ozon tabakasından bahsetmiyor.

I remember during the late, late 1980s

1980'lerin sonlarında,

and the early nineties, that's all anyone ever talked about.

1990'ların başlarında herkesin konuştuğunu hatırlıyorum.

You would go up to someone in the street and say, Oh, good morning.

Sokakta birine gider ve "Ah, günaydın" derdin.

How is the ozone layer today?

Ozon tabakası bugün nasıl?

And I said, The ozone layer is quite good, thank you very much.

Ben de dedim ki, Ozon tabakası oldukça iyi, çok teşekkür ederim.

And we'd all look up all the time watching the ozone layer.

Ve hepimiz ozon tabakasını izlerken sürekli yukarı bakardık.

But now no one ever talks about the ozone layer.

Ama artık kimse ozon tabakasından bahsetmiyor.

Oh, well, that's because that's because it's okay.

Oh, çünkü sorun yok çünkü.

Now, in the 1980s, it was it was dissolving away.

Şimdi, 1980'lerde, dağılıp gidiyordu.

Yeah, that's the right phrase. There were Holmes holes

Evet, doğru ifade bu. Özellikle buzdolaplarından

because of all the gases from

çıkan tüm gazlar nedeniyle Holmes delikleri vardı

particularly from fridges. Yes.

. Evet.

Refrigerators, cars, mainly from the particular

Buzdolapları, arabalar, esas olarak

refrigerants that they use in refrigerators.

buzdolaplarında kullandıkları belirli soğutucu akışkanlardan.

Refrigerants are causing holes

Soğutucu akışkanlar

in the ozone layer, particularly above the poles.

ozon tabakasında, özellikle kutupların üzerinde deliklere neden oluyor.

So everyone was worried that we wouldn't have any ozone left.

Bu yüzden herkes elimizde hiç ozon kalmayacak diye endişelendi.

And with all the it all turned into cancer lumps.

Ve tüm bunlarla birlikte hepsi kanser yumrularına dönüştü.

Yes, well, some people have.

Evet, bazı insanlar var. İşte

That's the problem. I probably have. Probably. Yes, yes.

sorun bu. Muhtemelen var. Muhtemelen. Evet evet.

But I'm assuming that we have, you know, a fairly adequate ozone layer now.

Ama şu anda oldukça yeterli bir ozon tabakasına sahip olduğumuzu farz ediyorum.

I think no one's mentioned.

Sanırım kimse bahsetmemiş.

We know for years this is what I'm on about.

Yıllardır bunun hakkında konuştuğumu biliyoruz.

We never mentioned the ozone layer.

Ozon tabakasından hiç bahsetmedik.

They used to be giant holes.

Eskiden devasa deliklerdi.

Well, 100 and perhaps 100 dominoes.

100 ve belki de 100 domino taşı.

Oh, okay.

Tamam.

Why have.

Neden var?

Well, because $100 referring to the ozone layer.

Çünkü ozon tabakasına atıfta bulunan 100 dolar.

Oh, okay. So

Tamam. Yani

is it still fully intact?

hala tamamen sağlam mı?

How is your ozone hole?

Ozon deliğiniz nasıl?

Yes. Do you have a hole in your ozone?

Evet. Ozonunuzda delik mi var?

Yes. You don't want it really?

Evet. Gerçekten istemiyor musun?

No, you definitely don't.

Hayır, kesinlikle yapmıyorsun.

But yes, they used to talk about that all the time, didn't they?

Ama evet, hep bundan bahsederlerdi , değil mi?

They did.

So maybe, you know, now they're talking about raising global temperatures.

Onlar yaptı.

Yani belki, bilirsiniz, şimdi küresel sıcaklıkları yükseltmekten bahsediyorlar.

Maybe they'll forget about that in a few years. Maybe.

Belki birkaç sene sonra unuturlar. Belki.

Maybe that's it.

Belki de budur.

They'll be something else.

Başka bir şey olacaklar. Belki

Maybe donkey farts, maybe.

eşek osurur, belki.

Maybe we will have to eradicate all donkeys on the planet because we

Belki de gezegendeki tüm eşekleri yok etmemiz gerekecek çünkü

we discover using scientific experiments

bilimsel deneyler kullanarak

that donkeys produce the worst gas.

eşeklerin en kötü gazı ürettiğini keşfediyoruz.

And so we have to eradicate all donkeys on the planet.

Ve bu yüzden gezegendeki tüm eşekleri yok etmeliyiz.

He's joking.

Şaka yapıyor.

Hot and cold. Yes, hot and cold.

Sıcak ve soğuk. Evet, sıcak ve soğuk.

I know which one I'm feeling today.

Bugün hangisini hissettiğimi biliyorum.

I'm feeling hot.

Ateşli hissediyorum.

Feeling hot, hot, hot.

Sıcak, sıcak, sıcak hissetmek.

I'm feeling hot, hot, hot, hot, hot, hot.

Sıcak, sıcak, sıcak, sıcak, sıcak, sıcak hissediyorum.

My glass is empty.

Bardağım boş.

And this is a beautiful glass, by the way.

Ve bu arada, bu güzel bir bardak.

And can I just say once again, Steve, I did definitely not.

Ve bir kez daha söyleyebilir miyim Steve, kesinlikle yapmadım.

I did not steal this yesterday.

Bunu dün çalmadım.

No. Because next time we go, are you going to take it back?

Hayýr. Çünkü bir dahaki sefere gittiđimizde, onu geri alacak mýsýn?

So you've borrowed it. And in fact, this is on loan.

Demek ödünç aldın. Ve aslında, bu ödünç.

It's on that.

Bunun üzerine.

It's on loan.

Ödünç alınmış. Ben

I didn't steal it.

çalmadım.

I wasn't I wasn't so captivated.

O kadar büyülenmiş değildim.

I was captivated by this glass.

Bu cama bayıldım.

So we're neglecting the live chat here, people, other people, which is very good of them,

Yani burada canlı sohbeti ihmal ediyoruz , insanlar, diğer insanlar, ki bu onların çok iyi tarafı,

are in fact answering other people's questions relating to English.

aslında diğer insanların İngilizce ile ilgili sorularını yanıtlıyorlar.

Okay.

Tamam aşkım.

Tom asks, does out mean dying.

Tom, dışarı çıkmak ölmek anlamına mı geliyor diye sorar.

If you pass out, it means you faint, you become unconscious.

Bayılırsan, bayılıyorsun demektir, bilincini kaybedersin.

Exactly.

Kesinlikle.

The wolf of Alexandra.

Alexandra'nın kurdu.

I probably Alexandra answered that question for us because we were neglecting the live chat.

Muhtemelen Alexandra, canlı sohbeti ihmal ettiğimiz için bu soruyu bizim için cevapladı.

And, you know, actually teaching's of English.

Ve aslında İngilizce öğretmektir.

So Alexander Alexander says, would you like a double G in T, a gin and tonic?

Alexander Alexander diyor ki, T'de çift G, bir cin tonik ister misin?

This does look like a glass that should have maybe whisky

Bu, belki viski

or maybe some some wine, a bit of porto wine or perhaps some whisky.

veya belki biraz şarap, biraz porto şarabı veya belki biraz viski olması gereken bir bardağa benziyor.

Baileys.

Bailey'ler.

Baileys, yes.

Baileys, evet.

So there's a little bit of confusion there.

Yani orada biraz kafa karışıklığı var.

I will answer this other one.

Buna diğerini cevaplayacağım.

So passing out just means fainting over visiting.

Yani bayılmak, ziyaretten bayılmak demektir.

But you can also passing out as another meaning

Ancak

as funny to you when you've got your qualification.

yeterliliğinizi elde ettiğinizde size komik gelen başka bir anlam olarak da geçebiliyorsunuz.

Yes, you can use it.

Evet, kullanabilirsiniz.

And just trying to think of an example now you pass out when you well normally in the military that's it.

Ve şimdi bir örnek düşünmeye çalışıyorum, normalde askerdeyken bayılıyorsun, o kadar.

So in the military when you give your know when you you stop your training you will pass out.

Yani askerde eğitiminizi bıraktığınızda bilgi verdiğinizde bayılacaksınız .

So it means you you leave your training and you go into the proper military.

Yani eğitimini bırakıyorsun ve doğru askere gidiyorsun demektir. Al işte ozaman,

So there you go.

You're passing something, leaving something behind, leaving the trainee behind and going into the

buyur.

Bir şeyi geçiyorsunuz, bir şeyi geride bırakıyorsunuz, stajyeri geride bırakıyorsunuz ve

real world.

gerçek dünyaya gidiyorsunuz.

But we were when we were saying passing out was, oh, oh, I'm fainting, I'm having the vapours.

Ama bayılmanın , oh, oh, bayılıyorum, buharlarım olduğunu söylediğimizdeydik.

But don't get that confused with because Alexandra, I just noticed that as well

Ama bunu Alexandra ile karıştırmayın , az önce farkettim ki

pass away

does mean dying. Yes.

ölmek de ölmek demek. Evet.

If you pass away, it means you die. Yes.

Eğer vefat edersen, bu öleceğin anlamına gelir. Evet.

Passing out just means you've fainted

Bayılmak, sıcaktan bayıldığınız

because of the heat or somebody said something that shocked you.

veya birisinin sizi şok eden bir şey söylediği anlamına gelir.

Maybe you are a Victorian lady and you've just seen a gentleman

Belki de Viktorya döneminden bir hanımefendisiniz ve az önce

show his underwear to you wearing a big top hat.

büyük bir silindir şapka takmış bir beyefendinin size iç çamaşırını gösterdiğini gördünüz.

Yes, such a big top hat.

Evet, çok büyük bir silindir şapka.

Apparently women used to pass out.

Anlaşılan kadınlar bayılıyordu.

Yes. That is when top hats first introduced.

Evet. Bu, silindir şapkaların ilk tanıtıldığı zamandı.

Women were so shocked by them.

Kadınlar onlara çok şaşırdı.

They used to pass out.

Bayılırlardı.

They used to faint.

Bayılırlardı.

Yep. So pass.

Evet. Öyleyse geç.

Pass out.

Bayılmak.

This means fainting because something's affected you like the heat.

Bu, bayılmak anlamına gelir çünkü bir şey sizi sıcak gibi etkiledi.

But pass away does in fact mean dying.

Ama vefat aslında ölmek anlamına gelir.

Yes You die, you pass away.

Evet ölürsün, geçersin.

Uncle has passed away.

Amca vefat etti.

You passed away.

vefat ettin

It's a kind way of saying dying.

Ölmek demenin bir tür yolu.

He has passed on, passed on, passed on.

Geçti, geçti, geçti.

Yes, your grandad has passed on.

Evet, büyükbaban vefat etti.

He's passed away.

O vefat etti.

He has ceased to be.

O olmaktan çıktı.

Sometimes if you say, you know

Bazen derseniz, şunu falan bilirsiniz

such and such

that they've died, well, they're dead.

ki öldüler, yani öldüler.

It's a very it's a very harsh word to you.

Bu senin için çok çok ağır bir söz.

It is very harsh.

Bu çok sert.

You say they passed away. Yes.

öldüler diyorsun. Evet.

It's a more gentle way of saying yes, they did.

Evet, yaptılar demenin daha nazik bir yolu.

That's it. Passed away.

Bu kadar. Geçti.

They've gone to join the choir. Invisible.

Koroya katılmaya gittiler. Görünmez.

But don't say they passed out.

Ama bayıldıklarını söyleme.

No, because you will confuse people that says people will think they're not really dead.

Hayır, çünkü insanların gerçekten ölmediklerini düşündüklerini söyleyenlerin kafasını karıştırırsınız.

They've just passed out. It's just fainted on the floor.

Daha yeni bayıldılar. Sadece yerde bayıldı.

Now, with heat exhaustion, like I will soon.

Şimdi, yakında yapacağım gibi, sıcak bitkinliği ile.

And there we go.

Ve işte başlıyoruz.

I like to pay attention to the comments.

Yorumlara dikkat etmeyi seviyorum.

Thank you.

Teşekkür ederim.

100 are good and I promise to chime.

100 iyidir ve çınlayacağına söz veriyorum.

See all of them.

Hepsini gör.

Oh, Mary Fur says hello, Mr. Duncan. Mr.

Oh, Mary Fur merhaba diyor, Bay Duncan.

C from Canada.

Kanada'dan Bay C.

Hello, Canada.

Merhaba, Kanada.

A big hello to you.

We had some of your biscuits the other day.

Sana kocaman bir merhaba.

Geçen gün bisküvilerinden yedik.

We did because Mr. Steve. Sister, I can fix them.

Yaptık çünkü Bay Steve. Rahibe, onları düzeltebilirim.

I won't.

I won't explain the whole story.

yapmayacağım

Tüm hikayeyi açıklamayacağım.

Go get them. Steve, this might be interesting.

Git onları al. Steve, bu ilginç olabilir.

We might actually have something interesting to talk about.

Aslında konuşacak ilginç bir şeyimiz olabilir .

Now. Wow.

Şimdi. Vay.

I like that big shed.

O büyük kulübeyi seviyorum.

I wonder what they're keeping in that big shed.

O büyük barakada ne sakladıklarını merak ediyorum.

Look at this.

Şuna bak.

So, Mr. Steve's sister.

Bay Steve'in kız kardeşi.

Oh, I can't really be bothered to explain this.

Oh, bunu açıklamaktan gerçekten rahatsız olamam.

Let's just say someone we know has just come back from Canada.

Diyelim ki tanıdığımız biri Kanada'dan yeni döndü.

There we go.

Oraya gidiyoruz.

There we go.

Oraya gidiyoruz.

And these maple cookies.

Ve bu akçaağaç kurabiyeleri.

And can I just say, they are gorgeous.

Ve muhteşem olduklarını söyleyebilir miyim?

The only problem is they are full of fat.

Tek sorun, yağ dolu olmalarıdır.

And the worst day anyway.

Ve yine de en kötü gün.

Now I'm Mr. spoilers. No it's not.

Şimdi Bay Spoiler'ım. Hayır değil.

Suppose that they are they are full of fat, but they are so lovely.

Diyelim ki onlar şişmanlar, ama çok sevimliler.

I have eaten most of these.

Bunların çoğunu yedim.

Can I you've.

Yapabilir miyim?

You've moved Mr. Duncan.

Bay Duncan'ı hareket ettirdiniz.

I think you moved when you went off, baby. Go.

Sanırım gittiğin zaman hareket ettin bebeğim. Gitmek.

So, yes, these are maple.

Yani, evet, bunlar akçaağaç.

Maple syrup is gorgeous.

Akçaağaç şurubu muhteşem.

Maple syrup. Get it from a tree.

Akçaağaç şurubu. Bir ağaçtan alın.

Yes, yes.

Evet evet.

They they go to the tree and they milk believe

Ağaca giderler ve sağarlar

it, the maple tree by any chance it might be.

buna inanırlar, akçaağaç her ihtimale karşı.

Hence the maple leaf.

Bu nedenle akçaağaç yaprağı.

Being a symbol of Canada,

Kanada'nın bir sembolü olarak

it looks like my nose is running.

burnum akıyor gibi görünüyor.

Yes, I've got a runny nose.

Evet, burnum akıyor.

Maple syrup comes from Mr.

Akçaağaç şurubu Bay Jenkins'ten geliyor

Jenkins. No, maple syrup comes from my nose.

. Hayır, akçaağaç şurubu burnumdan geliyor.

There we go.

Oraya gidiyoruz.

So now you know, that's quite funny.

Şimdi biliyorsun, bu oldukça komik.

Yes. Mr.

Duncan has been munching into these biscuits, which were no doubt

Evet. Bay

Duncan, şüphesiz

purchased at the duty free.

gümrüksüz olarak satın alınan bu bisküvileri kemiriyor.

I think your sister went to a lot of trouble to get these.

Bence kız kardeşin bunları almak için çok zahmete girdi .

Just as she was about to board the plane.

Tam uçağa binmek üzereyken.

She was very busy.

Çok meşguldü.

She was about to board the plane and she thought, oh, my God, I've got nothing for Stephen Duncan.

Uçağa binmek üzereydi ve aman Tanrım, Stephen Duncan için hiçbir şeyim yok diye düşündü.

Oh, well, I will get them a box of biscuits that was around the

Oh, pekala, onlara gidiş salonunun etrafındaki bir kutu bisküvi alacağım

departure lounge.

.

I will put absolutely no thought and effort into this gift.

Bu hediye için kesinlikle hiçbir düşünce ve çaba sarf etmeyeceğim.

They were quite nice.

Oldukça iyilerdi.

I mean, everybody just.

Yani, herkes sadece.

I mean, to be fair.

Yani, adil olmak için.

Oh, my sister has been very busy. Yes.

Oh, kız kardeşim çok meşguldü. Evet.

Okay. You know, because her eldest son.

Tamam aşkım. Biliyorsun, çünkü en büyük oğlu.

Yeah was getting married to a Canadian girl.

Evet, Kanadalı bir kızla evleniyordu.

Yes. Again, why why did you say girl in that?

Evet. Yine, neden bunun içinde kız dedin?

A Canadian girl?

Kanadalı bir kız mı?

Well, you you seem surprised.

Şaşırmış görünüyorsun.

And they were very busy, very busy, emotional.

Ve çok meşguldüler, çok meşguldüler, duygusaldılar.

So, you know, so

Bu yüzden, tam da bekleme sürecinden geçerken

thank you very much for these lovely biscuits wrapped just as you were going through the wait.

sardığınız bu güzel bisküviler için çok teşekkür ederim .

My joke the departure gate.

Benim şaka çıkış kapısı.

Yeah I want literally the wedding was one day and then they had to fly back the next. Yes.

Evet, kelimenin tam anlamıyla düğünün bir gün olmasını ve ertesi gün uçmak zorunda kalmalarını istiyorum. Evet.

So, you know, you haven't got much time.

Yani, biliyorsun, fazla zamanın yok.

There is no excuse for missing presence, which I thought you were going to bring me back a little.

Beni biraz geri getireceğini düşündüğüm varlığın eksikliğinin bir mazereti yok.

Which reminds me, plastic Mountie.

Bu da bana plastik Mountie'yi hatırlattı.

I still and I said, I've got a

Hala

wedding present for my

yeğenime düğün hediyem var dedim

nephew. Yes.

. Evet.

Is it nephew.

yeğen mi

Oh no I wasn't mixed up.

Ah hayır karıştırmadım.

Was it mixed up with this?

Bununla mı karıştırıldı?

What are you doing, sir? My sister's nephew.

Ne yapıyorsunuz bayım? Kız kardeşimin yeğeni.

Yeah, that's right.

Evet bu doğru.

So I still haven't done that.

Yani hala yapmadım.

So did you work out?

Yani çalıştın mı? Öyle

It's not. Yeah.

değil. Evet.

She's not your auntie.

O senin teyzen değil.

I don't know that.

Bunu bilmiyorum.

My God, these are so nice.

Allahım çok güzel bunlar

So, hello, Canada.

Merhaba, Kanada.

And look, I'm going to eat your next

Ve bak, bir sonraki

your national leaf.

ulusal yaprağını yiyeceğim.

I hope you don't mind, but it is full of delicious maple syrup.

Umarım sakıncası yoktur ama içi lezzetli akçaağaç şurubu ile dolu.

I don't know why the smell of maple syrup is absent.

Akçaağaç şurubu kokusu neden yok bilmiyorum.

Incredible.

İnanılmaz.

I don't know why you can smell it in the morning.

Neden sabahları kokusunu alabildiğini bilmiyorum.

Canal. No, canal. It's my.

Kanal. Hayır, kanal. Bu benim.

My, my sister. No.

benim, kız kardeşim. Hayır.

None of our sisters live in Canada, but my sister went there

Ablalarımızdan hiçbiri Kanada'da yaşamıyor ama ablam oraya gitti

because her son was getting married to a Canadian girl.

çünkü oğlu Kanadalı bir kızla evleniyor.

And that's why my mother had to come and stay with us.

Bu yüzden annem gelip bizimle kalmak zorunda kaldı.

Because there would be nobody nearby.

Çünkü yakınlarda kimse olmayacaktı.

She needs to look after her.

Ona bakması gerekiyor.

Oh, yes.

Oh evet.

What about your cholesterol level, Mr. C?

Kolesterol seviyeniz ne durumda, Bay C?

That did shock me, actually, when I read on the back, as I do,

Aslında bu beni şok etti, benim yaptığım gibi arkasını okuduğumda

how many of us look at the

kaçımız bir

the nutritional information on the back of packets of things?

şeylerin paketlerinin arkasındaki beslenme bilgilerine bakıyoruz?

I'm always doing it.

Ben her zaman yapıyorum.

You just like to ruin everything.

Her şeyi mahvetmeyi seviyorsun.

So, fats.

Yani yağlar.

There we go. It's

Oraya gidiyoruz.

Oh, it's not as bad as I thought, Mr.

Oh, düşündüğüm kadar kötü değil, Bay

Duncan.

Duncan.

Oh, no, the saturates aren't so bad.

Oh, hayır, doymuşlar o kadar da kötü değil.

But, Sacha, it's 2.5 grams.

Ama Sacha, 2,5 gram.

But yes, it's five grams of fat and two and a half grams of saturates.

Ama evet, beş gram yağ ve iki buçuk gram doymuş.

But most disappointingly, the fact is palm oil.

Ama en hayal kırıklığı yaratan gerçek hurma yağı.

Palm oil, which as we know,

Bildiğimiz gibi hurma yağı,

is grown on deforested land.

ormansız arazide yetiştirilir.

Yes, that is the big problem with palm.

Evet, avuç içi ile ilgili en büyük sorun budur.

It's very popular.

Çok popüler.

It's very popular.

Çok popüler.

Cheap to produce, but they tear down rainforests in order to plant

Üretimi ucuz ama

the trees required to to make the palm oil.

hurma yağı yapmak için gerekli ağaçları dikmek için yağmur ormanlarını yerle bir ediyorlar.

So now I am part of the problem.

Yani artık sorunun bir parçasıyım.

You are too.

Sende.

Then we get a lot of facts coming in there today.

O zaman bugün oraya birçok gerçek geliyor.

And facts, facts, not facts.

Ve gerçekler, gerçekler, gerçekler değil.

Facts.

Gerçekler.

Sir Mary, what do you think of that?

Sör Mary, buna ne dersiniz?

Do you Mary, do you eat these biscuits yourself?

Sen Mary, bu bisküvileri kendin mi yiyorsun?

Yes. Would you recognise these as a particularly quality brand, please?

Evet. Bunları özellikle kaliteli bir marka olarak kabul eder misiniz, lütfen?

Dennis I have a feeling these are only found

Dennis, bunların sadece havaalanı mağazalarının gümrüksüz satış alanında bulunduğuna dair bir his var içimde

in the duty free area of airport shops.

.

Maybe there must be people returning from Canada with with these.

Belki bunlarla Kanada'dan dönenler vardır .

There's probably more of those in this country and around the world than the roaring in Canada.

Muhtemelen bu ülkede ve dünyada Kanada'daki kükreyenlerden daha fazla var.

Is everyone grabbing them?

Herkes onları alıyor mu?

They're grabbing them.

As Mary says, they're very popular in Canada.

Onları alıyorlar.

Mary'nin dediği gibi, Kanada'da çok popülerler.

So that particular brands, well, that's good.

Yani belirli markalar, bu iyi.

They do have the name Canada on the front.

Önlerinde Kanada adı var.

Do we have a British honey? Nice.

İngiliz balımız var mı? Güzel.

Whatever we should have a British biscuit pound Mary grows up.

Mary'nin büyüdüğü İngiliz bisküvi poundu ne olursa olsun.

We do the digestive

that we know I think an English biscuit would be.

Bir İngiliz bisküvisinin olacağını düşündüğümüz sindirimi yapıyoruz.

That reminds me, my mother was going to give me one yesterday.

Bu bana dün annemin bir tane vereceğini hatırlattı.

Okay. But she actually obviously forgot.

Tamam aşkım. Ama aslında açıkça unutmuştu.

I'm loving I'm loving the insight into Steve's

Seviyorum Steve'in

inner monologue.

iç monologunun içgörüsünü seviyorum.

I would be a nice English biscuit would be probably.

Güzel bir İngiliz bisküvisi olurdum muhtemelen.

What would you say would be nice English biscuits you can tell me would say some

Ne dersin güzel İngiliz bisküvisi olur bana biraz

shortbread.

kurabiye diyebilirsin.

Shortbread I think Scottish anyway.

Kurabiye, zaten İskoç olduğunu düşünüyorum.

Custard cream.

Krem şanti.

Shortbread.

Galeta.

Custard cream is a British biscuit.

Muhallebi kreması bir İngiliz bisküvisidir.

That's what people think of British biscuit.

İnsanların İngiliz bisküvisi hakkında düşündüğü şey bu.

Custard cream.

Krem şanti. Az

It's a bit like the one that I've just eaten,

önce yediğime benziyor

but instead it's got soft cream inside.

ama onun yerine içinde yumuşak krema var.

Very nice.

Çok güzel.

Where is that?

Nerede bu?

One has cream, but it's maple syrup, which is delicious.

Birinde krema var ama akçaağaç şurubu, ki bu çok lezzetli.

So hello to everyone in Canada.

Kanada'daki herkese merhaba.

I hope you're having a good day where you are today.

Umarım bugün bulunduğunuz yerde iyi bir gün geçiriyorsunuzdur.

What? Mary's watching from Canada.

Ne? Mary Kanada'dan izliyor.

So Hopefully there might be somebody else watching that's it's

Umarız izleyen başka biri vardır, çünkü şu anda Kanada nüfusunun

a very small percentage of the population of Canada are watching at the moment.

çok küçük bir yüzdesi izliyordur.

Palmero grew up near maple trees. Oh,

Palmero, akçaağaçların yanında büyüdü. Oh,

and yes, highly sticky liquid that comes out of them.

ve evet, onlardan çıkan oldukça yapışkan sıvı.

Yes, that's the maple syrup

Evet, bu akçaağaç şurubu

and I read an interesting fact on the back of here.

ve ben buranın arkasında ilginç bir gerçek okudum.

Did you maple syrup?

Akçaağaç şurubu yaptın mı?

Yes. I think you have to have a hundred litres of syrup from the tree to make one litre of

Evet. Buranın arkasında okuduklarıma göre, bir litre geleneksel akçaağaç şurubu yapmak için ağaçtan yüz litre şurup almanız gerektiğini düşünüyorum

of traditional maple syrup, according to what I read on the back of here.

.

So there we go.

İşte başlıyoruz.

Welcome to a new series called Mr.

Bay Steve adlı yeni bir diziye hoş geldiniz.

Steve Reads the information on the side of boxes of biscuits.

Bisküvi kutularının yan tarafındaki bilgileri okur.

I think it's going to be a big hit,

Bence büyük bir hit olacak,

Louis says, is that

diyor Louis,

Louis has got a very good memory says is that the t shirt that Mr.

Louis'in Bay Lomax'ın eleştirdiği tişörtün çok iyi bir hafızası olduğunu söylüyor

Lomax criticised.

.

It is well done. I was eating my breakfast and Mr.

Aferin. Kahvaltımı yapıyordum ve Bay

Lomax started picking on me because of my slurping.

Lomax höpürdetmem yüzünden benimle dalga geçmeye başladı.

And this is this is what I was wearing my Wolverine that talk about attention to detail

Ve bu benim Wolverine'imi giydiğim şeydi,

that is a true fan Mr.

gerçek bir hayran olan detaylara gösterilen dikkatten bahsediyordu. Bay

Duncan Lewis remembers that from one of the videos that must deserve some kind of applause.

Duncan Lewis, bir tür alkışı hak etmesi gereken videolardan birinden bunu hatırlıyor.

Wolverine is a girl now, by the way.

Bu arada Wolverine artık bir kız.

So I'm sorry, this is the cartoon

Üzgünüm, bu çizgi film

Wolverine, but apparently Wolverine now is a girl, so

Wolverine, ama görünüşe göre Wolverine artık bir kız, bu yüzden

maybe this is now out of date or the transition

belki bu artık güncelliğini yitirmiştir veya geçiş

taking place

here.

burada gerçekleşmektedir.

You want to go down that road, Steve?

O yoldan gitmek istiyor musun, Steve?

Oh, that's what people say. Now, if you're going from one

Ah, insanlar böyle söylüyor. Şimdi, bir

identity to another, you're transitioning,

kimlikten diğerine geçiyorsanız, geçiş yapıyorsunuz,

aren't you?

değil mi?

As we make transition from one subject to another? Yes.

Bir konudan diğerine geçerken mi? Evet. Dikkatli olmazsak

People might transition from one identity if we're not careful,

insanlar tek kimlikten geçiş yapabilir ,

we might transition from being on YouTube to being not on YouTube and not offending anyone.

YouTube'da olmaktan YouTube'da olmamak ve kimseyi gücendirmemek durumuna geçebiliriz.

Every everything is offensive.

Her şey saldırgan. Bugün şimdiye

Everything we've said so far today is offensive to someone.

kadar söylediğimiz her şey birilerini incitiyor.

Someone somewhere is offended.

Birisi bir yerlerde kırgın.

All of this, Tom, my Stephen y Mr.

Bütün bunlar, Tom, Stephen'ım ve Bay

Stephen.

Stephen.

Mr. Steve or Stephen.

Bay Steve veya Stephen.

Yes, actually if you were going to if you were going to use

Evet, aslında

my whole name correctly, he would spell it with a P-H.

tam ismimi doğru kullanacak olsaydın, P-H ile hecelerdi.

But thank you anyway.

Ama yine de teşekkür ederim.

I like the way you've gone for formality.

Resmiyet için gittiğin yolu beğendim.

There are why doesn't your mother appear on the live stream.

Annen neden canlı yayında görünmüyor?

That is because she.

Bunun nedeni o.

We have asked her many times, but she's too shy.

Ona defalarca sorduk ama çok utangaç.

Well, I suppose it's the same reason why most of you won't.

Pekala, sanırım çoğunuzun istememesinin nedeni de aynı. O

She's shy.

utangaç.

Oh, I definitely know what. What people think of me.

Kesinlikle ne olduğunu biliyorum. İnsanlar benim hakkımda ne düşünüyor?

What would I look like? Well, yeah,

Nasıl görünürdüm? Evet,

we've tried.

denedik.

We tried for those wondering, there is Mr.

Merak edenler için denedik,

Steve's mum with Mr. Steve. That was yesterday.

Steve Bey'in yanında Steve Bey'in annesi var. O dündü.

We were outside having a beautiful meal, we had a lovely meal and we walked around outside and.

Dışarıda güzel bir yemek yiyorduk, güzel bir yemek yedik ve dışarıda dolaştık ve.

I, I took that photograph but I definitely didn't take

Ben, o fotoğrafı ben çekmiştim ama

this class.

bu dersi kesinlikle almadım. Ben

I didn't, I did not steal.

çalmadım, çalmadım.

So I don't know why.

Bu yüzden neden bilmiyorum.

Why would you accuse me of such a heinous crime?

Neden beni böyle iğrenç bir suçla itham ediyorsun?

We would not say where we were because then it's all recorded that then.

Nerede olduğumuzu söylemeyiz çünkü o zaman her şey kaydedilir.

But then the lady that was serving, as

Ama sonra hizmet eden bayan,

she told us, a very interesting story she did told us there was a story.

bize anlattığı gibi, bize çok ilginç bir hikaye olduğunu anlattı.

It wasn't related to that? No.

Bununla ilgili değil miydi? Hayýr.

She said that for a celebration,

Bir kutlama için,

her and her husband went to stay in the.

kendisinin ve kocasýnýn da kalmaya gittiklerini söyledi.

It wasn't the Ritz, was it? It was

Ritz değildi, değil mi? Her

whatever.

The famous hotel in London off the Strand of the Strand, not the Ritz. The.

neyse.

Ritz değil, Strand of the Strand'ın dışındaki Londra'daki ünlü otel. .

You were there Mr.

Bay

Duncan, putting on the Ritz.

Duncan oradaydınız, Ritz'i takıyordunuz.

Savoy. Savoy.

Savoy. Savoy.

Okay.

Tamam aşkım.

She went to stay in the Savoy Hotel with her husband.

Kocasıyla birlikte Savoy Otel'de kalmaya gitti.

And I thought, well, you know where she's getting the money from?

Ben de parayı nereden bulduğunu biliyor musun diye düşündüm.

You know, she's a waitress and she getting the money from to stay in the Savoy Hotel.

Biliyorsun, o bir garson ve Savoy Oteli'nde kalmak için para alıyor.

I thought her husband must have a good job.

Kocasının iyi bir işi olması gerektiğini düşündüm.

I'm sorry.

Anyway, that was an aside.

Üzgünüm.

Her neyse, bu bir kenara oldu.

That's the first thing that came to mind. Steve Yeah.

Aklına ilk gelen buydu. Steve Evet.

So they went to the Savoy Hotel, stayed there for a week, and apparently she told us the story.

Böylece Savoy Oteli'ne gittiler, orada bir hafta kaldılar ve görünüşe göre bize hikayeyi anlattı.

Very interesting, but she said she stole

Çok ilginç, ama bir

lots cutlery and cups and all sorts of things.

sürü çatal bıçak, bardak ve bir sürü şey çaldığını söyledi.

So she put them in a suitcase and she said her house is covered in

Bu yüzden onları bir valize koydu ve evinin buzla kaplı olduğunu

ice and various items she stole from the Savoy Hotel.

ve Savoy Oteli'nden çaldığı çeşitli eşyalar olduğunu söyledi.

So the Savoy Hotel is is watching and they're wondering where all their

Yani Savoy Oteli izliyor ve son zamanlarda odalarından birinde

if they've noticed anything missing

eksik bir şey fark edip etmediklerini merak ediyorlar

from one of their rooms recently.

.

Get in touch with us.

Bizimle temasa geçin.

We all you know, we can always we know who it was, you know

Hepiniz biliyorsunuz, kim olduğunu her zaman bilebiliriz,

it wasn't.

Then I expect everybody steals things from the Savoy Hotel,

olmadığını bilirsiniz.

O zaman herkesin Savoy Otel'den bir şeyler çalmasını beklerim,

which is why it cost so much to stay there, because 50% of the bill is

bu yüzden orada kalmanın maliyeti çok yüksek, çünkü hesabın %50'si odadaki

that they're expecting to steal half the stuff from the room anyway.

eşyaların yarısını zaten çalmayı bekliyor .

So you might as well because you've paid for it. Yes.

Öyleyse, parasını ödediğiniz için de yapabilirsiniz. Evet.

So it was it wasn't here.

Demek burada değildi.

It wasn't here. It was. I wouldn't

Burada değildi. Oldu.

it was definitely not here.

Kesinlikle burada olmazdı.

Okay. Okay.

Tamam aşkım. Tamam aşkım.

So it's going to melt me later.

Bu yüzden beni daha sonra eritecek.

No. So I know nobody's going to find out.

Hayır. Yani kimsenin öğrenmeyeceğini biliyorum.

It was definitely not. Where was it? Where was the place?

Kesinlikle değildi. Neredeydi? Yer neresiydi? Az

Where was the item that you just shouted at me?

önce bana bağırdığın eşya neredeydi?

No, I would have welcomed it.

Hayır, memnuniyetle karşılardım.

I would have said, look, does my €6,

Bakın, benim 6€'m öyle mi, derdim.

does it?

There you go.

İşte gidiyorsun.

So maple syrup,

Yani akçaağaç şurubu,

maple syrup is is about the same value as

akçaağaç şurubu, stüdyoda

we stabilised at 28 degrees

28 derece

C, 28 degrees Celsius in the studio,

C, 28 santigrat derecede stabilize ettiğimiz değerle hemen hemen aynı,

even though inside my underwear it is around

iç çamaşırımın içinde olmasına rağmen,

it's it's the same temperature is the centre

aynı sıcaklık,

of the sun to be honest inside my underwear

dürüst olmak gerekirse, güneşin merkezidir. iç çamaşırım

very hot.

çok sıcak O

What was that, Steve?

neydi Steve?

Nothing. I'm waiting for you.

Hiç bir şey. Seni bekliyorum.

It's your. It's your turn to say something.

Senin. Bir şey söyleme sırası sende.

I have to teach English. Mrs.

İngilizce öğretmek zorundayım. Bayan

Robinson, your mother is a lovely lady.

Robinson, anneniz çok hoş bir hanımefendi.

Well, it looks.

Öyle görünüyor.

It would appear that from the photographs underneath the table, underneath, choking.

Masanın altındaki fotoğraflardan, altında boğulduğu anlaşılıyor.

Yes, she is an everybody. I just my mother.

Evet, o bir herkes. ben sadece annem

I do like how you worry.

Endişelenmeni seviyorum.

The people we know in real life might actually watch this.

Gerçek hayatta tanıdığımız insanlar bunu gerçekten izleyebilir.

They don't know. No one.

Bilmiyorlar. Hiç kimse.

We know if there is anyone we know in real life watching this now,

Biliyoruz gerçek hayatta şu an bunu izleyen bir tanıdığımız varsa

please let us know.

lütfen bize haber versin.

Tell us now so we know you in real life.

Şimdi bize söyle ki seni gerçek hayatta tanıyalım.

Maybe our friend Martin is watching.

Belki arkadaşımız Martin izliyordur.

Oh, that Martin.

Ah, o Martin.

Has he contracted COVID?

COVID kaptı mı?

Oh, okay.

I'm sure he's quite ill.

Tamam.

Eminim çok hastadır.

I'm sure is pleased that you divulge.

Eminim ifşa etmekten memnundur.

I must remember to send him a text later to ask him how he is

Daha sonra ona nasıl olduğunu sormak için bir mesaj göndermeyi hatırlamalıyım

and hopefully nobody else in his family has picked it up.

ve umarım ailesinden başka kimse onu almamıştır.

Are you over the dreaded Luigi Martin?

Korkunç Luigi Martin'i aştın mı?

But besides Martin because Martin is cool.

Ama Martin'in yanı sıra çünkü Martin havalı.

Is cool, you see like this.

Harika, böyle görüyorsun.

But anyone else who knows us in real life

Ama bizi gerçek hayatta tanıyan herkes

and maybe you are going to report the crime

ve belki de suçu ihbar edeceksiniz

but they're not in there's no crime.

ama onlar suç yok.

We pay for it. So crime.

Bunun için para ödüyoruz. Yani suç.

Yeah, yeah.

Evet evet.

Have you got some words connected with hot and cold, Mr.

Sıcak ve soğukla ​​bağlantılı kelimeleriniz var mı, Bay

Dent? I don't know, do I?

Dent? Bilmiyorum, değil mi?

I don't know.

Bilmiyorum.

Because you mentioned that the theme of today's lesson was hot and cold.

Çünkü bugünkü dersin konusunun sıcak ve soğuk olduğundan bahsetmiştiniz.

You know, I'm so hot, I've forgotten my brain is now frying inside my skull.

Biliyor musun, çok ateşliyim, beynimin şimdi kafatasımın içinde yandığını unutmuşum.

We'll have a quick break because tennis is happening today, Steve.

Hızlı bir ara vereceğiz çünkü bugün tenis var , Steve.

Oh, tennis.

Tenis.

Your mother is a big fan of tennis.

Annen büyük bir tenis hayranı.

She likes Roger Federer.

Roger Federer'i seviyor.

She thinks he's sexy.

Onun seksi olduğunu düşünüyor.

Well, she doesn't say that, but we know that's what she means.

Şey, öyle demiyor ama biz onun ne demek istediğini biliyoruz. Tenis oynarken

She always draws the curtains

hep perdeleri çeker

when the tennis is on.

.

That's all I'm saying.

My mother was say things like, oh, he's a very good player.

Tüm söylediğim bu.

Annem, ah, o çok iyi bir oyuncu, gibi şeyler söylüyordu.

He's very polite on the court.

Sahada çok kibar.

You know, he's you sort of things like that.

Bilirsin, o sensin, bunun gibi şeyler.

She would never say, Oh, my sexy, okay,

Asla "Oh, benim seksiyim, tamam," demezdi,

but I mean, when when I mean,

ama demek istediğim,

lots of women like to go to Wimbledon to watch tennis.

birçok kadın tenis izlemek için Wimbledon'a gitmeyi sever.

I think lots of men do as well.

Bence birçok erkek de öyle.

Well, yes, they do.

Evet, yaparlar.

You see, that is why you see that.

Görüyorsun, bu yüzden görüyorsun.

It was interesting because I saw an interview

İlginçti çünkü aralarında bir röportaj gördüm

between.

.

King Billie Jean King.

Kral Billie Jean Kral.

Yes. Famous Tennis player

Evet.

who was around when I was growing up in the seventies.

Yetmişlerde ben büyürken ortalıkta dolaşan ünlü tenisçi.

She was becoming very famous

Çok ünlü olmaya başladı

and talking about women's sport

ve kadın sporlarından

and whether, you know, how more women's sports are becoming popular.

ve bilirsiniz, kadın sporlarının ne kadar popüler hale gelip gelmediğinden bahsediyordu.

But tennis, of course, has always been very it's always been mainstream, hasn't it?

Ama tenis, tabii ki, her zaman çok ana akım olmuştur, değil mi?

So tennis for women.

Yani kadınlar için tenis.

So women's football.

Yani kadın futbolu.

You never used to see that on the television in hockey sometimes you never saw women's

Bunu hokeyde televizyonda hiç görmezdiniz, bazen kadın

sports on the television. The only one you did ever see.

sporlarını televizyonda hiç görmezdiniz. Şimdiye kadar gördüğün tek kişi.

Sometimes you see golf was tennis.

Bazen golfün tenis olduğunu görürsünüz.

You think about that. It's always been on the television.

Bunu sen düşün. Hep televizyondaydı.

Y Well, it's obviously obvious to me why? Why?

Y Peki, benim için çok açık, neden? Neden?

Because all the sexy ladies

Çünkü

running around on a court

kortta

in short skirts, the men obviously want to watch it.

kısa eteklerle koşturan tüm seksi bayanlar, erkekler de belli ki onu izlemek istiyor.

They well, the thing is, sometimes if they if they hit the ball very hard,

Şey, mesele şu ki, bazen topa çok sert vururlarsa,

you can see a little bit of underwear.

biraz iç çamaşırı görebilirsiniz.

I think that's what they're going for.

Bence bunun için gidiyorlar.

And there's a lot of grunting going on. Not a grunting.

Ve bir sürü homurdanma oluyor. Homurdanma değil.

And that's from the audience women go to to watch

Ve bu, kadınların tenis oynamaya gittikleri seyircilerden geliyor

play tennis because there's sexy men playing tennis and shorts.

çünkü tenis ve şort oynayan seksi erkekler var.

Anyway, that's why tennis is so popular, because they're always seen to be good looking, don't they?

Her neyse, tenis bu yüzden bu kadar popüler, çünkü her zaman yakışıklı olarak görülüyorlar, değil mi?

The men and the women, they're always good looking

Erkekler ve kadınlar, her zaman yakışıklı

and attractive.

ve çekicidirler.

So obviously

Açıkçası,

there are a lot of reasons why women's tennis is popular.

kadın tenisinin popüler olmasının pek çok nedeni var.

It's, you know, I'm just putting that out there.

Bu, bilirsin, sadece ortaya koyuyorum.

You know, you certainly are.

Biliyorsun, kesinlikle öylesin.

Whereas women's football,

Oysa kadın futbolu,

you know, maybe.

bilirsiniz belki.

I don't know. I don't know.

Bilmiyorum. Bilmiyorum.

I've got to be careful I don't get myself into hot water.

Kendimi sıcak suya sokmamaya dikkat etmeliyim.

So you certainly do you realise how how risky.

Yani ne kadar riskli olduğunun kesinlikle farkındasın.

I know.

I just think I'm going to just they're just bringing women's football

Biliyorum.

Sadece kadın futbolunu getirdiklerini söyleyeceğimi düşünüyorum

and then you want to say something else but you're not going to are you?

ve sonra başka bir şey söylemek istiyorsun ama söylemeyeceksin değil mi?

You know what's on my back, but yes, back to tennis, because tennis taking place today.

Arkamda ne olduğunu biliyorsun, ama evet, tenise dönelim çünkü bugün tenis oynanıyor.

It's the Wimbledon final.

Wimbledon finali.

And we a few weeks ago were having our own Wimbledon

Ve birkaç hafta önce

final right here in our front garden.

burada, ön bahçemizde kendi Wimbledon finalimizi yapıyorduk.

And there it was.

Ve işte oradaydı.

What a

load of balls.

Ne çok

top var. Çok

It's a hot one, baby.

sıcak bebeğim.

And we're back.

Ve geri döndük.

We are back.

We are live right now, live on a very hot day.

geri döndük

Şu an canlı yayındayız, çok sıcak bir günde canlı yayındayız.

What's the temperature?

Sıcaklık kaç derece?

Mr. Steve is saying the same.

Bay Steve de aynı şeyi söylüyor.

It's stabilised at 38 centigrade or Celsius.

38 santigrat veya Santigratta stabilize edilmiştir.

38 Celsius.

38 santigrat.

And we found out that in Russia

Ve Rusya'da

they use centigrade. Centigrade.

santigrat kullandıklarını öğrendik. Santigrat.

Okay, so it's anybody use Fahrenheit?

Tamam, Fahrenheit kullanan var mı?

Probably.

Muhtemelen.

I think Fahrenheit was probably I don't know what nationality Fahrenheit was.

Sanırım Fahrenheit, muhtemelen Fahrenheit'in hangi milletten olduğunu bilmiyorum.

I feel sorry for Mr. Fahrenheit.

Bay Fahrenheit için üzülüyorum.

Mr. Fahrenheit has almost been forgotten about in history.

Bay Fahrenheit neredeyse tarihte unutuldu.

So now it's Mr. Celsius.

Yani şimdi Bay Celsius.

That's all we talk about now. Yes.

Şimdi konuştuğumuz tek şey bu. Evet.

And of course, Mr. Degrees. Mr.

Ve tabii ki Bay Degrees. Bay

Degrees, he's still quite popular. He's very popular.

Degrees, o hâlâ oldukça popüler. O çok popüler.

In fact.

Aslında.

Anyway, we have a little subject to talk about for the next 20 minutes.

Her neyse, önümüzdeki 20 dakika boyunca konuşacak küçük bir konumuz var .

And, oh, as I mentioned, it is tennis taking place.

Ve, ah, bahsettiğim gibi, tenis oynanıyor.

I think it's happening right now actually at Wimbledon so far.

Sanırım şu ana kadar aslında Wimbledon'da oluyor.

Is it the final or the final of the men's today?

Bugün erkeklerde final mi yoksa final mi?

It's Nick

Bu,

Kyrgios, who

we guess probably can we guess Kyrgios good.

muhtemelen Kyrgios'un iyi olduğunu tahmin edebileceğimizi tahmin ettiğimiz Nick Kyrgios.

Oh, I've noticed that both of these players

Ah, bu iki oyuncunun da

have very difficult to pronounce names.

isimlerinin telaffuz edilmesinin çok zor olduğunu fark ettim.

Djokovic, Novak Djokovic.

Djokovic, Novak Djokovic.

I like that face.

Bu yüzü beğendim.

That face looks like, oh, no, I'm not going from.

O yüz, oh, hayır, gitmiyorum gibi görünüyor.

Is he not?

değil mi?

This is.

Bu.

No. Why do you why do you ask questions?

Hayır. Neden soru soruyorsun?

You know, why is it why I want to say Lithuania.

Biliyorsunuz, neden bu yüzden Litvanya demek istiyorum.

I don't know why.

Neden bilmiyorum.

I, I, we're not big tennis followers, so.

Ben, ben, biz büyük bir tenis takipçisi değiliz, yani.

Nick Anyway.

Her neyse Nick.

Steve Somebody can tell us. Nick Cute.

Steve Birisi bize söyleyebilir. Nick Şirin.

I wish I could pronounce his name.

Keşke adını telaffuz edebilseydim.

Nick Kyrie Here we go.

Nick Kyrie İşte başlıyoruz.

Q. Q. Q. Q. Q.

S. S. S. S. S.

Q. Q. Where

S. S.

I want to say Australian.

Avustralyalı demek istediğim yer.

Am I right that he's the bad boy, isn't he?

Kötü çocuk olduğu konusunda haklı mıyım, değil mi? O

He's the bad boy of tennis.

tenisin kötü çocuğu.

He don't follow the rules.

Kurallara uymuyor.

He don't follow any of the rules.

Kuralların hiçbirine uymuyor.

He's his own man, apparently. So.

Görünüşe göre kendi adamı. Bu yüzden. Muhtemelen şu anda gerçekleşen

It should be a very interesting match that is probably taking place right now.

çok ilginç bir maç olmalı .

So if anyone knows what the score is so far, even though I won't understand it.

Yani ben anlamasam da şu ana kadar skorun ne olduğunu bilen varsa .

Six, six, three, six, two.

Altı, altı, üç, altı, iki.

I have no idea what that's about.

Bunun ne hakkında olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. İşte

So there it is.

Tennis taking place today, Steve.

orada.

Bugün tenis oynanıyor, Steve.

Probably straight sets.

Muhtemelen düz setler.

I would imagine will be so hot.

Çok sıcak olacağını tahmin ediyorum.

They will all need new balls because they will be melting.

Hepsinin yeni toplara ihtiyacı olacak çünkü eriyecekler.

Yeah, it'll be.

Evet, olacak.

Do you think.

Do you think Devo Jack will win in straight sex before Shaq? No.

Sence.

Sizce Devo Jack düz sekste Shaq'tan önce kazanır mı? Hayır.

Did I say it again? Tim's devotion.

Tekrar mı söyledim? Tim'in bağlılığı.

He's a he's a composer.

O bir besteci.

Why don't you play tennis?

Neden tenis oynamıyorsun?

To do what?

Ne yapacağını?

Put it back up again, Mr. Duncan.

Tekrar yerine koyun, Bay Duncan.

I can't remember the names or the pictures of the people playing tennis.

Tenis oynayanların isimlerini veya resimlerini hatırlayamıyorum.

What do Novak do?

Novak ne yapar?

Go on, get it back up, Mr.

Devam edin, tekrar kaldırın Bay

Dennis, and draw attention to it.

Dennis ve dikkatleri üzerine çekin.

He's a composer, right?

O bir besteci, değil mi?

He was.

He says he's not playing tennis anymore.

Öyleydi.

Artık tenis oynamadığını söylüyor.

He has definitely passed away and not passed out.

Kesinlikle vefat etti ve bayılmadı.

I've lost the piece of lost.

Kaybettiğim parçayı kaybettim.

I've lost it now. Yes. Useless.

Şimdi kaybettim. Evet. Kullanışsız. İşte

There it is.

Djokovic now draws Jack.

burada.

Djokovic şimdi Jack'i çekiyor.

He was a composer.

O bir besteciydi.

He might have been good at tennis.

Teniste iyi olabilirdi.

He might have been very good at tennis.

Teniste çok iyi olabilirdi.

Oh, Inaki says, was he vaccinated?

Ah, diyor Inaki, aşı oldu mu?

Who do you draw avec devotion?

avec bağlılık kime çiziyorsun?

I hadn't invented vaccination before.

Daha önce aşıyı icat etmemiştim.

Shaq was not vaccinate Djokovic, was he?

Shaq, Djokovic'e aşı olmadı, değil mi?

Did he get vaccinated in the end?

Sonunda aşı oldu mu?

I don't know.

Bilmiyorum.

There was all this controversy about it, wasn't there?

Bununla ilgili tüm bu tartışmalar vardı, değil mi?

Look for the little mark on his on his arm.

Kolundaki küçük işareti arayın.

If he's got a little round plaster, because they wouldn't allow him to

Biraz yuvarlak bir alçısı varsa, rekabet etmesine izin vermeyecekleri için,

compete, would they, in was it the French Open?

Fransa Açık mıydı?

Sure, it was the French because he hadn't been vaccinated.

Tabii, aşı olmadığı için Fransızdı.

So. Yes.

Bu yüzden. Evet.

Was he vaccinated and have come? If he hasn't.

Aşı oldu da geldi mi? Eğer yapmadıysa.

Why was he allowed to play? Maybe he was tested.

Neden oynamasına izin verildi? Belki test edilmiştir.

Tested right?

Test edildi değil mi?

Alexander doesn't give a pair about tennis.

Alexander tenis hakkında bir çift vermiyor. O

He doesn't.

yapmaz.

Now, that's interesting, because you would normally say you can't give a fig. Yes.

Şimdi, bu ilginç, çünkü normalde umursamıyorum derdin. Evet.

So that's very clever.

Yani bu çok zekice.

Alexandra, maybe that's what you say in your country.

Alexandra, belki de senin ülkende böyle söylenir.

I don't give a pass for tennis, but.

Tenis için pas vermiyorum ama.

So you don't like it?

Yani sevmiyor musun?

Yes. Anyway, it's hot today.

Evet. Her neyse, bugün hava sıcak.

I mean, it doesn't meet Nadal.

Yani Nadal ile buluşmuyor.

He's aged.

O yaşlı.

Don't you think so? Well, he's going bald.

Öyle düşünmüyor musun? Kelleşiyor.

He looks is ageing.

Yaşlanıyor gibi görünüyor.

Yes, I used to find it quite attractive.

Evet, eskiden oldukça çekici bulurdum.

I've off and now his legs are still nice.

Ayrıldım ve şimdi bacakları hala güzel.

He's got nice legs.

Güzel bacakları var.

But the rest of him he's really got got quite.

Ama geri kalanı gerçekten oldukça iyi durumda.

He's gone to seed. Yes.

Tohuma gitti. Evet.

Which is.

Hangisi.

Yeah I know Steve.

Evet, Steve'i tanıyorum.

I know he's gone to fifth seed.

Beşinci sıraya gittiğini biliyorum. Tenis sıralamasında bir sonraki sıralamada şu anda

I don't know what see I don't know what seed

hangi tohumun olduğunu bilmiyorum

is now in the rankings as next

the rankings in tennis because seeds it's like you're just coming around from anaesthetic.

çünkü tohumlar anesteziden yeni çıkmış gibisiniz.

Everything you

say it's like a person when they're just coming round from.

Söylediğin her şey, yeni gelen

bir insan gibi .

Anaesthetic. Oh well I don't want to see this.

anestezik. Bunu görmek istemiyorum.

I just want seed. He is.

Ben sadece tohum istiyorum. o.

Is it Devil Jack.

Şeytan Jack mi?

Devil Jack is playing tennis.

Devil Jack tenis oynuyor.

Tennis and.

Tenis ve.

Oh, don't worry, Alexander.

Endişelenme, İskender.

We're not going to talk about tennis at all.

Tenis hakkında hiç konuşmayacağız. Son 12 dakikadır

Even though we've been talking about it for the last 12 minutes, it's only interesting because,

bunun hakkında konuşuyor olmamıza rağmen , bu sadece ilginç çünkü,

you know, you I mean, you and you watch it to see who's attractive.

bilirsiniz, yani siz ve siz kimin çekici olduğunu görmek için izliyorsunuz.

Most most sport is watched by

Çoğu spor,

sex maniacs.

seks manyakları tarafından izlenir.

Well, people like people like to see somebody who's in the peak physical condition.

İnsanlar gibi insanlar fiziksel olarak en iyi durumda olan birini görmekten hoşlanırlar.

You would never think you would never.

Asla olmayacağını düşünmezsin.

Two giant overweight people running around and lots of people watching

İki dev kilolu insan ortalıkta koşuşturuyor ve bir sürü insan izliyor,

unless unless it was sumo wrestling, of course, that's the only sport

tabii ki sumo güreşi değilse,

that I know of where you could get very overweight people, large people

çok kilolu insanları bulabileceğiniz tek spor bu,

stripped down

to just their underwear rolling around and wrestling.

sadece iç çamaşırlarına kadar soyunup güreşen iri insanlar.

Actually, actually, I quite like the sound of that, so maybe.

Aslında, aslında, bunun sesini çok beğendim, yani belki.

Maybe it will catch on. Who knows?

Belki tutar. Kim bilir?

But it's interesting.

I was always attacked.

Ama bu ilginç.

Hep saldırıya uğradım.

I used to I used to like watching tennis when I was younger.

Küçükken tenis izlemeyi severdim.

Did you and but I was always attracted to the strong women

Sen ve ben her zaman

like Navratilova and

Navratilova ve

Billie Jean King. Virginia Wade.

Billie Jean King gibi güçlü kadınlardan etkilenmiştim. Virjinya Wade.

Virginia Wade.

I didn't much care for her.

Virjinya Wade.

Onu pek umursamadım.

They all have very big, large thighs.

Hepsinin çok büyük, geniş kalçaları var.

Well, I guess because they got to run around the court.

Sanırım kortta koşmak zorunda oldukları için.

I'm always amazed.

Ben her zaman şaşırdım.

Serena Williams and Venus Williams they have the most amazing fa.

Serena Williams ve Venus Williams en harika fa'ya sahipler.

I wish my thighs were like that.

Keşke benim kalçalarım da böyle olsaydı.

I don't know why i always feel a little intimidated by people with big thighs.

Büyük kalçalı insanlardan neden hep biraz çekindiğimi bilmiyorum.

You do.

Siz yapıyorsunuz.

Steve has big fastest.

Steve'in en hızlısı var.

I do. I do have legs.

Evet. bacaklarım var Senin

I remember when you were I remember that time

olduğun zamanı hatırlıyorum,

when I was still working at the Science Park.

hala Bilim Parkı'nda çalıştığım zamanı hatırlıyorum.

I had my studio in Wolverhampton and Steve came to visit me one day

Wolverhampton'da stüdyom vardı ve Steve bir gün beni ziyarete geldi

and there was a guy on the reception, a young guy,

ve resepsiyonda genç bir adam vardı

and he was attracted to Mr.

ve Bay

Steve's leg.

Steve'in bacağından etkilenmişti.

Those same shorts he was wearing in the video.

Videoda giydiği şortun aynısı.

Yes. Playing tennis? Yes.

Evet. Tenis oynamak? Evet.

So he scored.

Böylece gol attı.

If it was Mr.

Duncan hadn't been with me out of out of school with that day.

Bay Duncan olsaydı,

o gün okul dışında benimle birlikte olmamıştı.

He would have definitely been seeded.

Kesinlikle seribaşı olacaktı. O

He was he was.

öyleydi.

And he was actually quite a dish himself.

Ve aslında kendisi de tam bir yemekti. Az

I can't believe I just said that. Yes.

önce bunu söylediğime inanamıyorum. Evet.

But anyway, strangely enough, I saw him again a number about a year later because I had to.

Ama her neyse, garip bir şekilde, onu yaklaşık bir yıl sonra tekrar gördüm çünkü buna mecburdum.

I was doing a news conference.

Bir basın toplantısı yapıyordum. O

Were you wearing your shorts then? No, I wasn't.

zaman şortunu giyiyor muydun? Hayır, değildim.

I was in a suit, but he recognised me and we got chatting and unknowingly

Takım elbiseliydim ama beni tanıdı ve sohbet ettik ve farkında olmadan konferansı

the woman organising the conference came up and wanted to talk to me.

düzenleyen kadın geldi ve benimle konuşmak istedi.

So that was it.

Demek o kadardı.

When I came out he'd gone anyway, you know.

Dışarı çıktığımda zaten gitmişti, biliyorsun.

So, so basically Steve has very sexy legs.

Yani, temelde Steve'in çok seksi bacakları var.

He would probably be a very good tennis player to you, so you get lots of people watching you running around.

Muhtemelen senin için çok iyi bir tenis oyuncusu olurdu, bu yüzden etrafta koşuştururken seni izleyen bir sürü insan olur.

Well, that's what people watch

İnsanlar bunu izliyor

because tennis is one of those sports where the cameras where you can see have football.

çünkü tenis, kameraların futbol oynadığı sporlardan biri.

You don't really get to see the players close up, do you?

Oyuncuları yakından göremiyorsunuz , değil mi?

Because it's always long distance shots and there's lots of people on.

Çünkü bunlar her zaman uzun mesafeli çekimlerdir ve bir sürü insan vardır.

You really get to see them close up boys, tennis, they're there all the time.

Onları gerçekten yakından görüyorsunuz, tenisçiler, her zaman oradalar.

You see every ripple, every bulge.

Her dalgalanmayı, her şişkinliği görüyorsunuz. Herkesin

Everything's there for all to see what you like, the cameras.

neyi sevdiğinizi görmesi için her şey orada, kameralar.

So I think he's getting very hot today, Steve, many ways.

Bence bugün pek çok yönden çok ateşli oluyor Steve.

But if you want to see

Ama

if you want to see sexy footballers,

seksi futbolcular görmek istiyorsanız,

you have to watch football from the 1970s

1970'lerin futbolunu izlemelisiniz

because yes, the footballers in the 1970s used to wear the smallest,

çünkü evet, 1970'lerdeki futbolcular

tightest show I did in the world.

benim dünyada yaptığım en küçük, en dar defileyi giyerlerdi.

And now they wear these baggy things and nothing see anything.

Ve şimdi bu bol şeyleri giyiyorlar ve hiçbir şey hiçbir şey görmüyor.

I know that is what they wear. Those big baggy showing.

Giydiklerinin bu olduğunu biliyorum. O büyük bol gösteriyor.

They wear those big baggy shorts.

O büyük bol şortları giyerler.

You can't see anything. 1970s footballers.

Hiçbir şey göremezsin. 1970'lerin futbolcuları.

Yes. They wore these tight. Sure. It's almost it's almost

Evet. Bunları sıkı giydiler. Elbette. Neredeyse

obscene.

müstehcen. Demek yapman

So that's it that's what you need to do.

gereken bu kadar.

You just go to go to YouTube.

Siz sadece YouTube'a gitmek için gidin.

But 1970s UK football

Ama 1970'lerin İngiltere futbolu

and you'll see lots of men running around on the football field

ve futbol sahasında koşan bir sürü erkek göreceksiniz

and they're wearing the tiniest, tightest shorts that you can imagine.

ve hayal edebileceğiniz en ince, en dar şortları giyiyorlar.

And I don't know why, because they look really uncomfortable.

Ve nedenini bilmiyorum çünkü gerçekten rahatsız görünüyorlar.

Are we doing anything to. Oh, I'm sure.

için bir şey yapıyor muyuz? Ah, eminim.

I'm sure. You must have prepared something. Yeah.

Eminim. Bir şeyler hazırlamış olmalısın. Evet.

How about half an hour?

Yarım saate ne dersin?

How about hot and cold idiom?

Sıcak ve soğuk deyime ne dersiniz?

Go on then. Yes.

Devam et o zaman. Evet.

Shall we do that or shall we just talk aimlessly

Bunu yapalım mı yoksa

as we have been for a while?

bir süredir yaptığımız gibi amaçsızca mı konuşalım?

Who's the sexiest tennis player of all time?

Tüm zamanların en seksi tenisçisi kim?

Come on, let us know.

Hadi, bize haber ver.

Oh, I've been watching this.

Ah, bunu izliyordum.

I don't think anyone wants to talk about tennis.

Kimsenin tenis hakkında konuşmak istediğini sanmıyorum.

I don't think about certainly

V-8s doesn't.

V-8'lerin kesinlikle düşünmediğini düşünmüyorum.

I don't think so.

Öyle düşünmüyorum.

Hot and cold idioms.

Sıcak ve soğuk deyimler.

Here we go.

İşte başlıyoruz.

I've never v test likes tennis. Yeah.

Tenisi hiç sevmedim. Evet.

Yes. So, anyway,

Evet. Her neyse,

Steve, come back to me.

Steve, bana geri dön. Geri

Come back.

gelmek.

Don't go to the light.

Işığa gitme.

Come back to do something in the heat of the moment

Anın sıcağında bir şeyler yapmak için geri gelin

because that is all about hot, you see, because it's very hot today.

çünkü bu tamamen sıcakla ilgili , çünkü bugün çok sıcak.

To do something in the heat of the moment means

Anın sıcağında bir şey yapmak,

to do something

straight away without really thinking.

gerçekten düşünmeden hemen bir şeyler yapmak demektir.

Yes, on impulse.

Evet, dürtüyle.

Some impulse, yes.

Biraz dürtü, evet.

You do something impulsively.

Dürtüsel olarak bir şeyler yapıyorsun.

You do something.

Sen bazı şeyler yaparsın.

Putting any thought or preparation into that thing, you do it

O şeye herhangi bir düşünce veya hazırlık koyarak, bunu

in the heat of the moment.

anın hararetiyle yaparsınız.

I think there was a song as well.

Sanırım bir şarkı da vardı.

He, uh, he does the moment that,

O, uh, o anı, o

that it's in the heat of the moment and it doesn't mean

anın hararetinde yapıyor ve bu sıcaklık, ısı anlamına gelmiyor

temperature heat.

.

It just means something's happening.

Sadece bir şeyler oluyor demektir.

The heat of the moment when when there's the most activity going on in something. Hmm.

Bir şeyde en fazla hareketliliğin olduğu anın sıcaklığı. Hmm.

So maybe it's road rage. Yes.

Yani belki de yol öfkesidir. Evet.

And you in the heat of the moment, you've lost a temper and you react

Ve sen anın sıcaklığında, kendini kaybettin ve

without really thinking about it.

gerçekten düşünmeden tepki verdin.

Yes, I just did it in the heat of the moment.

Evet, sadece anın sıcağında yaptım.

And sometimes you in law, you can you can get away with a crime like a murder.

Ve bazen kanunen, cinayet gibi bir suçtan paçayı sıyırabilirsin.

You can be downgraded to manslaughter

if you committed that crime in the heat of the moment.

Bu suçu anın hararetiyle işlediyseniz, adam öldürme derecesine düşürülebilirsiniz.

So if there was an a sudden and the circumstances

Yani bir ani olduysa ve koşullar

were quite serious

oldukça ciddiyse

and you had a massive argument and then you killed somebody,

ve büyük bir tartışma yaşadıysanız ve sonra birini öldürdüyseniz,

then you might not necessarily get away, you know,

o zaman mutlaka kaçamayabilirsiniz, bilirsiniz,

might not necessarily be charged with murder or will be a killer or convicted of murder.

mutlaka cinayetle suçlanmayabilirsiniz veya bir katil veya hüküm giymiş olabilirsiniz. cinayetin.

If you could prove that you just did it in the heat of the moment,

Bunu anın hararetinde yaptığınızı kanıtlayabilseydiniz,

the emotion overwhelmed you. Yes.

duygu sizi alt ederdi. Evet.

But as opposed to planning it in advance,

Ama önceden planlamak yerine,

I believe in law they call it diminished responsibility.

kanunda buna azaltılmış sorumluluk diyorlar diye düşünüyorum.

Yes. Or you could get the crime downgraded because there is an allowance

Evet. Ya da suçun derecesini düşürebilirsin, çünkü

in the law for a certain amount of sort of in the moment emotions. Yes.

yasada belirli bir miktar anlık duyguya izin var. Evet.

Affecting the crime. Yes.

Suçu etkileyen. Evet.

But of course, if you were to plan

Ama elbette,

in advance to kill someone, that would be premeditation.

önceden birini öldürmeyi planlasaydınız, bu önceden tasarlama olurdu.

Then you would obviously be convicted.

O zaman belli ki hüküm giyeceksin.

But yes, but there are various things so in the heat of the moment is yes, is a good time.

Ama evet, ama çeşitli şeyler var, bu yüzden şu anda evet, bu iyi bir zaman.

So you come back home, Mr.

Eve döndüğünüzde, Bay

Duncan, you have an entire day at work.

Duncan, bütün bir gününüz işte olacak.

I think we've explained you find your partner in bed with another person

Sanırım partnerinizi yatakta başka biriyle bulduğunuzu

and in the heat of the moment you kill them both.

ve o anın heyecanıyla ikisini de öldürdüğünü açıklamıştık.

Yes, Steve.

Evet, Steve.

Okay, this is really depressing me,

Tamam, bu beni gerçekten üzüyor,

I have to say, on such a beautiful day in the heat of the moment.

söylemeliyim ki, böylesine güzel bir günde anın sıcağında.

Yes, it was.

Evet öyleydi.

It was a song by a brilliant group of progressive rock men.

Bu, progresif rock adamlarından oluşan parlak bir grubun şarkısıydı.

Yes, yes. Heat of the moment.

Evet evet. Anın sıcaklığı.

Savannah knows the answer to that.

Savannah bunun cevabını biliyor.

I like the song owner of a lonely heart owner

Şarkının sahibini seviyorum yalnız bir kalp sahibi

A lonely heart to do, to do to owner of a lonely haunt.

Yalnız bir kalbin sahibine yapılacak, yalnız bir uğrak sahibine yapılacak.

To, to, to, to to to do.

Yapmak, yapmak, yapmak, yapmak.

Umberto wants to know is sweating coconuts.

Umberto hindistancevizi terlediğini bilmek istiyor.

Oh, now that is a great expression.

Oh, işte bu harika bir ifade.

If you are really sweating profusely,

Gerçekten çok terliyorsanız,

if you are sweating a lot,

çok terliyorsanız

maybe the sweat is coming out on your body.

ter vücudunuzdan dışarı çıkıyor olabilir.

We can say that you are sweating cups

Bardak terletiyorsunuz

or sweating cup nuts, coconut, sir type of nut.

ya da kup kuruyemiş, hindistan cevizi, efendim kuruyemiş çeşidini terletiyorsunuz diyebiliriz.

They are around.

Etraftalar.

And so the sweat that appears on

Ve böylece cildinizde görünen ter

your skin is also round spherical.

de yuvarlaktır.

They look like little beads.

Küçük boncuklara benziyorlar.

We we often describe sweat as beads of sweat.

Teri genellikle ter boncukları olarak tanımlarız.

So that's why I'm sweating continents.

İşte bu yüzden kıtalarca terliyorum.

So it looks like you are literally sweating a type of nut.

Yani kelimenin tam anlamıyla bir tür fındık terliyormuşsunuz gibi görünüyor.

So in that called the cabinet is around not very small

Yani kabine denilen şey, etrafta çok küçük değil

and that's it.

It's just an expression to mean you're sweating a lot.

ve bu kadar.

Bu sadece çok terlediğin anlamına gelen bir ifade.

Visibly.

Görünür.

Yes, visibly.

Evet, gözle görülür.

You might also be sweating buckets.

Ayrıca kovalarca terliyor olabilirsiniz.

Yeah, you are sweating buckets since our sweating buckets.

Evet, bizim terlediğimizden beri kovalarca terliyorsunuz.

So buckets of water will switch volume. Yes.

Böylece kovalarca su hacmi değiştirecek. Evet.

Of sweat enough to fill a bucket.

Bir kovayı dolduracak kadar ter.

You are sweating.

Terliyorsun.

So you're you're not you wouldn't be literally sweating that.

Yani sen değilsin, kelimenin tam anlamıyla bunu terletmezdin.

No, of course not.

Hayır tabii değil.

But the expression is meant to give the impression that you are sweating a lot of sweating buckets.

Ancak ifade, bir sürü ter kovası terlettiğiniz izlenimini vermek içindir.

Yes, it's a lot. Not literally enough to fill up.

Evet, çok fazla. Kelimenin tam anlamıyla doldurmak için yeterli değil.

You are using it using an exaggeration to express something that is happening.

Olan bir şeyi ifade etmek için abartı kullanarak kullanıyorsunuz.

That might be dramatic. Yes.

Bu dramatik olabilir. Evet. İşte bu

So that is it.

kadar.

Yeah, another one.

Evet, bir tane daha. Bir

Shall we have a look at another one?

tane daha bakalım mı?

Okay.

Tamam aşkım.

To be hot under the collar.

Yakanın altında sıcak olmak.

Oh, well, this is your collar.

Oh, peki, bu senin yakan.

So if you get hot under the collar, maybe you are getting excited

Yani yakanın altı ısınırsa, belki de

or emotional to the point where you are sweating.

terleyecek kadar heyecanlanıyor veya duygusallaşıyorsun.

You are getting excited, or maybe you are becoming inflamed.

Heyecanlanıyorsun ya da belki alevleniyorsun.

Enraged, yes. By something.

Öfkeli, evet. Bir şey tarafından.

You are hot under the collar.

Yakanın altında sıcaksın.

So quite often we use it to express excitement.

Bu yüzden sık sık heyecanı ifade etmek için kullanırız.

Excitement.

Heyecanlanmak.

If you are excited about something, we might say that you are hot

Bir şey sizi heyecanlandırıyorsa, canınız yanıyor diyebiliriz

under, you might be having a conversation with somebody.

, birisiyle sohbet ediyor olabilirsiniz.

You start to argue and you your voices

Tartışmaya başlarsın ve sesin

start to raise and you start to get red.

yükselmeye başlar ve kızarmaya başlarsın.

And the other person might say, you know, no need to get hot under the collar

Ve diğer kişi, bilirsin, tasmanın altında ısınmaya gerek yok

because that because when you've got a collar on, you get hotter, don't you?

çünkü tasma taktığın zaman daha da ısınırsın, değil mi?

Because the collar is up high and it retains heat.

Çünkü yaka yüksek ve ısıyı muhafaza ediyor.

Yeah. So yeah. You getting hot?

Evet. Yani evet. Ateşleniyor musun?

You want to so don't get hot under the collar means you know,

Yakanın altı ısınmasın demek istiyorsun yani,

don't too angry, don't get too upset.

çok kızma, çok üzülme.

But also you get hot under the collar if you're attracted to somebody.

Ama birinden hoşlanırsan yakanın altından da ısınırsın .

Yes. Again, like your French teacher who's

Evet. Yine, Fransızca öğretmenin gibi,

I'm sure

that was not that was not the only place you were getting hot.

eminim ki

bu, ateşlediğin tek yer orası değildi .

But here's another one. To feel the heat.

Ama işte bir tane daha. Sıcaklığı hissetmek için.

If you feel the heat, well, we are not talking literally.

Isıyı hissediyorsanız, kelimenin tam anlamıyla konuşmuyoruz.

We are talking about if you are feeling the pressure

of something, maybe you have an important job interview or maybe you are in a competition

Bir şeyin baskısını hissediyorsanız, belki önemli bir iş görüşmeniz var veya belki bir yarışmadasınız

and maybe the other person is very good at the thing.

ve belki de karşınızdaki kişi o konuda çok iyiyse bundan bahsediyoruz.

You will be both doing, maybe a tennis match, you will be feeling the heat.

İkiniz de yapacaksınız, belki bir tenis maçı yapacaksınız, harareti hissedeceksiniz.

To feel the heat is to feel the pressure

Isıyı hissetmek,

of something you are about to do.

yapmak üzere olduğunuz bir şeyin baskısını hissetmektir.

The stress.

Stres.

It's right. Yes. To feel the heat.

Bu doğru. Evet. Sıcaklığı hissetmek için.

Oh, I'm feeling the heat. Yes, you are.

Oh, ısıyı hissediyorum. Evet öylesin. Yapmak üzere olduğunuz

You are stressed and anxious over something

bir şey için stresli ve endişelisiniz

that you are about do.

.

Or you might be doing things which which.

Ya da hangi şeyleri yapıyor olabilirsiniz.

Yeah.

Might you stressed average scientist.

Evet.

Ortalama bilim adamını vurgulayabilir misin?

Here's another one to be in hot water.

İşte sıcak suda olmak için bir tane daha.

We are talking about idioms connected to hot and cold.

Sıcak ve soğuk ile ilgili deyimlerden bahsediyoruz.

To be in hot water is to be want be in hot water.

Sıcak suda olmak, sıcak suda olmayı istemektir.

You're in trouble.

Başın belada.

Yes, you're in trouble.

Evet, başın belada.

You're in trouble. You're in trouble.

Başın belada. Başın belada.

Maybe you've maybe you stolen a glass from a restaurant

Belki bir restorandan bir bardak çalmışsınızdır

and somebody finds out

ve biri bunu öğrenir

and they come round to try and retrieve that glass

ve o bardağı almak için gelirler

or they call the police, you are in hot water

veya polisi ararlar

because you committed a crime of some description or other

you maybe, maybe at work

. belki işteyken

you made a remark to somebody which was inappropriate.

birine uygunsuz bir açıklama yaptın.

Inappropriate remark to somebody at work.

İş yerindeki birine uygunsuz sözler.

And they've reported you to

Ve sizi İnsan Kaynakları Departmanına şikayet ettiler

Human Resources Department

and you are going to be reprimanded.

ve kınama cezası alacaksınız.

You are in hot water. This is a great story.

Sıcak sudasın. Bu harika bir hikaye.

I like this story. Steve, you say very good.

Bu hikayeyi beğendim. Steve, çok güzel söylüyorsun.

Yes. So

Evet. Bu yüzden

has tried to use the phrase hot under the collar.

yakanın altında sıcak ibaresini kullanmaya çalışmıştır.

I'm hot under the collar in the bakery. Hmm.

Fırında yakamın altından ateş alıyorum. Hmm.

Well, that sounds like you're literally hot. Use

Kulağa tam anlamıyla ateşliymişsin gibi geliyor.

the term hot under the collar.

Yakanın altında sıcak terimini kullanın.

Doesn't mean you're

olduğun anlamına gelmez

it's.

.

Yes, you wouldn't use it in that respect unless you were sweating, unless you were in the bakery.

Evet, terlemedikçe, fırında olmadıkça o açıdan kullanmazsınız.

And there was a lot of pressure from the word.

Ve kelimeden çok fazla baskı vardı.

You wouldn't use it to mean you're actually hot because a baker is hot.

Bir fırıncı sıcak olduğu için gerçekten ateşli olduğunu belirtmek için kullanmazsın.

Yes, it's figurative. It's figurative.

Evet, mecazi. Bu mecazi.

So this one doesn't mean that you're lying in a bath of hot water.

Yani bu, sıcak su banyosunda yattığınız anlamına gelmez.

It means that you are just in trouble.

Bu sadece başının belada olduğu anlamına gelir.

So these are all idioms.

Yani bunların hepsi deyimlerdir.

So they all used figure.

Yani hepsi figür kullandı.

Wasn't the colour just means you're getting emotional hungry?

Renk sadece duygusal olarak aç olduğun anlamına gelmiyor muydu?

Usually. Usually means you're getting angry.

Genellikle. Genellikle sinirlendiğiniz anlamına gelir.

And when you get angry, your blood comes to the surface.

Ve sinirlendiğinde kanın yüzeye çıkar.

You get and you get literally do get hot under the collar.

Alıyorsunuz ve kelimenin tam anlamıyla tasmanın altında ısınıyorsunuz. Fırında olduğu gibi

It doesn't mean that there's outside heat as in a bakery. Yes.

dışarıda ısı olduğu anlamına gelmez . Evet.

Isn't it? Here's another one before we go.

değil mi İşte gitmeden önce bir tane daha.

Beaches is going by, Beatrice.

Sahiller geçiyor, Beatrice.

See you later, Beatrice.

Sonra görüşürüz, Beatrice.

I hope you will see us again soon.

Umarım yakında tekrar bizi görürsünüz.

I will be with you on Wednesday, by the way.

Bu arada çarşamba günü sizlerle olacağım.

Wednesday I will be with you from 2 p.m.

Çarşamba saat 14:00'den itibaren sizlerleyim.

UK time.

İngiltere saati.

A melting pot.

Bir eritme Kabı.

Melting pot is an expression we use where lots of things,

Eritme potası, pek çok şeyin,

lots of different things are put together or combined.

pek çok farklı şeyin bir araya getirildiği veya bir araya getirildiği yerde kullandığımız bir tabirdir.

Or maybe they are just in one place or a melting pot.

Ya da belki tek bir yerde ya da bir eritme potasındalar.

A mixture of eclectic things,

Eklektik şeylerin bir karışımı,

all thin and eclectic, very different things.

hepsi ince ve eklektik, çok farklı şeyler.

Things that are varied and different.

Çeşitli ve farklı şeyler.

A melting pot.

Bir eritme Kabı.

We often talk about melting pot when we are discussing society, maybe different people

Toplumdan, belki de

from various backgrounds or different countries or different races.

farklı geçmişlere sahip farklı insanlardan, farklı ülkelerden veya farklı ırklardan bahsederken genellikle eritme potasından bahsederiz.

London in the sixties was a melting pot for different ideas. Yes,

Altmışlarda Londra, farklı fikirlerin eritildiği bir potaydı. Evet,

people coming together with different ideas.

farklı fikirlerle bir araya gelen insanlar.

And all those ideas get combined.

Ve tüm bu fikirler birleşiyor.

Everyone's talked to each other and you come up with new styles of music or new fashion.

Herkes birbiriyle konuştu ve siz yeni müzik tarzları veya yeni moda buluyorsunuz.

Everything's going in, and what's coming out is something different.

Her şey içeri giriyor ve dışarı çıkan şey farklı.

I always say that change often brings lots of positive things.

Her zaman değişimin çoğu zaman birçok olumlu şey getirdiğini söylerim.

So when things change, especially in society, quite often

Dolayısıyla, özellikle toplumda işler değiştiğinde, sıklıkla

you can find that unexpected things occur.

beklenmedik şeylerin meydana geldiğini görebilirsiniz.

Because of that, creativity can sometimes

Bu nedenle, yaratıcılık bazen

suddenly produce

aniden

a very unique thing.

çok benzersiz bir şey üretebilir.

So I think, yes. Melting pot.

Bence evet. Eritme potası.

I like that one.

Bunu beğendim.

Usually a melting pot of ideas or cultures.

Genellikle fikirlerin veya kültürlerin erime potası.

And that's right.

Ve bu doğru.

What we need now

Şimdi ihtiyacımız olan şey,

is a great big melting pot

with everyone joining together.

herkesin bir araya geldiği büyük bir eritme potası.

In fact.

Yes, again, that isn't

Aslında.

Evet, yine, bu

that was a very famous song, but now it's rather politically incorrect

çok ünlü bir şarkı değildi, ama şimdi politik olarak yanlış

because ironically, that song uses a of racist language

çünkü ironik bir şekilde, bu şarkı ırkçı bir dil kullanıyor

or what is deemed as racist. Yes.

ya da ırkçı olarak kabul edilen bir dil kullanıyor. Evet.

Oh, no, it's very racist.

Oh, hayır, çok ırkçı.

Sorry for that.

Bunun için özür dilerim.

Even for that time.

O zaman için bile.

It's very strange, isn't it? Sometimes.

Bu çok garip, değil mi? Bazen.

So a song about people coming together and living in harmony contains racist words.

Yani insanların bir araya gelip uyum içinde yaşamalarını konu alan bir şarkı ırkçı sözler içerir.

Alexander Survey says I look like that.

Alexander Survey öyle göründüğümü söylüyor.

Ex-boss Andy from Yard Bar in Soho.

Soho'daki Yard Bar'dan eski patron Andy.

Interesting.

İlginç.

Okay, I'm going to show you.

Tamam, sana göstereceğim.

I never have worked in Soho, Alexander.

Soho'da hiç çalışmadım Alexander.

And I didn't know that you were.

Ve senin olduğunu bilmiyordum.

Are you living in England? Yes.

İngiltere'de mi yaşıyorsun? Evet.

The odd bar.

Garip çubuk.

I wonder.

Merak ediyorum.

Well, I wonder where the yard bar is.

Avlu barının nerede olduğunu merak ediyorum.

Sounds like it should be famous. Yeah.

Ünlü olmalı gibi geliyor. Evet.

Is it in the area?

Bölgede mi?

It is close to Chinatown.

Chinatown'a yakındır.

Oh, you know where?

I mean, you know what I'm on about.

Nerede olduğunu biliyor musun? Demek

istediğim, ne hakkında olduğumu biliyorsun.

I don't. Is it near Old Compton Street?

Yapmıyorum. Old Compton Caddesi yakınında mı?

Around that, America is considered a melting pot.

Bunun etrafında, Amerika bir eritme potası olarak kabul edilir.

Yes. Yes.

Evet. Evet.

Because lots of people from all over the world came to live in America.

Çünkü dünyanın her yerinden birçok insan yaşamak için Amerika'ya geldi.

So different cultures, ideas, free, open society.

Yani farklı kültürler, fikirler, özgür, açık toplum.

That's what you need from algebra much. Wenlock

Cebirden çok ihtiyacın olan şey bu. Wenlock,

is not is

what you wouldn't call much wenlock a melting pot.

eritme potası diyemeyeceğiniz bir şey değildir.

Well my mother's a

Annem

maybe a little, but it's not melting.

biraz belki biraz ama ermiyor.

Nothing's melting in much Wenlock it's no it's fairly static, it's, it's as cold as ice.

Wenlock'ta hiçbir şey erimiyor, hayır, oldukça statik, buz kadar soğuk.

Yeah. So another good song, by the way.

Evet. Bu arada güzel bir şarkı daha.

You're as cold as ice.

Buz gibisin. Özür dilemek için June'a olan

You're willing to sacrifice your love

aşkını feda etmeye hazırsın

to June to h sorry.

.

Is every phrase going to it's going to kickstart you into some song?

Her cümle seni bir şarkıya itecek mi?

Probably,

Muhtemelen,

but we haven't got long.

ama fazla vaktimiz yok. Saat

It's 4:00 and I'm thirsty.

4:00 ve ben susadım.

Well, I was 5 minutes late, so you can stay on that.

5 dakika geciktim, o yüzden devam edebilirsin.

Oh, it's still always gone up a bit.

Oh, hala her zaman biraz yükseliyor.

It's gone off a bit. It's 30 that.

Biraz söndü. 30 oldu.

Sorry, it's 28 and a half centigrade now.

Üzgünüm, şu an 28 buçuk santigrat.

Navy approaching 85 Fahrenheit, 85 Fahrenheit.

Donanma 85 Fahrenheit, 85 Fahrenheit'e yaklaşıyor.

Everyone's chances isn't that hot. No, although.

Herkesin şansı o kadar sıcak değil. Hayır, buna rağmen.

Yeah, it does feel hot.

Evet, sıcak hissettiriyor.

I do, baby.

Yaparım bebeğim.

Next Sunday, which I will be on next Sunday. Okay.

Gelecek Pazar, ki önümüzdeki Pazar günü olacağım. Tamam aşkım.

Because the show will be finished.

Çünkü dizi bitecek.

That's the show, by the way. The show that's advertising.

Bu arada, şov bu. Reklamı yapılan şov. İşte

There it is.

burada.

It is called Orpheus in the Underworld.

Yeraltında buna Orpheus denir.

And it is exciting.

Ve bu heyecan verici.

It's as exciting as it sounds.

Kulağa geldiği kadar heyecan verici.

She's excited.

I've seen your costume.

O heyecanlı.

Kostümünü gördüm.

Mr. Steve is wearing a giant.

Bay Steve bir dev giyiyor.

You looked like a Roman emperor.

Roma imparatoru gibi görünüyordun.

It's just sort of simple

wear simple clothes that people would have worn instead of Grecian days.

İnsanların Yunan günleri yerine giyecekleri basit kıyafetler giymek gibi.

Grecian?

Grek?

Yes, in Greek.

Evet, Yunanca.

My dad used to use that on his hair to make it dark.

Babam saçlarını koyulaştırmak için bunu kullanırdı.

Can you still can you still get Grecian 2000?

Hala Grecian 2000 alabilir misin?

Do you remember that

every man over 50 used to use Grecian 2000 on their hair?

50 yaşının üzerindeki her erkeğin saçlarına Grecian 2000 kullandığını hatırlıyor musunuz?

Christina says conundrum.

Christina muamma diyor.

Question mark, conundrum.

Soru işareti, muamma.

Have we did one of us just use that word?

Birimiz bu kelimeyi kullandık mı?

No, I don't remember using.

Hayır, kullandığımı hatırlamıyorum.

No, I can smell our chilli con carne.

Hayır, kırmızı biberimizin kokusunu alabiliyorum.

A conundrum is a puzzle.

Muamma bir bilmecedir.

A conundrum is a puzzle.

Muamma bir bilmecedir.

Puzzle, puzzle.

Bulmaca, bulmaca.

I don't understand that.

Bunu anlamıyorum.

That's a conundrum. Hmm.

Bu bir muamma. Hmm.

It's something difficult to understand. Maybe.

Bu anlaşılması zor bir şey. Belki.

Maybe someone ask you a question, and it's very hard to answer.

Belki birisi size bir soru sorar ve cevaplaması çok zordur.

You might say that is a conundrum. It is

Bunun bir muamma olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu

puzzle.

bulmaca.

A puzzle?

Bir bulmaca?

Yes, a puzzle to be worked out,

Evet, çözülmesi gereken bir bilmece,

Alexandra says.

diyor Alexandra.

Alexander Silva says, I lived there

Alexander Silva,

for 15 years working in London.

Londra'da çalışarak 15 yıl orada yaşadım diyor.

So are you still there or have you moved somewhere?

Hala orada mısın yoksa bir yere mi taşındın?

Well, it looks like the past tense.

Peki, geçmiş zaman gibi görünüyor.

I lived there, yes.

Orada yaşadım, evet.

So because you lived there means you probably don't live there anymore.

Yani orada yaşadığın için muhtemelen artık orada yaşamıyorsun demektir.

You weren't late today, were you accompanying? I was good.

Bugün geç kalmadın, eşlik ediyor muydun? İyiydim.

You're always on time.

Her zaman dakiksin.

I was 5 minutes late because I was everything up

5 dakika geç kaldım çünkü her şey hazırdım

and there was a giant fly chasing me around the city.

ve şehirde beni kovalayan dev bir sinek vardı.

It was the heat. It was the heat as well. Everything right was an act.

Sıcaktı. Aynı zamanda sıcaktı. Doğru olan her şey bir roldü.

So, Mr. Duncan, I can't believe.

Bay Duncan, inanamıyorum.

Well, the next one is is going. Oh, is that. It's not.

Pekala, bir sonraki gidiyor. Ah, öyle mi? Öyle değil.

I think that's all we have time for it.

Sanırım bunun için vaktimiz olan tek şey bu.

Fortunately, because we were talking same topic today, we were talking about

Neyse ki, bugün aynı konuyu konuştuğumuz için,

so many interesting things today, like Mr.

bugün pek çok ilginç şeyden bahsediyorduk, örneğin Bay

Steve and his petrol, making sure that his air

Steve ve benzini, yolcu koltuğunda ter içinde otursam bile

conditioning stays off at all times,

klimasının her zaman kapalı kalmasını sağlamak gibi.

even if I am sitting in the passenger seat

sweating and passing out,

ve bayılmak

he doesn't care.

umurunda değil.

I've seen Pedro today.

Bugün Pedro'yu gördüm.

I drove.

Sürdüm.

Belmont is not here today.

Belmont bugün burada değil.

Where are they? They're watching the tennis.

Neredeler? Tenis izliyorlar.

Yeah, probably watching the tennis and watching those men in their tight shorts.

Evet, muhtemelen tenisi ve o dar şortlu adamları izliyordur.

So that's the thing.

At least at least tennis players still wear their tight shorts.

Yani mesele bu.

En azından en azından tenisçiler hala dar şortlarını giyiyorlar.

So there is still something for them to watch, to look at.

Yani hala izleyecekleri, bakacakları bir şeyler var .

Alessandra is a British citizen and can always come back home.

Alessandra bir İngiliz vatandaşıdır ve her zaman evine dönebilir.

Good, good, good. Will, please do.

İyi iyi iyi. Will, lütfen yap.

And let us know when you do and we can meet up.

Ve yaptığında bize haber ver, buluşabiliriz.

Yes, because we're very keen to do that.

Evet, çünkü bunu yapmaya çok hevesliyiz.

We can come down to London.

Londra'ya gelebiliriz.

We haven't been to London for a very long time.

Çok uzun zamandır Londra'ya gitmedik. Bu yaz herhangi

Are you going to travel anywhere this summer? Says Inaki.

bir yere seyahat edecek misin ? Inaki diyor.

Well, we'd like to. We haven't planned anything yet.

Biz de isteriz. Henüz bir şey planlamadık.

There is so much confusion, though, isn't there?

Yine de çok fazla kafa karışıklığı var, değil mi?

Because we're very poor planning anything holiday.

Çünkü herhangi bir tatil planlaması konusunda çok zayıfız.

And also we're very poor. That's not true.

Ayrıca çok fakiriz. Bu doğru değil.

But what I was going to say, Steve, you are what I was going to say.

Ama ne söyleyeceğim Steve, sen benim diyeceğim şeysin. Ben

I'm Paul.

Paul'üm.

I'm the poor one.

fakir olan benim ben

I am destitute.

fakirim

I might have to start selling my body again.

Vücudumu yeniden satmaya başlamam gerekebilir.

You throw a few pennies every.

Her birine birkaç kuruş atıyorsun.

They throw me a few pennies.

Bana birkaç kuruş atıyorlar.

They put a couple of dollar bills down my G-string

to keep me going for the rest of the week.

Haftanın geri kalanında devam etmemi sağlamak için G-string'ime birkaç dolar koydular.

I've lost my train of thought.

Düşünce trenimi kaybettim.

Now, because of you, I can smell

Şimdi senin yüzünden, daha önce de

of, as I've already mentioned, that you ignored it.

belirttiğim gibi, bunu görmezden geldiğinin kokusunu alabiliyorum. Pişen

I can smell our tea cooking.

çayımızın kokusunu alabiliyorum.

It smells like chilling Hong Kong Chacun Kong does not sound like the ideal meal to have on a very hot day.

Ürpertici Hong Kong gibi kokuyor Chacun Kong kulağa çok sıcak bir günde yenecek ideal bir yemek gibi gelmiyor.

Why are we having spicy yet?

Neden henüz baharatlı yiyoruz?

Hot mince with

Sıcak

vegetables, hot veg plate why we pantos.

sebzeli kıyma, sıcak sebze tabağı neden pantos.

We shouldn't be having a hot meal today.

Bugün sıcak yemek yememeliyiz. Marullu patates salatası gibi

We should have a nice cold meal like potato salad with lettuce.

güzel bir soğuk yemek yemeliyiz .

What's happening in the tennis?

Teniste neler oluyor?

Is anybody watching it while also watching us at the same time?

Onu izlerken aynı zamanda bizi de izleyen var mı?

It's the holidays. And do they know? I bet it's over.

Tatiller. Ve biliyorlar mı? Bahse girerim bitti.

But it was straight sets really that I bet draws

Ama Jack'i diğer besteciden çekeceğine bahse girerim gerçekten düz setlerdi

Jack as being from that other composer.

.

That Beethoven. Yeah, it's Beethoven.

Şu Beethoven. Evet, bu Beethoven.

Draws Jack have been playing together Jack and Djokovic.

Beraberlik Jack, Jack ve Djokovic ile birlikte oynuyor. Kulağa

It sounds that which sounds like a fungal disease, isn't it, Djokovic

bir mantar hastalığı gibi geliyor, değil mi, Djokovic

It sounds like you need to get it.

Onu almanız gerekiyormuş gibi geliyor.

You need to get some ointment on that.

Üzerine biraz merhem sürmelisin.

Well, I've got a bit of Djokovic, just a joke.

Bende biraz Djokovic var, sadece şaka.

But this is a good way to end my live stream

Ancak bu, canlı yayınımı bitirmenin iyi bir yolu

and my YouTube career is nothing.

ve YouTube kariyerim bir hiç.

It's not offensive, is it?

Saldırgan değil, değil mi?

I thought it was quite funny. Anyway,

Bence çok komikti. Her neyse,

you you

might be the only one, by the way, who finds that funny.

bu arada bunu komik bulan tek kişi sen olabilirsin.

So are you going now, Mr. Steve?

Şimdi gidiyor musunuz, Bay Steve?

Well, I'll go.

Peki, gideceğim.

Yes, I'll go and put the kettle on without a hot cup of tea.

Evet, bir fincan sıcak çay içmeden gidip çaydanlığı çalıştıracağım.

Doesn't sound like the ideal drink, but sometimes a hot drink can be good when it's hot,

Kulağa ideal bir içecek gibi gelmiyor, ancak bazen sıcak bir içecek sıcakken iyi olabilir,

generally because you will produce

çünkü genellikle

more sweat, which will then cool you down beads of sweat.

daha fazla ter üretirsiniz ve bu da sizi ter boncuklarıyla soğutur.

Yes, I will be sweating cabinets later.

Evet, daha sonra dolapları terleteceğim.

Sweating like well, some people some people say sweating like a pig as well

İyice terlemek, bazı insanlar domuz gibi terlemenin de

has been watching for ten years.

on yıldır izlendiğini söylüyor.

I'm so hot, I'm sweating like a pig.

Çok ateşliyim, domuz gibi terliyorum.

That's the same length of time as

Bu,

many people have been watching you. Yes, sir.

birçok insanın sizi izlediği süre ile aynı. Evet efendim.

Thank you very much for your loyalty.

Sadakatin için çok teşekkür ederim.

Alexander.

İskender.

We got to Alexandra.

Alexandra'ya vardık.

Alexandra? Hmm?

Alexandra mı? Hmm?

He was speaking in Portuguese.

Portekizce konuşuyordu.

Hmm hmm.

Hım hımm.

Who's learning Portuguese?

Kim Portekizce öğreniyor?

Uh, and we have Alexander

Uh, ve

as a song with Alexandra in it.

içinde Alexandra'nın olduğu bir şarkı olarak Alexander'ımız var.

I sing in the choir. Oh, dear.

Koroda şarkı söylüyorum. Ah hayatım.

Yes. Let's not go into that. What's a chap?

Evet. Buna girmeyelim. adam nedir?

No, no, his name was Alexander.

Hayır, hayır, adı Alexander'dı.

Okay. Alexander. Alexander.

Tamam aşkım. İskender. İskender.

His name was Alexander.

Adı İskender'di.

Steve. It's a song. I know it. Yes. From the choir that.

Steve. Bu bir şarkı. Bunu biliyorum. Evet. Şu korodan.

I mean,

Yani,

we have nowhere cool to go to,

gidecek serin bir yerimiz yok,

so I might have to take a very cold shower,

bu yüzden çok soğuk bir duş almam gerekebilir,

although that's nothing unusual for me.

gerçi bu benim için alışılmadık bir şey değil.

We could jump into the bath together.

Birlikte banyoya atlayabiliriz.

There's no room for that.

Buna yer yok.

Now, that will make quite a splash.

Şimdi, bu büyük bir sıçrama yapacak.

Right?

Sağ?

See rule. I will be here next week.

Kurala bakın. Gelecek hafta burada olacağım.

I might be a little tired.

Biraz yorgun olabilirim.

I might be a little over the top

Biraz abartmış olabilirim

because I would have been on stage over the top.

çünkü sahnede zirvede olurdum.

You're always over the top.

Her zaman zirvedesin.

I like to get hot under the collar.

Yakanın altında ısınmayı seviyorum.

I don't know what's going on today.

Bugün neler olduğunu bilmiyorum.

I Think you're just you're just so excited because you saw your mummy yesterday and she gave you a gift.

Bence çok heyecanlısın çünkü dün anneni gördün ve o sana bir hediye verdi.

It isn't the words.

Sözler değil. Sana

She gave you a big hug.

kocaman sarıldı.

It was lovely.

It was it was nice actually to see your mum yesterday.

Çok hoştu.

Aslında dün anneni görmek güzeldi.

So. Thanks, Steve. Thank you. Thank you, Mr. Duncan.

Bu yüzden. Teşekkürler Steve. Teşekkür ederim. Teşekkürler, Bay Duncan.

I'll see you shortly outside.

Birazdan dışarıda görüşürüz.

I don't think we're watching Colombo today, are we?

Bugün Colombo izlediğimizi sanmıyorum, değil mi?

We're not watching.

Biz izlemiyoruz.

We're not watching.

Biz izlemiyoruz.

No, no Colombo.

Hayır, Colombo yok.

No tennis.

Tenis yok.

Just peace and quiet. Get some sun on my legs.

Sadece huzur ve sessizlik. Bacaklarıma biraz güneş al.

Okay, Steve.

Tamam, Steve.

If it Brom. Steve. Bye bye, everyone. By

Eğer Brom ise. Steve. Güle güle millet.

There he goes. Mr.

Oradan gidiyor. Bay

Steve And there it is.

Steve Ve işte burada.

The view outside now it is absolutely glorious.

Şimdi dışarıdaki manzara kesinlikle muhteşem.

Thank you for joining us today.

Bugün bize katıldığınız için teşekkür ederiz.

It has been a lot of fun, even though I've been standing

Çok eğlenceliydi,

in a very hot studio,

çok sıcak bir stüdyoda durmuş,

sweating quite a lot in fact

çok terlemiş olmama rağmen aslında

I will be back on Wednesday from 2 p.m.

çarşamba günü saat 14:00'te döneceğim.

UK. Time is when I'm with you next so I will see you soon.

İngiltere Zaman, bir sonraki seninle olduğum zamandır, bu yüzden yakında görüşürüz.

Enjoy the rest of your day.

Günün geri kalanının tadını çıkar.

Enjoy the rest of your week.

Haftanın geri kalanının tadını çıkarın.

Until Wednesday which is when I'm back with you.

Seninle geri döndüğüm Çarşamba gününe kadar.

Don't forget to PM UK time.

İngiltere saatini PM atmayı unutmayın.

I've also started putting some posts on Instagram as well.

Instagram'a da bazı gönderiler koymaya başladım.

Something I'm trying out if it is popular I will do more.

Denediğim bir şey popüler olursa daha fazlasını yaparım.

If it is not popular,

Popüler değilse

I won't do it ever again.

bir daha yapmam.

We will see.

Göreceğiz.

So on Wednesday I'm back.

Yani çarşamba günü geri döndüm.

Enjoy The rest of your day.

Günün geri kalanının tadını çıkar. Her

Stay cool wherever you are and I will see you on Wednesday.

neredeysen sakin ol, çarşamba günü görüşürüz.

This is Mr.

Duncan in the birthplace of English, saying, thanks for watching.

Bu,

İngilizcenin doğum yerindeki Bay Duncan, izlediğiniz için teşekkürler diyor.

See you soon.

And of course, until the next time we meet right here,

Yakında görüşürüz.

Ve tabii ki, bir dahaki sefere burada buluşana kadar,

hopefully on Wednesday it will be cooler.

umarım Çarşamba günü hava daha soğuk olur.

Although I have a feeling it will not.

Olmayacağına dair bir his olsa da.

And of course, you know what's coming next.

Ve tabii ki, sırada ne olduğunu biliyorsun.

Yes, you do.

Evet yaparsın.

Oh, Mr.

Oh, Bay

Steve is now going to put some ice cubes down my shorts

Steve şimdi şortumun içine birkaç buz küpü koyacak

ta ta for now.

şimdilik.