The True Story of the Iconic Tagline “Because I’m Worth It.” | The Final Copy of Ilon Specht

- I don’t remember exactly, but ...

Tam olarak hatırlayamasam da...

I use the most expensive hair color in the world.

Dünyanın en pahalı saç boyasını kullanıyorum.

It's not that I care about the money,

Pahalı olduğu için değil,

it's that I care about my hair.

saçlarımı önemsediğim için.

It's not just the color.

Önemli olan sadece rengi değil.

I expect great color.

Renkleri zaten harika.

What's worth more to me is the way my hair feels.

Benim için çok daha değerli olan şey saçlarımdaki hissiyatı.

Feels good around my neck.

Boynuma dokununca hissettirdikleri.

I can't remember it.

Hatırlayamıyorum.

I can't finish it all.

Artık tamamlayamıyorum.

If only we had more time.

Keşke daha fazla vaktiniz olsaydı.

- Why don’t we have more time?

- Neden daha fazla vaktimiz olmasın ki?

- I’m dying.

Çünkü ölüyorum.

I'm croaking!

Ruhumu teslim etmek üzereyim!

ILON SPECHT'İN SON METNİ

- It’s tough, coming home.

Bu eve gelmek, çok zor.

But this is what you do for a parent that you love.

Ama sevdikleriniz için bunu yapmak zorundasınız.

But, you know?

Bir şey söyleyeyim mi?

She's not my mother.

O benim annem değil.

Technically.

Teknik olarak.

In my own family, there’s a lot of dysfunction,

Benim ailemde çok fazla rahatsızlık,

a lot of mental illness, a lot of substance abuse.

çok fazla zihinsel bozukluk, çok fazla madde bağımlılığı var.

Every generation.

Bu her nesilde böyle.

My parents divorced when I was about five.

Ebeveynlerim ben beş yaşındayken boşandılar.

My mother moved us out of state,

Annemle birlikte şehir dışına taşındık,

so we had to fly to New York to see my father

dolayısıyla babamı görmek için New York'a gitmemiz gerekiyordu,

'cause he was already working in advertising,

çünkü kendisi reklam sektöründe çalışıyordu

and New York was the only place to be.

ve New York bu işin yapılabildiği tek yerdi.

- Many of the commercials you see on television

- Televizyonda gördüğünüz reklamların pek çoğu

begin life here.

burada hayat buluyor.

- Advertising is one of the main sources of messaging

- Reklam, size kim olmanız gerektiğini söyleyen

about who you should be.

temel kaynaklardan biri.

- Nowadays, most of you women lead two lives,

- Günümüzde kadınların çoğu, ev hanımlığı ile göz alıcı ev sahibeliği

combining homemaking with the role of glamorous hostess.

rolünü bir arada yürüterek iki ayrı hayat yaşıyor.

- And in the ’60s,

- 60'lı yıllarda,

the ads were often made from a male point of view.

reklamlar genellikle

erkek bakış açısıyla hazırlanıyordu.

- In the pre-production meeting,

- Prodüksiyon öncesi toplantılarda,

reklamla alakası olan herkes

everybody who has anything to do with the commercial is there.

orada bulunuyor.

- Çoğunlukla erkekler.

- It was mostly men.

These superstar art directors and writers.

Süperstar sanat direktörleri ve yazarlar.

Like my father, Gene Case.

Tıpkı babam Gene Case gibi.

"Mad Men" was like home movies,

"Mad Men" filmi sanki onun hayatını anlatıyor gibiydi,

and he was Don Draper.

ve o da Don Draper'dı.

He was very witty,

Çok hazırcevap biriydi,

but I don't think my father realized

fakat babamın kendi sözlerinin gücünün

how powerful his words were.

farkında olduğunu sanmıyorum.

He knew it professionally.

Yaptığı işte bunun farkındaydı.

But with his kids, he could be incredibly cutting.

Ama konu çocukları olduğunda son derece kırıcı olabiliyordu.

Flay you just with a phrase.

Sizi tek bir sözüyle yaralayabiliyordu.

But it's the time with my mother that was the nightmare.

Fakat asıl kâbus, annemle geçirdiğim zamanlardı.

She had a horrible childhood,

O, korkunç bir çocukluk geçirmişti,

but she sure as hell didn’t make any effort

fakat bizimle olan ilişkisinde bunun üstesinden gelmek için

to overcome that in her relations with us.

hiçbir çaba sarf etmedi.

You know, it was really horrifying to my mother

Nasıl desem, popüler olmayışım annem için

son derece korkunç bir şeydi.

that I was not popular.

But I was also really awkward

Fakat hayatım boyunca

because she had been undermining my confidence

öz güvenimi yerle bir etmiş olduğu için

for all my life.

ben de biraz garip biriydim.

She would pick apart your personality in detail.

Kişiliğinizi paramparça ederdi.

I was lazy, I looked bad, I acted bad, I was awkward.

Ona göre tembeldim, güzel değildim, kötü davranıyordum, tuhaftım.

Emotionally, just out for blood.

Duygusal olarak intikam alıyordu.

At a certain point in the night,

Geceleri bazen şunu düşünüyordum,

I would know, “OK, the situation is dangerous.

"Evet, bu durum çok kötü.

I need to get outta here."

Buradan kurtulmam gerek."

I had this fantasy when I was in fourth grade

Dördüncü sınıftayken bir hayalim vardı,

that I vividly remember

hâlâ dün gibi hatırlarım.

that some kind of outside agency was gonna come in

Hiç tanımadığım birilerinin gelip,

and determine from all the salt on my pillow

yastığımda biriken tuzlardan

that I was crying myself to sleep every night

her gece ağlayarak uyuduğumu anlamasını

and do something about it.

ve beni bundan kurtarmasını isterdim.

No, it was awful. It was awful.

Tek kelimeyle korkunçtu. Korkunçtu.

And that was the point where Ilon came into my life.

Tam bu noktada Ilon hayatıma girdi.

- Ilon, do you need anything to eat?

- Ilon, bir şeyler yemek ister misin?

- I don’t think so, but look up this wallpaper,

Hayır istemem, ama duvar kâğıdını unutma,

Waverly Fabrics,

Waverly marka olacak,

and see if they have a rose pattern.

ve ellerinde gül desenli var mı bir bak.

- OK.

Tamam.

Oh, what about this one here?

Şuradakine ne dersin?

- That’s not it.

Bu olmaz.

- No?

Olmaz mı?

- No, first of all, I was an art dir...

Hayır, unutma ki ben bir rek...

I was a creative director at an advertising agency.

Bir reklam ajansının kreatif direktörüydüm.

The first thing I know is what I'm looking at.

Yani neye bakacağımı bilirim.

Ilon the girl.

Ilon genç bir kızken.

I don't remember particularly being into advertising,

Reklam sektörüne çok ilgi duyan biri değildim,

but somehow I found myself in it.

ama her nasılsa kendimi bu sektörün içinde buldum.

And I seemed to be very good at it.

Görünüşe göre bayağı da iyiydim.

First of all, I’d always listened to everybody.

Öncelikle, mutlaka herkesi dinlerdim.

And I noticed that I saw things differently

Ve bazı şeyleri başkalarından daha farklı

than other people.

gördüğümü fark ettim.

- Women could get somewhere in advertising,

- Kadınlar reklam sektöründe bir yerlere gelebiliyor olsalar da,

but they were marginalized.

sürekli ötekileştiriliyorlardı.

- Women were given a lesser role.

- Kadınlara daha önemsiz işler veriliyordu.

All the men were always arguing with you

Tüm erkekler daima sizinle tartışıyor

and always taking credit.

ve bütün övgüyü hep onlar alıyordu.

- And one of the things

- Ve gün gibi ortada olan

şeylerden biri de, kadınların

that was coming through loud and clear

is that women are for men.

erkekler için var olduğuydu.

- Glory, glory, hallelujah

♪ Glory, glory, hallelujah ♪

Glory, glory, hallelujah

♪ Glory, glory, hallelujah ♪

Glory, glory, hallelujah

♪ Glory, glory, hallelujah ♪

His truth is marching on

♪ His truth is marching on ♪

- Men were always the ones who everyone was pleasing.

- Herkesin memnun etmeye çalıştığı taraf her zaman erkeklerdi.

- What will your eyes say to him tonight?

- Gözleriniz ona bu gece neler anlatacak?

Wait till the fellas take a look

- Erkekler arkanızdaki bu kıvrımlı manzarayı

at this plunging backline.

görene dek bekleyin.

- You look at ads from that period, and it’s jaw-dropping.

- O dönemin reklamlarına bakınca insanın ağzı açık kalıyor.

- This is one of our nation’s most beautiful sights,

- Ülkemizdeki en güzel

manzaralardan biri,

the kind of girl who keeps her figure.

formunu koruyan kızlar.

- But that’s what feminism was pushing back against.

Feminizmin karşı çıktığı şey tam olarak buydu.

- I was a feminist.

- Ben de bir feministtim.

I knew women were equal if not superior to men

Küçücük bir çocukken bile, kadınların erkeklerden üstün olmasalar bile

from the time I was a little girl.

onlara eşit olduklarını biliyordum.

- And in advertising,

- Bu konuda reklam,

she wanted to be a trailblazer that way.

sektöründe çığır açmak istiyordu.

At one point, she worked in the same agency with my father,

Bir dönem babamla aynı ajansta çalıştılar,

and that's how they met.

tanışmaları bu şekilde oldu.

- He was a good writer, and I was a good writer.

- O da iyi bir yazardı, ben de iyi bir yazardım.

I liked the fact that he was good at what he did

Yaptığı işte başarılı olması ve işine özen göstermesi

hoşuma gidiyordu.

and cared about it.

We got engaged, and then we got married.

Nişanlandık ve ardından evlendik.

- I’m sitting there in the background. I’m grinning.

- Arkada oturan benim. Sırıtıyorum.

Çok heyecanlıydım çünkü ona kanım kaynamıştı.

I'm so thrilled because I adored her instantly.

I thought she was super cool.

Çok havalı olduğunu düşünüyordum,

And she treated me like I mattered.

ayrıca davranışlarıyla bana kendimi önemli hissettiriyordu.

- She was a sweet little girl,

- Çok tatlı bir kızdı,

and she deserved some caretaking.

sevgi ve ilgi görmeyi hak ediyordu.

My mother was kinda terrible,

Benim annem de korkunç bir kadındı,

so I knew that she needed support, and I gave her support.

bu yüzden yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordum

And that was what we did.

ve ona ihtiyacı olan desteği sundum.

- She was interested in me. She listened to me.

- Benimle ilgileniyordu. Beni dinliyordu.

Treated me like I was lovable.

Sevildiğimi hissettiriyordu.

- She didn’t have anyone to recognize her being,

- Onun varlığını kabul edecek, onu destekleyecek,

to support her, to see who she could be, who she was.

nasıl biri olabileceğini ve kim olduğunu görecek hiç kimsesi yoktu.

- She was very interested in what I would do with my life,

- Şu hayatta ne yapacağımla gerçek anlamda ilgileniyordu

and the assumption was that it would be something worthwhile.

ve son derece

faydalı şeyler yapacağımdan emindi.

She just went way, way beyond the call of duty

Yapması gerekenden çok daha fazlasını yaparak

to make me feel like I was worth it.

kendimi gerçekten değerli hissetmemi sağladı.

And she did that for a lot of other women, too.

Ve bunu başka kadınlar için de yaptı.

- I was working at McCann Erickson.

- McCann Erickson'da çalışıyordum.

We were given an assignment.

Bize bir iş verilmişti.

L'Oréal, they wanted a campaign for Preference,

L'Oréal, Preference adlı saç boyası için

it's a hair color.

bir kampanya düzenlememizi istemişti.

- She’s in this room full of men

- O ise, erkeklerle dolu bir odada

brainstorming for this ad.

bu reklam için kafa yoruyordu.

- The men were busy flirting with the women,

- Erkekler ise kadınlarla flört etmekle meşguldü.

telling us we all looked like models

Manken gibi göründüğümüzü, hiç reklam ajansı çalışanı

and we didn't look like advertising people, you know?

gibi durmadığımızı söylüyorlardı, düşünebiliyor musunuz?

- They’re like, “Oh, this woman is gonna be standing

- Sürekli "Kadın açık pencerenin önünde durur

by an open window,

önünde dursun ve esen rüzgar

and the wind will be blowing the curtains."

ve esen rüzgar perdeleri uçuşturur” gibi şeyler söylüyorlardı.

And she's thinking, you know,

O ise bu durumun, kadınları tamamen

bir obje hâline getirdiğini düşünüyordu.

this is just making the woman totally an object.

- I was feeling angry.

- Öfke duyuyordum.

I'm not interested in writing anything

Erkekler için güzel görünmekle alakalı

about looking good for men.

hiçbir şey hakkında yazmak istemiyordum.

Fuck 'em.

Canları cehenneme.

Fuck you too.

Senin de canın cehenneme.

- Why fuck me?

- Neden yahu?

- Well, you’re a man.

Sen de erkeksin.

- Yeah, but I’m here trying to help you tell your story.

- İyi de ben burada hikâyeni

anlatmana yardımcı olmaya çalışıyorum.

İyi, peki. Öyle olsun.

- Yeah, that’s good. I like that part.

I was pissed.

Çok sinirliydim.

We weren’t there to just dance for the men.

Orada erkeklerin gönlünü hoş etmek için durmuyorduk.

- It is what she said.

- Aynen böyle söyledi.

She just thought, "Fuck you."

İçinden ise "Canınız cehenneme" diye geçiriyordu.

And wrote this.

Ve bunu yazdı.

- I just opened my eyes and knew.

- O anda ne yazmam gerektiğini biliyordum.

Because I'm worth it.

Çünkü ben buna değerim.

The campaign got approved,

Kampanya onaylanmış olsa da,

but all the men were always telling you

bütün erkekler sürekli bir şeyleri

that you were doing something wrong

yanlış yaptığınızı veya bu işin nasıl daha iyi

or they knew how to do it better.

yapılabileceğini bildiklerini söylüyordu.

- The agency insisted on a male voiceover.

- Ajans erkek sesi kullanmakta ısrarcıydı.

- She uses the most expensive hair color in the world,

Dünyanın en pahalı saç boyasını kullanıyor,

Preference by L'Oréal.

L'Oréal'den Preference.

- You know, it was just totally different.

- Ortaya bambaşka bir şey çıkmıştı.

- Smooth and silky, but with body.

- Pürüzsüz, ipeksi ve dolgun.

It feels good against her neck.

Boynuna dokununca iyi hissettiriyor.

Actually, she doesn't mind spending more for L'Oréal.

L'Oréal için harcadığı para hiç önemli değil.

Because she's worth it.

Çünkü o buna değer.

- It was wrong.

- Tamamen yanlıştı.

This was not for men

Bu ürün erkekler için değildi,

but for women and for other human beings.

kadınlar ve diğer insanlar içindi.

- I use the most expensive hair color in the world,

Dünyanın en pahalı saç boyasını kullanıyorum,

Preference by L'Oréal.

L'Oréal'den Preference.

It's not that I care about the money,

Pahalı olduğu için değil,

it's that I care about my hair.

saçlarımı önemsediğim için.

It's not just the color, I expect great color.

Önemli olan sadece rengi değil, renkleri zaten harika.

What's worth more to me is the way my hair feels.

Benim için çok daha değerli olan şey saçlarımdaki hissiyatı.

Smooth and silky, but with body.

Pürüzsüz, ipeksi ve dolgun.

It feels good against my neck.

Boynuma dokununca iyi hissettiriyor.

Actually, I don't mind spending more for L'Oréal.

L'Oréal için harcadığım para hiç önemli değil.

Because I'm worth it.

Çünkü ben buna değerim.

- I wrote that.

Bunu ben yazdım.

- It was everywhere. It was a national campaign.

- Her yerdeydi. Ulusal bir kampanyaydı.

- Yes, it’s expensive, but I’m worth it.

Evet, pahalı, ama ben buna değerim.

- What they realized after they started running it

- Kampanya yayınlanmaya başladıktan sonra fark ettiler ki

was that that was only the tip of the iceberg.

bu buz dağının yalnızca görünen kısmıydı.

- It was supporting women, finally.

- Nihayet kadınlar desteklenmeye başlamıştı.

- And I’m worth it.

- Ve ben buna değerim.

And I'm worth it.

Ve ben buna değerim.

Ben buna değerim.

I'm worth it.

- Yalnızca erkekler üzerinden var olabileceğinizi

- It’s a four-word feminist manifesto,

defying this social pressure

düşünmeniz gerektiği yönündeki toplumsal baskıya

to think about yourself in relation to men.

meydan okuyan dört kelimelik bir feminist manifestodur bu.

- You’re worth it.

I'm worth it.

Sen buna değersin.

Ben buna değerim.

I'm worth it.

Ben buna değerim.

- It was a very big success.

- Büyük bir başarı elde etmişti.

- At a certain point, L’Oréal adopted it as the tagline

- Bir süre sonra,

L'Oréal bu ifadeyi genel marka sloganı

for their entire business.

olarak kullanmaya başladı.

- Parce que je le vaux bien.

Parce que je le vaux bien.

- Even today, that’s their motto.

Bugün bile sloganları bu.

- Because I’m worth it.

Çünkü ben buna değerim.

Çünkü sen buna değersin.

- ’Cause you’re worth it.

Sen buna değersin.

- You’re worth it.

Biz buna değeriz.

- We’re worth it.

Ve ben buna değerim.

- And I’m worth it.

- Kadın bakım ürünlerine yönelik reklam sektöründeki

- She wrote the most influential tagline

in women's beauty advertising.

gelmiş geçmiş en etkili sloganı yazdı.

- I’m worth it.

Ben buna değerim.

- It’s magic, that phrase.

Sihirli bir cümle bu.

- Those words just get better with age, don’t they?

Bu sözler yaş aldıkça daha da anlam kazanıyor, değil mi?

- I’m worth it.

Ben buna değerim.

Because you are

Çünkü öylesin

and always will be.

ve daima öyle kalacaksın.

- She came up with that line because she believed it.

- Buna inandığı için bu cümleyi yazdı.

She believed it about herself,

Kendisi buna inanıyordu

and she believed that women should believe it.

ve tüm kadınların da buna inanması gerektiğine inanıyordu.

She did that for me.

Bunu benim için yaptı.

You know, even after they split up,

Babamla ayrılmalarının ardından bile

she was still a big part of my life.

hayatımın büyük bir parçası olmaya devam etti.

I've always kind of felt like I dodged a bullet

Ailemin diğer fertlerini alaşağı edişini izlediğim

that I have watched take down other members of my family.

bir felaketi ucuz atlatmışım gibi hissettim hep.

She saved me.

Beni o kurtardı.

And today, I am a professor of English at Williams College.

Şu an Williams College'de

İngilizce profesörüyüm.

I teach Victorian literature,

Viktorya dönemi edebiyatının yanı sıra

and I also teach women's, gender and sexuality studies.

kadın, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularında dersler veriyorum.

She was my mother.

O benim annemdi.

She also taught me how to be a mother.

Bana anne olmayı öğreten de oydu.

I had been very uncertain about motherhood for myself

Nasıl bir anne olacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu

because my role model for that was so nightmarish.

çünkü bu konudaki rol modelim kâbus gibiydi.

But Ilon really taught me, I can do this.

Ama Ilon bana bunu yapabileceğimi gösterdi.

I can be a good mother.

İyi bir anne olmayı öğretti bana.

She made me believe that I was worth it.

Değerli olduğuma inanmamı sağladı.

And I was not either the first or the last.

Ve ben ne ilktim ne de son olacağım.

- I have to go away now.

Artık gitmek zorundayım.

Go to my room.

Odama gitmem gerek.

- It’s been lovely.

- Çok güzel oldu.

- It’s been lovely.

Çok güzel oldu.

Oh ...

Ah...

I'm not interested in advertising.

Reklam sektörü ilgimi çekmiyor.

I don't give a shit.

Umurumda bile değil.

It wasn't like it was my whole life.

Hayatım bundan ibaret değildi ki.

It was just a portion.

Hayatımın bir bölümüydü sadece.

It’s about humans; it’s not about advertising.

Önemli olan insanlardır, reklamlar değil.

It's about caring for people

Önemli olan, insanlara değer vermektir,

because ...

çünkü...

we're all worth it, or no one is worth it.

ya hepimiz buna değeriz ya da hiçbirimiz.